Nîmetin hakkı, onun üzerinde tefekkür etmek, onu yaratanın varlığına istidlâl etmek, O’nun kudret ve ihsânını düşünerek şükretmektir.
Ömer bin Abdülaziz -rahmetullâhi aleyh- şöyle buyurur:
“Allâh’ı zikrederek sohbet etmek çok güzeldir. Allâh’ın nîmetleri üzerinde tefekkür ise, ibadetlerin en fazîletlilerindendir.” (Ebû Nuaym, Hilye, V, 314; İmâm Gazâlî, İhyâ, VI, 45)
Küfrân-ı nîmet; yani nankörlük ise, nîmetin şükrünü ihmâl etmek, onu hoyratça, nefsânî ölçüler içinde ve ten plânında tüketip ziyân etmektir. Bu hâller kişiyi, nîmetleri lûtfeden Cenâb-ı Hak’tan uzaklaştırır.
Şükür üç kısımdır:
1. Kalbin şükrü: Nîmeti düşünmektir.
2. Dilin şükrü: Nîmete karşılık hamd ü senâ etmektir.
3. Diğer âzâların şükrü: İstihkākı kadar nîmetin karşılığını vermektir.
Öte yandan; “Her nîmetin şükrü kendi cinsinden olur.” denilmiştir. Yani Cenâb-ı Hak bize ne lûtfetmişse, ondan mahrumlara ihsan ve ikram etmemiz îcâb eder. Nitekim âyet-i kerîmede buyrulur:
“…Allâh’ın sana ihsân ettiği gibi, sen de ihsân et!..” (el-Kasas, 77)
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Tefekkür, Erkam Yayınları