31 Temmuz 2016 Pazar

İBADET

İBADET      
 
‘İbadet’, Allah (c.c.)’a gönülden isteyerek yönelmek, kulluk etmek, tapmak, boyun eğmek ve itaat etmek demektir. Türkçemizde kullanılan ‘kulluk etmek’ deyimi tam olarak bu kelimenin anlamını karşılamaktadır.
 
İslâm’ın i’tikat’tan sonra genel esaslarının ikincisini ‘ibadet’ oluşturur.
 
İbadet, yaratıcı kudret karşısında boyun bükmenin zirvesi ve O’na olan sevginin sonucu ve göstergesi olarak değerlendirilmiş ve sırf Allah (c.c.) için, Alalah’ın rızâsı için yapılması ve yalnızca O’na tahsis edilmesi gerektiği belirtilmiştir. Gerçekten de yaratan, yaşatan ve öldüren Allah (c.c.)’tan başka, ibadete lâyık olan bir varlık yoktur. Hesap gününde muhatap olunacak olan 'Neye taptınız?’ ve ‘Ne için ibadet ettiniz?’ sorusunu insan daima hatırında tutmalı ve bu dünyada iken ‘Allah (c.c.)’a tapıyorum ve ibadeti Allah için yapıyorum’ diyebilmeli, bunu gönlünde hissedebilmelidir.
      
Din duygusu gibi, belki de onun doğal bir gereği olarak ibadet ihtiyacı da insan  doğasında vardır. İnsanlık tarihi boyunca çeşitli dinler, insanın bu doğal duygu ve ihtiyacını gerçekleştireceği değişik biçim ve şekiller öngörmüşlerdir. Bu ibadet formları, dinin ritüelini yani ibadet ve âyin şekillerini oluşturur. Dinlerin öngördüğü ibadet biçimleri, zaten doğal olarak insanın yapısında var olan ibadet duygu ve ihtiyacının belli form ve biçimlere yönlendirilmesi ve o yolla sergilenmesi şeklinde anlaşılınca; ibadetin esasen dinin bir emri olmasından önce, fıtratın gereği olduğu, dolayısıyla da konu dinler açısından ele alındığında ibadet şekillerinin önem kazandığı
söylenebilir.
 
Kur’an-ı Kerim’de ibadete ilişkin emirler, şekil ve biçim olarak ibadete yönelik olmayıp, büyük ölçüde ibadetin ne demek olduğuna, ibadetin kime yapılacağına ve nasıl yapılacağına yöneliktir. Hz. Peygamber (s.a.v.) de söz ve fiilleriyle, Kur’ân-ı Kerîm’de adı geçen ve ana çatısı oluşturulan ibadetlerin ayrıntılı bir şekilde biçimlemesini yapmıştır.
 
Doğallığı ve fıtrî oluşu noktasından bakıldığında, ibadet için ferdin ihtiyacı ve eğitimi dışında bir amaç aramaya gerek bulunmamakla beraber, bireysel ve toplumsal motivasyon sağlamak, bireye moral dayanıklılık kazandırmak ve bazı sosyal yararlar elde etmek amacıyla ona birtakım hikmetler ve faydalar yüklenebilir.
 
İbadetlerin sırf Allah (c.c.)’ın emri olduğu için yerine getirilmesi gerektiği ve emir varken de hikmet aramaya gerek bulunmadığı düşüncesinde olan ve bu sebeple de ibadet için bir amaç ve yarar aramaya gerek olmadığını söyleyen bilginler bulunmakla birlikte, bilginlerin çoğu, insanlar tarafından bilinsin bilinmesin her emrin mutlaka bir hikmet ve maslahatı bulunacağını söylemişlerdir. Bu bakımdan emre muhatap olan kişinin, o emri yerine getirirken ondaki maslahat ve yararları, ne gibi amaçlar gözetilmiş olabileceğini düşünmesi ve ondaki hikmetleri anlamaya çalışması insanı farklı bir şuura ve farklı bir boyuta taşıyabilir.
 
İbadetin amacı üzerinde düşünürken onu bir tek boyuta indirgemek uygun değildir. Bu hem ibadetin mahiyeti hem de bu ibadeti yerine getirenlerin bulundukları mertebe ve seviye bakımından doğru değildir. Çünkü bir seviyedeki insan için ibadetin amacının, sadece imtihan ve deneme olması uygunken, başka  bir seviye için ibadetin amacı nefsin terbiye edilmesi ve disiplin altına alınması yoluyla insanın yükselmesi olabilmektedir. Belki daha üst bir seviye için ise Allah’a ibadet, bütün bu amaçların üstünde ve ötesinde gönüller için üstün bir haz, bir zevk ve bir nimet, ruhlar için vuslat; kısaca insanın mutluluğu olacaktır. Örneğin, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in “Benim
mutluluğum namazdadır” hadisi, namazın öneminin yanı sıra, Resûlullah (s.a.v.)’ın namaza yüklediği anlamı da göstermektedir. Çünkü ibadeti en üst düzey duygu yoğunluğunda yapan Hz. Peygamber (s.a.v.) için namaz, yüce Yaratıcı ile bir buluşma ve O’nun huzurunda yalvarış ve yakarış haline dönüşmektedir.
 
İbadetlere ilişkin hükümler, tabiatları icabı değişmeye pek açık olmadıkları için, öteden beri genel kabul gören ibadet uygulamalarını, ‘çağa uydurma ve kolaylaştırma’ adıyla değiştirmeye çalışmak, fayda yerine zarar vermekte ve insanların dine bağlılıklarını ve samimiyetlerini zedelemekte ve sarsmaktadır. İbadetler, her ne kadar bizzat amaç olmayıp öz itibariyle yüksek amaçlara basamak niteliğinde ise de, dine bağlılığın ve bir anlamda dindarlığın dışa yansıyan bir göstergesi konumundadır. Bu bakımdan sosyo-ekonomik yönü bulunan zekât bir tarafa bırakılacak olursa namaz, oruç ve hac gibi ibadetlerde biçim ve şekli ikinci  plana iterek, on dört asırdan beri
süzüle süzüle gelen genel kabulün dışına çıkmak bir çok bakımdan sakıncalıdır. (1)
--------------------------------
(1) İlmihal, TDV Heyet, İstanbul.
 
 
KAYNAK: http://www.islamahlaki.com/default.asp?kat_no=780
 
 
 

30 Temmuz 2016 Cumartesi

İman Esasları-6

İman Esasları-6

  6.     Kadere İman

‘Kader’ sözlükte ‘ölçü, miktar, bir şeyi belirli ölçüye göre yapmak ve belirlemek anlamlarına gelir. İslâmi terim olarak, ‘Yüce Allah (c.c.)’ın, ezelden ebede kadar olacak bütün şeylerin zaman ve yerini, özellik ve niteliklerini, ezeli ilmiyle bilip sınırlaması ve takdir etmesi’ demektir.  

Kadere iman etmek, inanılması zorunlu i’tikad esaslarımızdan biridir. Allah (c.c.)’ın ilim ve irade sıfatıyla ilgili bir kavram olan kader, evreni ve evrendeki tüm varlık ve olayları belli bir düzen ve ölçüye göre düzenleyen ilâhî kanunu ifade eder. Rabbimize bütün kemâl sıfatlarıyla inanmanın doğal bir sonucudur.

Bütün evrenin ve evrendeki tüm olayların oluşumlarındaki kurallar bütününe ‘Sünnetullah’ yani Allah (c.c.)’ın koyduğu fiziki kanunlar denir.

Kader ve kazaya iman Yüce Allah’ın ilim, irade, kudret ve tekvin sıfatlarına inanmak demektir. Bu sıfatlara inanan kimse, kader ve kazaya da inanmış olur. Buna kader ve kazaya inanmak demek, hayır ve şer, iyi ve kötü, acı ve tatlı, canlı ve cansız, faydalı ve faydasız her ne varsa hepsinin Allah’ın bilmesi, dilemesi, kudreti, takdiri ve yaratması ile olduğuna, Allah’tan başka yaratıcı bulunmadığına inanmak demektir.

Her şeyin bir kaderi vardır. Bunun anlamı ise şudur: Yüce Allah, insanları hür iradeleriyle seçecekleri şeylerin nerede ve ne şekilde seçileceğini ezelî yani zamanla sınırlı olmayan mutlak ilmiyle bilir ve bu bilgisine göre diler, yine bu dilemesine göre takdir buyurup zamanı gelince kulun seçimi doğrultusunda yaratır. Bu durumda Allah (c.c.)’ın ilmi, kulun seçimiyle ilgili olup, Allah (c.c.)’ın ezeli anlamda bir şeyi bilmesinin, kulun irade ve seçimi üzerinde zorlayıcı bir etkisi yoktur. Aslında insanlar, Allah (c.c.)’ın kendileri hakkında sahip olduğu bilgiden habersizdirler ve pratik hayatta bu bilginin etkisi altında kalmaksızın kendi iradeleriyle davranmaktadırlar. İnsan olarak biz, Yüce Allah bildiği için belli  işleri yapmıyoruz. Bizim bunları yapacağımız O’nun tarafından ezeli ve mutlak anlamda bilinmektedir. Allah (c.c.) kulu seçim yapan ve yaptıklarından sorumlu olan bir varlık olarak yaratmış, onu emir ve yasaklarla sorumlu tutmuştur. Ayrıca Allah (c.c.), kulun seçimine göre fiilin yaratılacağı noktasında bir ilahi kanun da belirlemiştir.


KAYNAK: http://www.islamahlaki.com/default.asp?kat_no=779
 
 

İman Esasları-5

İman Esasları-5

   5.     Ahiret Gününe İman             
‘Ahiret’ sözlükte ‘son, sonra olan ve son gün’ anlamlarına gelir.

Terim olarak ahiret, İsrafil’in (a.s.) Allah’ın emriyle kıyametin kopması için Sûr’a ilk defa üflemesiyle başlayacak olan ebedî hayata denir. İsrafil (a.s.) Sûr’a ikinci kez üfleyince insanlar dirilip dünyada yaptıklarından hesaba çekilecek, sonra dünyadaki iman ve amellerine göre ceza veya mükafatgörecek, cennetlikler cennete, cehennemlikler cehenneme girecek ve orada kalacaklardır.

İslâm i’tikad nizâmının esaslarından biri de Âhiret gününe, ölümden sonra yeniden dirilmeye inanmaktır.

Âhiret hayatı iki bölümden oluşmaktadır:
a)   Ölümle başlayacak kabir hayatı.

b)    Kıyametle beraber ruhların gerçek ölümü tatmasından sonra, insanların kabirlerinden diriltilmesiyle başlayacak ebedî hayat.

“O inanmayanlar öldükten sonra kesinlikle diriltilmeyeceklerini iddia ettiler. De ki: Hayır, hayır, Rabbime yemin olsun ki, siz mutlaka diriltileceksiniz. Sonra da yaptıklarınız hemen size bildirilecektir. 
      
Bu da Allah’a göre kolaydır.” (Teğabun Sûresi,  /7.)

“Onlar gökleri ve yeri yaratan Allah’ın kendilerinin aynı olan insanları yaratmaya kadir olduğunu görüp bilmediler mi?” (İsrâ Sûresi, /99.)

"Her kim (iman, söz, iş ve davranışla) zerre miktarı hayır yaparsa onun mükâfatını bulacak,zerre kadar  yaptığı şerrin cezasını da görecektir.” (Zilzal Sûresi, /7-8.)

Ahirete iman, Kur’an’da çoğu yerde Allah (c.c.)’a imandan hemen sonra zikredilmiştir. Bu da Ahiret inancının iman esasları arasında çok önemli olduğunu göstermektedir. Allah (c.c.)’a ve O’nun yol gösterici olarak gönderdiği peygamberlerine inanmak, insanların sorumlu olduğuna inanmayı da gerekli kılar. İnsandaki bu sorumluluk duygusu da kişiyi, yaptıklarının karşılığını göreceği ahiret hayatına inanmaya götürür.

Ahirete inanmayan kimse Kur’an ayetlerini inkâr ettiği için kâfir olur.



KAYNAK: http://www.islamahlaki.com/default.asp?kat_no=779
 
  

29 Temmuz 2016 Cuma

BİR İNSANA İŞTE BU KADAR TOPRAK YETER!

BİR İNSANA İŞTE BU KADAR TOPRAK YETER!

Tolstoy’un "İnsan Ne İle Yaşar" adlı kitabında, çiftçi Pahom’un hazin ve ibretlik hikayesi yer alır. Sıradan kendi halinde bir çiftçi olan Pahom, daha zengin bir hayatın hayalini kurmaktadır. Uzak bir yerlerde cömert bir reisin karşılıksız toprak verdiğini duyunca, daha çok toprak elde etmek için reise gidip talebini iletir. Gerçekten de Reis herkese istediği kadar toprak veren cömert biridir. Pahom’a “Sabah güneşin doğuşundan batışına k...adar katettiğin bütün yerler senin fakat güneş batmadan yeniden başladığın yere dönmen lazım.” der. “Yoksa bütün hakkını kaybedersin.”


Pahom güneşin doğuşuyla beraber başlar yürümeye. Tarlalar, bağlar, bahçeler geçer. Tam geri dönecekken gördüğü sulak bir araziyi es geçemez. Şu bağ, bu bahçe derken bakar ki güneşin batmasına az kalmış. Koşar, koşar, ama kesilir takâti. Halsiz adımlarla yürümeye devam ederken, Pahom’un burnundan kanlar damlamaya başlar. Tam başladığı noktaya yaklaşmışken, bir an yığılır yere ve bir daha kalkamaz…

Reis olanları ibretle takip etmektedir. Çok kereler şahit olduğu hadise yeniden vuku bulmuştur. Adamlarına bir mezar kazdırır. Pahom’u bu mezara gömerler. Reis Pahom’un mezarının başında durur şöyle der: “Bir insana işte bu kadar toprak yeter!”

Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, bir eğlence, bir süs, aranızda karşılıklı bir övünme, çok mal ve evlat sahibi olma yarışından ibarettir. (Nihayet hepsi yok olur gider). Tıpkı şöyle: Bir yağmur ki, bitirdiği bitki çiftçilerin hoşuna gider. Sonra kurumaya yüz tutar da sen onu sararmış olarak görürsün. Sonra da çer çöp olur. Ahirette ise (dünyadaki amele göre ya) çetin bir azap ve(ya) Allah’ın (Celle Celalüh) mağfiret ve rızası vardır. Dünya hayatı, aldanış metaından başka bir şey değildir.
(Hadid Suresi 20)




28 Temmuz 2016 Perşembe

İman Esasları-4

İman Esasları-4

  4.     Peygamberlere İman


‘Peygamber’, Farsça bir kelime olup ‘haber taşıyan ve elçi’ anlamlarına gelir. Arapça’daki karşılığı ise ‘Rasûl ve Mürsel’ kelimeleridir. İslâmî terim olarak, ‘Allah (c.c.)’ın kulları arasından seçtiği ve vahiyle şereflendirerek emir ve yasaklarını insanlara ulaştırmak üzere görevlendirdiği elçiye’ denir.

Peygamberlere iman etmek, İslam i’tikad sisteminin altı esasından biridir. Allah Tealâ, Müslümanların aralarında hiçbir ayırım yapmadan bütün peygamberlere inanmalarını farz kılmıştır.

Allah (c.c.), insanların yalnızca kendi zâtını ibadet edinilecek ilah kabul etmeleri, yalnız kendi kanunlarını yaşamaları için onları Hakk’a götürecek Peygamberler gönderdi. Hz. Âdem (a.s.)’den, Hz. Muhammed (s.a.v.)’e kadar bütün peygamberler, Allah (c.c.)’ın, insanlar için seçtiği İslâm yaşayışını uyguladı ve tebliğ ettiler.

İnsanlar, evreni Yaratan’a ibadet etmekten ve O’nun yasalarına uymaktan kaçındıkça, Allah (c.c.)’ın huzurunda sorumlu olacakları bilincinden uzaklaştıkça Allah (c.c.), insanlık tarihi boyunca ard arda, peygamberlerini gönderdi.

Peygamberler, bütün çağlarda insanları Allah (c.c.)’a döndürmek, onları insan hegemonyalarından yani kula kul olmaktan kurtarıp özgür yaşatmak, adalet ölçülerini uygulamak, hayatın bir imtihan olduğunu haber vererek Allah’ın huzurunda muhasebe ve muhakeme olunacağını bildirmek için geldiler. Onlar, hayat nizâmını Allah’a îmana yönelten, ahlâkı yükselten, şer ve fesadı yok eden, hayır ve kurtuluşa götüren usûl ve temeller üzerinde kurmak için en büyük toplumsal değişimler yaptılar.

Kur’an, peygamberlerin bir kısmının hayatından kısa kesitlerle söz eder. Onların gerçekleştirmek istediği Hak düzenine karşı çıkan toplumların veya yöneticilerinin çeşitli afetlerle nasıl helâk edildiklerini anlatır. İnsanları bunları düşünmeye ve bunlardan ders almaya çağırır: “Allah’a ve peygamberlerine îman eden ve peygamberlerden hiçbirisi arasında fark gözetmeyen kimselere gelince, işte bunların Allah (c.c.) kıyamette mükâfatını verecektir. Allah çok bağışlayıcı ve merhametlidir.”


KAYNAK: http://www.islamahlaki.com/default.asp?kat_no=779
 
  

ANTALYA UÇAĞINDA FİKİR JİMNASTİĞİ

ANTALYA UÇAĞINDA FİKİR JİMNASTİĞİ


SAĞLAM VÜCUT, SAĞLAM KAFADA BULUNUR!

Antalya uçağındayım. Aldığım davet üzerine Isparta'da bir konferans vermek için gidiyorum. Uçağımız yeterli irtifayı kaydettikten sonra çantamdan kalem ve kâğıt çıkardım. Aklıma gelenleri unutmayayım diye kısa kısa not etmeye başladım.

Yanımdaki genç sordu:

-Bağışlayın ve kusura bakmayın efendim, neler yazdığınızı merak ettim, mahzuru yoksa benimle paylaşır mısınız? Ben de bu meraklı yolcuya:

-Akşam Isparta'da konferansım var, aklıma gelenleri not ettim. Madem arzu ettiniz onlardan bir kısmını sizinle paylaşayım, dedim, Yunus’un mısralarını okumaya başladım:

"Ayak idik, baş olduk, Kuru idik, yaş olduk,
Kanatlandık, kuş olduk, Uçtuk elhamdülillah."

Uçak görmediği ve uçağa binmediği halde böyle derse Yunus, uçağa binen ben, beni uçağa bindiren Allah’a hamd etmezsem, şükretmezsem ayıp olmaz mı, nankörlük olmaz mı?

Bu benim uçağa ilk binişim değil ama, her binişimde bunu düşünürüm. Gördüğünüz gibi şu anda da bunu düşünüyordum. Böylece siz de benim düşüncelerime ortak oldunuz. Allah Teala ne büyük ikram sahibi! Bizi yoktan var etti, bir damla su haline getirdi, anne rahmine gönderdi, dünyaya çıkardı, karada gezdirdi, denizde yüzdürdü, şimdide havada uçurtuyor. Yunus başımızdan geçen bu serüveni işte bu dizelerle özetliyor:

"Ayak idik baş olduk, Kuru idik yaş olduk,
Kanatlandık kuş olduk, Uçtuk elhamdülillah."

Ben de Yunus gibi mazhar olduğumuz nimetleri hatırladım, boş oturacağıma Allah Teala'ya minnet ve şükran borcumu böylece dile getirmeye çalıştım. Uzun mesafeleri, sağlık ve saadet içerisinde geçtiğimiz için de şu mısralar dilimin ucuna geldi:

“Şu karşıki dağları, Meşeleri, bağları,
Sağlık, Safalık ile, Geçtik elhamdülillah.”

Bu sohbetimden yanımda ki yolcu çok memnun kaldı, kısa bir tanışma faslından sonra bir atasözümüzü hatırlattım:

"Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur." derlerdi, dedim, biraz sustum. Yine yanımdaki genç sordu:

-Şimdi bu değişti mi hocam?
Ben:
-Bu değişmedi ama, böyle giderse herhalde ben bunu akşam konferansımda değiştireceğim ve: "Sağlam vücut, sağlam kafada bulunur." diyeceğim, dedim ve izah ettim:

Eğer bir insanın kafası sağlam değilse, yani kafasında sağlam bir tefekkür, sağlam bir iman yoksa, sağlıklı düşünemiyorsa, yani olaylara iman gözlüğü ile bakamıyorsa böyle bir insanın ruhu rahatsızdır, ruhu rahatsız olanın bedeni de rahatsız olur, sağlığı bozulur.



 Sevdiklerinden birisini kaybeden adama taziye için gidenler, “Başın sağ olsun” diyorlar. Adamın başında iman yoksa veya imanı sağ değilse böyle bir baş sağ olsa ne olacak? Böyle bir baş, yani imansız bir baş, başa beladır. İmansız bir baş o başı yer, bitirir. Onun için başın sağ olsun, demek yerine Allah’a imanı hatırlatan sözler söylemeliyiz. Mesela hüküm Allah’ındır. Ölümü de, hayatı da yaratan odur. Ölenler, yeni ve ebedi bir dünyaya gidiyorlar. Biz de onların gittiği yere gideceğiz. İmanımız ve salih amellerimiz sayesinde Allah’ın lutfuyla cennette toplanacağız. Hasret ve firkat bitecek, ebedî vuslatın keyfini ve sefasını süreceğiz, diyerek kederlinin imanına kuvvet vermeliyiz. Veya başındaki imanı diriltmeye çalışmalıyız.

Şimdi bedene jimnastik yaptıranlar çok, gayr-i meşru eğlencelerle düşünceyi öldürmeye çalışanlar çok, ama kafaya yani beyne jimnastik yaptıranlar o kadar çok değil. Elinde imkân ve iletişim aracı bulunanlar, düşünceyi öldürenlere değil, düşünce ve inancı, dürüstlük ve güzel ahlakı diriltmeye çalışanlara kuvvet vermeleri gerekir.

Beyne jimnastik yaptırmak lazım. Beynin jimnastiği tefekkürdür. Tefekkür dinimizde ibadettir. Hatta "tefekkür gibi ibadet yoktur." buyrulmuştur. Çünkü tefekkür bize nereden geldiğimizi, nereye gittiğimizi ve bu dünyaya niçin getirildiğimizi hatırlatır, imanla ve ibadetle yaşama fırsatı verir. Dinin ölçüleriyle yaşatır. Bu da bize iki cihan huzuru kazandırır. Onun içindir ki Kur'an ve Sünnette tefekkür övülmüş ve şiddetle tavsiye edilmiştir. İşte uçakta da bana not aldıran bu tefekkürdür. Tefekkür de ilimle olur, ilim de çok okumaya bağlıdır. Kur'an'ın ilk emri de zaten "oku"dur. Ama sadece İslâm'da önemli olan okumak değildir, asıl önemli olan yaratan ve nimetleriyle bizi kuşatan Allah'ın adıyla okumaktır. Bu konuşmalarımızdan sonra arkadaşım:

-Hocam keşke yolculuğumuz biraz daha fazla olsaydı, dedi, karşılıklı şükran duyguları içinde o Alanya'ya, ben Isparta'ya gitmek üzere vedalaştık.

Uçaktaki beyin fırtınasını konferansımda da sürdürdüm. Beyinlere jimnastik yaptırmaya devam ettim. Kur’an’ın inişinin hangi inkılaplara sebep olduğunu anlattım. Konferans çok hoş, çok akıcı ve feyizli geçti. Dinleyenlerden birçoğu bizzat yanıma gelerek tebriklerini bildirdiler. Dualar ettiler. Onlardan birisinin peşpeşe sıraladığı şu duasını hiç unutamadım:

-Hocam, Allah ağzını bozmasın,
-Hocam, Allah sana aile problemi yaşatmasın,
-Hocam, Allah senin sağlığına ve ömrüne bereket versin,
-Hocam, Allah paranı bol eylesin, hiç paran tükenmesin. Bu dualarıyla beni çok memnun eden dosta sordum:

-Neden özellikle bu dört madde, bu dört dua? Şöyle cevap verdi:
-Hocam, eğer bu çeşit problemlerin olursa sen bu kadar güzel konferanslar veremezsin. Bu problemlerin olmaması için dua ediyorum. Dua ediyorum ki hep bu konferansları vermeye devam edesin.

Ben de ona teşekkür ve dualarımı arz ettim.
Rabbimden de bu mübarek seher vaktinde şunu istedim ve istiyorum:

Allahım! Beni ve sevenlerimi Seni zikreden bir zikirmatik, Sana şükreden bir şükürmatik, Sana bütün varlığı ile teslim olmuş bir itaat ve ibadet makinesi yap. Hep Seni anayım, hep seni anlatayım. Bu yolda tevfikini bana refik eyle. Yaptıklarımı ve yapacaklarımı rızanı kazanmaya vesile eyle. Sen’den, Sevgilinin (sav) yolundan ve Sevdiklerinin zümresinden beni, sevdiklerimi ve sevenlerimi ayırma. Amin.

Dr. Vehbi Karakaş hocamızın kaleminden.

https://www.facebook.com/celal.celik.733/posts/10154442720851178


27 Temmuz 2016 Çarşamba

İman Esasları-3

İman Esasları-3

3.     Kitaplara İman

Kitap, sözlükte ‘yazmak ve yazılı belge’ anlamına gelir. İslâm kültüründe ise, Allah Teala’nın kullarına yol göstermek ve aydınlatmak üzere peygamberine vahyettiği sözlere ve bunun yazıya geçirilmiş şekline denilir. Hristiyan ve Yahudilere ilâhi kitap olarak İncil ve Tevrat verildiğinden onlara ‘Ehl-i Kitap’ denilmiştir. İlâhi kitaplar Allah (c.c.) katından indirildiği için ‘Semavî Kitaplar’ da denilir.

Kitaplara iman, Allah (c.c.) tarafından bazı peygamberlere kitaplar indirildiğine ve bu kitapların içeriğinin tümüyle doğru ve gerçek olduğuna inanmak demektir. Kitaplara iman da diğer itikad esaslarından ayrılmaz. Çünkü peygamberlerin tebliğ ettiği şeyler de Allah (c.c.)’ın kitaplarıdır.

İslâm i’tikad nizamı, peygamberlerin tebliğ ettiği ve tebliğ edildiği topluluklar için onları Hakk’a götürücü nizam olmuştur. Bu sistem, saçma felsefeler ve insan ürünü doktrinler karşısında Rabbimizin yasaları ve gerçeğin kaynağını teşkil etmiş İlâhî kitaplara, yani Tevrat, Zebur ve İncil’e de inanılmasını istemiştir. Onların belirli bir bölgeye ve topluluklara gönderildiğini, ancak nasıl tahriflere uğratıldıklarını bildirir ve son kitap, son Kitap olan ve beşerin muhtaç olacağı bütün saadet yasalarını ihtiva eden Kur’ân-ı Kerim’e inanılmasını emreder.

Artık Allah (c.c.)’tan gelen ve son ilâhî kanunlar kitabı olan Kur’an nizamına dönülmesini, O’nun iktisadî, sosyal ve ahlâk kurallarına bağlanarak Allah’a itaat edilmesini, Kur’an’a aykırı olan bütün insan ürünü felsefe ve sistemlerin terk edilmesini ister.

“Ey peygamber de ki, bir olan Allah’a iman getirdik. Bize indirilen Kur’ân-ı Kerime de, İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve oğullarına indirilenlere de, Musa’ya, İsa’ya ve peygamberlere Rablerinden verilenlere de iman ettik.” (Âl-i İmran Sûresi, 3/84)

“Allah’a, peygamberi Muhammed’e ve indirdiğimiz nura; Kur’ân’a iman ediniz. Allah yaptıklarınızdan haberdadır.” (Teğabun Sûresi,  /8.)



KAYNAK: http://www.islamahlaki.com/default.asp?kat_no=779
 
  

EYÜP ALEYHİSSELÂMIN SABRI

EYÜP ALEYHİSSELÂMIN SABRI

Okunmaya Değer Hikayeler
13 saat


EYÜP ALEYHİSSELÂMIN SABRI

 Allahü teâlâ Eyüp aleyhisselâmı sabırla imtihan etmeyi murat eyledi. Eyüp aleyhisselâm, çok zengin iken, bütün malları çeşitli sebeplerle, yok oldu. Koyunlarını sel götürdü, ekinlerini rüzgâr telef etti.
 
Allahü teâlâ Eyüp aleyhisselâmın bedenine bir hastalık verdi. Yakınları, akrabaları, onu yalnız bıraktılar, kimse yardım etmedi. Sadece sadâkatli, şefkatli hanımı Rahîme Hatun onu terk etmedi. Eyüp aleyhisselâm, hanımının yaptığı kulübede 7 yıl sıkın...tı içinde hâlinden hiç şikâyet etmeden yaşadı.

Birgün Cebrâil aleyhisselâm gelerek, Allahü teâlânın; "Ey Eyüp! Belâ verdim sabrettin! Şimdi ben sana sıhhat ve nimet vereceğim." haberini getirdi. Kur'ân-ı kerîmde bildirildiği üzere Allahü teâlâ, "Ayağını yere vur! Çıkan sudan gusleyle ve soğuğundan iç!" buyurdu. Bunları yapan Eyüp aleyhisselâm, genç bir delikanlı hâline geldi. Cebrâil aleyhisselâm, kendisine güzel elbiseler giydirdi. Bu sırada hanımı geldi. Eyüp aleyhisselâmı kulübede göremeyince, çok şaşırdı. Eyüp aleyhisselâm sordu:

- Ey hanım! Kimi ararsın?

- Bir hastam vardı. İsmi Eyüp idi. Onu arıyorum. O benim can yoldaşımdı. Sağlıklı iken aynen sana benzerdi.

- Ey Rahîme! O hasta olan Eyüp işte benim. Allahü teâlâ bana sıhhat verdi.

 Sonra, şükredip ağlaştılar. Şehre dönerlerken, halk onları sevinçle karşıladı. Yıkık evlerinin yenilenmiş olduğunu ve daha önce elinden alınan mal ve çocuklarının geri verildiğini gördüler.
Huzur Pınarı
 
 

 
 
 

26 Temmuz 2016 Salı

İman Esasları-2

İman Esasları-2
 
  2.     Meleklere İman
 
Melekler, Allah (c.c.)’ın nefsanî duygulardan arınmış olarak yarattığı nurdan varlıklardır.
 
Onlar, Allah (c.c.)’ın bütün evrende ve yaratıkları üzerindeki irâdesini ve emirlerini yerine getirmekle görevli ve görevlerinde hiçbir eksiklik ve hata yapmayan varlıklardır. Melekler, Allah (c.c.)’ın kendilerine verdiği izin ve güçle, Rabbimizle peygamberleri arasında elçilik yapmak, canlıların ruhlarını almak, insanların sözleri ve işlerini kaydetmek, ilâhî azabı veya rahmeti emredilen yere indirmek, evrendeki bütün tabiat olaylarını yönetmek gibi görevler yaparlar. İnsanda olan bedensel ve ruhsal hastalıklar onlarda yoktur.
 
Melekler, Rabbimize koşulsuz, kesintisiz ve kusursuz olarak itaat, ibadet ve O’na hamd ve O’nu tesbih ederler.
 
Kur’an’da meleklere imanın farz olduğunu bildiren bir çok ayet vardır. Bunun için meleklere inanmayan kişi, bu ayetlerin hükmünü inkar ettiğinden kâfir olur. Meleklere inanmamak, dolaylı olarak vahyi, peygamberi, peygamberin getirdiği kitabı ve tebliğ ettiği dini de inkâr etmek anlamına gelir. Çünkü dinî hükümler, peygamberlere melek aracılığı ile indirilmiştir.
 
Melekler gözle görülmezler. Onların görünmeyişleri, yok olduklarından değil, insan gözünün onları görebilecek yetenek ve kapasitede yaratılmamış olmasındandır. Melekler, peygamberler tarafından asli şekilleriyle görülmüşlerdir. Asıl şekillerinden çıkıp bir başka maddi şekle, mesela insan şekline girmeleri durumunda diğer insanlarca da görülmeleri mümkün olur.
 
Melekler nurdan yaratılmış, yemek, içmek, erkeklik, dişilik, evlenmek, uyumak, yorulmak, usanmak, gençlik, yaşlılık gibi özellik ve durumlardan arınmış ruhanî varlıklardır.
 
Dört büyük melek olan Cebrail, Allah (c.c.) tarafından vahiy getirmekle, Mikâil, evrendeki tabiat olaylarını ve yaratıkların rızıklarını idare etmekle, İsrafil, kıyamet kopacağı ve tekrar diriliş olacağı zaman Sûr’a üflemekle, Azrail ise, ölüm sırasında canlıların ruhunu almakla görevlidir. ( İlmihal, TDV, İSAM Heyeti.)
 
 

 

Herşey Sen'den

Herşey Sen'den

Gülümce Yıldız
9 saat

Yaşadığımız hiçbir şey, ALLAH'tan bağımsız gelişmez. Her şey ALLAH'ın kontrolünde. Bu gerçeği unutup zahire baktığımızda, çıkmazda kalırız.. 

 Yapmamız gereken, tevekküllü olmak.
Cenabı ALLAH buyuruyor:

Allah’ın izni olmaksızın hiçbir musibet başa gelmez.
Kim Allah’a inanırsa, Allah onun kalbini doğruya iletir. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir. Tegabun Suresi- 11 ayet

De ki:
“Eğer Allah size bir kötülük dilese, sizi Allah’tan koruyacak kimdir? Yahut size bir rahmet dilese, buna engel olacak kimdir?”
Onlar kendilerine Allah’tan başka hiçbir dost ve hiçbir yardımcı bulamazlar.
| Ahzab Suresi- 33 ayet
 
 
 

25 Temmuz 2016 Pazartesi

Kalbinizin ısınmadığı insanlardan ...

Kalbinizin ısınmadığı insanlardan...

Facebook arkadaşım İstanbul'da yaşayan öğretmen Gülümce Yıldız hanım paylaşmış.
Kalbinizin ısınmadığı insanlardan uzak durun. Hz. Ömer
Kalp her zaman doğruyu söyler.. Çünkü kalpleri ısındıran ALLAHdır
...Sen, yeryüzündekilerin tümünü harcasaydın bile, onların kalplerini uzlaştıramazdın. Ama Allah, aralarını bulup onları uzlaştırdı. Çünkü O, üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir. (Enfal Suresi, 63)
Hepimiz kendimize benzeyen insanlara sıcaklık duyuyoruz..
Taptuk Emre'nin bir sözü var..
Kişi nasıl ise, gireceği gönül de öyledir..
Cenabı Allah bizi sevdiği kulları ile haşreylesin.. şerli insanlardan uzak eylesin..
Gülümce


İman Esasları-1

İman Esasları-1
 
İslâm dininin iman esasları, ilmihal kitaplarında ‘Amentü’ terimiyle ifade edilir. Amentü metninde geçen ifadelerin anlamı şöyledir: ‘Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, kadere, hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna inandım. Öldükten sonra diriliş haktır. Allah’tan başka ilâh olmadığına, Muhammed’in ‘onun kulu ve elçisi olduğuna şahitlik ederim’.
           
Yüce Peygamberimiz (s.a.v.), İman Esaslarımızı şöyle özetlemiştir:
“İman, Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmak, kadere, hayır ve şerrin Allah’ın yaratmasıyla vücud bulduğuna iman etmektir.”
 
Peygamberimiz (s.a.v.)’in diliyle altı madde halinde özetlenen i’tikad esasları, İslâm dini’nin özünü teşkil eder.
      
İnsanın akıl ve bilgi gücüyle çözümleyemeyeceği varlık ve hayat problemlerini İslâm i’tikad nizamı ile çözer. İnsan, evreni ve evrendeki bütün varlıkların gerçeğini bu nizamla tanır. Varlıkların yaratılış hikmetlerini ve kaçınılmaz sonucunu bu nizamla öğrenir. İnsan, dünya hayatını, buradaki görevlerini ve ölümlü hayatın kutsal amacını bu sistemden öğrenir. Ruhsal bunalımlardan, karanlık ve karmaşık felsefelerden, temelsiz insan ideolojilerinden, sonuçsuz düşüncelerden ancak bu sistemle korunur.
 
İnsan, yaşamın anlamını, ruh aydınlığını, kalbinin kuvvet ve neşesini bu ancak bu ilâhî nizamda bulur.
 
İslâm i’tikad nizâmını teşkil eden altı esası aşağıdaki şekilde özetlemek mümkündür. Daha detaylı bilgi için İlmihal ve Akaid kitaplarına başvurulmalıdır.
 
Amentü’de yer alan esaslardan Allah’a iman ile kader ve kazaya iman konularında, vahiyle birlikte aklî ve mantıkî açıklama ve ispatlar yapılabileceği, his ve deneye dayalı bilgilerden yararlanılabileceği kabul edilmiş ise de, ahirete iman ve meleklere iman konularında bu mümkün görülmemiş, bu hususlarda yalnızca vahyin verdiği bilgilere güvenilebileceği belirtilmiştir.
 
                                               1. Allah’a İman
 
İslâm i’tikad nizâmı’nın temeli, alemlerin Rabbi olan Allah (c.c.)’a imandır.  Kendi zatı ile var olan ve bütün varlıkları yaratan Allah (c.c.)’dır.
 
O, varlığının başlangıcı ve sonu olmayan, ezelî ve ebedî yaratıcıdır.
 
O, yaratan, bilen, işiten, gören, kanun koyan, dileyen, dilediğini arzu ettiği anda yaratmaya gücü yeten, tüm varlıkların rızkını veren, öldüren, bütün yüce sıfatlarla vasıflı ve eksik özelliklerden uzak olan ve rahmeti gazabını kuşatan bir Rab’dır.
 
O, bize kendisini Kur’an-ı Kerim’de İhlas sûresinde şöyle tanıtmaktadır:
“Ey peygamber, de ki O, Allah (c.c.)’dır ve birdir. Bütün varlıklar O’na muhtaç ve O hiçbir şeye muhtaç değildir. Doğurmamıştır, doğrulmamıştır.  Hiçbir şey O’nun dengi ve benzeri değildir.” (İhlas sûresi, 112/1-4.)
 
Allah (c.c.)’a iman, Allah’ın var ve bir olduğuna, bütün üstünlük sıfatlarıyla nitelenmiş ve noksan sıfatlardan uzak ve yüce bulunduğuna inanmaktır.
 
Her şeyi bilen ve her şeye gücü yeten bir Allah (c.c.)’a inanmak, ergenlik çağına gelmiş ve akıllı her insanın ilk ve asli sorumluluğudur. Allah inancı insanın yaratılışında var olduğu için, çevresinden olumsuz etkilenmemiş bir kimsenin Allah’ın varlığını ve birliğini kabullenmesi gerekir. Bunun içindir ki, Kur’an ayetlerinin bir kısmında özellikle tevhid inancı üzerinde durularak, Allah’ın ortağı ve benzeri olmadığı vurgulanmıştır. Allah’ın var oluşu konusu, Kur’an’da insan için bilinmesi doğal, zorunlu ve açık bir gerçek olarak kabul edilmiştir. Yaratılışı bozulmamış ve sağlam bir insanın normal olarak yaratanını tanıyacağı belirtilmiştir.
        
İslâm akaidine göre Allah (c.c.) birdir ve tektir. Bu bir oluş, sayısal anlamda bir ‘bir’lik değildir. Çünkü sayı bölünebilir veya katlanabilir. Allah (c.c.) böyle olmaktan yücedir. O’nun bir oluşu, zatında, sıfatlarında, isimlerinde ve fiillerinde, rab oluşunda ve hakimiyetinde eşi ve benzeri olmayışı yönündedir. “Eğer yerde ve gökte Allah’tan başka tanrılar bulunsaydı yer ve gök kesinlikle bozulup gitmişti..” (Enbiya sûresi, 21/22.) ayeti bu gerçeği bildirmektedir.
 
 

24 Temmuz 2016 Pazar

İ’TİKAD (İNANÇ)

İ’TİKAD (İNANÇ)
 
‘İ’tikad’, sözlükte gönülden bağlanma, düğümlemiş gibi sağlam inanma demektir. Akd (düğüm) kökünden türemiştir. ‘Akide’ ise, bağlanılan, inanılan şey anlamındadır. İslâm’da akaid, akide kelimesinin çoğulu olarak, inanılması farz olan hususlar, iman esasları, dinin temel kural ve hükümleri, anlamına gelmektedir.
 
İslâm inanç sisteminin birinci kaynağı Kur’an-ı Kerim, ikinci kaynağı ise hadis-i şeriflerdir. İslâm akaidini oluşturan esaslar, bu kaynaklarda hiçbir yoruma ve yanlış anlaşılmaya yer bırakmayacak şekilde açık, net, yalın ve sade olarak bildirilmiştir. Kur’an-ı Kerim’de Allah Teala’ya, peygamberlerine, kitaplara, meleklere, ahirete, kaza ve kadere iman konusuna deyinen ve yer yer ayrıntılı bilgiler veren bir çok ayet vardır. Hadis kitaplarının da, ‘iman, enbiya, tevhid, cennet, cehennem, kader, kıyamet’ gibi bölümlerinde, iman ve itikad esaslarıyla ilgili çeşitli hadisler rivayet edilmiştir. Bu sebeple Kitap ve Sünnet akaid’in temel kaynaklarını teşkil eder. Akıl ve duyu organlarının verileri de ayet ve hadislerin belirlediği esasların açıklanması, yorumu ve ispatlanması konusunda yardımcı olurlar. Bu sebeple iman esaslarının belirlenmesinde tek kaynak ilâhi vahiydir.
 
İslâm akaidini oluşturan esaslar, kesin kaynağa dayandığı gibi apaçıktır. Zamana, mekana, birey ve toplumlara göre değişiklik göstermez. Bu hükümlerin tamamı bir bütün teşkil edip, bölünme kabul etmez. Yani bir kısmına inanıp bir kısmına inanmamak söz konusu olamaz. İnanç sisteminin bir bölümünü bile kabul etmemek inanç sisteminin tamamını kabul etmemektir.
 
                                       İmanın Tanımı ve Kapsamı
 
İman sözlükte, bir kimseyi söylediği sözde onaylamak, doğrulamak, söylediğini kabullenmek, gönül huzuru ile benimsemek, karşısındakine güven vermek, güvenlikte olmak, kuşkuya yer vermeyecek şekilde içten ve yürekten inanmak, anlamına gelir.
 
Terim olarak ise, Hz. Peygamber (s.a.v.)’i, Allah Teala’dan getirdiği kesin olarak bilinen hükümlerde tasdik etmek, O’nun haber verdiği şeyleri tereddütsüz kabul edip bunların gerçek ve doğru olduğuna gönülden inanmak demektir.
 
İman esasen kalbin tasdiki olmakla birlikte, kalpte neyin gizli olduğunu insanlar bilemediği için, kalpteki inancın dil ile söylenip açığa vurulması gerekir. 
 


--

OĞLUNUN SENİ BIRAKACAĞI YER...

OĞLUNUN SENİ BIRAKACAĞI YER...

Yaşlı adamın biri eşini kaybedince, yalnızlığına çare olur ümidiyle oğlunun ve gelininin yanına sığınır. Önceleri oğlu ve gelini onu iyi karşılar, ilgi gösterirler. Ancak zamanla yaşlı adamın sağlığı iyice bozulur ve artık kendine bakamaz hale gelir. Gelini ve oğlu bir süre bakımını yaparlar. İyice elden ayaktan düşen yaşlı adamın bakımı zor hale gelince kendilerince çareler düşünürler. Konuşmaları sırasında babasını alıp uzak bir yere götürme f...ikri ortaya atılır.


Yaşlı adamın oğlu başta tereddüt etse de sonunda bu fikri uygulamaya karar verir. Bir sabah erkenden kalkar, babasını da kaldırır. Babasına onu pikniğe götüreceğini söyler. Yaşlı adam evden çıkıp gezmeye gideceğini sandığından çok sevinir.

Baba oğul beraberce yola koyulurlar. Şehrin iyice dışına çıkarlar ve dağlara doğru giderler. Oğlu bir yeri gözüne kestirir ve babasına burada duralım der. Ancak babası bu yeri beğenmez. Biraz daha giderler, oğlu orada durur ve burası iyi, der. Ancak yaşlı adam burayı da beğenmez, biraz daha ilerlemek ister. Biraz daha giderler ve dururlar. Ancak yaşlı adamın burası da hoşuna gitmez. Artık iyice kızan oğul, neden devam etmek istediğini sorar.

Yaşlı adamın verdiği cevap oldukça manidardır. Acıyla gülümseyerek şöyle der:
“Beni ilk bırakmak istediğin yer, babamın babasını bıraktığı yerdi. Sonraki yer, benim babamı bıraktığım yerdi. Sonraki yerde durmayıp devam etmek istememin sebebi ise torunumun seni nereye bırakacağını merak etmemdi.” der.

Velhasılı Kelam: Herkes heybesine ne koyduğunu iyi bellesin...
 

23 Temmuz 2016 Cumartesi

İSLÂM'IN TEMEL ESASLARI

İSLÂM'IN TEMEL ESASLARI
 
İslâm dini, İtikad (İnanç sistemi), İbadet (Kulluk görevleri), Muamelât (Hukuk sistemi), Ukûbat (Cezalar) ve Ahlâk esaslarıyla bir bütündür. Bunlardan bir tanesini dinin içerisinden çıkardığınızda ona İslâm demek mümkün olmaz. İslâm bilginleri, İslâm’ı büyük bir ağaca benzetmişler; ağacın köklerinin iman ve itikadı, gövdesinin ibadet ve muamelâtı, onu budamanın ukûbatı ve meyvelerinin ise güzel ahlâkı temsil  ettiğini söyleyerek iman-ahlâk bütünlüğünü göstermişlerdir.
 
Peygamber (s.a.v.)'in risalet görevini tamamlamak üzere olduğu son günlerinde 'Veda Haccı' sırasında Cenâb-ı Hak şu ayet-i kerimeyi gönderdi: "Bugün sizin dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak Müslümanlığı (verip ondan) hoşnut oldum." 
 
Müslümanlar asırlar boyunca bu ayet-i kerimeyi şöyle tefsir ettiler: İslâm, insan hayatının bütün yönlerini idare eden tam bir hayat nizamıdır. Müslümanlar bütün hayatlarında onun hükümlerini uygulayarak Allah (c.c.)'ın üzerlerindeki nimetinden yararlanmış olacaklardır. Ancak böyle yaptıkları takdirde Yaratıcı'nın rızasına kavuşacaklardır. O'nun rızasına kavuşmak ise en büyük nimet, en büyük kazanç ve en büyük mutluluktur.
 
İslâm, insanların hem dünya ve hem de ahiret mutluluğunu amaç edindiği için din ve dünyanın arasını birleştirmiştir. Bunun için de insanları zor-kolay, gizli-açık emir ve yasakları konusunda uymaya zorlamaktadır. Müminler inanıyorlar ki, Allah (c.c.)’ın emrettiği şekilde kurallarına uymak hem ibadet hem de dünya ve ahiret mutluluğuna nedendir. Bu kurallara uymak, kişiyi Allah (c.c.)’ına yaklaştırır. Bundan dolayı da kıyamet gününde karşılık kazanacaktır. Bunu bilerek kimse suç işlemez.  İşte böylelikle İslâm, bireylerde yasaklara karşı bir bilinç titizliği, inceliği oluşturmuştur. Ahiretteki ceza veya mükâfat duygusu işte bu titizliği sağlar.
 
İnsanlar, ahiretteki ilâhi hesaplaşma duygusundan uzak oldukları zaman fırsat bulduklarında her suçu işleyebilirler. Onların gönüllerinde suç işlemeyi engelleyici bir güvenlik sigortası yoktur. Fakat İslâm, Allah (c.c.) korkusu, O’nun emirlerine itaat ve engin bilinç titizliği ile Müslümanların gönlüne yerleştirmiştir. Bunun için de Allah (c.c.) nizamının uygulanmadığı yerlerde ahlâk kuralları zedelenmekte, suç oranları sürekli artmakta ve insanlar mutsuz yaşamaktadırlar. 
 
İslâm’ın hükümlerinin birbirinden ayrılmaz ve parçalanmaz bir bütün olduğunu ve bunlardan bir tanesinin bile inkâr edilmesi halinde tümünün inkârının kabul edildiği ve böylece bunu yapan kimsenin İslâm dininden uzaklaştığını mümin olan herkes bilmektedir. Kur’an’ın bütün hükümlerine gönülden inanıp, tam olarak bağlanmak ve onları yaşamın ilgili alanında uygulamak da aynı şekilde bir zorunluluktur.
 
İşte bu konudaki ayet-i kerime:
“Yoksa siz o kitabın (Kur’an’ın) bir kısmına inanıyor da, bir kısmını da inkâr mı ediyorsunuz? Şu halde içinizden böyle yapanların cezası, dünya hayatında rezillikten başka bir şey değildir. Kıyamet gününde de onlar azabın en çetinine itileceklerdir.” (1)   
 
“O halde siz insanlardan korkmayın, benden korkun. Benim ayetlerimi az bir paha satmayın. Kim Allah (c.c.)’ın indirdiği hükümlerle hükmetmezse, işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.”(2)
 
İslâm, zaman ve mekânın dar sınırları içine de sıkıştırılamaz. O, yalnızca belirli bir zamanda uygulanmak, diğer zaman veya coğrafyalarda uygulanmamak gibi bir noksanlık içinde de değildir. İslâm, bütün zamanların ve bütün mekânların sistemidir. İslâm’ın hükümleri öyle düzenlenmiştir ki, zamanın ilerlemesi, mekânların değişmesi onu etkilemez ve yeniliğini yıpratmaz. Genel kurallarının, ana esaslarının değişmesi asla söz konusu değildir.
 
İnsanların kurdukları sistemler sürekli ve evrensel değildir. Çünkü bunlar, bulundukları toplumun durumu ve değerleriyle gelişim gösterirler. Toplumların görüş açılarının değişimiyle de değişirler. Dolayısıyla bu sistemlerin kaynağı fani ve hergün yeni şeyler peşinde koşan insanoğludur. Fakat İslâm’ın kaynağı, her zaman Hayy (diri) ve Kayyum (sürekli uyanık) olan ve evrenin bütün ömrünü ve sonunu bilen Allah (c.c.)’ın kendisidir.
 
 Bu bölümde İslâm'ın Temel Esasları üzerinde kısaca durulmuş ve bu esaslardan Ahlâk Nizamı ana bölümler, maddeler ve detaylarıyla incelenmiştir. Bölümlerdeki maddeler alfabetik sıraya göre dizilmiştir. Aynı anlamı ifade eden kelime ve deyimlerden daha az kullanılanlardan daha çok kullanılanlara yönlendirme yapılmıştır. 
 


--

​Edep, Haya ve İffetin Önemi ve Hayatımızdaki Yerleri

Edep, Haya ve İffetin Önemi ve Hayatımızdaki Yerleri


(Müminler, namazlarını huşu içinde kılar, boş, lüzumsuz şeylerden yüz çevirir, zekatlarını verir, iffetlerini korur, emanet ve ahidlerine riayet eder.) [Müminun 1-8]



(İman edenler arasında kötülüğün, hayasızlığın yayılmasını isteyenler ve sevenler için dünyada da ahirette de elim bir azap vardır.) [Nur 19]



Dinimizde hayanın yeri çok mühimdir. Allahü teâlâdan utanmak, imanın kuvvetli olduğuna, hayasızlık da imanın zayıf olduğuna alamettir. Hadis-i şerifte, (Hayanın azlığı küfürdendir) buyuruldu. Hayasız kimse, zamanla küfre kadar gidebilir. Haya, imanın esasındandır. Hayası olan Allah’tan utandığı için günahtan çekinir. İnsanlardan utanmayan Allah’tan da utanmaz. İnsanlardan utanarak günahı gizlemek de hayadandır. İnsanlardan utananın, Allahü teâlâdan da utandığı anlaşılır. Çünkü hadis-i şerifte, (Allah’tan sakınan, insanlardan da sakınır) buyuruluyor. Hayasız olan mürüvvetsiz olur. Hazret-i Ebu Bekir, (Hayasız insan, halk içinde çıplak oturan gibidir) buyurdu.

(Allahü teâlâdan haya edin! Allah’tan haya eden, kötü düşünceden uzak durur, midesine girenleri kontrol eder, ölümü hatırlar.) [Tirmizi]

(Haya, baştan başa hayırdır.)
[Müslim]

(Her dinin bir ahlakı vardır. İslamiyet’in ahlakı da hayadır.) [İbni Mace]

(Hayasız olan hep kötülük eder.) [İbni Mace]

(Hayasız olan, emanete hıyanet eder, hain olur, merhamet duygusu kalmaz, dinden uzaklaşır, lanete uğrar, şeytan gibi olur.) [Deylemi]

(Haya ile iman, ikiz kardeştir. Biri giderse diğeri de gider.) [Ebu Nuaym]

(Mümin, ayıplamaz, lanet etmez, çirkin söz söylemez ve hayasız değildir.) [Tirmizi]

(Haya imanın nizamıdır. Bir şeyin nizamı bozulunca, parçaları da bozulur.)
[İ.Maverdi]

(Haya imandandır. Hayasızın imanı yok demektir.) [İbni Hibban]

(İnsan, salih iki komşusundan utandığı gibi, gece gündüz kendisiyle beraber olan yanındaki iki melekten de utanmalıdır!)[Beyheki]

(Hayasızın dini olmaz ve hayasız kişi Cennete giremez.)[Deylemi]

(İman çıplaktır, süsü haya, elbisesi takva, sermayesi fıkıh, meyvesi ameldir.) [Deylemi]

(Haya insan olsaydı, salih biri, fuhuş insan olsaydı, kötü biri olurdu.) [Taberani]

(Haya ile iman bir aradadır. Biri giderse, öteki de durmaz.)[Hakim]



Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:

(İman edenler arasında kötülüğün, hayasızlığın yayılmasını isteyenler ve sevenler için dünyada da ahirette de elim bir azap vardır.) [Nur 19]

Kadın erkek ilişkilerinde ve tuvalet için kullanılan kelimeleri aynen söylemek insanlığa uygun değildir, hayayı yok eder ve iyileri gücendirir. Böyle kelimeleri söylemek gerekince, açık olarak değil, kinaye olarak söylenir.

Avret yerini açmak veya başkasının avret yerine bakmak büyük günahtır. Hamama, kaplıcaya, denize gidenin diz ile göbek arasını ve dizlerini de örtmesi farzdır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Erkeğin göbek ile dizleri arası avrettir.) [Ebu Davud]

(Uyluk avret yeridir.) [Buhari, Ebu Davud, Tirmizi]

(Avret yerini açmak büyük günahtır.)
[Hakim]

(Erkek, erkeğin; kadın, kadının avret yerine bakması helal olmaz.) [Müslim]

(Evlerin en kötüsü hamamdır. Orada sesler yükselir, avretler açılır. Tedavi veya kirden temizlenmek için girecek olan örtülü girsin.)
[Taberani]

(Allah’a ve ahirete inanan hamama peştamal ile örtülü girsin!)
[Nesai]

(Din kardeşinin avret yerine kasten bakanın kırk gecelik namazı kabul olmaz.) [İ. Asakir]

hadis-i şerifte buyuruldu ki:

(İffet talep edeni, Allahü teâlâ iffetli kılar.) [Hakim]

Çocuklara iyi örnek olmak gerekir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(İffetli olursanız, kadınlarınız da iffetli olur. Ana-babanıza ihsan ederseniz, çocuklarınız da size ihsan eder!) [Taberani]

(Kötülükten korunmak için, nikahlı yaşamak ve iffetli olmak gerekir.)
[İbni Asakir]


Namuslu olmanın önemiİffet, yani namus ne kadar önemli ise, namussuzluk da o kadar kötüdür. Namusun önemi hakkındaki hadis-i şeriflerin birkaçı şöyledir:

(İyi bilin ki, namusunu koruyana Cennet vardır.) [Hakim]

(Zinadan korunan müslüman Cennete girer.) [Beyheki]


(Kötülükten korunmak için, nikahlı yaşayın ve iffetli olun!) [İbni Asakir]

(Başkasının karısını kızını ayartan bizden değildir.) [Hakim, İ. Ahmed]


(Bir kadın, beş vakit namazını kılar, namusunu korur, kocası ile iyi geçinirse, dilediği kapıdan Cennete girer.) [İ. Hibban]

(Şu altı şeyi yapanın Cennete girmesine kefilim: Doğru konuşan, verdiği sözü yerine getiren, emanete riayet eden, namusunu koruyan, gözlerini haramdan sakınan, ellerini kötülükten çeken.)
[İ.Ahmed]

(Haya on kısımdır. Dokuzu kadında, biri erkektedir) hadis-i şerifinde de bildirildiği gibi, kadınların hayası erkeklerden çoktur. Öyle olmasaydı, çok çirkin işler meydana çıkardı. Din düşmanları bunu bildikleri için, daha çocukken kadınlardan hayayı kaldırmaya çalışıyorlar. Hayasız bir toplum meydana getirmeye çalışıyorlar. Müslüman kadını hayalı olmaya devam etmelidir. Hadis-i şerifte,

(Haya güzeldir, fakat kadında daha güzeldir) buyuruldu. (Deylemi)
 
 
 
 
​​

22 Temmuz 2016 Cuma

İslamda Hoşgörü

İslamda Hoşgörü
 
Hoşgörü, farklı inanç, düşünce ve davranışlara sahip insanları anlayışla karşılamak, bu kişilerle  beraber  yaşama olgunluğunu göstermektir. Hoş görü yapılan yanlışlara, haksızlıklara ve zulümlere karşı sessiz durmak onu görmezlikten gelmek değildir.
İslam dininin temel kaynağı olan Kur'ân-ı Kerim'de bağışlamaya ve hoşgörülü olmaya teşvik eden pek çok ayet vardır O ayetlerden bir kaçı: "O takva sahipleri ki, bollukta da, darlıkta da Allah için harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel davranışta bulunanları sever." Âl-i İmran, 134.
"Ey iman edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olanlar vardır. Onlardan sakının. Ama affeder, kusurlarını başlarına kakmaz, hoşgörür ve bağışlarsanız, bilin ki, Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir" Teğâbun, 14.
Hoşgörü ve affetmek yapılan yanlışlıklara karşı sessiz kalarak seyirci olmak değil. Aksine yanlışı yapan kişiyi kazanma yolunda yapılan bir mücadelenin basamaklarıdır. Gerek Peygamber Efendimizin hayatında gerekse sonraki devirlerde bunula ilgili çok güzel örnekler ve olaylar vardır. Resulullah (sav) İslam dinini yayarken göstermiş olduğu azim sabır ve hoşgörü onun insanları kazanmasında çok etkili olmuştur. O Mekke döneminde çok az sayıda Müslümanla beraber müşriklerin her türlü işkencelerine maruz kalmış, fakat gün gelip tekrar güçlü bir şekilde Mekke’ye geri döndüğünde intikam almamıştır. Bu şekilde insanları bağışlaması ve onları affetmesi  ile onların yaptığı yanlışlıkları anlamalarına ve Müslüman olmalarına vesile olmuştur.
Peygamber efendimiz (sav)’in Medine’ye hicret etmesinden memnun olmayan Yahudiler ‘e karşı hoşgörülü olmuş onları, Müslümanlar'ın, Yahudiler tarafından kesilen hayvanları yemelerine ve iffetli kadınlarıyla evlenmelerine izin vermiştir. Yahudiler'i İslâm dinine ısındırmak için önünden geçen Yahudi cenazesine saygı gösterip, ayağa kalkmış ve bunu arkadaşlarına da önermiştir. O’nun bu hoşgörüsü sayesinde Esîd b. Sa'ye, Abdullah b. Selâm, Esed b. Ubeyd, Sa'lebe b. Sa'ye, Meymûn b. Yâmin gibi Yahudiler Müslüman olmuştur.
Yine o bir hadisi şerifte şöyle buyurmuştur: “Sana zulmedeni affet, sana             küsene               git, sana kötülük yapana                sen iyilik yap, doğruyu söylemek aleyhinde de olsa hakkı söyle.”, “Her nerede olursan ol Allah’tan  kork             ve yapmış olduğun  kötülüğün arkasından  iyilik yap, bu iyilik o kötülüğü  yok eder, insanlara güzel ahlakla muamelede bulun.”                (Tirmizi, Birr, s. 55.)        
Allah’ın bir ismi” Settar” ’dır. “Settar” Allah’ın çirkin ve hoş olmayan şeyleri setretmesi ve örtmesi demektir. Allah  Settar ismi hoş ve güzel olmayan pek çok şeyleri perdeler ve örter. Bizlere de emreder.
İnsanlar bir hata yaptığında onu hemen yüzüne vurmak, onu incitmek veya yaptığı hatayı dile getirmek İslam ahlakı ile bağdaşmaz. Bilakis o kişinin hatasını görmezden gelmek o hatayı örtmek gerekir. Böyle bir davranış ahirette hata ve kusurlarımızın örtülmesine sebep olabilir. Peygamber efendimiz (sav) bir hadisinde :"Kim bu dünyada bir kulun ayıbını örterse Allah da onun ayıbını kıyamette örter."               
İslam dini,   farklı   din, inanç, görüş   ve   davranışların   anlayışla   karşılanmasını,   insanların   hatalarının affedilmesini tavsiye etmiştir. Kur’an-ı Kerim’de insanları hoşgörülü olmaya ve bağışlamaya teşvik eder. Nur Suresi 22. Ayette Allahu Teala : “...Affetsinler ve hoş görsünler. Allah’ın sizi bağışlamasını arzu etmez misiniz? Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.”  Buyrulmuştur.
İslâm’da din ve inanma hususunda zorlama yoktur. Başkasına ait inancı zor kullanarak değil ikna ve rıza iledir. Şayet insanlar inanma konusunda zorlansa idi inanç hürriyetinin bir anlamı kalmaz ve insanın imtihan edilme sırrı ortadan kalkar, sevap ve günah kavramlarından bahsedilmezdi. Oysaki bunlar insanın var olma nedenidir. Dinde zorlama olmadığıyla ilgili olarak Cenâb-ı Hak şöyle buyurmaktadır: "Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk, sapıklık ve eğrilikten ayırt edilmiştir. " Bakara, 256.
Yine başka bir ayette: "Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin hepsi elbette iman ederlerdi. O halde sen, inanmaları için insanları zorluyor musun?" Yûnus, 99
Yüksel UÇAR
 


--