29 Kasım 2014 Cumartesi

Hekimoğlu İsmail - Her millet, her devlet öğretmenlerin meyvesidir…

Hekimoğlu İsmail - Her millet, her devlet öğretmenlerin meyvesidir…


Her millet, her devlet öğretmenlerin meyvesidir…


İnsanlık tarihi peygamberle başlar. Maymun soyundan geldiğimizi iddia edenleri bir yana bırakırsak, biz Adem Aleyhisselam’ın soyundanız. Dedemiz olan ilk insan, aynı zamanda ilk peygamber. İlk kitap okuyan, ilk okumayı öğreten, ilk elbise giyen, ilk ağaç diken, ilk defa hayvanları ehlileştiren… Bu bakımdan ilk öğretmen de O. “Rahmân (olan Allah) Kur’an’ı öğretti. İnsanı yarattı. Beyanı öğretti.” diye başlar Rahman Sûresi. Demek ki Allah da öğretmendir. İlim, Allah’ın sıfatıdır; ilmiyle her şeyi bize öğreten Allah’tır.

Her yaratık kendi hayatını yaşar, ona hayatı öğreten Allah’tır. Tavuğun altına, tavuk ve ördek yumurtası koydular, ikisinden de civciv çıktı. Ördek civcivi hemen su birikintisine girip yüzmeye başladı. Demek ki bir başka âlemde yüzmeyi öğrenmiş, bu bilgiyle dünyaya gelmiş. Yumurtadan çıkan ördek civcivi yüzerken, kocaman tavuk suya giremiyor.

Kâinat bir laboratuvar, Kur’an temel kitap, Peygamberimiz başmuallim, İslam âlimleri öğretim üyesidir; her peygamber bir öğretmen, her ümmet öğrencidir.

Hz. Ali (ra); “Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum.” demiş. Bedir Savaşı’nda düşman, Müslümanları öldürmeye gelmiş; Peygamberimiz (sas), on kişiye okuma yazma öğretenin serbest kalacağını söylemiş. En büyük öğretmen Allah, peygamberleri gönderdi; peygamberler öğretmenliğe devam etti. Öğretmenlerin makamı bu kadar yücedir. “Allah” isminin yerine, “Tabiat” ismi konulunca ilimler tersine çevrildi. Babalar kahvede, anneler mutfakta ömür tüketirken, natürizm olanca gücüyle Müslümanları istila edip dine, imana, ibadete hayat hakkı tanımadı. Ebeveyn “Allah yarattı!” derken, öğretmen “Tabiat yarattı!” dedi. Bu durumda öğretmenler de zıt kutuplara ayrıldı; imana ve küfre hizmet edenler diye.

İlmin yerini böylesine saptıran insanlar oldukça, İslamiyet’i koruyacak kimselere ihtiyaç vardır. Yani bugünkü şuurlu Müslüman etrafına bakacak, düşünecek, sanki kendisi İslamiyet’in karargâhındadır. Düşman nereden hücum ediyorsa orada savaşa başlayacaktır. Eskiden dalalet cehaletten gelirdi. Şimdi fenden ve felsefeden geliyor. Dolayısıyla fen ve felsefeyle Hakk’ı anlatmak zorundayız.

Dünyanın her ülkesinde öğretmenler var. Biri inkâr için eğitim görür, diğeri iman için.

1939’da Erzincan’da Ziya Gökalp İlkokulu’na başladığım zaman; öğleden evvel “Günaydın”, öğleden sonra “Tünaydın” derdik. Her sabah “Türk’üm, doğruyum!” andını içerdik. Bir de etrafımıza baktık ki, millet sarhoş, kumarbaz, vesaire olmuş. Belki Türk’üm diyen çoktu amma doğru olanı bulmak zordu.

Elbette tarihine, medeniyetine bağlı öğretmenler de var. Bunlardan birinin İstanbul’daki evine gitmiştim. Cumartesi öğleden sonra sekiz-on öğrenci gelmiş, onlara dinden imandan bir şeyler anlatıyordu. Çay yapmış, talebelerine ikram ediyordu. Duruma bakınız, öğretmenin elinde tepsi, öğrencilerine çay dağıtıyor. Şu İslamiyet, insanı ne durumlara getiriyor. Öğretmeni öğrenciye hizmetkâr ediyor.

Amma öğrencisiyle içen, plaja giden, kahvelere, barlara, meyhanelere giden öğretmenler de var. Mahkemelerdeki suçlu dosyalarına bakınız, nasıl öğretmenler, nasıl öğrenciler yetiştirmiş?

İslam milletinin öğretmenleri üretime dönük ders vermeli, ahlak numunesi olmalı, mesela sigara içmemeli, kötü söz söylememeli, elinde cetvel değil, kalem olmalı.

Öyle şahıslar vardır ki, sadece kendi öğrencileri değil, herkes onlardan bir şeyler öğrenir. Peygamberler, İslam âlimleri, bilginler işte böyle umuma öğretmendir. Mesela ben Arif Nihat Asya’dan çok etkilenmiştim. Onun hatıralarını, şiirlerini okudum; kalın sesiyle, dik duruşuyla, sert konuşmalarıyla, kendisini dinletirdi. Rahmetli Mahir İz Hoca da ilmini hayatına taşımış bir insandı, çok kimsenin yüksek tahsil yapmasına sebep oldu.

İnsan beyni, dünyaya geldiğinde ham maden gibidir. Öğretmen onu işledikçe, çocuk kıymetlenir.

Çocuk için öğretmen çok şey demektir. Çünkü çocuk, ebeveynini cahil, öğretmeni âlim bilir. Öğretmen birkaç kelimeyle, kendi davranışlarıyla çocuğu müspet sahaya çekebilir. O çocuğun kazandığı sevapların bütünü öğretmenin de defterine yazılır; maddi ve manevi hayatını kurtarır.

Bediüzzaman Hazretleri, ‘‘Öğretmenler ya minarenin başındadır ya kuyunun dibinde.’’ diyerek, kendisini ziyarete gelen öğrencilere öğretmen olmalarını tavsiye etmişti.

Allah, insanlara üstün kabiliyetler vermiştir. Bu kabiliyetlere yön verecek olanlar öğretmenlerdir.

Her millet, her devlet öğretmenlerin meyvesidir.
 
 
 

28 Kasım 2014 Cuma

GERÇEK AŞK, Şöminenin başında değil aslanım

GERÇEK AŞK, Şöminenin başında değil aslanım


GERÇEK AŞK, Şöminenin başında değil aslanım
Zor zamanda belli olur !

Sevmek fedakarlık demektir...
Evlilik güzel günlerde değil, ölene kadar beraberiz demektir.





NİHAT HATİPOĞLU - Hz. Adem yaratılmadan sen oradaydın!

NİHAT HATİPOĞLU - Hz. Adem yaratılmadan sen oradaydın!

Abdülkadir Geylani ile bir an
  •    

Hz. Adem yaratılmadan sen oradaydın!


Hz. Adem cennetten çıkarıldığı için buruk şekilde yalvardığında sen ordaydın.

Hz. Nuh tufana yakalanıp gemiyle yola çıktığında, sonra dev dalgalar Hz. Nuh ile gemiye binmeyen oğlunu birbirinden ayırdığında sen ordaydın.

Eyüp Peygamber hastalıktan iyice bunalıp 'Ya Rabbi bana zarar ilişti. Sen merhametlilerin en merhametlisisin' diye yalvardığında sen oradaydın.

Hz. İbrahim mancınığa konulup Nemrut'un ateşine atıldığında ve narın, nura ve serinliğe dönüştüğü anda sen oradaydın.

Hz. Yunus, 'Ninova halkını izinsiz terk ettiği için koca bir balinanın karnına mahpus edildiğinde ve denizin en derinlerinde 'La ilahe illa ente sübhanek inni küntü mine'z -zalimin' - Senden başka ilah yoktur Rabbim. Sadece sen varsın. Ben gerçekten (nefsine) zulmedenlerden oldum' diye zikre ve tevbeye başladığında sen oradaydın.

Hz. Yusuf'un kardeşleri tarafından kuyuya terk edildiği Yusuf'un karanlıkta sessizce ağladığı o çaresiz denizde sen oradaydın.

Ve nihayet çilesi biten Hz. Yakub'un oğlu Yusuf'un kokusunu binlerce kilometreden hissettiği ve 'siz bana bunamış demeyecek olursanız ben Yusuf'un kokusunu duydum (diyeceğim)' dediği anda sen oradaydın.

Hz. Musa annesi tarafından suya salındığı; sonra annesinin kucağına teslim edildiğinde sen oradaydın.

Ve denizin bir asa darbesiyle 12 parçaya ayrıldığı ve binlerce insanoğullarının geçtiği ve kurtuluşa erdiği ve ama aynı suda Firavun ve bütün ordusunun helak olduğu anda sen oradaydın.

Kavminin 'bir put yap ona tapalım' diye teklif getirdiği Hz. Musa'nın kavminin üzerine yürüdüğü o celalli anında sen oradaydın.

Hz. İsa'nın, 'yarın sabah horoz ötmeden önce biriniz beni jurnalleyecek' dediği ve 12 havarisiyle son yemeğini yediği anda sen oradaydın.

Hz. İsa'nın; ben gitmesem hidayete erdirici, davetçi paraktik (Muhammed (s.a.v.) gelmeyecek, ben gitmeliyim ki o gelsin dediği anda oradaydın.

Hz. Adem ruh ile ceset arasında iken sen oradaydın.
Miraç'ta perde ilk ve son kez aralandığında sen oradaydın.
Ve Cebrail vahiy meleği olarak ilk ve son kez indiğinde sen oradaydın.
Ve ölüm meleği bize gelip çattığında inşaallah sen orada olacaksın.

***

Sadaka deyip geçmeyin

Gönülden koparak fakire, muhtaca ve çıkmazda olana ayrılan para veya iyiliğe sadaka denir. Sadaka para türünden olabildiği gibi muhtaca yardım, darda olanı rahatlatma gibi hizmet türünden de olabilir.
Sadakanın dünyevi ve uhrevi faydaları vardır.

Dünyadaki faydaları:

1-
Malı temizler.
2- Bilmeden karışmış haram malı durular.
3- Kaza ve belaya engel olur.
4- Hastalıklardan korur.
5- Kişinin gayesine ermesini sağlar.
6- Muhtacın, fakirin duasını almaya sebep olur.
7- Malın bereketini çoğaltır.
8- Rızkın helalden gelmesinin yolunu açar.
9- Dualarının kabulünü sağlar.
10- Haset, kin, nefret gibi düşmanca bakışları azaltır.


Ahiretteki faydaları:

1-
Son andaki ölüm acısını hafifletir.
2- Son anda imanla ölmeye fayda sağlar.
3- Kabir suallerini cevaplamaya yarar sağlar.
4- Kabrin sıkıştırılmasını hafifletir.
5- Kabir azabına engel olur.
6- Kıyametin dehşetini hafifletir.
7- Şefaati almaya sebep olur.
8- Cehennem azabını uzaklaştırır.
9- Kul haklarından kurtulmak için Yüce Allah'a gidecek yüzü olur.
10- Cennetteki dereceyi yükseltir.
11- Sırat köprüsünden kolay geçisi sağlar.
12- Malın ve kazancın hesabını vermeyi kolaylaştırır.
13- Hz. Peygamber'in (s.a.v.) şefaatine ulaştırır.
14- Sadaka verilen kişi Allah katında iyi insan ise; onun ahirette yardımını sağlar.
***

Peygamberimizin bir uyarısı:
"Müslüman kardeşinle gereksiz tartışmaya girme. Onunla kırıcı bir şekilde şakalaşma ve yerine getiremeyeceğin bir konuda ona söz verme" (Ebu Nuaym, Hilye, 3/344)



27 Kasım 2014 Perşembe

Prof. Dr. M. Es'ad COŞAN - Yaratılışımızın Gàyesi

Prof. Dr. M. Es'ad COŞAN -  Yaratılışımızın Gàyesi

Prof Dr. Mahmud Esad Coşan (1938-2001)

HAYIRLI CUMALAR

Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!..

Cumanız mübarek olsun, aziz ve sevgili Akra dinleyicileri! Allah bu mübarek sevaplı, nurlu günün hayrından, bereketinden en güzel tarzda hissemend olmayı cümlenize nasîb eylesin...

(EMEKLİ OLMADAN İŞYERİNDE KULAKLIKLA; ŞİMDİ İSE YATAĞIMDA KÜÇÜK RADYOMDAN HERGÜN SABAH 9:30'DA VE ÖĞLEDEN SONRA 15'DE M. ESAD HOCAEFENDİNİN AKRA FM'DE SOHBETLERİNİ DİNLİYORUM. Ankara Akra FM: 107.4 )

Bismillâhir-rahmânir-rahîm


Yaratılışımızın Gàyesi


Yaradanımız, yeri göğü yaratan, bizi türlü nimetlerine mazhar eden Allah-u Teàlâ Hazretleri, Kur'an-ı Keriminde:

 (Ve mâ halaktül-cinne vel-inse illâ liya'budûn) buyurmuş. Bunun mânâsı da: "Ben Azîmüş-şân Allah-u Teàlâ, cinleri ve insanları başka bir şey için yaratmadım; ancak ve sadece bana ibadet etsinler diye yarattım." (Zâriyat: 56)

Tebâreke Sûresi'nin başında bir başka ayet-i kerime var. O da hayatın gàyesini, Allah'ın bizleri niçin yarattığını gösteren bir ifade ihtiva ediyor.

Bismillâhir-rahmânir-rahîm: (Ellezî halekal-mevte vel-hayâte liyeblüveküm eyyüküm ahsenü amelâ)

"Allah-u Teàlâ Hazretleri bizleri, hangimiz daha güzel işler yapacak, ömrünü güzel a'mâl-i sàliha ile değerlendirip güzel geçirecek, bunu imtihan etmek, görmek ve denemek için ölümü, hayatı yarattı. İnsanları yeryüzüne gönderdi, insanları yeryüzüne çıkardı." (Mülk: 2) mânâsına geliyor bu ayet-i kerimeler.

Birinci ayet-i kerimedeki cin sözü, insanların gözünden gizli olan, gözle görülemeyen varlıklar. İns sözü de, insanlar mânâsına geliyor. Biz insanlara ve bizim göremediğimiz cin denilen diğer çeşitli görünmez varlıkları, Allah-u Teàlâ Hazretleri sadece kendisine ibadet etmeleri için yaratmış.

İbadet deyince, bizim hatırımıza hemen namaz geliyor, Ramazan orucu geliyor, haccetmek geliyor... Halbuki bu ayet-i kerimede de "Yaratılışın gàyesi ancak ibadettir." diye bildiriliyor.

Biz hep namazla, oruçla, ibadet diye düşündüğümüz zaman ilk hatırımıza gelen şeylerle mi meşgul olacağız?.. Hayır! İbadetin mânâsı bizim Türkçede düşündüğümüzden, hemen aklımıza ilk gelen şekillerden çok daha geniş.

İbadet; Allah-u Teàlâ Hazretleri'ne güzel kulluk yaparak yaşamak demektir. Hayatın her anı Allah'a itaatle geçiyorsa ibadettir. Allah'a bağlı olarak, Allah'ı hatırlayarak, Allah'ın rızasını kazanmak yolunda hareket ederek geçiyorsa; bu ibadettir. Eğer Allah'a itaat etmeden, asi olarak, sözünü dinlemeden geçiyorsa; bu da ibadet etmemektir.

O bakımdan ibadeti, "Allah'ı bilerek, Allah'ı severek, Allah'ın rızasını düşünerek yaptığımız her hareket" olarak tarif edebiliriz. O halde insanın yemesi, içmesi, hatta uyuması, uyanması, dükkânında çalışması, niyetine göre ibadet sevabı kazanmasına sebep olabilir.

Demek ki, biz yeryüzüne Allah'a itaat etmek ve bu imtihan olan hayatımızı Allah'ın rızasına uuygun geçirmek üzere denenmek için indirilmiş varlıklarız. Tabii ibadeti güzel yapmak, hayatı Allah'ın rızasına uygun geçirmek için de, hemen görülüyor ki bilgi lâzım!

İnsan acaba ne yaparsa Allah'ın rızasına uygun olur, ne yaparsa Allah'ın rızasına aykırı olur?.. Nasıl hareket ederse Allah sever, nasıl hareket ederse Allah'ın gazabına uğrayabilir?..

Bunları bilmesi lâzım! O halde hemen karşımıza ilim meselesi çıkıyor. Arapçası ilim, Türkçesi bilgi... Bilmek meselesi karşımıza çıkıyor.



b. İlim İslâm'ın Hayatıdır

Peygamber SAS Efendimiz'in çok sevdiğim ve zihnimde çok derin iz bırakmış olan bir hadis-i şerifini size nakletmek istiyorum, sevgili dinleyenlerim! Peygamber Efendimiz, bir hadis-i şeriflerinde buyurmuşlar ki:

RE. 223/10 (El-ilmü hayâtül-islâm, ve imâdül-îmân) Çok hoşuma gidiyor bu ifadeler: (El-ilmü) "İlim, bilgi, bilmek, öğrenmek, (hayâtül-islâm) İslâm'ın hayatıdır, canıdır."

Yâni ilim varsa, İslâm canlıdır; ilim yoksa, İslâm canını kaybetmiştir, ölüdür, yoktur. (Ve imâdül-îmân) "İlim aynı zamanda, imanın da direğidir."

Demek ki, ilim olduğu zaman iyi müslüman olmak mümkün olabilir, ilim olduğu zaman doğru bir inanca sahip olunabilir. İlim olmadığı zaman, insanın müslümanlığı ölmüş demektir.

Çünkü, neyi nasıl yapacağını bilmediği için, İslâmiyet bahis konusu olamaz. İmanı da, ilim olmadan hatalara sürüklenebilir, bâtıl inançlara, yanlış inançlara insanlar saplanabilir.

Sizler de, biz de, hayatta her zaman görüyoruz; gerçekten ilim olmayan bölgelerde, cahillerin olduğu yerlerde ve tahsilsiz, görgüsüz insanların arasında iman konusunda da bâtıl inançların, hurafelerin yayıldığını görüyoruz.

Tabii, Kur'an-ı Kerim'de yine çok kesin olarak bildirilmiş bir husus var: Allah-u Teàlâ Hazretleri erhamür-râhimîndir, yâni çok merhametlidir, merhametlilerin en merhametlisidir. Kul hatasını anladığı zaman, tevbe ve istiğfar eylediği zaman, Allah kulu affeder.

Fakat bir şeyi affetmeyeceğini Kur'an-ı Kerim'de kesin olarak bildiriyor: İnanç bozuksa, şirk varsa, müşriklik varsa, kâfirlik varsa; o zaman Allah-u Teàlâ Hazretleri o insanı affetmiyor.

O halde en çok dikkat etmemiz gereken husus, inancımızın şirkten, küfürden, yâni müşriklikten, kâfirlikten uzak olması, pâk olması, temiz olması, sağlam olması...

O halde, ilim İslâm'ın hayatıdır, canıdır ve imanın da direğidir. İslâm'ın canlanması için ilme sarılmamız gerekiyor. İmanın sağlam olması için, ayakta kalması için, ilme sarılmamız gerekiyor.


HAYIRLI CUMALAR

Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!..

Prof. Dr. M. Es'ad COŞAN

 ************************

 






​İyilikleri Tüketen Eylem


İyilikleri Tüketen Eylem
 

Ateş odunu yakıp bitirdiği gibi haset ve kin de...
 
“Ateş odunu yakıp bitirdiği gibi haset ve kin de sevapları yok eder bitirir. Mümin gıpta eder, münafık ise haset eder.” Hz. Muhammed (asm).

“Hasetçiye huzur, kötü huyluya da onur yoktur.” Ahnef Kays. 
 
“Dünyadaki en huzursuz kimse gönlünde haset taşıyan kimsedir.” İmam şafi. 

“Sakın kıskanana beddua etme; o zavallı zaten belanın içerisinde yaşıyor.” Sadi.
 

 “Kıskançlığı ancak sevgiyle yenebiliriz.”
​​
Geothe.

“Güveler elbiseleri nasıl kemirirse kıskançlık da insanı öyle kemirir.” St. Chrysostom. 
 
“Kıskanan kimseye, başkanın üzüntüsünden daha hoş ve başkasının sevincinden daha katlanılamaz bir şey yoktur.” Spinoza.

“İyi kalpli insan başkalarına haset ettirmemek için kendisinde birkaç kusur bırakır.” Benjamin Franklin. 
“Kıskançlık, aşağı işler yaparak veya küçümseyişlere kanarak öz değerimizi düşürmekten doğar. Kendimizi tanımladığımız değerlerden daha üstününü edineni kıskanmaya zorlanırız. Maddi çare, kendimizi yeterince takdir etmek, başkasıyla kıyaslamamak, başkasının takdirini fazla önemsememek, elimizdekiyle yetinmek gibi davranışlardır. Manevi çare ise değerimizi yüce Yaradan’la bağımıza bağlayarak ahıret bilincini beslemek ve maddi değerlerin kalbimizdeki önemini küçültmektir.”

Muhammed Bozdağ
 
​​

 

Haftanın Esma'ül Hüsna'sı: Halim

Haftanın Esma'ül Hüsna'sı: Halim





Günahkârları cezalandırmaya ve hepsini kahretmeye gücü yettiği halde; onlar hakkında yumuşak davranan ve cezalarını hemen vermeyip tehir edendir. Cenab-ı Hak bu manalarla El-Halim’dir. Kendine isyan edenleri hemen yakalamaz. Onlara tövbe etmeleri için mühlet verir, zaman tanır. Bütün günahkârları bir anda cezalandırmaya gücü yettiği halde onlara ceza vermez ve hemen yakalamaz.

Şu noktaya dikkat çekmek istiyoruz ki: Suçluyu cezalandırmaya gücü yetmeyene Halim denmez. Nice acizler vardır ki, eğer ellerinde bir kudret olsaydı taş üstünde taş bırakmazlardı. Onların, acizlikleri sebebiyle ceza vermemeleri halimiyet değildir. Halim, gücü yettiği halde ceza vermeyendir. Allah-u Teâlâ bu manayla el-Halim’dir. Gücü yettiği ve bir emri ile yıldızları sapan taşı gibi çevirdiği halde, kendine isyan edenlere hemen ceza vermez ve onları hemen yakalamaz. Tövbe etmeleri için onlara mühlet verir.

Bu ism-i şerife Kur’an-ı Kerim’de şöyle işaret edilmiştir: “Eğer Allah insanları yaptıkları günahlar yüzünden hemen yakalayıverseydi yeryüzünde hiçbir canlı kalmazdı. Lakin onları belli bir müddete kadar geciktiriyor.” (Fatır 45)

Hakikat de bu ayetin işaret ettiği gibidir. Eğer Allah-u Teâlâ her günah işleyeni hemen yakalayıp ceza verseydi âlemde kimse kalmazdı. Lakin O, kullarına hilm ve ikramla muamele eder. Düşmanlarının rızkını bile ayaklarına gönderir. Has kullarına ikram ederken, Firavunların sofrasından da nimetlerini eksik etmez. Bütün bunları, insanların yaptığı hataları ve işledikleri günahları görürken ve onlara ceza vermeye gücü yeterken yapar.

O öyle bir Halim’dir ki, kusurların üzerine perde çeker. Günahkârları affeder. Tövbe edenleri bağışlar. Affı azabını, rahmeti gazabını geçmiştir. Asilerin sığınağı, korkanların umudu, günahkârların kurtarıcısıdır. Suçu sebebiyle suçluyu hemen azarlamaz. Her çirkin şeyin üzerini örter. Günahlar üzerindeki perdeyi yırtmaz. Affı büyük, mağfireti geniş, rahmeti bol ve halimiyeti güzeldir.

Bu ismi şeriften bizim hissemiz şu olmalıdır:

Evvela bilmeliyiz ki, günahlarımıza hemen ceza verilmemesi, bilinmediğimizden ya da görünmediğimizden değildir. Günahlarımıza hemen ceza verilmemesi, Allah’ın Halim ismi şerifinin üzerimizdeki tecellisi sebebiyledir. Yoksa zannetmeyelim ki, -hâşâ- Allah bizi görmüyor, isyanımıza öfkelenmiyor; günahlarımız kaydedilmiyor, isyanımız cezasız kalacak…

Hâşa yüzbin kere hâşa… O bizi biliyor. Bize şah damarımızdan daha yakındır. Lakin mühlet veriyor, hemen yakalamıyor; çünkü Halim’dir. Hilm ile muamele etmek O’nun şanındandır. Fakat gün gelir, artık o hilmin tecellisine liyakatımızı kaybederiz. İşte o zaman Halim isminin tecellisine mukabil, Aziz ismiyle, Celil ismiyle, Kahhar ismiyle bize muamele eder.

Ya Rab, bu isimlerinin tecellisinden sana sığınıyoruz. Gazabından rızana, azabından affına, senden yine sana sığınırız. Bize her daim El-Halim isminle muamele et. Kusurumuzu affet, yüzümüze vurma, günahlarımız sebebiyle bizi yakalama, isyanlarımız sebebiyle bizi mahcup ve rezil etme!

Bu ismi şeriften 2. hissemiz de şu olmalıdır: Nasıl ki Cenab-ı hak Halim’dir ve bize hilmle muamele ediyor. Kusurumuz sebebiyle bizi hemen yakalamıyor ve isyanımızı hemen yüzümüze vurmuyor. Biz de bu ismin ahlakıyla ahlaklanmalı ve bize karşı kusur edenlere hilmle muamele etmeliyiz. Onların kusurlarını örtmeli, ayıplarını görmemeli, onlara mühlet vermeli; gurur ve kibirden sakınmalıyız.
Cenab-ı Hak bizleri ve sizleri, bu ismi- şerifin ahlakıyla ahlaklanmış kulları zümresine dâhil etsin. Hem bu dünyada hem de ahirette bizlere bu ismi-i şerifiyle muamele buyursun Âmin!



CENNETTE ENGELLİ OLMAKTAN KURTULACAK MIYIM HOCAM ?

CENNETTE ENGELLİ OLMAKTAN KURTULACAK MIYIM HOCAM ?



İstanbul Esenyalı’da bir derse davet edilmiştim. Ayaklarından engelli bir genç de derse gelmişti. Lise birinci sınıf öğrencisiymiş. Adı Ömer’di. 28. Söz’den yani Cennet Risalesi’nden ders yapmamız istendi. “Olur” dedik, başladık.

Ömer, O kadar güzel ders dinliyor ve o kadar güzel anlıyordu ki zekâsına, sevecenliğine ve hayat dolu oluşuna hayran kaldım. Bir ara Ömer sordu:

-Hocam, ben, cennette engelli olmaktan kurtulacak mıyım?

-Ömerciğim, sen bizden daha mükemmel olacaksın. 33 yaşında, taptaze, güzellerden güzel bir delikanlı olacaksın. Bütün organların tam ve kusursuz olacak. Bugün seni taşımayan ayakların, yarın ahirette senin kurtuluşuna vesile olacak. Ömer biz senin kadar garantili değiliz. Sen ahiret açısından bizden daha çok garantidesin; deyince Ömer sesiyle ağlamaya başladı. Beni ve bütün dinleyenleri de ağlattı...

Yüce Rabbimiz kudsî hadislerinde buyurmuşlar ki:

“Ben kulumun iki sevgilisini (yani iki gözünü) almakla imtihan ettiğimde, o buna sabrederse iki göze bedel olarak ona cenneti veririm.”

Peygamber Efendimiz de buyurmuşlar ki:

“Mümin bir kişiye bir ağrı, bir yorgunluk, bir hastalık, bir üzüntü isabet etse, hattâ ayağına bir diken batsa… Bunlar, müminin günahlarına keffaret olur.”

Dr. Vehbi Karakaş


 

İsmail Aybey - Can Perdesi

İsmail Aybey - Can Perdesi


Çocukluğumda, TGRT'nin evliya filmlerini büyük bir hayranlıkla izlerdim. Bu filmlerin içinde en çok beni etkileyen, 'Can Perdesi' adlı film olmuştur. Bu filmde, yüzü peçeyle örtülü olarak yaşayan Seyyid Ahmet Bedevi Hazretlerinin hayatı anlatılır. Seyyid Ahmet Bedevi kimdir?

Yüzünü neden örtmüştür?

Filmin adı 'Can Perdesi' neyi anlatmaktadır?

Şüphesiz, bunlara vakıf olabilmek için filmi izlemek faydalı olacaktır. Biz de anladığımız kadar anlatmaya çalışacağız.

Seyyid Ahmet Bedevi Hazretleri, Aktab-ı Erbaa'dan (Dört Kutub) birisidir. (Abdülkadir Geylani,  Seyyid Ahmet Bedevi, Ahmet Rufai ve İbrahim Desuki)

13. asırda yaşamış olan ve Bedeviye tarikatının kurucusu olan bu büyük zat, 40 gün yemek yemeden yaşayabiliyormuş. Filmde de anlatıldığı üzere o kadar çok kerametleri var ki saymakla bitiremeyiz.

Yazımın başlığına da taşıdığım filmin ismi olan 'Can Perdesi' çok manidardır. Çünkü Üstadın yüzünü görmek bir cana mal olmaktadır.

Onu diğer evliyalardan ayıran bir özellik vardır ki filmde bu çokta işlenmiş. Mübareğin yüzü peçeyle örtülü. Bedevi lakabı, yüzünü bedeviler gibi örttüğü için verilmiş.

Yavuz Sultan Selim Han'ın çok meşhur bir beyti vardır:

'Pâdişâh-ı âlem olmak bir kuru kavgâ imiş

Bir velîye bende olmak cümleden a'lâ imiş.'

Bu minval üzere Abdülmecid'de  Hace Salih Abdülal gibi öyle yapmış, bu Allah dostuna talebe olmuştur.

Fakat, Abdülmecid'in bir türlü gem vuramadığı büyük bir arzusu vardır, üstadının yüzünü görmek. Birkaç defa bu arzusunu şeyhine söylüyor, fakat üstadı, 'Yüzümü görmeye dayanamazsın' diyerek peçesini kimseye açmadığı gibi bu talebesine de açmıyor.

Fakat içine bir kor düşmüştür Abdülmecid'in. Bir kez daha denesem, bir kez daha konuşsam Şeyhimle, belki bana yüzünü açar düşünceleriyle varır şeyhinin yanına.

Şeyhinin yüzünü görmek ister ve mübarek yüzünü hiç göremediğini, görmemeğe dayanamadığını, bu sebepten yüzünden nikabını açmasını talep eder.


Hz. Seyyid de, "Ey Abdülmecid! Beni görmeğe dayanamazsın. Senin, benim gözlerime bir bakman, canına mal olur. Bir bakış, bir can mukabilindedir." buyurur. O da; "Ey efendim! Yeter ki mübarek yüzünüzü göreyim de ölürsem öleyim. Zararı yok. Çünkü artık dayanamıyorum" der. Bunun üzerine Seyyid hazretleri nikabını kaldırır. Abdülmecid (r.a.) Ahmed-i Bedevi'nin cemalini görür görmez yere düşer ve ruhunu rahmana teslim eder.

Şeyhin yüzünün kapalı olmasını araştırdığım da bazı kaynaklar, yüzünde Allah'ın zat tecellisi açığa çıktığından insanlar bu hali kaldıramayıp ölebileceklerinden dolayı yüzünü hep kapattığını yazıyor.

   Allah-ı Teala, bu büyük zatların şefaatine nail eylesin bizi. Seyyid Ahmet Bedevi'nin talebesi Hace Salih Abdülal'e yaptığı nasihatle bitirelim yazımızı:
Ey Abdül'âl! İlmi olmayan kimsenin dünyâda da âhirette de hiçbir kıymeti yoktur. Hilmi, yumuşaklığı olmayan kimseye, ilmi fayda vermez. Allahü teâlânın kullarına şefkat etmeyen kimseye, Allahü teâlâ katında şefâat yoktur. Sabırlı olmayan kimseye, işlerinde selâmet yoktur. Takvâsı, Allahü teâlâdan korkması, haramlardan sakınması olmayan kimsenin, Allahü teâlâ indinde hiçbir kıymeti yoktur. Bu altı hasletten nasibi olmayan kimsenin, Cennet'te yeri yoktur.
 
http://www.bendeyazarim.com/Yazar/News/15837/Can-Perdesi-Ismail-AYBEY



 

 

26 Kasım 2014 Çarşamba

İkinci duayı her namazda ediyoruz

İkinci duayı her namazda ediyoruz


İnsanlardan öylesi vardır ki: "Rabbimiz, bize dünyada ver" der; onun ahirette nasibi yoktur. (Bakara, 200)


Onlardan öylesi de vardır ki: "Rabbimiz, bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik (ver) ve bizi ateşin azabından koru" der. (Bakara, 201)


İyi Komşuluk Medeniyettir

İyi Komşuluk Medeniyettir



Şehirleşmenin hayatımızın her yönünü sardığı bir devirde yaşıyoruz. Çoğumuz apartmanlarda, bazılarımız büyük sitelerde yaşıyor. Birçoğumuz komşularını tanımıyor. Bahçeli evlerde yaşadığımız devirlerde yaz ayları komşularla birlikte avlularda, teraslarda, işbirliği içinde çalışarak geçerdi. Ne yazık ki şimdilerde komşu komşunun derdinden habersiz…

Hâlbuki Peygamberimiz buyuruyor ki: “Cebrail bana komşu hakkında o kadar tavsiyede bulundu ki, onu mirasçı kılacak sandım…” (Buhari, Edep. 38)

Komşunun komşusu üzerinde bu kadar büyük hakkı varken ne acıdır ki bugün komşularımızın halinden habersiz yaşıyoruz. Hele bir de tatil gelince kimseyi düşünmez oluyoruz.

İmkân sahipleri yaz geldi diye kendilerini yazlıklarına atmadan önce etraflarıyla ilgilenseler, tatile gitme imkânı olmayanlardan bazılarını birkaç gün olsun ağırlasalar ne güzel olmaz mı?

Eğer bunu yapamıyorsak bari çocuklarımıza tembih etsek de tatile gidemeyen arkadaşlarının yanında, “Tatilde şuraya gittik, bunu yedik, bunu yaptık” diye ballandıra ballandıra anlatmasalar. Eskiler eve meyve aldıkları zaman çocuklarının eline verip sokağa göndermezdi. Alan olur alamayan olur diye… Biz de hiç değilse bu kadarını yapabiliriz.

Allah cümlemizi ikram eden ve Rabbinden iki dünyada ikram gören güzel ahlaklı kullarından eylesin. Âmin.

Hatice Kübra Ergin
 
 
 

Ahmed Şahin - Sahabenin namazından bir örnek!

Ahmed Şahin - Sahabenin namazından bir örnek!


Ahmed Şahin
a.sahin@zaman.com.tr
 

Sahabenin namazından bir örnek!


Maruz kaldığı sıkıntı ve üzüntülerin etkisini sabır gösterip namaz kılarak gidermeye yönelen okuyucum, namazın kurtarıcı etkisini yarı nispette hissetmiş, ancak neden sıkıntılarımın tümünden de kurtulamadım kıldığım namazımla, diye de sormuş?

Bence okuyucumun namazının kurtarıcı etkisini tam olarak hissetmeyişinin bir sebebi, namazının derinliğine de tam olarak giremeyişi olmalıdır. Çünkü namazda ne kadar derinleşme olursa maruz kalınan musibetin tesirinden de o nispette kurtulma söz konusu olur.

Nitekim Hazreti Cabir (ra) şöyle anlatıyor, savaşta bedenine saplanan okların acısını hissettirmeyen sahabe namazının derinliğini.

- Hicretin beşinci senesinde yaşanan (Zâtürrika) gazasından dönüyorduk. Gece karanlığı basınca yolda istirahate çekildik. Resulullah (sas) Hazretleri, ‘Kim bizi düşmandan korumak için nöbetçi kalacak?’ diye sordu. Biri muhacir, öteki de ensardan iki sahabi, kalkıp nöbetçi kalmayı istediklerini söylediler. Resulullah (sas), ‘Şu geçitte ikiniz de bekleyin, muhtemel bir düşman hücumundan bizi koruyun.’ buyurdu. Onlar da oraya gidip beklemeye başladılar. Meğer müşriklerden bir kişi, ‘Ben bunlardan bir adam öldürmeden geriye dönmem’ diye yemin ederek bizi takibe başlamış. Tam nöbetçilerin bekledikleri geçide gelmiş. O sırada nöbetçilerden biri olan Ammâr namaz kılıyor, öteki Abbad da yaslandığı yere dayanmış uyuyormuş. Müşrik, karanlıkta namaz kılanın silüetini tam hedef alarak bir ok atmış. Ok doğruca gelip namazdaki Ammar’ın böğrüne saplanmış. Ammâr, bir eliyle saplanan oku çıkarıp atarak namazına devam etmiş. Okun isabet etmediğini zanneden müşrik, bir ok daha fırlatmış, Ammâr yine saplanan oku çıkarıp ayakta namaza devam etmiş, yine isabet ettiremediği zannıyla müşrik üçüncü okunu da atınca Ammâr bu defa rükûa eğilmiş, sonra da secdeye inmiş, yıkılıp da düştüğünü zanneden müşrik ise beklemeye başlamış. Ammar, secdeden sonra namazını bitirip, uyuyan Abbad’ı uyandırmış, yaralarından kanların aktığını gören Abbad, arkadaşına çıkışmış:

- Neden beni ilk okta uyandırmadın da üç okun saplanmasına izin verdin bedenine, demiş? Ammâr da şu karşılığı vermiş:

- Vallahi namazda öyle bir sûre okumaya başlamıştım ki, manasının derinliğinden duyduğum zevk ve heyecandan kendimi alamadım. Hatta üçüncü okta da namazı bitiremeyecektim; ama bu oklarla ölürsem Resulullah’ın nöbetini ihmal etmiş olurum da orduya bir ziyan gelir diye korktuğumdan namazı bitirip haber verme gereği duydum...”

İşte maruz kalınan ok saplantılarını dahi duyurmayacak derinlikte kılınan bir namaz örneğidir bu. Demek namazda ne kadar derinleşirsek üzüntü ve sıkıntımızın etkisinden de o derece kurtulabiliriz.

İsterseniz burada bir de Bediüzzaman Hazretleri gibi bir maneviyat büyüğünün namazda duyulan derinliğe ait bir misalini dinleyelim. Diyor ki:

- Bir zaman kalbime geldi ki, niçin Muhyiddin-i Arabi gibi harika zatlar sahabelere yetişemiyorlar? Sonra namaz içinde (sübhane Rabbiye’l-âlâ) derken bu kelimenin manası inkişaf edip açıldı, bir parça hakikati göründü. O zaman dedim ki, keşke bir tek namaza bu kelime gibi muvaffak olsaydım, bir sene ibadetten daha etkiliydi.

Demek, namazda okudukları ayetin manalarına, ibadetin ruhuna o kadar nüfuz edip derinleşiyorlar ki, o anda vücutlarına saplanan okların verdiği acıyı namazları hissettirmiyor, belki de öbür âlemin temaşasına dalıp gidiyorlar da acıyı hissetmiyorlar.

Burada akla gelebilecek bir evhamı da cevaplayan Bediüzzaman Hazretleri diyor ki:

- Sakın benim gibi avamdan birinin namazı nerede, sahabelerin namazı nerede, diye bir ümitsizliğe kapılmayasınız. Senin namazının içinde de onların namazının kudsiyetinden bir çekirdek mevcuttur! Fark, çekirdeği ağaç haline getirebilmektedir. Sen çekirdekte kalmışsın, onlar aynı çekirdeği ağaç haline getirebilmişler. Çekirdekte onlarla ortağız, ağaç haline getiremesek de fidana dönüştürebiliriz, önümüz açıktır. Öyle ise ümitsizliğe kapılma, çekirdeğini fidana çevirmeye bak! a.sahin@za­man.com.tr
 
 
 
 
 
 
 
 

25 Kasım 2014 Salı

Haftanın Hikayesi: SEVGİNİN BEDELİ

Haftanın Hikayesi: SEVGİNİN BEDELİ




Küçük oğlu annesine geldi ve ona kağıdı uzattı.
Annesi ellerini önlüğüne kuruladıktan sonra kağıdı okumaya başladı;

Çimleri biçtiğim için 5 lira
Odamı temizlediğim için 2 lira
Alışverişe gittiğim için 1 lira
Küçük kardeşime baktığım için 2 lira 
Çöpü attığım için 1 lira
İyi bir karne getirdiğim için 5 lira
Bahçeyi temizlediğim için 2 lira
Toplam borç 18 lira

Anne, umutla kendisine bakan oğlunun elinden kağıdı aldı ve kağıdın arka yüzüne şunları yazdı;

Seni 9 ay karnımda taşıdım BEDAVA
Hasta olduğunda başında bekledim, elimden geleni yaptım, senin için dua ettim BEDAVA
Yıllar boyu değişik nedenlerle senin için gözyaşı döktüm BEDAVA
Senin için geceler kaygı duyup, uykusuz kaldım BEDAVA 
Oyuncaklarını topladım, yemeğini hazırladım giysilerini yıkadım, ütüledim BEDAVA YAVRUM ve bunların hepsini topladığın zaman gerçek sevginin bedelinin olmadığını görürsün, bedavadır çünkü...

Oğul annenin yazdıklarını okuyunca gözleri doldu. Annesine baktı,
"Anneciğim seni seviyorum" dedi ve kalemi alarak bu kağıda "HEPSİ ÖDENMİŞTİR" yazdı




Efkan Vural - 24 Kasım Öğretmenler Günü'nün anlamı ve önemi

Efkan Vural - 24 Kasım Öğretmenler Günü'nün anlamı ve önemi

Ankara Sincan'da bir lisede yönetici olan sevgili Efkan Vural hocam konuyu çok güzel örneklerle çok güzel biçimde açıklamış. Emeğinize sağlık. Allah razı olsun hocam...

http://blog.milliyet.com.tr/24-kasim-ogretmenler-gunu-nun-anlami-ve-onemi/Blog/?BlogNo=480882


24 Kasım Öğretmenler Günü'nün anlamı ve önemi


24 Kasım Öğretmenler Günü'nün anlamı ve önemi
 

                 Ülkemizde her yıl 24 Kasım, Öğretmenler Günü olarak kutlanır. Bu, 1981 yılında başlamış bir uygulamadır. 24 Kasım 1928, Türkiye Cumhuriyeti devletininin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün "Millet Mektepleri’nin Başöğretmenliği"ni kabul ettiği gündür. Bakanlar Kurulu, Mustafa Kemal Atatürk’e "Millet Mektepleri Başöğretmenliği" ünvanını 11 Kasım 1928’de yaptığı toplantıda vermiş ve bu ünvan, 24 Kasım’da Millet Mektepleri Talimatnamesi'nin yayınlanması ile resmileşmişti.

              Atatürk'ün 100. doğum yıl dönümü olan 1981 yılında onun "başöğretmen" oluşunun yıldönümlerinde ülke çapında Öğretmenler Günü kutlanmasına karar verildi.

İnsan, dünyaya geldiğinde, daha bebekken gözlerini açar açmaz çevresindekilerini hissetmeye çalışır. Yemeyi, içmeyi, emeklemeyi, yürümeyi, koşmayı ve konuşmayı öğrenir. Kendisini ve çevreyi algılamaya çalışır. Tüm bunlara karşın yine de yardıma muhtaçtır.

               İnsanın yaşamdaki ilk yardımcıları anne, baba, abla, ağabey, nine ve dedesidir. Büyüyüp gelişen çocuk bilgilenme sürecine girer. Bu nedenle aile içi eğitim ve öğretim yetersiz kalır. Çocuğun bu döneminde ihtiyaç duyduğu eğitimin, ancak okulda ve öğretmen kılavuzluğunda sistemli bir eğitimle olacağı somut olarak ortaya çıkmıştır. Okulun ve öğretmenin devreye girmesiyle ailenin de bu konuda sorunu çözülür.

             Bir ulusun çağdaş ülkeler düzeyine erişebilmesi; eğitim ve öğretimin kaliteli ve bilimsel yöntemlerle yürütülmesi ile ancak mümkün olabilir.

Eğitim sorunlarını çözen uluslar; kültür, sanat, bilim, teknoloji, sosyo-ekonomik alanda da kalkınmış ve ilerlemiş olurlar. Eğitime gereken önem ve ilgiyi göstermeyen uluslar, başka ulusların kölesi olmaya mahkumdur. Kalkınmanın temel şartı eğitim ve öğretimdir.

              Öğretmen; insanları eğitmeyi ve öğretmeyi meslek edinen, eğitim kurumlarında çocuk ve gençlerin eğitim öğretimlerine rehberlik eden, yön veren ve onları yaşama hazırlayan kimsedir. Öğretmenler Günü’nün amacı; öğretmenin toplumdaki yeri, rolü, önemi ve değerini anlamak, öğretmeni bulunması gereken yüce yerine oturtmaktır. Öğretmenler arasındaki bağı kuvvetlendirmek, öğrencileri ile aralarındaki sevgi, saygı ve dayanışmayı güçlendirmektir. Emekli olan öğretmenleri saygıyla anmak ve yeni atanmış öğretmenlere mesleklerinin bilincine varmalarını sağlamaktır. İşte Öğretmenler Günü, bu fedakâr öğretmenlerimizin kıymetini bir kez daha düşünüp anlamamızı sağlayan önemli bir gündür.

            Dinimizde okumaya ve öğrenmeye çok önem verilmiştir. Allah’ın ilk emri Oku! Dur. Bir ayette “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Buyurulur. Peygamberimiz de “Ben ancak muallim olarak gönderildim” başka bir sözünde “ya öğreten ol, ya öğrenen ol yada dinleyen ol.Sakın dördüncüsü olma.diyerek eğitime ve öğretime verilen önem vurgulanmıştır.

              Kültürümüzde  öğretmene ve eğitime her zaman önem verilmiştir. Fatih Sultan Mehmet  Atına binerek  ; ordusunun önünde İstanbul’a ilk defa giriyor. Sağında solunda hocaları; Akşemsettin, Molla Hüsrev, Molla Gürani.

Şehir halkı caddelerin iki yanına yığılmış heyecanla Osmanlı ordusunu karşılıyor.

Bu sırada halkın arasından birçok kimseler, ellerindeki çiçek demetini Padişaha sunmak için ortaya atılıyorlar. Hepsi de aksakalıyla, ağır duruşuyla Akşemsettin’i Padişah sanarak çiçekleri ona vermeye çalışıyor. Akşemsettin, atını geri geri çekiyor, göz ucuyla Padişahı göstererek;

—Sultan Mehmet O’dur, çiçekleri ona veriniz! demek istiyor.

Fatih de, çiçeklerle kendisine doğru yürüyenlere Akşemsettin’i göstererek;

—Gidiniz, gene ona veriniz, diyor. Sultan Mehmet benim ama O benim Hocamdır!  Çicekleri ona veriniz.

       Yavuz Sultan Selim’in ,sekiz ay süren Mısır seferi sonunda, dönüş yolculuğu başlamıştır. Yavuz Sultan Selim dönüşte hocası Anadolu Kazaskeri İbn-i Kemal’in yanında bulunmaktadır. Hem yol almakta hem de hocasına merak ettiği meseleleri sorup onun ilminden faydalanmaktadır. Ordu ilerlerken bir ara çamurla kaplı bir sahadan geçilir. Bu arada hiç beklenmedik bir hadise olur ve Kemalpaşa zade’nin atının ayağı sürçer. Yerden sıçrayan çamurlar Yavuz’un kaftanını kirletir. Herkesin yüreği ağzına gelmiş, ne olacağını birbirine sormaktadır. Büyük âlim Kemalpaşa zade ise başını önüne eğmiş, endişeli gözlerle beklemektedir. Koca Yavuz, değerli hocasının edebi ve mahcubiyeti karşısında kızarır ve ilme ne kadar değer verdiğini anlatan şu sözleri söyler: “Hocam üzülmeyiniz! Sizin gibi bir âlimin atının ayağından sıçrayan çamur bizim için bir ziynettir.” Ve kaftanını çıkarıp yaverine uzatırken: “Vasiyetimdir, öldüğüm zaman bu kaftanı sandukamın üzerine sersinler!” diye emir buyurur. Gerçekten de ulu hakanın vasiyeti yerine getirilmiş ve sözü edilen kaftan Yavuz Sultan Selim’in sandukasını süslemiştir.

              Baş öğretmen Mustafa Kemal ATATÜRK, İstiklal Savaşı’nda edindiği izlenimlere dayanarak bu savaşın sonunda “Milletimizi gerçek saadete ulaştıracak irfan ordusudur.” diyerek eğitimli olmanın, bilgi öğrenmenin önemini belirtmiştir. Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir.

Öğretmenler! Cumhuriyet sizden, fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister.

Eğitimdir ki, bir milleti hür, bağımsız, şanlı, yüksek bir toplum halinde yaşatır, veya bir milleti kölelik ve yoksulluğa terk eder. Öğretmenler yeni nesil sizin eseriniz olacaktır. Atatürk’ün bu sözleriyle öğretmene ne kadar değer verdiğini görmekteyiz.

                Evet dün olduğu gibi bu günde her zaman öğretmene hak ettiği değeri vermeliyiz. Toplumdaki saygınlığını korumalıyız. Unutmayalım ki hepimizin öğretmenleri olmuştu. Çocuklarımızın da öğretmenleri olacak.. Ülkemizin geleceği gençlerimizi yetiştiren öğretmenlerimize saygıda kusur etmeyelim.

              Hepinizin öğretmenler gününü kutlar, göreve yeni başlayan öğretmenlerimize başarılar diliyor. Emekli olan öğretmenlere de sağlıklı günler diliyor ve bu güne kadar ebediyete eren tüm öğretmenlerimizi de rahmetle anıyorum.

             Eflatunun bir sözüyle yazıma son vermek istiyorum,

Yeryüzünde barışı sağlayacak sihirli değnek analarla öğretmenlerin elindedir. Eğitim demek, vücutta ve ruhtaki güzelliği ve mükemmelliği son mertebesine kadar geliştirmek demektir.

Efkan Vural

 

Onların Arkadaşlıklarından Sakın!

​​

Onların Arkadaşlıklarından Sakın!

Cenâb-ı Hak buyuruyor:
“Müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinenler, onların yanında izzet (güç ve şeref) mi arıyorlar? Bilsinler ki bütün izzet yalnızca Allah'a aittir.” (Nisâ, 139)

Rasûlullah (sav) buyurdular:
“Kişi dostunun dîni üzeredir. Onun için her biriniz kiminle dostluk ettiğine dikkat etsin!” (Ebû Dâvûd, Edeb, 16/4833)


--

Prof. Dr. Mahmut Esad Coşan'a sormuşlar

Prof. Dr. Mahmut Esad Coşan'a sormuşlar


 
Soru: -- Bir insan İslam'ı biliyor, kendisi müslüman ama, namazlarında ihmalde bulunuyor. Ne dersiniz?


CEVAP: -- Namaz, oruç, hac, zekât veya diğer ibadetlerden bir tanesi yapılmadığı zaman, farz yerine getirilmediği zaman, Allah onu cezalandırır, günah yazar. Ama ne kadar ceza verecek, ne yapacak, kendisi bilir. Bazen bir küçük terbiyesizlikten dolayı, çatır çatır cehennemde yakar. Bazen de kulun gönlünün paklığından, temizliğinden dolayı affedebilir.

Yalnız, fıkıh kitaplarında, itikad kitaplarında yazılan şudur ki: Bir insan ibadetleri yapmasa, inancı itikadı olsa, İslam'dan çıkmaz. Müslümandır ama, günahkâr, kusurlu, eksikli, suçlu müslümandır. İşi Allah'a kalmıştır. Sonradan tövbe edip doğru yola geldiği zaman, eğer Allah affederse, affeder. Affetmezse; o ihmali kadar cehennemde yanar, azabını görür. Ondan sonra, imanı dolayısıyla kurtulur amma, Peygamber Efendimiz SAS'in bir hadis-i şerifini bu sözümün arkasından hatırlatıvereyim; diyor ki:

"Cehenneme düşmemeğe çalışın!.." Çünkü, cehenneme insan bir kere düştü mü, sonunda çıkacak bile olsa, --öyle bir şeyler söylüyor ki Peygamber Efendimiz, hesaplıyoruz-- milyonlarca sene kalıyor. En aşağı ikiyüzelli sene kalıyor.

Sonra, cehennemdeki azabları küçük görmemek lâzım!.. Cehennemde meselâ, cehennem ehlinin zakkum yiyeceği söyleniyor. Zakkumun dünyada bile zehir olduğunu artık gazetelerden anladınız. "Cehennemin zakkumundan bir damla dünya denizlerine damlasaydı, bütün dünya denizlerini zehir gibi acı yapardı." diye bildiriyor Peygamber Efendimiz... Cehennemde onu böyle, sabah akşam yiyen bir insanın ne ızdırab çekeceğini, ne azaplar göreceğini tahmin edebilirsiniz.

O bakımdan cehenneme düşmeyecek şekilde tedbir almak, akıllı insanların yapması gereken doğru iştir. Cenneti kazanmak için çalışmak çabalamak, akıllı insanların işidir. Günaha ancak cahiller cesaret eder. Yoksa, "Günahın büyüğü küçüğü olmaz!" diyor bazı büyüklerimiz... Çünkü, günahı kime karşı yapıyorsun? Kime asi geliyorsun? Allah'a...

Asi geldikten sonra, bakarsın Allah bir sille tokat indirtir ki, helâk olursun!.. İnsanın malına geliyor, arabasına geliyor, evine geliyor... Vücuduna amansız hastalık geliyor. O zaman diyar diyar şifa arıyor, çare arıyor. "Bunun çaresi nedir?" diye gözyaşları içinde arıyor. Sen ilkönce edepsizlik yaptın, bu ceza ondan geldi.

Onun için dünyada da çeker, ahirette de çeker. Bu hususlarda hiç bir kimse gevşek olmasın!..

http://www.namazzamani.net/turkce/esadcosan.htm



Ahmed Şahin - Böyle devrelerde ölmek mi, yaşamak mı hayırlı?

Ahmed Şahin - Böyle devrelerde ölmek mi, yaşamak mı hayırlı?


Ahmed Şahin
a.sahin@zaman.com.tr
 

Böyle devrelerde ölmek mi, yaşamak mı hayırlı?

 
Sahabeden sonra gelen tabiin devrinin maneviyat büyüklerinden Sevri, Yusuf bin Esbat, Vüheyb Hazretleri Basra’da bir araya gelmişler o günkü Müslümanlar arasında meydana gelen üzücü fitneleri konuşmaktalar. Hassas bir ruha sahip olan Sevri Hazretleri sohbet sırasında Emevi-Abbasi dindarları arasında meydana gelen üzücü fitneleri işaret ederek şöyle diyor:

- Açıkça söylemek gerekirse ben artık ölümü istiyorum. Çünkü toplumda kötülük ve fitneler her geçen gün çoğalıyor, onlara karışmamak için bir an önce buradan gitmeyi arzuluyorum!

Maneviyat büyüğü Yusuf bin Esbat Hazretleri ise karşı düşüncesini şöyle dile getiriyor:

- Ben ölümü istemiyorum. Çünkü yaşadığım müddetçe yapacağım ibadet ve tevbe istiğfarlardan biri kabul olabilir. Halbuki ölürsem böyle kabul olma ihtimali olan ibadet ve tevbe istiğfarlardan hiçbirini yapmamış olurum. Bu sebeple ben ölmenin değil, yaşamanın hayırlı olacağını düşünüyorum.

Söz sırası maneviyat büyüğü Vüheyb Hazretleri’ne gelmişti. O da açıklanan her iki görüşe de karşı olan düşüncesini şöyle açıkladı:

- Ben peşinen ne ölmeyi isterim ne de kalmayı. Allah’ın takdiri benim için ne ise ona teslim olmuşum. O neyi hakkımda takdir etmişse onu diler, onu beklerim. Ben kendime göre bir tercih yapmayı uygun bulmam!

Bu cevaptan çok memnun olan Sevri Hazretleri, iki dizi üzerine gelerek dedi ki:

- Vallahi içimizde en doğrusunu sen söyledin! Sen ruhanilerin sözleriyle bağladın bizi. Doğrusu, Rabb’imizin hakkımızdaki takdirine teslim olmaktır. Takdirine teslim olanları Rabb’imiz mahrum bırakmaz.

Evet en doğru tercih de bu olmalıdır. Rabb’imizin hakkımızdaki takdirine tam bir tevekkülle teslim olmak, onun takdirini sabırla, sebatla beklemek. Ancak bu bekleyiş gaflet içinde olmamalı, hazırlıksız şekilde geçmemelidir. Hayatın her gün ve anı ebedi hayatı kazanma yolunda harcanmalıdır ki, hayat hedefini bulsun, gayesine ersin.

Günümüzde hayatı yorumlayanlar gittikçe çoğalan ani ölümleri bir bakıma hayra alamet gibi görmekteler. Sıkıntı çekmeden, kimselere yük olmadan, ele avuca düşmeden aniden gitmek herhalde güzel bir gidiş olmalıdır, demekteler.

Ama ani gidişleri hayra alamet gibi görmeyenler de vardır. Çünkü diyorlar, ahiret hazırlığı yapmadan, üzerindeki hakları yerine vermeden, tevbe istiğfarla manevi temizlenmeyi temin etmeden gitmek... herhalde hayırlı bir gidiş olmasa gerektir yorumu yapmaktalar.

Bundan dolayı maneviyat büyükleri, mü’minleri ikaz ederken hep fikren ve fiilen hazırlıklı yaşamayı tavsiye ederek diyorlar ki:

-Hazırlıklı yaşayan mü’min için ani ölüm rahmettir. Yeter ki hazırlıklı halde yaşasın, ani ölümü hazırlıklı yaşayışıyla hakkında hayra çevirmeyi başarsın. Yoksa gaflet içinde yaşarken aniden ölmeyi hayırlı bir gidiş olarak görmek makul da olmaz, meşru da sayılmaz.

Anlaşılan odur ki, insan her an, mümkün ve muhtemel olan emaneti teslim etme gerçeğini hatırında tutar da fikren ve fiilen hep hazırlıklı yaşarsa, onun ani ölümünden endişe edilmez. Zira onun ölümündeki anilik dıştadır, içte değildir. O mü’min, kendi içinde hep hazırlıklı bulunuyor, her vakit tevbe istiğfar hissi içinde uyanık bekliyor. İşte böyle hazırlıklı yaşayan mü’min için ani ölüm bir tehlike teşkil etmeyebilir. Hatta rahmet bile sayılabilir.

Bundan dolayı, uzun hastalıklardan sonra ölenlerin hep hazırlıklı öldüğü, manen temizlenerek gittiği yorumu yapılır, fikren ve zihnen ciddi tevbe, istiğfarlarla gittiği kabul edilir.

Resulü Ekrem (sas) Efendimiz, hazırlıklı da olsa, ölümü istemeyi tavsiye etmiyor. Şayet bir insan, maruz kaldığı sıkıntı ve musibetlerden dolayı hayatından usanmışsa:

- Rabb’im, yaşamam hayırlı ise yaşat, ölmem hayırlı ise öldür, diye dua etmeli, mutlaka ölümü istememelidir, buyuruyor. Çünkü ölmekle sevap defteri kapanıyor, yaşamakta ise kapanma yoktur, her an sevapların yazılması mümkün ve muhtemel. Zaten yaşamaktan gaye de ebedi hayat sermayemiz olan sevaplarımızı çoğaltmaktır. Öyle ise şimdi düşüme zamanıdır! Nasıl yaşıyoruz? Hazırlıklı mı, hazırlıksız mı?
 
 
 

24 Kasım 2014 Pazartesi

Haftanın Kuran-ı Kerim mesajları – 22


Haftanın Kuran-ı Kerim mesajları – 22


 


1 - Rum sûresi 31,32. âyet

 

Başka her şeyden geçerek O’na tam gönül verin, O’na karşı gelmekten sakının, namazı hakkıyla ifa edin! Ve asla dinlerini parça parça edip kendileri de öbek öbek olan o müşriklerden olmayın! Öyle ki her hizip, kendi yanındakiyle böbürlenmektedir.

 

***************

 

2 - Kamer sûresi 4. âyet


Oysa onlara kendilerini inkârdan vazgeçirecek ibretler ihtiva eden nice olaylar bildirilmişti!

 

***************

 

3 - Kureyş sûresi 1-4. âyetler


Kureyş’i ısındırıp alıştırdığı; onları kışın (Yemen’e) ve yazın (Şam’a) yaptıkları yolculuğa ısındırıp alıştırdığı için, Kureyş de, kendilerini besleyip açlıklarını gideren ve onları korkudan emin kılan bu evin (Kâbe’nin) Rabbine kulluk etsin.

 

***************

 

4 - Zuhruf sûresi 80. âyet


Yoksa onların sırlarını ve gizli konuşmalarını duymadığımızı mı sanıyorlar? Hayır öyle değil, yanlarındaki elçilerimiz (melekler) yazmaktadırlar.

 

*****************

 

5 - Teğabun sûresi 17. âyet

 

Eğer Allah’a ödünç verirseniz O sizin için, onun kârını kat kat artırarak verir, hem de sizin günahlarınızı bağışlar. Çünkü Allah şekûr’dur, halîmdir (küçük iyiliklerden ötürü bile büyük mükâfat verir, müsamahakârdır, cezalandırmada acele etmez).

 

******************

 

6 - Felak sûresi 1-5. âyet

 

De ki: “Yarattığı şeylerin kötülüğünden, karanlığı çöktüğü zaman gecenin kötülüğünden, düğümlere üfleyenlerin kötülüğünden, haset ettiği zaman hasetçinin kötülüğünden, sabah aydınlığının Rabbine sığınırım.

 

********************

 

7 - Müzzemmil sûresi 17. âyet

 

Kâfirliğinizde devam ederseniz, dehşetinden çocukları birden ak saçlı ihtiyarlara çevirecek o günden kendinizi nasıl koruyabilirsiniz?

 

********************

 

8 - Vakıa sûresi 58,59. âyet

 

Şimdi düşünsenize o akıttığınız meniyi! Onu yaratıp insan haline getiren siz misiniz, yoksa Biz miyiz?

 

********************

 

9 - İsra sûresi 70. âyet

 

Gerçekten Biz Âdem evlatlarını şerefli kıldık, karada ve denizde kendilerini taşıyacak vasıtalar nasib ettik, onlara helâl ve hoş rızıklar verdik ve onları yarattığımız varlıkların çoğuna üstün kıldık.

 

*******************

 

10 - Hadid sûresi 24. âyet

 

Böyleleri hayır işlerinde hem kendileri cimri davranır, hem de başkalarına cimriliği öğütlerler. Ama bunlar bilsinler ki kim malını Allah yolunda harcamaktan yüz çevirirse Allah ganîdir, hamîddir (hiçbir şeye ihtiyacı olmayan müstağnîdir, her türlü hamd ve övgüye lâyıktır).

 

 

 

 

 

Öğretmenlikle ilgili çok güzel bir hikaye:

Öğretmenlikle ilgili çok güzel bir hikaye:




"Bir yıl sonrasını düşünüyorsan tohum ek, on yıl sonrası için ağaç dik, yirmi yıl sonrayı düşünüyorsan, insan yetiştir. "

(Yarınlarımızı ve geleceğimizi hazırlayan tüm öğretmenlerimizin öğretmenler gününü kutlar, yaşınız ne olursa olsun tüm öğretmenlerimizin ellerinden saygıyla öperim.)

Öğretmenlikle ilgili yıllar önce okuduğum güzel ve ayrıca bizim için çok büyük dersler içeren bir hikayeyi aktarmak istiyorum.

Öğretmenin adı bayan Thompson du ve 5.sınıf öğrencilerinin önünde ayakta durduğu ilk gün onlara bir yalan söyledi. Çoğu öğretmen gibi, onlara baktı ve hepsini aynı derecede sevdiğini söyledi. Bu mümkün değildi, çünkü orada en önde, sırasına adeta çökmüş gibi oturan küçük bir öğrenci vardı. Adı Teddy Stoddard. Bir önceki yıl, bayan Thompson,Teddy i gözlemiş, onun diğer çocuklarla oynayamadığını; giysilerinin kirli ve kendinin de hep banyo yapması gereken bir halde olduğunu görmüştü ve Teddy mutsuz da olabilirdi.

Çalıştığı okulda bayan Thompson, her öğrencinin geçmişteki kayıtlarını incelemekle de görevlendirilmişti ve Teddy nin bilgilerini en sona bırakmıştı. Onun dosyasını incelediğinde şaşırdı. Çünkü; birinci sınıf öğretmeni: Teddy zeki bir çocuk ve her an gülmeye hazır.

Ödevlerini düzenli olarak yapıyor ve çok iyi huylu…

Ve arkadaşları onunla olmaktan mutlu… diye yazmıştı.

İkinci sınıf öğretmeni: Mükemmel bir öğrenci, arkadaşları tarafından sevilen, fakat evde annesinin amansız hastalığı onu üzüyor ve sanırım evdeki yaşamı çok zor.. diyordu.

Üçüncü sınıf öğretmeni: Annesinin ölümü onun için çok zor oldu. Babası ona yeterince ilgi gösteremiyor ve eğer birşeyler yapılmazsa evdeki olumsuz yaşam onu etkileyecek.“ diye yazmıştı.

Dördüncü sınıf öğretmenine gelince: Teddy içine kapanık ve okula hiç ilgi göstermiyor, hiç arkadaşı yok ve bazen sınıfta uyuyor. demişti. Şimdi bayan Thompson sorunu çözmüştü ve kendinden utanıyordu. Öğrenciler ona güzel kağıtlara sarılmış süslü kurdelelerle paketlenmiş yeni yıl hediyeleri getirdiğinde kendini daha da kötü hissetti.

Çünkü Teddy nin armağanı kaba kahverengi bir kese kağıdına beceriksizce sarılmıştı. Bunu diğer öğrencilerin önünde açmak ona çok acı verdi. Bazıları, paketten çıkan sahte taşlardan yapılmış, birkaç taşı düşmüş bileziği ve üçte biri dolu parfüm şişesini görünce gülmeye başladılar, fakat öğretmen, bileziğin ne kadar zarif olduğunu söyleyerek ve parfümden de birkaç damlayı bileğine damlatarak onların bu gülmelerini bastırdı. O gün okuldan sonra Teddy öğretmenin yanına gelerek; Bayan Thompson, bugün hep annem gibi koktunuz dedi.

Çocuklar gittikten sonra öğretmen yaklaşık bir saat kadar ağladı. O günden sonra da çocuklara okuma, yazma, matematik öğretmekten vaz geçerek onları eğitmeye başladı. Teddy ye özel bir ilgi gösterdi.

Onunla çalışırken zekasının tekrar canlandığını hissetti. Ona cesaret verdikçe çocuk gelişiyordu. Yılın sonuna dek, Teddy sınıfın en çalışkan öğrencilerinden biri olmuştu. Öğretmenin, hepinizi aynı derecede seviyorum yalanına karşın Teddy, onun en sevdiği öğrenci olmuştu.

Bir yıl sonra, kapısının altında bir not buldu, Teddy dendi. Tüm yaşantısındaki en iyi öğretmenin kendisi olduğunu yazıyordu. Ondan yeni bir not alana kadar 6 yıl geçti. Notunda liseyi bitirdiğini ve sınıfındaki üçüncü en iyi öğrenci olduğunu ve bayan Thompson un halâ hayatında gördüğü en iyi öğretmen olduğunu yazıyordu.

Dört yıl sonra, bir mektup daha aldı Teddy den. O arada zamanın onun için zor olduğunu çünkü üniversitede okuduğunu ve çok iyi dereceyle mezun olmak için çok çaba sarfetmesi gerektiğini yazıyordu. Ve bayan Thompson halâ onun hayatında tanıdığı en iyi öğretmendi.

Daha sonra dört yıl daha geçti ve bir mektup daha geldi. Çok iyi bir dereceyle üniversiteden mezun olduğunu ama daha ileriye gitmek istediğini yazıyordu. Ve halâ bayan Thompson onun tanıdığı ve en çok sevdiği öğretmendi.

Bu kez mektubun altındaki imza biraz daha uzundu. Theodore F.Stoddard Tıp Doktoru. Bu hikaye burda bitmedi.



İlkbaharda bir mektup daha aldı bayan Thompson. Teddy hayatının kızıyla tanıştığını ve evleneceğini yazmıştı. Babasının birkaç yıl önce öldüğünü, bayan Thompson un düğünde damadın anne ve babası için ayrılan yere oturup oturamayacağını soruyordu. Tabii ki oturabilirdi. Tahmin edin ne oldu?

Bayan Thompson törene giderken özenle sakladığı birkaç taşı düşmüş olan o bileziği taktı, Teddy nin ona verdiği ve annesi gibi koktuğunu söylediği parfümden sürmeyi de ihmal etmedi. Birbirlerini sevgiyle kucaklarlarken, Teddy, onun kulağına Bana inandığınız için çok teşekkürler bayan Thompson, kendimi önemli hissetmemi sağladığınız için ve beni böyle değiştirdiğiniz için de… diye fısıldadı.

Bayan Thompson gözünde yaşlarla ona karşılık verdi:
Yanılıyorsun Teddy… Ben değil, sen bana öğrettin. Seninle karşılaşıncaya kadar ben öğretmenliği bilmiyormuşum..!

Evet bütün Öğretmen arkadaşların Öğretmenler Gününü kutluyorum.