30 Eylül 2015 Çarşamba

Ahmed Şahin - Kurbanı gününde kesmeyen, resimli tişörtle namaz kılan...

Ahmed Şahin - Kurbanı gününde kesmeyen, resimli tişörtle namaz kılan...


Ahmed Şahin
 
 
AİLE-SAĞLIK

 

Kurbanı gününde kesmeyen, resimli tişörtle namaz kılan...


Önce en yakın sorudan başlayalım izin verirseniz.

Soru: Bayramda kurban kesmeye niyetli iken maruz kaldığımız ani hastalık sıkıntılarından dolayı kurbanı düşünmeye fırsat bulamadık. Hesapta olmayan bu ani meşguliyetlerimizi bitirdikten sonra nefes alıp kurbanımızı hatırlar hale geldik, sıra kurbanımıza geldi diye düşündüğümüz gün ise baktık ki, kurbanın kesim günü olan üç bayram günü bitmiş, biz kesim gününden sonraya kalmışız. Bunu, bizi istila ve işgal eden hastane giriş çıkışlarından sonra anladık. Şimdi kendimizi kurban borçlusu gibi görmekteyiz. Bayramın üç günü içinde kesilemeyen kurbanların sorumluluğundan kurtulma çaresi yok mu? Bu ihmalimizin bayramdan sonra telafisi mümkün olmaz mı? Olursa nasıl olur?

Cevap: Kurbanını bayramın üç günü içinde kesemeyen zengin kimse, bayramdan sonraki günlerde varsa kurbanın kendisini, yoksa kurbanın tutarı olan parayı yoksullara sadaka olarak dağıtır, vacib olan kurbanı ihmalinden dolayı da tövbe istiğfar ederek sorumluluğunu telafiye çalışır.

Eğer kurbanını gününde kesemeyen bu kimse, kurban kendisine vacip olmadığı halde nafile olarak kurban kesmeyi düşünen biri ise nafile kurban mecburi olmadığından bir şey ödemesi de söz konusu olmaz. Vacip bir kurbanı ihmal eden gibi sorumlu saymaz kendini. Eğer kurbanı satın almış olsaydı, kurbanı kendisine vacip hale getirmiş olurdu. Mevcut kurbanı onun da yoksula vermesi gerekirdi.

Soru: Çocuklarımıza bayramlık olarak aldığımız tişörtlerin üzerinde insan veya hayvan resimleri de görünmektedir. Bu gibi resimli giysilerle camide namaz kılarken arkadaki kimse rahatsız oluyor, böyle resimli giysilerle namaz kılmak caiz olmaz, diye ikaz da ediyorlar gençleri. İnsan veya hayvan resimli tişörtlerle kılınan namazlara siz nasıl bakıyorsunuz? Gerçekten de caiz olmaz mı?

Cevap: Canlıya ait boy resimlerinin göründüğü tişörtlerle kılınan namaza ‘caiz olmaz' demek, çok ağır bir uyarı olur gibi geliyor bana. Canlılara ait boy resimlerle süslenmiş giysileri tercih etmek, namazı mekruh hale getirmek olur, diyerek yumuşak uyarıda bulunmak gerekirdi, diye düşünüyorum. Çünkü canlıya ait boy resimlerinin kıble cihetinde asılı bulunduğu odada namaz kılmanın mekruh olacağı konusunda fıkıh kitaplarımızda kesin uyarılar vardır.

Duvarda asılı bulunan boy resimleri önde değil de yan taraflarda bulunursa mekruhluk azalır, arkada bulunursa daha da azalır, tenzihi mekruh haline iner.

Bakınca pek görünmeyen yarım ve küçük resimler ise vesikalık resimler gibi caiz görülebilir.

Resimli giysilerin üzerine ceket gibi resimsiz bir şey giyip resimleri örterek görünmez hale getirerek ibadet emekte ise isabet vardır, mahzur söz konusu olmaz.

Soru: Farz namazların üçüncü ve dördüncü rekatında sadece Fatiha okumakla yetiniyoruz, zammı sure okumuyoruz. Şayet unutur da baştaki iki rekat gibi Fatiha'dan sonra ayet veya zammı sure okursak rukua eğilme farzını tehir ettiğimiz için sehiv secdesi gerekmez mi? Yoksa buna rağmen hiçbir şey lazım gelmez mi? Bunun için mi burada yanlışlıkla da olsa zammı sure okuyanlar sehiv secdesi yapmıyorlar?

Cevap: Peygamberimiz, farz namazların 3. ve 4. rekatında sadece Fatiha okumakla yetinmiş, zammı sure okumamıştır. Bu sebeple Fatiha okumak sünnet olmuştur. Zammı sure okumak söz konusu olmamıştır. Okunursa kıyam hali kıraat mahalli olduğundan dolayı okunan bu zammı sure sehiv secdesi gerektirmez, denmiştir.
 
 
 
 

29 Eylül 2015 Salı

Ahmed Şahin - Kimse kendini garantide görmesin, ümidini de kesmesin!

Ahmed Şahin - Kimse kendini garantide görmesin, ümidini de kesmesin!


Ahmed Şahin
 
 
AİLE-SAĞLIK

 

Kimse kendini garantide görmesin, ümidini de kesmesin!


“Benim günahım öyle affedilecek gibi değildir.” diyerek ümitsizlik içinde inleyen okuyucuma diyorum ki: Kimse şu anki yanlışına bakıp da ümidini kesmesin, ama kimse de şu andaki iyiliğine bakıp da kendini garantide görmesin.

Hemen herkes sonunu düşünsün, sonunu! Tıpkı vahiy kâtibi Abdullah bin Saad'ın yaşadığı müthiş iniş çıkışlardan sonra hayatına koyduğu son noktada olduğu gibi.

Hemen herkese mesaj veren vahiy kâtibinin müthiş çıkış ve düşüşlerden sonra hayatına koyduğu son noktayı birlikte bir daha ibretle okuyalım isterseniz.

Abdullah bin Saad, Mekke'de müşriklerden biri iken yaptığı vicdan muhasebesi sonunda İslam'a girme kararı almış, hatta bu uğurda hicreti bile göze alarak Medine'ye de göçüp çok iyi bildiği Arapçasıyla da vahiy kâtipleri arasına girme saadetine bile erişmişti. Sakın, ‘ne mutlu, ne bahtiyar adam!' diye hemen peşin hüküm vermeyin. Siz, işin sonuna bakın, sonuna!

Diyeceksiniz ki, ‘Vahiy kâtibi olmuş, bu işin önü sonu olur mu?' Elbette olur. İmtihan dünyasıdır bu. Bakalım vahiy kâtibi zat, nerelere kadar yükseliyor, tekrar nerelere kadar alçalıyor ve nihayet son nefesini de nerede veriyor, son noktayı nerede koyuyor? Mühim olan sonu, son noktayı nerede nasıl koyduğu!

‘Hayırla uğraşanların çok muzır manileri olur.' deniyor. Vahiy kâtipliğine kadar yükselmiş kimsenin de çok muzır manileri olacaktır elbette. Başta şeytanı ve nefsi onunla daha çok uğraşacaktır. Nitekim uğraşmış da. En sonunda Medine'de Müslümanların kendisinin kıymetini bilmedikleri yolunda vesveseye kapılan Abdullah, ne yapar biliyor musunuz?

-Vahiy kâtipliğini bir yana bırakır, geldiği Mekke'ye gerisin geriye döner. Tekrar müşrik dostlarının arasına karışıp onlarla birlikte Rasûlullah'ın (sas) aleyhine faaliyete geçer. Bakın neler söyler:

-Ben gelen vahyi yazarken kendimden de sözler yazardım. Esasen bana da vahiy geliyor, ben de benzeri sözleri söylüyor, yazıyordum Kur'an ayetleri diye!

Efendimiz (sas), Mekke'nin fethinde, ‘Kâbe'nin örtüsü altına sığınsa bile vahye şüphe düşüren Abdullah bin Saad'ın cezalandırılmasını' emretti.

Bu emirden sonra aklı başına gelen Abdullah, yaptığının ne büyük bir yanlış olduğunun farkına varıp düşünmeye başladı. Ama iş işten geçmiş, katli için emir çıkmıştı.

Abdullah vahiy kâtipliği yaptığı sıralarda yakından tanıdığı Rasûlullah'ın (sas) merhamet ve şefkatini biliyordu. Küfre girmiş olmasına rağmen ümidini kesmemişti. Süt kardeşi olan Hazreti Osman'a müracaatla, süt kardeşliğinin hakkı için kendisine sahip çıkıp Rasûlullah'ın huzuruna çıkarmasını rica etti. Hz. Osman bütün riski üzerine alarak Abdullah'ı, Efendimiz (sas)'in huzuruna çıkardı. Pişmanlığını anlatan Abdullah, bağışlanmasını istedi.

Önce müşrik iken mü'min olan, vahiy kâtipliğine kadar da yükselen, ondan sonra da tekrar irtidad edip bir sürü yalanlar uydurarak vahye şüphe düşürmeye yönelen, şimdi de yeniden tövbe edip bağışlanmasını dileyen Abdullah'ı dinleyen Efendimiz (sas) Hazretleri, bir müddet sessiz kaldı, sonra Abdullah'ın samimiyetinin derinliğine bakarak affetti.

Tıpkı Hamza'nın katili Vahşi'yi, Ebu Cehil'in oğlu İkrime'yi de affettiği gibi. Sonra ne mi oldu?

Baştan dedik ya, ‘kimse hatasının büyüklüğüne bakıp da ümidini kesmesin, artık benden adam olmaz demesin' diye.

Bundan sonra İslâm için yapılan bütün savaşlarda hem de en önlerde savaşan Abdullah, ne diyordu bakın:

-Benim günahım çok büyük, öyle ise hizmetim de öyle büyük olmalıdır, diyor, dilinden düşürmediği duasında ise hep şöyle yalvarıyordu:

-Rabb'im! Beni namaz dışında iken huzuruna çağırma, hem de vakitlerin en eşrefi olan sabah namazında iken gönder meleğini, secdede iken alsın benden emanetini?

Böylesine büyük hatadan sonra kabul oldu mu dersiniz bu duası?

Dedik ya, ‘Kimse günahının büyüklüğüne bakmasın, dönüşündeki samimiyetine nazar etsin' diye. Bakın nasıl oldu Abdullah'ın sonu...

Müslümanlar arasında çıkan fitnelerden hiçbir tarafa karışmadan Mısır'ın Askalan şehrinde inzivaya çekilerek kendini ibadete veren Abdullah, bir sabah namazının sonunda tahiyyata oturdu, salavatları okudu, hatta sağına da selam verdi, soluna selam vereceği sırada bir deprem hissetti bedeninde. Hemen Allahü Ekber! diyerek tekrar secdeye gitti. Gidiş o gidiş oldu. Son sözü tekbir, son hareketi de alnını yere koyduğu secdesi oldu. Aynen dualarında dilediği gibi... (H. 36)

Demek ki insan ne kadar hata yapsa da dönüş yolu hep açıktır. Yeter ki halis bir iltica, samimi bir dönüş isteği olsun. Rabb'imiz samimi şekilde dönüş yapanları affediyor. İşte böyle çeşitli iniş çıkışlardan sonra Abdullah'ın dönüşü, son noktayı da secdede koyuşu gibi.
 
 
 
 

28 Eylül 2015 Pazartesi

O’nun keremi İnanmayanlara da

O’nun keremi İnanmayanlara da

 
Hüseyin Gültekin - [İslami Hayat]

h.gultekin@meydangazetesi.com.tr
25 Eylül 2015, 01:41

Allah’ın kerem ve merhameti, suçlu-suçsuz herkese ihsanda bulunmayı gerektirir. Dolayısıyla bu dünyada, Allah’a inanmayan veya O’nun emirlerine karşı gelen insanlar bile kereminden istifade eder. Ancak Rabbimizin bir de İzzet ve Celâl sıfatları vardır ki, bunlar da O’nun emirlerine karşı edepsizlik edenlerin cezalandırılmasını gerektirir. Oysa baktığımızda birçok suçlunun cezasız kaldığını veya suçunun cezasını tam olarak çekmeden kurtulduğunu görürüz. Demek ki İzzet ve Celâl sahibi Rabbimiz, onların cezasını, ahiret âlemine bırakıyor. En büyük mahkemede yargılanmak üzere cezalarını erteliyor.

Eğer suçlular cezalarını tam olarak görmezlerse bu durum hem O’nun İzzet ve Celâl’ine yakışmaz hem de mazlum olanlara gösterdiği merhamete uygun düşmez. Bu bakımdan Cenab-ı Hakk’ın hem Rahmaniyeti ve Rahimiyeti hem de İzzet ve Celâl’i, ahiret âleminin kurulmasını ve herkesin hakkının tam olarak verilmesini gerektirir.

Kurban kesmede maksat ne olmalı?


Cenab-ı Hak, Yüce Kitabında şöyle buyurmuştur: “Unutmayın ki (kurbanlarınızın) ne etleri ne de kanları asla Allah’a ulaşacak değildir.  Lâkin O’na ulaşan tek şey, kalplerinizde beslediğiniz takvadır, Allah saygısıdır.” (Hac, 22/37) Ayette de belirtildiği gibi kesilen kurbanlarda hedef; ihlas, takva ve Allah’a yaklaşmak olmalıdır. Bu maksat ve gaye olmadıktan sonra kesilip dağıtılan etlerin, kanların Allah nezdinde bir değeri yoktur. Zira Allah’ın, insanın yaptığı hiçbir ibadete ihtiyacı olmadığı gibi, keseceği kurbana da ihtiyacı yoktur.

O’nun katında makbul olan şey, insanın ihlas ve samimiyetidir. Bunun için bu ibadet görevimizi de ifa ederken Allah’ın hoşnutluğunu kazanmayı hedeflemeli ve kestiğimiz kurbanla, Allah’a karşı yeri geldiğinde en değerli varlıklarımızı da O’nun yolunda feda edebileceğimizi göstermeliyiz.

Anne duası


Genç yaşında manevi yolda büyük dereceler kat eden Bayezid Bestamî Hazretlerine, bu mertebeye nasıl ulaştığı sorulunca o, şöyle cevap verdi: “Annem, yaşlı ve hasta idi. Soğuk bir kış gecesi benden su istedi. Ben hemen uykudan uyanıp anneme su almak için dışarı çıktım. Bakır bir tasla dışarıdan suyu alıp da içeri girdiğimde annemi uyumuş buldum.

Uykusundan uyandırmaya kıyamadım ve başucunda beklemeye başladım. Bir müddet sonra annem uyanıp da benden su isteyince hemen elimdeki buz gibi tası uzattım. Tasla beraber elimin derisinin kavladığını gören annem halime çok üzüldü ve ağlayarak şöyle dua etti:

‘Ya Rab! Sen bu fedakâr oğlumu görüyorsun, ne söyleyeyim Ya Rabbi, ne söyleyeyim, ne söyleyeyim’ diye üç defa seslendikten sonra, ‘Allah’ım onu aziz eyle’ deyip elini yüzüne sürdü. O geceden itibaren bende bazı değişiklikler olduğunu fark etmeye başladım. Cenab-ı Allah, annemin duası hürmetine bu mertebeye beni lâyık gördü.”
 
 
 

26 Eylül 2015 Cumartesi

Hekimoğlu İsmail - Artık dualarımız değişmeli…

Hekimoğlu İsmail - Artık dualarımız değişmeli…


Hekimoğlu İsmail
AİLE-SAĞLIK

Artık dualarımız değişmeli…


İslamiyet âleme rahmettir; her şey bu rahmet içindedir. Ancak iman, amel ile takviye edilmezse her an bir tehlike söz konusu demektir.

İman, sevdiğin şeyi kurban etmektir. Sevdiğimiz; para olur, mevki olur, alışkanlıklar olur. Mesela Musa (as), “İnek kesiniz.” dediğinde aslında Mısırlıların taptığı bir mabud kesiliyordu. İbrahim (as), elinde bıçak çok sevdiği oğlu İsmail'i kurban edecekken; Allah, “İmtihanı kazandın ey İbrahim” deyip ona bir koç gönderdi. Peygamber, oğlunu değil, koçu kurban etti.

İşte zekât verip kurban kesen de “sevdiğini vermiş” olur. Peygamberlerin yaptıkları bir talimdir, egzersizdir, örnektir. Çünkü Allah'ı sevmenin alameti O'na itaat etmektir.

Mesela diğerkâmlık başkalarına yardımcı olmaktır, bu yönüyle ibadettir. İbadet, insanın imanını, itikadını güçlendirir, başkalarına karşı sorumluluk duygusunu geliştirir ve insanı güvenilir kılar. İnsan sevdiği mallarını Allah için, İslam için sarf ederse imanındaki samimiyeti anlaşılır.

Kurban Bayramı'nda paramızla kurban aldık, kesip dağıttık; hem iktisadi hem sosyal bir harekettir; hayatımızı tanzim eden bir hareket… Aynı zamanda bir diğerkâmlık örneğidir, çünkü insan parasına, malına sahip çıkmak ister. Diğer taraftan köylü hayvan besledi, şehirli aldı kesti. Köylü para kazandı, fakir et yedi, zengin sevap kazandı. Şimdi fakir olan İslam ülkelerine kurban gönderiliyor, milletler arası kardeşlik kuvvetlendiriliyor. Kâr içinde kâr…

Bugün pek çok insan kötü alışkanlıklarının kurbanı oluyor. Bunun için ‘kurban' kelimesini biraz daha genişletelim; mesela, “Allah'ım, bu Kurban Bayramı'nda kötü alışkanlıklarımı kurban ediyorum kabul buyur...” deyip, tövbe, istiğfar ederek günahlarımızı da kurban edelim. ‘İslamiyet itaattir' sırrınca, İbrahim(as)'ın Allah'a itaat ettiği gibi biz de itaat edelim; “Oruç tut!”, “Baş üstüne!”; “Kurban kes!”, “Baş üstüne!”...

Nasıl ki milli bayramlar askeri zaferlerin bayramıysa dini bayramlar da şeytana galip gelmenin bayramlarıdır. Mesela Ramazan'da nefsimizle savaştık, nefsimize karşı zafer kazandık. Ramazan bayramı geldi geçti; kurbanla beraber, tevbe istiğfar edip, günahlarını kurban eden adam o haramı kurban etti; işte bu, şeytana karşı kazanılmış galibiyettir. Çünkü tövbeyle sildiğimiz her günah, şeytana karşı bir zaferdir. O zaman Kurban Bayramı olur, şeytanın şerrinden kurtulma bayramı; bu bayramlar Allah'a itaat etmenin bayramları.

Bugün meziyetlerin rezaletlere kurban edildiği bir dünyada yaşıyoruz. Esir Müslümanlar, birbiriyle savaşan Müslümanlar, geri kalmış İslam ülkeleri, İslam ülkelerinde insan haklarına hasret kalanlar… Müslüman olarak Kurban Bayramı'nı kutluyoruz!..

Şahsi menfaatine başkasının menfaatini kurban edenler; şahsi zevkleri için başkalarını ağlatanlar; sevapları haramlara kurban edenler, bunların hepsi medeni asrın çirkin görüntüleri…

Artık dualarımız değişmeli. Seccadeyle tezgâhın, okulla caminin, Müslüman'la İslamiyet'in bütünleşmesi ve Allah diyenlerin, Allah'ın Kitabı'nı öğrenmesi için dua etmeliyiz.

Coğrafi bakımdan zengin ülkemizde fakir yaşamamak için; ilimle, teknikle ve İslam ahlakıyla süper güç olmak için dua etmeliyiz.

Artık dil ile yapılan duaların yanına fiili duaları eklemenin zamanıdır.

Tembellikle, cehaletle, beceriksizlikle hiçbir yere varılamayacağını bilmenin zamanıdır.

Bayramları bayram yapan Allah'a itaattir; “İmtihanı kazandın ey İbrahim!” müjdesinin peşine düşme zamanıdır.
 
 
 
 

25 Eylül 2015 Cuma

Namaz tesbihatının faziletini ne kadar biliyoruz

Namaz tesbihatının faziletini ne kadar biliyoruz

 
Cemil Tokpınar

c.tokpinar@meydangazetesi.com.tr
25 Eylül 2015, 01:40

Bugünkü yazımızda namazdan sonra yaptığımız tesbihatın fazileti üzerinde duracağız. Peygamber Efendimizin (s.a.v.) hiç terk etmediği bu sünnet hakkında Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri şöyle diyor:

“Namazdan sonraki tesbihatlar tarikat-ı Muhammediyedir (s.a.v.) ve velayet-i Ahmediyenin (s.a.v.) bir evradıdır. O noktadan ehemmiyeti büyüktür. Sonra, bu kelimenin hakikati böyle inkişaf etti: Nasıl ki, risalete inkılap eden velayet-i Ahmediye (s.a.v.) bütün velayetlerin fevkindedir. Öyle de, o velayetin tarikatı ve o velayet-i kübranın evrad-ı mahsusası olan namazın akabindeki tesbihat, o derece sair tarikatların ve evradların fevkindedir.” (Kastamonu Lâhikası)

Demek ki, namazdan sonra yapılan tesbihatlar, bir bakıma Efendimizin (a.s.m.) tarikatını temsil etmektedir ve O’nun evradıdır.

Acaba her namazdan sonra birkaç dakikamızı alan bu tesbihatı yapmaktan alıkoyan basit meşguliyetlerle nasıl bir hazineyi kaybettiğimizin farkında mıyız?

Günlük zikrimizi ihmal etmeyelim


Maalesef birçok kimsenin ihmal ettiği tevhitle ilgili şu zikri de hatırlatalım. Efendimiz (s.a.v.) bir hadiste şöyle buyurur:

“Kim sabah ve akşam namazlarından sonra yerinden kalkmadan on defa ‘Lâ ilâhe illallâhu vahdehû lâ şerîke leh, lehü’l-mülkü ve lehü’l-hamdü yuhyî ve yümîtü ve hüve hayyün lâ yemûtü bi-yedihi’l-hayr ve hüve alâ külli şey’in kadîr’ (Allah’tan başka ilah yoktur. O birdir ve O’nun ortağı yoktur. Mülk O’nundur ve hamd O’nadır. Diriltir ve öldürür. O diridir, ölmez. Hayır O’nun elindedir. O her şeye kadirdir) derse, kendisine on sevap yazılır, on günahı silinir ve on derece yükseltilir. O gün her kötülükten muhafaza içinde olur, şeytandan korunur. O gün ona, Allah’a ortak koşmaktan başka hiçbir günah yapışmaz.” (Tirmizî, Daavât: 63)

Bu muhteşem müjdelere ve nimetlere kavuşmak için birkaç dakikamızı ayırmak zahmet midir? Bunu terk ederek meşgul olduğumuz hangi şey bu faziletlerin yerini doldurabilir?

33’ler tesbihine başlamadan önce okunan Ayete’l-Kürsî de çok faziletlidir.

Bu hususta Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurur:

“Her kim, her farz namazın arkasından Ayete’l-Kürsi’yi okursa, cennete girmesine ölümden başka bir şey engel olmaz.” (Münavî, Feyzu’l-Kadir, 6/197)

Dünya büyüklüğünde bir zikir meclisi


 Bediüzzaman, namaz tesbihatını, Efendimizin (s.a.v.) yönettiği ve milyonlarca Müslümanın aynı anda zikrettiği dünya büyüklüğünde bir zikir meclisine benzetmektedir. Demek ki, namazdan sonraki tesbihatı yapan, Peygamberimizle (s.a.v.) beraber zikir yapmış gibidir.

Böylesi muhteşem bir fırsat ve manevî kâr, basit bahanelerle asla terk edilmemesi gerekirken, maalesef namaz kılanların bir kısmı, ya namaz tesbihatını yapmıyor veya tam hakkını vermiyor.

Kısa tesbihat ve uzun tesbihat nedir?


Rabbimizi namazdan sonra tesbih (sübhanellah), tahmid (elhamdülillâh) ve tekbir (Allahüekber) ile anmak, O’na zikir, dua ve salavatla yalvarmak, esma-i hüsna okuyup sığınma duaları yapmaktan ibaret olan namaz tesbihatı kısa ve uzun olmak üzere ikiye ayrılır.

Kısa tesbihat, camilerimizde müezzin eşliğinde yapılan tesbihattır ki, bütün Müslümanlar arasında meşhurdur. Uzun tesbihat ise, yine ayet ve hadislere dayanan, ‘Namaz Tesbihatı’ ismiyle küçük bir kitapçık olarak hazırlanmış tesbihattır.

Sünnet namazlardan sonra da okunabilir


Hz. Sevban’dan (r.a.) rivayet edilen bir hadis-i şerifte Hz. Peygamber (a.s.m.) namazı bitirip selam verince üç kere “Estağfirullahe’l-azîm” (Yüce Allah’tan günahlarımın affını dilerim) der ve şöyle söylerdi:  “Allahümme ente’s-selâmü ve minke’s-selâm, tebârekte ya ze’l-celali ve’l-ikram.” (Allah’ım selam Sensin. Selamet ve esenlik Sendendir. Ey azamet ve kerem sahibi Allah’ım, Sen hayır ve bereketi çok olansın.) (Müslim, Mesâcid: 135-136)

Hem istiğfar, hem zikir olan bu ifadeler, farz namazlardan sonra okunduğu gibi, sünnet namazlardan sonra da okunabilir.
 
 
 

23 Eylül 2015 Çarşamba

Ahmed Şahin - Bayramda komşularımızı biz de böyle mi düşünüyoruz?

Ahmed Şahin - Bayramda komşularımızı biz de böyle mi düşünüyoruz?


Ahmed Şahin
 
 
AİLE-SAĞLIK

 

Bayramda komşularımızı biz de böyle mi düşünüyoruz?


Peygamberimiz (sas) Hazretleri, Müslüman'ın çevresindeki din kardeşlerinin derdiyle dertlenmesi gerektiğini anlattığı tarihi hadisinde şöyle muhteşem bir uyarıda bulunmuştur:

- Müslüman'ın derdiyle dertlenmeyen bizden değildir!

Bu sebeple bizler Müslüman'ın derdiyle dertleniriz. Onlar ister kapı komşumuz olsun, isterse ülkeler ötesinde ihtiyaç içinde inleyen kardeşlerimiz olsun, dertlerini dertlerimiz bilir, birlikte ağlar, birlikte güleriz.

En azından böyle olmamız gerektiğini düşünürüz. Bundan dolayı da kurbanlarımızın az kısmını evimizdeki çoluk çocuklarımız için ayırırken, kalan çoğunluğunu da kurban kesemeyen kardeşlerimize ikram etmeyi ihmal edilmez görevimiz bilir, asla onları kendi mahrumiyetleriyle baş başa bırakmayı, ilgisiz kalmayı meşru görmeyiz. Biliriz ki, onların derdi de bizim derdimizdir.

İsterseniz sözü daha fazla uzatmadan, ‘Müslüman'ın derdiyle dertlenmeyen bizden değildir!' uyarısında bulunan Efendimiz'in (sas) kendisi de kurban kesemeyen, et yüzü görmeyen komşularının derdiyle nasıl dertlendiğini gösteren muhteşem örneklerinden sadece ikisine şöyle kısaca bir göz atalım. Hayret dolu hayranlıkla bir daha hatırlayalım komşunun derdiyle dertlenme misallerini.

Çoğu zaman kurbanını vekil tayin ettiği Hazreti Ali Efendimiz'e kestiren Peygamberimiz (sas) Hazretleri bir Kurban Bayramı'nda geniş çevresiyle bayramlaştıktan sonra nihayet Hane-i Saadet'ine gelince hemen validemize sorar:

- Aişe! Kurban etini dağıttınız mı?.. Sevinçle cevap verir validemiz:

- Dağıttık ya Resulallah! Hem de öyle bir dağıttık ki, bir buttan başka bize hiçbir şey kalmadı!..

Bu dağıtım miktarından çok memnun olan Efendimiz'in (sas) tebessümlü yorumu şöyle olur:

- Desene Aişe, bir buttan başka hepsi de bize kaldı!

Evet, Aişe validemiz kurban etinin tümünü de komşularına dağıttıklarını söylüyor, bir buttan başka hiçbir şey kalmadı bize, diyor. Efendimiz de buna çok seviniyor ve dağıtılanın tümü de amel defterine yazıldığından mahşerde hep yanlarında olacağına işaret ederek:

- Desene Aişe, bir buttan başka hepsi de bize kaldı! diyerek takdirlerini ifade ediyor.

Demek ki, kurban etinin komşularına dağıtılan miktarı, sevap defterine yazıldığından, mahşerde dağıtanın hep yanında bulunuyor. Dağıtılmayanı ise burada tüketildiğinden amel defterinde görünmüyor, mahşerde de yanında bulunmuyor.

Bundan da anlaşılıyor ki, kurban etinin ne kadarı dağıtılır, ihtiyaçlıların dertlerine derman olursa o kadar hayırlı ve makbul olur. Çünkü ahirette verdikleri bulunacaktır yanında, vermedikleri kalacaktır burada. Bundan dolayı atalarımız, ‘Ne verirsen elinle, o gider seninle' demişlerdir.

İşte bu anlayış, kurbanı tümüyle bağışlamayı çok cazip hale getiriyor, ya da ne kadarını dağıtırsak o kadarının bize kaldığını düşündürmesi bakımından muhteşem bir paylaşma misali olarak hafızamıza yerleşmiş bulunuyor, her bayramda mutlaka hatırlama ve hatırlatma gereği duyuyoruz bu muhteşem misalleri!

Elbette unutulmaması gereken örnek sadece bundan ibaret değildir. Günümüze mesaj yüklü bir muhteşem komşuyu düşünme misalini daha hatırlayalım isterseniz.

Bir bayram sabahı erkenden kurban etini pişirip sürerler Efendimiz'in (sas) önüne. Hemen bismillah, deyip yemeye başlamaz da sorar:

- Şu anda komşularımız da kurban eti yemeye başladılar mı?

- Hayır, derler. Henüz onların hisselerini göndermedik, en önce size hazırlayıp sunduk, herkesten önce siz tadasınız diye!..

Bunun üzerine verdiği cevap, insanlık tarihinin şeref levhalarına geçecek muhteşemlikte bir komşuları düşünme cevabı olur. Buyurur ki:

- Götürün bu eti! Ne zaman komşularımızın da bacalarından et pişirdiklerine işaret eden dumanlar yükselirse o zaman getirin. Komşusunun yemediğini yiyen, giymediğini giyen, onların derdiyle dertlenemeyip ayrı bayram yapan kimselerden olmak istemem!..

Et kaldırılır, daha sonra komşuların bacasından et pişirmeye başladıklarının işareti olan dumanlar yükselir, bundan sonra buyurur ki:

- İşte şimdi kurban eti yiyebiliriz, çünkü komşularımız da et yemeye başlamışlardır!

- Fatebiru ya ülil ebsar!.. Düşünün ey geniş imkânlı kurban sahipleri!..

Bu duyarlılıkta yaşayacağımız nice bayramlar dileğimizle.
 
 
 
 

22 Eylül 2015 Salı

Efkan Vural - Birlik Olma Zamanı

Efkan Vural - Birlik Olma Zamanı


Birlik Olma Zamanı

Her zaman olduğu gibi bugünlerde de ülkemiz üzerinde çeşitli oyunlar oynanmak istenmektedir. Milletimiz bu badireleri her zaman olduğu gibi birlik içinde aşacaktır. Türk milleti tarihte birlik ve baraberlik ruhuyla çok önemli başarılar elde etmiştir. Ülkemizde çeşitli etnik yapılar olmasına rağmen tek vucüd olarak varlığımızı sürdüre gelmişizdir.

Son aylarda PKK terörü aldı başını gidiyor. PKK deyneksiz köyde dolaştığını zannediyor. Herkes şunu iyi bilsin ki milletimiz topyekün bölücülerin ve vatan hainlerinin karşısındadır.

Birlik ve beraberliğimizden ,kardeşliğimizden, hoşgörüşlü oluşumuzdan, demokratik yapımızdan, toplumsal barışımızdan rahatsız olan menfaatçiler iç ve dış güçler herzaman olduğu gibi şimdide iş başındalar. Çok uyanık olmalıyız. Bütün bu güçler karşısında birlik ve beraberliğimizi koruyarak terör belasının üstesinden gelmeliyiz. Milletimizin birlik ve beraberliğini zedelemek ve yok etmek isteyenlere fırsat vermemeliyiz. Hangi kökenden olursa olsun vatandaşlarımızın hepsini kucaklayacağız. Vatanımızda herkes güven içinde yaşayacaktır. Ülkemiz olan Türkiye Cumhuriyeti huzur ve güvenin merkezi, kardeşlik ve sevginin kaynağı dır. Ülkemiz tüm dünya için örnektir.

Millet olarak bizi farklı kılan değerlerimize sımsıkı sarılmalıyız. Tahriklere kapılmadan ve birbirimize düşmeden birlik ve beraberliğimizi korumalıyız. Bu konuda Yüce Allah kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerimde şöyle buyurmaktadır:

“ Hep birlikte Allah’ın ipine (İslam’a) sımsıkı yapışın; parçalanmayın...” (Al-i İmran suresi, 103.ayet)

“ Ey iman edenler! Hep birden barışa girin. Sakın şeytanın peşinden gitmeyin. Çünkü o apaçık düşmanınızdır” (Bakara Suresi, 208.ayet)

Sevgili peygamberimiz Hz.Muhammed (a.s.) şöyle buyurmuştur:

“Birbirinize buğuz etmeyin, birbirinize haset etmeyin birbirinize arka çevirmeyin; ey Allah’ın kulları kardeş olun... (Buhari,Edeb,57)


Birlikteliğimizi pekiştirmek,terör pisliğinden kurtulmak için bazı önerilerimi şu şekilde sıralamak istiyorum.

1-Bizi biz yapan ortak değerlerimize daha fazla bağlanmalıyız.

2-Yüce dinimiz olan İslam dininin kurallarını bilinçli olarak uygulamalıyız.

3-Milletimizin birlik ve beraberliğinin temelinde İslam kardeşliğinin olduğunu unutmamalıyız.

4-Ülkemizde yaşayan tüm vatandaşlarımızın hepsinin eşit haklara sahip olduğunu bilmeliyiz.Uygulamalarda buna dikkat etmeliyiz.

5-Devletimiz tüm gücüyle terörü bitirmek için uğraşırken, biz de millet olarak askerimiz ve polisimizin yanında olmalıyız. Unutmamalıyız ki güvenlik güçlerimiz bağımsızlığımız, birliğimiz ve varlığımız için canlarını ortaya koymaktadır. Ve bunun için şehit olmaktadırlar.

6-Bölücü ve Terör örgütlerine katılanlar, örgüt faaliyetlerinde yer alanlar, kamu düzenini bozmaya çalışanlar, halka ve kamu malına zarar verenler cezalandırılmalı ve asla affedilmemeli.

7-Terörüst, bölücü ve kamu düzenini bozmak isteyenlerle vatandaşlar bir birine karıştırılmamalı. Normal vatandaşlar korunmalı .

8-Ülkemizde yaşayan vatandaşlarımızın ırkı ve kökeni ne olursa olsun ; düşünce ,inanç, kanaat ve mezhebi farklı da olsa hepsi bir ve beraber olduğumuz miilletimizin bir ferdidir. Hepsiyle aynı şartlarda yaşadığımızı ve aynı değerler etrafında birleştiğimizi unutmamalıyız.

9-Hep beraber ülkemizin birlik ve beraberliği için, ileri ve müreffeh bir ülke için el ele yürek yüreğe vererek samimi olarak çalışmalıyız...

10-Biz bu vatan üzerinde yüz yıllardır bir ve beraber yaşadık; bundan sonrada yüz yıllarca hatta bin yıllarca beraber yaşayacağız...

Bizi hiç kimse bu kutsal yoldan ayıramaz...
 
Efkan Vural
 
 

SEVGİLİ EFKAN HOCAMIN ÇOK KIYMETLİ TESPİTLERİNİ YAZI YAYINLANDIKTAN BİR HAFTA GEÇİNCE GÖRSEM DE PAYLAŞMAK İSTEDİM..  

YÜREĞİNE SAĞLIK, ALLAH RAZI OLSUN HOCAM....



 
 

Ahmed Şahin - Kurban görevimize ait önemli soru ve cevaplar

Ahmed Şahin - Kurban görevimize ait önemli soru ve cevaplar


Ahmed Şahin
 
 
AİLE-SAĞLIK

 

Kurban görevimize ait önemli soru ve cevaplar


Soru: İhtiyacın çok fazla olduğu yoksul yerlere parasını gönderip kurbanı tümüyle onlara bağışlamanın isabetli tarafı, farklı sevabı olabilir mi?

Cevap: Elbette olur. Acil ihtiyaçlılara yardımın önemi küçümsenemez. Onların vicdan sızlatan perişanlıklarını görmezden gelmemiz mümkün olmadığı gibi, ilgisiz kalmamız da insani ve İslami bir tavır da sayılamaz. Ancak yardımlarda ayetlerdeki sıralama da unutulmamalıdır. Ayet ve hadislerde yardım sıralaması en yakınındaki akraba ve kapı komşulardan başlar, sonra uzaklardaki ihtiyaç sahiplerine doğru genişleyerek devam eder. Bu sebeple uzaktaki acil ihtiyaç sahipleri düşünülürken, yakınımızda beklenti içinde olan akraba ve kapı komşularımız da unutulmamalı, uzaktaki bir harabeyi imara çalışırken, yakındaki bir mamureyi de harabeye çevirme gibi bir ihmale de sebep olmamalıyız. Aile bireylerimizi de kurban meşguliyetimizi göremez, bilemez, heyecanını duyamaz hale getirmemeliyiz!

Soru: Kurban kesiminde ilk görünüşte neye çok dikkat etmek gerekir. Şokla kurban kesmek caiz olur mu?

Cevap: Kurbanda en çok dikkat edilecek ilk husus, hayvana eziyet etmeden, en az acıyla en kısa zamanda kesimi bitirmektir. Efendimiz'in (sas) bu husustaki ikazlarını unutmayan Hazreti Ömer (ra), keseceği kurbanı sürükleyerek götüren birini görünce uyarısını şöyle yapmıştır:

- Ey Allah'ın kulu! Kurbanı eziyet etmeden götür, işkence yapmadan yatır, kesim işini de en kısa zamanda acı çektirmeden bitir!..

Bu açıdan bakınca, şokla kesim acıyı en aza indiren kesim olarak görülebilir. Ancak şokta dikkat edilecek önemli husus şudur.

- Ölüm ne ile olmaktadır? Şokla mı, yoksa şokun hemen arkasından yapılan kesimle mi?

Eğer şokla sakinleştirilen hayvan, geç kalınmadan hemen kesilmiş, ölüm bu kesimle gerçekleşmişse bundan şüphe etmeye gerek yoktur. Şayet şokla sakinleştirilen hayvan geç kalındığından dolayı ölmüş de ölü hayvan kesilmişse bu et yenmez, bu ölmüş hayvan da kurban sayılmaz. Bu önemli farkın farkında olmak gerekir.

Soru: Kurban Bayramı'nda ölmüşlerimiz adına da kurban kesmek istiyoruz. Ancak ‘Ölmüşleriniz adına kestiğiniz kurbanın etinden siz yiyemezsiniz' diyenler oluyor. Bayramda ölmüşlerimiz adına kurban kesersek bu adak kurbanı gibi mi olur, etinden kesenler yiyemezler mi?

Cevap: Bayramda ölmüşlerimiz adına kurban kesmekte sevap var, yasak yoktur. Ancak kestiği kurbanı (ölenin vasiyeti var da onun için kesiyorsa) etinden tıpkı adak gibi kesen ve ailesi yiyemez. Vasiyet sahibi adına tümüyle yoksula hibe edilmesi gerekir. Şayet ölenin vasiyeti yok da bir vefa ve sevap bağışlama niyetiyle kendiliğinden kesip sevabını ölmüşlerine bağışlamak istiyorsa, bundan yemede bir yasak söz konusu olmaz. Kendi özel kurbanı gibi tasarrufta bulunup yer ve herkese yedirebilir de. Çünkü bu kurban vasiyet kurbanı değil, yaşayanın kendi isteğiyle kesip sevabını ölmüşüne bağışladığı hediye kurbanıdır. Bu fark bilinmeli, vasiyet kurbanı ile hediye kurbanı karıştırılmamalıdır.

Soru: Çocuk doğumundan sonra kesilen ‘akika' kurbanının mecburiyet derecesi nedir, kaç yaşına kadar kesilebilir bu doğum kurbanı?

Cevap: Çocuğu dünyaya gelen ailenin şükür manasında keseceği kurbana ‘akika kurbanı' adı veriliyor. Akika kurbanı üç mezhebe göre sünnet, Hanefi'ye göre ise sünnete yakın derecede menduptur. Yani böyle bir kurban keserse sevap alır, kesmezse günaha girmiş olmaz. Doğumdan sonra çocuk yedi yaşına varıncaya kadar bulunan her fırsatta kesilebilecek olan bu kurbanla eş, dost, konu komşuya yemekler verilir, ikramlarda bulunulur, topluca dualar edilip şükür duyguları yaşanır. Güzel bir İslami âdettir.

Soru: Adak kurbanı bayramda da kesilebilir mi?

Cevap: Adak kurbanı bayramda da kesilebilir. Çünkü adakta gün ve mekân şartı bağlayıcı olmadığından söylediği günden başka bir gün ve başka bir mekânda da kesebilir. Yeter ki adanan hayvanın cinsi değiştirilmesin. Sığır adayıp koyuna dönüştürülmesin.

Ayrıca adak kurbanın etinden adayanın kendisi, ailesi, çocukları torunları, ana baba, dede ve ninesi yiyemezler. Yerlerse yedikleri miktarın parasını (yediklerinin asıl sahibi sayılan) bir yoksula vermeleriyle sorumluluktan kurtulmuş olurlar.

Bir de, adadığı kurbanı almaya ekonomik gücü hemen yetmeyen kimse, gücünün yeteceği günü bekleyebilir. Böyle bir maddi imkâna kavuşma ihtimalini yakın görmüyorsa, üç gün oruç tutarak adağını oruçla ödemeyi de düşünebilir.
 
 
 
 

21 Eylül 2015 Pazartesi

Efkan Vural - Her şeye rağmen yaşamak çok güzel-88

Efkan Vural - Her şeye rağmen yaşamak çok güzel-88

SEVGİLİ EFKAN HOCAM Milliyet Blog'daki Yazı dizisine ÖZETLEYEREK ŞÖYLE DEVAM ETMİŞ... 

SEVGİLİ EFKAN HOCAM , YAZIDAKİ KONULARI VE ÇOK KIYMETLİ TAVSİYELERİNİ MADDELER HALİNDE ÖZETLEMİŞ AŞAĞIDAKİ YAZININ SONUNDA...

Allah razı olsun hocam... Sizi çok seviyorum canım hocam...

Sevgili Efkan hocam benim en iyi dostum, akıl danıştığım büyüğüm, kendime örnek aldığım mütevazi, dürüst, ahlaklı, dindar, çalışkan, Allah'ın -inşallah- salih bir kuludur.

Benim namaza başlamama -oturarak teyemmümle nasıl kılacağımı öğreterek ve namazın önemini anlatarak- vesile oldu, yani beni Rabbimle buluşturdu. Allah ebediyyen razı olsun.
Allah bizleri sevdiklerimizle birlikte cennette de komşu etsin.

YALNIZ ŞUNU BELİRMEK İSTİYORUM. BEN BUNLARI YAYINLARKEN EFKAN HOCAMA HEP ŞUNU DEMİŞİMDİR:

HOCAM UTANIYORUM, İNŞALLAH BİRGÜN VUSLAT OLUNCA BUNLARI YAYINLAMAN DAHA GÜZEL OLMAZ MI?

OLSUN CELAL MERAK ETME, SEN ÖLÜRSEN YİNE YAYINLARIM... DİYOR.

Çok emek harcayıp özet haline  getirmişsiniz. İyi ki varsınız hocam, bizi komşu yapana hamdolsun...

http://blog.milliyet.com.tr/her-seye-ragmen-yasamak-cok-guzel-88/Blog/?BlogNo=510251


Her şeye rağmen yaşamak çok güzel-88


Her şeye rağmen yaşamak çok güzel-88

Celal ÇELİK ’in hayata dair, ahlaki, dini ve felsefi yorumlarını yayınladığım yazı dizisini, sevgili Celal ÇELİK’in tüm yazılarını gözden geçirerek kısa ve öz olarak sizlere sunmaya devam ediyorum.

Cam Kemik hastası Nazlı Hakk’a yürüdü

“Gecenin ne kadar uzun olduğunu ancak hastalar bilir.” (Sadi)

Bu sözü hastane koğuşlarında yatanlar anlar. Evet Nazlı Yılmaz defalarca hastanede yatmıştı. Büyük ızdıraplar çeken Nazlı dün yoğun bakımda son nefesini verdi. (14.10.2014)

Nazlı Yılmaz ile birkaç yıl önce Facebook’tan tanışıp arkadaş olduk. Yalova’da yaşayan Cam kemik hastası 1985 doğumlu engelli bir kardeşimdi. Hayat doluydu.

Ona hep imrendim. Herşeye rağmen herkese moral vermek, hep gülümsemek, çektiği ağrılara rağmen herzaman şükretmek ve herkesin sevgisini kazanmak, koca yürekli Nazlı...

Nazlı tekerlekli sandalyede olmasına rağmen pes etmedi, açık lise okudu. Boş oturmak yerine yerel gazetede engelli kardeşlerine yazılar yazdı, engelli derneklerinde çalıştı.

Ve kimseye muhtaç olmamak için takılar satıyordu, hatta bazı takıları boncuklarla kendisi hazırlıyordu.

Allah rahmet eylesin, Allah ailesine sabr-ı cemil versin, bizleri cennette buluştursun.

İşte bu sabah Facebook’u açtığımda Nazlı’nın Hakk’a yürüdüğü haberini okuyunca ona birkez daha özendim.

Savaşların olduğu, masum çocukların öldüğü, her yerde zulüm, sıkıntı, vahşet… kazalar, cinayetler, haksızlıkların kol gezdiği yalan dünyaya veda etti.

O, bu sabır ve şükür imtihanını başarıyla geçti.

Aşağıda geçtiğimiz yıllarda hakkında yerel Yalova gazetesinde çıkan haberi paylaşmak istiyorum.

3 Aralık Dünya Engelliler Günü’nde okuduğu ‘üzülme’ adlı şiir ile yürekleri yaralayan cam kemik hastası Nazlı Yılmaz’ı geçtiğimiz günlerde evinde ziyaret eden Milli Eğitim Müdürü Ahmet Yurtman’a iadeyi ziyaret yapıldı.

Ziyaret esnasında konuşan Müdür Yurtman, “Allah bazılarına güzellik, imkân, fiziki ve maddi manada birçok şey veriyor. Ama yürek vermiyor. Ama bakıyorsunuz Nazlı’ya Allah bedeninin yarısını vermemiş fakat dağ gibi bir yürek ve zekâ vermiş.

Nazlı’nın ‘üzülme’ adlı şiirini duyduğumda gözyaşlarımı tutamamıştım. Nazlı'nın bu teslimiyetçi ruh halini gördükçe benim de çalışma azmim daha çok artıyor” dedi.

Nazlı YILMAZ’ın üzülme Şiiri:

Könuşamıyorum diye üzülme,ÖMhnjym

Nice konuşan var ama duyan yok.

Duyamıyorum diye üzülme

Zaten kimse kimsenin feryadını duymaz olmuş.

Göremiyorum diye üzülme,

Zaten nice haksızlıklar var görmezden geliniyor.

Tutmuyor mu elin hiç üzülme,

Zaten kimse kimsenin elini tutmaz olmuş.

Yürüyemiyorum diye üzülme,

Fani dünyada sen bir yolcusun yürüsen de yürümesen de.

Müdür Yurtman, cam kemik hastası Nazlı Yılmaz’ın “Üzülme” adlı şiirindeki “Yürüyemiyorum diye üzülme. Sen bu dünyada yolcusun yürüsen de yürüyemesen de” mısrasını Milli Eğitim Müdürlüğü’ne tabela yaptıracağını ifade etti.

Celal Çelik’in bu yazısı ile şu yorumları yapabiliriz:

1-2014 yılında Hakk’a yürüyen engelli kardeşimiz Nazlı YILMAZ’dan alacağımız bir çok ders var.

2-Biz sağlıklı insanların hesabı çok zor olacaktır. Bu hesabı kolaylaştırmak için, engelli kardeşimizin yaşamını göz önüne alarak kendimize yeniden yön vermeliyiz.

3-Allah’ın bize verdiği bunca nimet için şükretmeliyiz.

4-Hangi şartlarda olursak olalım, kendi rızkımızı kazanmak için uğraş vermeliyiz.

5-Şiiri göz önüne alarak, sahip olduğumuz bunca güzelliklerin farkında olmalıyız.

Bu güzelliklerin hakkını vermeliyiz. Konuşabilmemiz, duyabilmemiz, görebilmemiz, hareketli oluşumuz ve yürüyebilmemiz için hiçbir harcamada bulunmadık, hiç bir uğraş vermedik.. Bunlar tamamen Allah’ın nimeti. Bu nimetin şükrünü yerine getirmeliyiz.

Vatan için ve milletimiz için güzel işler yapmalıyız. Duyarlı kişiler olarak yapacağımız işlerde menfaat gözetmemeliyiz.

Sevgi ve dostluk için ihtiyaç sahiplerine elimizi uzatmalıyız.

“Yürüyemiyorum diye üzülme,

Fani dünyada sen bir yolcusun yürüsen de yürümesen de”
 
Efkan Vural
 


Müslüman strese girer mi?

Müslüman strese girer mi?

 
Hüseyin Gültekin - [İslami Hayat]

h.gultekin@meydangazetesi.com.tr
18 Eylül 2015, 03:17

Bir Müslüman olarak hayata bakışımız oldukça pozitif olmasına rağmen, kimi Müslümanlar bu bakış açısını yakalayamıyor.

İmanlı bir kişi, başına gelecek her iyi ve kötü olayı hayra yorar. Kötü olayları, yaptığı yanlışlıklar neticesi elde edeceği günahları, Cenab-ı Hakk’ın, rahmet eseri olarak silmesine bir vesile kabul eder. Üzücü hadiseler karşısında metanetini hiçbir zaman kaybetmez. Zira her şeyin hakiki sahibinin ve yönlendiricisinin Rabbimiz olduğunun farkındadır. Bu farkındalıktan hareketle geçmişe daima ‘kader’ nazarıyla ve içinde hayır barındırması açısından bakar. Gelecek için ise endişe duyup, daha şimdiden, olmamış olaylara üzülmez. ‘Mevlâ görelim neyler, neylerse güzel eyler’ der ve Cenab-ı Hakk’ın, kendisi hakkındaki takdirini heyecanla beklemeye koyulur.

Onun bizi çok sevdiğini bilir, merhametinin her şeyi kuşattığını aklından hiç çıkarmaz. Bu sebeple iyi veya kötü, gelebilecek her neticeyi sükûnet ve vakarla karşılamaya hazırdır. Ancak bu, şu demek değildir: ‘Takdir O’ndandır, elden ne gelir’. Bu anlayışa girmeden, “Kaderim netleşene kadar ben elimden gelen her şeyi yapayım’”diye düşünür, ona göre amel eder. Kaderi kesinleşince ise artık o yüce takdire sesini çıkarmaz, tenkit etmez. Onu, hakkındaki en hayırlı sonuç olarak görür.

O ‘vav’ her zaman yazılmaz


Osmanlı Devleti’nin büyük hattatlarından biri de Hafız Osman’dır. Hafız Osman, fırtınalı bir günde kayıkla Beşiktaş’a geçmek ister. Sahilden bir kayığa biner. Yol bitmek üzereyken kayıkçı ücretleri ister. Fakat Hafız Osman, yanına para almayı unuttuğunu fark eder. Kayıkçıya “Efendi, yanımda param yok, ben sana bir ‘vav’ yazayım; bunu sahaflara götür, karşılığını alırsın” der. Kayıkçı, söylene söylene yazıyı alır. Bir zaman sonra kayıkçının yolu sahaflara düşer. Cebindeki yazıyı hatırlar ve satıcıya götürür. Satıcı yazıyı alır almaz, ‘Hafız Osman Vav’ı’ diyerek açık arttırmaya başlar. Sonunda çok iyi bir fiyata satar.

Bir gün Hafız Osman karşıya geçmek istediğinde yine aynı kayıkçıyla karşılaşır. Yol bitmek üzereyken ücretler toplanır. Hafız Osman da parayı kayıkçıya uzatır. Kayıkçı, “Efendi, para istemez; sen bir ‘vav’ yaz yeter” der. Hafız Osman, tebessüm ederek cevap verir kayıkçıya: “Efendi, o ‘vav’ her zaman yazılmaz. Sen dua et, başka bir gün para kesemi yine evde unutayım”

İki kişi birleşip bir kurban hissesine ancak girebiliyoruz. Bu kurban caiz olur mu?


Kurban hisseleri sadece bir kişiye aittir. Bu nedenle bir hisseyi iki kişinin paylaşması, ibadet olarak mümkün değildir. Mesela namazın yarısını bir kişi, diğer kısmını bir başkası kılamayacağına göre bir hisseyi de iki kişi paylaşamaz. Bu durumda yapılan ibadet sakatlanmış olur. Ancak iki kişi paralarını birleştirip içlerinden sadece biri adına niyet edip kurban kesebilirler.
 
 
 
 

20 Eylül 2015 Pazar

77 yıllık aşkta mutlu son...

77 yıllık aşkta mutlu son...

 

Gençliklerinde birbirlerine aşık olan çift, ancak 90’ı devirdikten sonra evlenebildi...

 
 
 
Kahramanmaraş’ta dillere destan olacak bir sevda öyküsü yaşandı. 1938’te 15 yaşındaki Mustafa Karakoyun ile 18 yaşındaki Döndü Kıraç birbirlerine aşık oldu.
 
Ancak erkek tarafı evlenmelerine karşı çıktı. Aradan yıllar geçti, Döndü ile Göksun’a taşınan Mustafa başkalarıyla evlenip çoluk çocuğa karıştılar.
 
92 yaşındayken eşini kaybedip Elbistan’da bir huzurevine yerleşen  Mustafa Karakoyun, burada 95 yaşına gelen Döndü ile karşılaştı.
 
77 yıllık aşkları alevlenince nikah masasına oturan çift, huzurevinden ayrılıp küçük bir eve taşındı.

MİLLET GAZETESİ
 
 
 
 

19 Eylül 2015 Cumartesi

Hekimoğlu İsmail - “Zaman” altın hükmündedir...

Hekimoğlu İsmail - “Zaman” altın hükmündedir...


Hekimoğlu İsmail
AİLE-SAĞLIK

“Zaman” altın hükmündedir...


Kâinatı ve içindekileri yaratan Allah, her yarattığının içine bir takvim yerleştirmiştir.

Mesela güneş hiçbir zaman mesaisine geç kalmamıştır. Fırtınaların zamanı ve saati bellidir. Kuşların ne zaman göç edeceği ve çiçeklerin ne zaman açacağı, yumurtadan kaç günde civciv çıkacağı, çocuğun ne kadar rahm-i maderde kalacağı bellidir. Duvardaki takvimi gören insan, her şeyin içindeki takvimi de tefekkür etmelidir.

Dikkat edersek kâinatta her şey akış halindedir; zaman, her şeyin üzerinde akıp gittiği bir nehir gibidir. Hayat da devam ediyor, zaman denilen bu nehir üzerinde hâdiseler çıkıp çıkıp batıyor.

Zamanın mahiyetini bilmiyoruz amma yaptığı işleri biliyoruz, mesela eşya olmasa zaman bilinmez. Yaratıkların yaşlanması bize bunu ispat eder, yani her yaratık zamandan pay alır ve gider.

İnsan, mukaddes yüke hamaldır. Bunun için hayatının her anından hesaba çekilecektir. İmtihan saatlerini iyi değerlendirmeyen talebe, “Bu sene istediğim üniversiteyi kazanamadım ama seneye bir daha sınava girerim.” diye ümit ederek belki bir sonraki sene sınava tekrar girebilir. Fakat eceli gelen insan bir kere daha dünyaya gelmeyecektir. Onun imtihanı tamamlanmıştır. Anlıyoruz ki dünya her an bizden uzaklaşırken ahiret de her an yaklaşmaktadır. İnsana her iki hayatını da kazanmak için kısa fakat çok kıymetli bir ömür verilmiştir. Şuurlu Müslüman, zamanının kıymetini bilir, ömür sermayesini her iki dünyası için de kâra çevirme gayretindedir.

Mesela alkol imal eden şahıs çok çalışmış, asmalar dikmiş, yetiştirmiş, bütün bu çalışmalarını şarap yaparak heba etmiş, ömrünü boşuna geçirmiştir. Hâlbuki bu şahıs yine üzüm yetiştirseydi, üzüm marmeladı, üzüm pekmezi yapsaydı hem dünyasını hem de ahiretini mamur etmiş olacaktı.

Zafere ulaştırmayan harp ilmi, şifa vermeyen tıp ilmi, neticeyi bulamayan matematik ilmi, ibret alınmayan tarih ilmi kıymetli zamanımızı yok etmekten ibarettir; boş meşguliyettir; za­ma­n öl­dür­mek için kahvede vakit geçiren, tembellik eden bir gün ge­li­yor, ba­kı­yor ki, ölen za­man de­ğil ken­di­si. Kıymetsiz olanlar bir kâğıt gibi sokağa düşmüştür. Hâlbuki o kâğıda çok güzel şeyler yazılabilirdi; neticede boş kâğıdı kıymetlendiren üzerindeki yazılardır; kahveye gidenlerden biri bu alışkanlığından vazgeçse, kitap okusa, yahut bir sanat öğrense veya bir iş yapsa; hem kendine, hem dinine faydalı olur.

Geri kalmış milletlere bakarsak görürüz ki bireyleri, lüzumsuz şeyleri âdet haline getirmişlerdir. Nasıl ki bir sepet elmanın içinde bir tane çürük olsa, elmaların bütünü çürük olur, aynı şekilde fertler çürük olursa başkalarını da çürütür. Bundan anlıyoruz ki zamanını öldürenler manen ölmekle kalmaz, hem neslini mahveder hem de milletine zarar verir.

“Boş zamanım var.” diyen insan, işe yaramayan insandır, çünkü ‘boş zaman' yoktur, ‘boşa geçirilen zaman' vardır.

Ahirette hayatımızın her anının hesabını vereceğiz; günleri yaratan, bizi o günlerde yaşatan Allah, her gün 24 altın hükmünde zaman vermiş bizlere. Bunun için dakikalar bile çok mühimdir; insan zaman sermayesini en güzel şekilde kullanmakla mükelleftir. Çünkü ahirette Allah soracak: “Size verdiğim ömrü nerede harcadınız?” Biri diyor, ben kahvede oturuyordum. Öbürü camide oturuyordum. Kahvede oturan zamanın kıymetini bilmediği için 24 altını serseri gibi harcadı. Namazını kılan, o 24 altınla ticaret yaptı, 24 saatin kıymetini bildi, kıymetli oldu.

İnşirah Sûresi'nde “Bir işi bitirince, hemen başka işe giriş, onunla uğraş! Hep Rabbine yönel!” buyrulmuştur. Her Müslüman'ın kendini en iyi şekilde yetiştirmesi, İslamiyet'e hizmettir.

Bunun için Müslüman, zamanını doğru kullanmak zorundadır. Fani, kısa ve faydasız ömrü baki, uzun ve faydalı hale getirmek, Baki-i Hakiki'nin yoluna harcamakla olur.
 
 
 

18 Eylül 2015 Cuma

Umumi Af Günü: Arefe

Umumi Af Günü: Arefe

 
Cemil Tokpınar

c.tokpinar@meydangazetesi.com.tr
18 Eylül 2015, 03:16

Geçen haftaki yazımızda Zilhicce ayının ilk on gününün faziletinden bahsetmiş, yapılacak ibadetleri sıralamıştık. Bugün Zilhicce’nin dördüncü günü olduğu için konuyla ilgili hadislerden birini tekrar hatırlatalım:
 
“Allah’a ibadet edilecek günler içinde Zilhicce’nin ilk on gününden daha sevimli günler yoktur. O günlerde tutulan her günün orucu bir senelik oruca, her gecesinde kılınan namazlar da Kadir Gecesi’ne denktir.” (Tirmizi, Savm: 52; İbn-i Mâce,Sıyam: 39)
 
Hadislerde zikredilen Zilhicce’nin ilk on gününden maksat ilk dokuz günüdür. Çünkü Zilhicce’nin onuncu günü Kurban Bayramı’nın birinci günüdür. Bugün oruçlu olmak caiz değildir; ancak o gün de ibadet günüdür. Müstehap olan oruç, Kurban Bayramı’ndan önceki ilk dokuz gündür. On geceye ise, Kurban Bayramı’nın gecesi dahildir. Çünkü geceler önce gelmektedir.

Bu günde tutulan oruç bin güne eşit


Önümüzdeki çarşamba çok faziletli arefe günüdür, ertesi gün de Kurban Bayramı. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Arefe günü tutulan oruç hakkında şöyle buyurmaktadır:
 
“arefe günü tutulan oruç, geçmiş bir senenin ve gelecek senenin günahlarına kefaret olur.” (Tergîb ve Terhîb Trc, 2. 457)
 
Yani geçmiş yılın günahı affedilir, gelecek yıl da Allah o kişiyi günahlardan korur.
 
Hz. Ebu Bekir’in oğlu Abdurrahman arefe günü kardeşi Hz. Âişe Validemizin (r.a.) huzuruna girdi. Hz. Âişe oruçlu olduğu için hararetten dolayı üzerine su dökülüyordu. Abdurrahman ona:
 
Orucunu boz, dedi. Hz. Âişe:
 
“Resûlullahın (s.a.v.) ‘Arefe günü oruç tutmak, kendisinden önceki senenin günahlarına kefaret olur’ dediğini işittiğim halde iftar mı edeyim” dedi. (Tergîb ve Terhîb Trc, 2. 458)
 
“Kefaret olur”, günahları örter, affettirir demektir. Bizim gibi neredeyse bir günah denizinde yüzen ahir zaman Müslümanları için bundan daha büyük bir müjde olabilir mi?
 
Başka bir rivayette ise Hz. Âişe (r.a.) şöyle demiştir:
 
Arefe gününün orucu bin gün oruç tutmak gibidir. (Tergîb ve Terhîb Trc., 2. 460)
 
Demek ki, bir günlük arefe orucu, üç yıllık normal günlerde tutulan oruç sevabına denktir.

Teşrik tekbirlerini unutmayın!
 
Arefe günü bin İhlâs sûresi okumak çok faziletlidir. Çünkü arefe, tevhidin, azamet ve kibriyanın tam hissedilip ilan edildiği gündür. Bunun için arefe gününün sabah namazında başlayıp bayramın dördüncü gününün ikindi namazına kadar 23 vakit farzlardan sonra teşrik tekbirlerini getirmek vaciptir. Hatta bu tekbirleri on gün içinde müsait oldukça söylemek büyük sevaptır.
 
Bu günlerde milyonlarca mümin haccetmek için mukaddes topraklara gitmiş, kimi Kâbe’yi tavaf ediyor, kimi ağlayarak dua ediyor, kimi Medine’de Ravza-yı Mutahhara’da gözyaşı döküyor, kimi zikir ve dua ile sa’y ediyor, kimi Makam-ı İbrahim’de gözyaşıyla namaz kılıyor, kimi Mültezem’de af için yalvarıyor... Hepsi kendileri ve müminler için af, mağfiret, rıza, tevfik ve hidayet istiyor.

Kendinizi hayalen hacda hissedin
 
Arefe günü ise, hepsi Arafat’a gelmiş, “Lebbeyk, Allahümme Lebbeyk” sadalarıyla asumanı inletiyor, gözyaşıyla kıldıkları namaz ve ettikleri dua ile Rabbimizin rahmetine sığınıyor.
 
Kendimizi hayalen hacda hissetmek, onları izleyerek kendimizi onların içinde saymak yoluyla manevi bir hal kazanabiliriz. İnşallah dua ve ibadetlerimizin hacıların yaptıkları ubudiyete dahil olmasını ümit ederek ibadet edelim.
 
Şunu da unutmayalım ki, hadislerde verilen müjdelere tam olarak nail olmak için o günleri nicelik ve nitelik olarak en üst seviyede değerlendirmemiz gerekir.

Cehennemden kurtuluş günü
 
   Efendimiz (s.a.v.) Arefe gününün faziletini şu hadisle müjdeliyor:
 
“Arefe gününden daha faziletli bir gün yoktur. Allahü Teâlâ o gün, yer ehli ile meleklere karşı övünür ve (Arafat’taki hacıları kastederek) şöyle buyurur:
 
Kullarıma bir bakın. Saçları başları dağınık, toz toprak içinde her uzak ilden bana geldiler. Bu halleri ile onlar, rahmetimi ümit etmekteler, azabımdan dahi korkmaktalar. Şahit olunuz, onları bağışladım. Onların yerlerini cennet eyledim.
 
Arefe günü olduğu kadar, hiçbir gün cehennemden daha çok azat edilen olmaz.”
 
 
 
 

17 Eylül 2015 Perşembe

Veda Hutbesi

Veda Hutbesi (Mart 632)


Peygamber efendimizin SAV Vedâ Haccında 124.000’den fazla Müslümana yaptıkları vâz ve nasîhatlar. Peygamberimizin Allahü teâlâ tarafından insanlara, doğru yolu göstermek için görevlendirilmelerinden sonra mübârek ağızlarından çıkan her söz, mânâ ve hakîkatler yönünden beşeriyete birer rehberdir.

Bunlardan “Vedâ Hutbesi” olarak bilinen son haclarında buyurdukları hususların ise ayrı bir ehemmiyeti vardır. “Vedâ Hutbesi” değişmez prensip, kânun ve nizamlar olarak on dört asırdır, bütün insanlığa ulaşabildiği seviyenin çok üstünde bir insan hakları anlayışı getirmiştir.


632 yılının haccındaki bu hutbeden yaklaşık üç ay sonra da ruhunun ufkuna yürüdü. (8 Haziran 632) Peygamberimiz Vedâ Hutbesinde buyurdular ki:

“Hamd, Allahü teâlâya mahsûstur. O’na hamd eder, O’ndan yarlıganmak diler ve O’na tövbe ederiz. Nefislerimizin şerlerinden ve amellerimizin günahlarından Allahü teâlâya sığınırız. Allahü teâlânın doğru yola ilettiğini saptıracak, saptırdığını da doğru yola iletecek yoktur.

 
Veda Hutbesi
 
"Ey insanlar! " Sözümü iyi dinleyiniz! Biliyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada bir daha buluşamayacağım.

"İnsanlar! bu günleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes ay ise, bu şehriniz (Mekke) nasıl bir mübarek şehir ise, canlarınız, mallarınız, namuslarınızda öyle mukaddestir, her türlü tecavüzden korunmuştur.

"Ashabım! Muhakkak Rabbinize kavuşacaksınız. Oda sizi yaptıklarınızdan dolayı sorguya çekecektir. Sakin benden sonra eski sapıklıklara dönmeyiniz ve birbirinizin boynunu vurmayınız!Bu vasiyetimi burada bulunanlar bulunmayanlara ulaştırsın. Olabilir ki burada bulunan kimse, bunları daha iyi anlayan birisine ulaştırmış olur.

"Ashabım! "Kimin yanında bir emanet varsa, onu hemen sahibine versin.biliniz ki faizin her çeşidi kaldırılmıştır.Allah böyle hükmetmiştir.İlk kaldırdığım faizde Abdulmuttalibin oğlu (amcam)abbasın faizidir.lakin ana paranız size aittir.ne zulmediniz nede zulme uğrayınız.

"Ashabım! "Dikkat ediniz, cahiliyeden kalma bütün adetler kaldırılmıştır, ayağımın altındadır.cahiliye devrinde güdülen kan davalarda tamamen kaldırılmıştır.Kaldırdığım ilk kan davası Abdulmuttalibin torunu İlyas bin Rabia’nın kan davasıdır.


veda hutbesi - "Ey insanlar!

"Muhakkak ki şeytan şu toprağınızda kendisine tapınmaktan tamamen ümidini kesmiştir.Fakat siz bunun dışında ufak tefek işlerinizde ona uyarsınız bu da onu memnun edecektir.Dinimizi korumak için bunlardan da sakınınız.

"Ey insanlar! "Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allahtan korkmanızı tavsiye ederim.Siz kadınları Allahın emaneti olarak aldınız ve onların namusunu kendinize Allahın emri ile helal kıldınız. Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, kadınlarında sizin üzerinizde hakkı vardır. Sizin kadınlar üzerindeki hakkınız yatağınızı hiç kimseye çiğnetmemeleri, hoşlanmadığınız kimseleri izniniz olmadıkça evinize almamalarıdır.Eğer gelmesine müsaade etmediğiniz bir kimseyi evinize alırsa Allah size onları yatakların yalnız bırakmanıza ve daha olmazsa hafifçe dövüp sakındırmanıza izin vermiştir.kadınlarında sizin üzerinizdeki hakları, meşru örf ve adete göre yiyecek ve giyeceklerini temin etmenizdir.

"Ey müminler! "Size iki emanet bırakıyorum, onlara sarılıp uydukça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanetler Allahın kitabı Kur an-ı Kerim ve Peygamberinin sünnetidir.

"Müminler! "Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz. Müslüman müslümanın kardeşidir ve böylece bütün Müslümanlar kardeştirler. Bir Müslüman kardeşinin kanıda, malıda helal olmaz.Fakat malını gönül hoşluğu ile vermişse o başkadır.

"Ey insanlar! "Cenab-ı Hak her hak sahibine hakkını vermiştir.Her insanın mirastan hissesi ayrılmıştır. mirasçıya vasiyet etmeye lüzum yoktur.Çocuk kimin döşeğinde doğmuş ise ona aittir.Zina eden kimse için mahrumiyet vardır.Babasından başkasına ait soy iddia eden soysuz yahut efendisinden başkasına intisaba kalkan köle Allahın meleklerinin ve bütün insanların lanetine uğrasın.Cenab-ı hakk bu gibi insanların ne tevbelerini nede adalet ve şehadetlerini kabul eder.

"Ey insanlar! "Rabbiniz birdir. Babanızda birdir. Hepiniz Ademin çocuklarısınız. Adem ise topraktandır.Arabın arab olmayana arab olmayanında arab üzerine üstünlüğü olmadığı gibi kırmızı tenlinin siyah üzerine siyahında kırmızı tenli üzerinde bir üstünlüğü yoktur.Üstünlük ancak takvada, Allahtan korkmaktadır.

Allah yanında en kıymetli olanınız Ondan en çok korkanınızdır. "Azası kesik siyahi bir köle başınıza amir olarak tayin edilse sizi Allahın kitabı ile idare ederse onu dinleyiniz ve itaat ediniz. "Suçlu kendi suçundan başkası ile suçlanamaz. Baba oğlunun suçu üzerine oğlu da babasının suçu üzerine suçlanamaz.

"Dikkat ediniz!şu dört şeyi kesinlikle yapmayacaksınız:Allaha hiçbir şeyi ortak koşmayacaksınız.Allahın haram ve dokunulmaz kıldığı cani haksiz yere öldürmeyeceksiniz.Hırsızlık yapmayacaksınız. İnsanlar "la ilahe illallah" deyinceye kadar onlarla cihad etmek üzere emr olundum.Onlar bunu söyledikleri zaman kanlarını ve mallarını korumuş olurlar. Hesapları ise Allaha aittir.

"İnsanlar! "Yarin beni sizden soracaklar ne diyeceksiniz? Sahabe-i kiram hep birden şöyle dediler; "Allah’ın elçiliğini ifa ettiniz, vazifenizi hakkıyla yerine getirdiniz,bize vasiyet ve nasihatte bulundunuz,diye şehadet ederiz".Bunun üzerine Resul''i Ekrem Efendimiz şehadet parmağını kaldırdı, sonrada cemaatin üzerine çevirip indirdi ve şöyle buyurdu;

"Şahid ol Yarab! Şahid ol yarab! Şahid ol yarab!"
 
 


16 Eylül 2015 Çarşamba

Ahmed Şahin - Bayram arefesi, kucaklaşmaya hazırlık günlerimiz olmalı!

Ahmed Şahin - Bayram arefesi, kucaklaşmaya hazırlık günlerimiz olmalı!


Ahmed Şahin
 
 
AİLE-SAĞLIK

 

Bayram arefesi, kucaklaşmaya hazırlık günlerimiz olmalı!


Ülke çapında bu kucaklaşma ve bayramlaşmada başarılı olmamız için önceden zihnen ve fikren bir hazırlık yapmalı, nefsimizi, insi ve cinni şeytanlarımızı da susturmaya çalışmalı, nefis ve şeytan görevi yapanların kötü telkin ve tesirlerinden uzak durmaya da özel bir hassasiyet göstermeliyiz ki, bayramda önce el uzatıp kucaklaşma kahramanlığını kazanan kardeşlerden olabilelim.

Bunun için bayram öncesinde ülke çapında bir iç muhasebeye, nefis murakabesine ihtiyacımız kesin. En sonunda, ‘haklılığımıza rağmen' diyerek de olsa, önce selam verip el uzatan barış kahramanı olmayı başarmalı, Rabb'imizi razı eden faziletli amelin sahibi olmayı sağlamalıyız, böyle bir iç muhasebe ve murakabe sonunda.

Toplumda müminler arasında böyle bir barış gayretinin gösterilmesi gerektiğine işarette bulunan Resulullah (sas) Efendimiz, Ebu Eyyub El-Ensari'ye (ra) ne buyuruyor bakın:

- “Hem Allah'ı hem de Resulü'nü memnun edecek önemli bir iyilik ve amelden haber vereyim mi sana” diye soruyor: ‘Ver ya Resulallah' demesi üzerine de:

- ‘Birbirine kırılıp incinen kardeşlerin arasını bulup barıştırmaya çalışmak, hem Allah'ı hem de Resulü'nü razı eden amellerin başında gelir!' uyarısında bulunuyor.

Şu anda ülke çapında tüm Müslümanlar olarak Allah'ı ve Resulüllah'ı memnun eden böyle bir barışma barıştırma görevimizin ne kadar farkında ve uygulama çabası içindeyiz düşünülmesinde fayda vardır diyorum. Bir ihmal ve ilgisizliğimiz söz konusu olmamalı, bu kardeşliği koruma ve güçlendirme gayreti konusunda.

Çünkü bir Müslüman'ın din kardeşine karşı üç günden fazla küs durmasının helal olmadığını haber veren Efendimiz (sas) Hazretleri, küslerin içinde en hayırlı kişinin de, en önce selam verip el uzatarak küslüğü barışa çeviren kişi olduğuna da dikkat çekmiş, Müslümanların hep kardeşliği koruma ve güçlendirme azim ve aşkı içinde olma hassasiyetlerine işarette bulunmuştur.

Buna rağmen yine de inanmış insanlar arasında bir dargınlık ve kırgınlık bulunursa, önce bu irtibat kopukluğunu tamir etmeye hazırlanmalı, özellikle bayramda aradaki nazlanmayı kucaklaşmaya çevirmenin ihmal edilmez görevimiz olduğunun da farkında olmalı, bayram öncesi tüm Müslümanlar olarak kendimizi böyle bir kucaklaşma göreviyle mükellef ve sorumlu bilmeliyiz.

Ayrıca böyle bir sıcak kucaklaşma sırasında muhatap olduğumuz kardeşlerimizde görmemiz gereken taraf, imana, İslam'a ait müspet tarafları olmalıdır. Yoksa görmememiz gereken kusurlarını büyüterek öne çıkarıp da kardeşlik sevgisini söndürecek bir vesveseye takılıp kalınmamalıdır. Bu önemli konuda maneviyat büyüklerimizin şu uyarıları da hep hatırlanmalıdır:

- Kardeşliği zedeleyecek duygu ve düşüncenin rüyalarınıza dahi girmesine fırsat vermeyin! Size sırtını döneni dahi kucaklama fazileti gösterin, bu sevimli tavrınızla yine siz kazanın! Çünkü barışı tercih eden hep hayrı temsil eder. Rabb'imiz ‘sulhta hayır vardır' uyarısında bulunmaktadır ayetinde.

- Kaldı ki Allah'tan (cc) muvaffakiyet isteyenler, ayrılık sebebi olabilecek düşünce ve tavırlardan mutlaka uzak durmalı, hep kardeşliği besleyip büyüten feragat ve fedakârlık örnekleri vermelidirler. Hatta size hasımca yaklaşanlara bile bir gül uzatıp ‘Bunu mu istiyordunuz?' diyebilmeli ve onu da sıcak bir tebessümle kardeşlik duygularıyla karşılama olgunluğu göstermelidir!

- Hatta, bir toplulukta müminler arasında uyuşmazlık ve kırgınlık gibi soğukluklar görülürse, bunun ilk sebebi, her şeyden önce kardeşlik ahlakının uygulanmadığında aranmalıdır. Kardeşlik hislerini kaybetmiş ve birbirinin karşıtı haline gelmiş insanların ortak hedeflere birlikte yürümeleri mümkün olmayacağı gerçeği de hep hatırlanmalıdır.

Tüm bu ikazlardan sonra Rabb'imizin şu uyarıları da kulaklarımızda hep çınlıyor olmalıdır:

- Mü'minler kardeştirler! Kardeşlerinizin arasında barışı sağlayın!” (Hucurat-10)

- “Ey iman edenler! hepiniz toptan barışa girin de şeytanın peşine düşünlerden olmayın!” (Bakara-208)

- Fatebiru ya ülil ebsar! Düşünün ey basiret sahibi imanlı insanlar.
 
 
 

15 Eylül 2015 Salı

Ahmed Şahin - Biz birlik beraberliği önce saygılı komşularımızla yaşarız!

Ahmed Şahin - Biz birlik beraberliği önce saygılı komşularımızla yaşarız!


Ahmed Şahin
 
 
AİLE-SAĞLIK

 

Biz birlik beraberliği önce saygılı komşularımızla yaşarız!


Evet, bizler arzuladığımız huzurlu ve mutlu hayatı ancak komşularımızla yaşarız.

Komşudan kopuk tek başına yaşanacak bir hayat, bize huzur ve mutluluk vermez. Hem kimse de böyle komşudan kopuk bir hayat içinde olmayı da istemez. Çünkü bir ülke halkı komşulardan oluşur. Komşular birbirleriyle sevgi, saygı ve yardımlaşma içinde iseler, ülke halkı da aynı şekilde karşılıklı sevgi, saygı ve dayanışma içinde olur, birlik beraberliklerini korurlar.

Bu komşu birliğinden dolayıdır ki, Allah Resulü (sas) Efendimiz, birlikte yaşayan komşunun komşusundan emin olması konusunda yeminli uyarılarda bulunarak buyuruyor ki:

- Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, kul kâmil Müslüman olmaz, komşuları onun elinden, dilinden ve kalbinden emin olmadıkça ve yine kul kâmil iman etmiş sayılmaz, komşuları onun kötülüğünden ve aldatmasından selamette bulunmadıkça!

Evet, komşular birbirinden böylesine emin olmalı, emniyet ve selamet içinde yaşamalılar.

Neden komşular birbirinden emin olmalı ve selamet içinde yaşamalılar?

Çünkü komşular birbirinden emin olursa, onlardan oluşan ülke halkı da birbirinden emin olur. Birbiriyle kucaklaşmış insanlardan oluşan ülke halkı meydana gelir. Artık onları ayırıp buyurma oyunları da etkili olamaz, kucaklaşarak yaşayan saygılı komşularda ayrılık fitnesi zemin de bulamaz.

Efendimiz (sas) Hazretleri, komşunun komşuya olan saygısının kutsal değerini anlattığı hadisinde bakın ne buyurmuş:

- Komşunun komşuya gösterdiği hürmet ve saygı, evladın annesine gösterdiği hürmet ve saygı gibidir! Aynı şekilde kutsal ve değerlidir.

Yani, anne ile evlat nasıl birbirlerini sevmeleri, saymaları, haklarına dikkat etmeleri, kırıp incitmekten kaçınmaları gerekiyorsa, komşular da birbirlerini böyle sevmeli, saymalı, karşılıklı haklarına dikkat etmeliler ki, ülke halkı da benzeri sevgi, saygı ve beraberlik içinde olsunlar, bölünüp parçalanma tuzağına düşmekten de uzak kalsınlar.

Aleyhissalatü vesselam Efendimiz, bir diğer hadisinde de komşu hakkının önemine dikkat çekerken şöyle buyurmuş:

- Komşu hakkına dikkat edin. Ben komşu hakkı konusunda Cebrail'den o kadar ısrarlı ikaz aldım ki, neredeyse komşunun komşuya mirasçı olacağını dahi zannettim!

Evet, sahabeler de komşu hakkı konusunda aynı şekilde bilgi sahibi olmuşlar.

Nitekim sahabeden Abdullah bin Amir bin As, kestiği kurbanın etinden Yahudi komşusuna da vermesi için hizmetçisine tembihte bulunurken şöyle demiştir:

- Yahudi de olsa komşumuza yardımda bulunmalı, hakkına riayet etmeliyiz. Çünkü Allahü Teala komşuya yardım ve hakkına dikkat etme konusunda o kadar sık ikazda bulundu ki, neredeyse komşuyu komşuya mirasçı kılacak zannettik bizler kendi aramızda.

Komşu hakkından korkma konusunda sahabede heyecan çok yüksektir.

Bir başka sahabe de, komşunun bahçesindeki ağacın kendi bahçesine sarkan dallarından gece dökülen hurmaları sabah kalkan çocuklar alıp da komşu hakkını yemiş olurlar endişesiyle mescidde sabah namazını kılar kılmaz hemen bahçesine koşup dökülen hurmaları toplayarak komşusunun avlusuna atmış, çocuklarına komşu hakkı yedirmiş olmamak için mevsim boyu da böyle bir hassasiyet göstermiştir.

Müslümanların komşu hakkı konusunda gösterdikleri bu hassasiyetler, yabancıların da dikkatlerini çekmiş, gördükleri komşuya saygı örnekleri sebebiyle İslam ahlakını benimseme hayranlığı duyanlar bile olmuştur.

Komşu hakkını bu kadar önemli kılan bir başka sebep de, komşu hakkının şehidlerden bile affolmayan kul hakkından sayılması olmuştur.

Bundan dolayı sahabe, ödenmesi zor bir kul hakkı olan komşu hakkından hep titremiş, ana babalarına hürmet eder gibi komşuya hürmet edip saygı gösterme örneği vermişler, sonunda kendileri de benzeri hürmet ve saygıya layık görülmüşler. Böylece saygılı komşulardan oluşan saygılı bir ülke halkı oluşturmuşlar, birlik beraberlik örneği vermişlerdir bizlere.

Bundan dolayı deniyor ki: ‘Fatebiru ya ülilebsar!' Ülkede birlik beraberlik, önce komşu haklarına saygıdan mı başlar bir düşünün ey aile reisleri, ülkede birlik beraberlik sağlama görevlileri?

Bilmem siz ne dersiniz, bu birlik beraberliği komşudan başlatma teklifine?
 
 
 

14 Eylül 2015 Pazartesi

Şehitler hayatına nasıl devam eder?

Şehitler hayatına nasıl devam eder?

 
Hüseyin Gültekin - [İslami Hayat]

h.gultekin@meydangazetesi.com.tr
11 Eylül 2015, 01:25

Son zamanlarda millet olarak badireli günler geçirmekteyiz. Gün geçmiyor ki şehit haberleriyle sarsılmayalım. Hele ateşin düştüğü ocaklardaki hüzün ve feryat hepimizi derinden etkiliyor. Bunca sıkıntı ve bu üstesinden gelinmesi zor sabır sınavında, şehit yakınları başta olmak üzere hepimizi teselli eden, sabrımızı kolaylaştıran bir nokta var: Şehitlik.
 
Yüce Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de “Allah yolunda öldürülenlere ‘ölüler’ demeyin. Bilakis onlar diridirler fakat siz hissedemezsiniz.” (Bakara, 2/154) buyuruyor. Konuyla ilgili bugüne kadar verilen birçok cevabın yanında Bediüzzaman Hazretleri’nin yaklaşımı son derece orijinaldir. Ona göre hayat, sadece yaşadığımız dünya hayatıyla sınırlı değildir. Çeşitli mertebelerden meydana gelir.

Bir hanede eşlerin ikisinin de kurban kesmesi gerekir mi?


Kurban kesmek zengin olan her Müslüman’a vaciptir. Kurbanın ilk üç gününde, 85 gr altın veya bu miktar bir mala sahip olan bir kişi kurban kesmekle yükümlüdür. Dolayısıyla burada önemli olan, erkek-bayan veya evli-bekâr olmak değil zengin olmaktır. Bu sebeple, evli çiftlerden hangisi, kurban kendisine vacip olacak kadar bir mala sahipse o kurban kesecektir. İkisi de zenginse, her ikisi de ayrı ayrı kurban kesecektir çünkü bu durumda her ikisinin de kurban kesmesi vaciptir.

Ekmek istedin afiyet istemedin


İmam Kuşeyrî naklediyor:
 
Tasavvuf ehlinden biri sürekli ''Allah'ım, senden afiyet istiyorum, Allah'ım senden afiyet istiyorum'' diye dua edip duruyordu. Kendisine niçin sürekli böyle dua ettiği sorulunca şöyle dedi: ''Ben, manevi terbiyeye başladığım ilk zamanlarda hamallık yapıyordum. Bir gün ağırca bir un yükü taşıyordum, dinlenmek için yükü bir yere koydum. Dinlenirken: ‘Ya Rabbi, eğer her gün bana yorulmadan iki ekmek versen onlarla yetinirdim!’ diye dua ettim. Birden önümde iki kişinin dövüşmeye başladıklarını gördüm; ben de aralarını bulayım diye yanlarına vardım.
 
Birisi, elindekini hasmına vurmak isterken benim başıma vurdu, üzerim başım kan içinde kaldı. O sırada asayiş görevlileri gelip kavga edenleri yakaladılar, beni de kana bulanmış görünce kavgaya karıştığımı zannedip onlarla birlikte hapse attılar. Bir müddet hapiste kaldım, her gün iki ekmek veriyorlardı. Bir gece rüyamda birisi bana, ‘Sen, Allah'tan her gün yorulmadan iki ekmek istedin fakat afiyet istemedin, işte istediğin sana verildi’ dedi. Rüyadan uyandım, ondan sonra hep: Ya Rabbi afiyet ver, Ya Rabbi afiyet ver'' diye dua etmeye başladım.

Hayatın tabakaları


Üstad’ın ifadelerine göre hayat, beş farklı mertebeden meydana gelmektedir. Bunlar:

 
  • Bizim gibi sıradan insanların yaşadığı hayat.
  • Hazreti Hızır ve İlyas’ ın (a.s.) yaşamakta oldukları hayat.
  • Hz. İdris ve Hz. İsa’nın (as) hayatları.
  • Kabir ehlinin ruhani hayatları.
  • Şehitlerin hayatıdır.
 
Şehitlerin, normal kabir ehlinden daha üstün bir hayat tabakası vardır.
 
Evet, şehitler, hayatlarını Allah yolunda feda ettikleri için, ikramı bol Cenab-ı Hak, onlara berzah âleminde, dünya hayatına benzer fakat kedersiz, zahmetsiz bir hayatı bahşetmiştir. Onlar, kendilerinin ölmüş olduklarını bilmiyorlar. Yalnız daha iyi bir âleme gittiklerini biliyorlar ve tastamam, mesut bir şekilde o âlemin lezzetlerini tadıyorlar, ölümdeki ayrılık acısını yaşamıyorlar.
 
Sıradan kabir ehli öldüklerini bildikleri için berzah âleminde aldıkları lezzet, şehitlerinkine yetişemez.

http://www.meydangazetesi.com.tr/sehitler-hayatina-nasil-devam-eder-makale,1343.html

 

12 Eylül 2015 Cumartesi

Hekimoğlu İsmail - Allah, rızka kefildir!

Hekimoğlu İsmail - Allah, rızka kefildir!


Hekimoğlu İsmail
AİLE-SAĞLIK

Allah, rızka kefildir!


Rızık, kendisinden faydalanılan şey demektir. Yaratıkların gıdalandığı, onları besleyen ve yaşatan nesnedir.

Kur'an'da Allah'ın ‘Rezzak' ismi geçer. Rezzak, “rızık veren” demektir. Allah yerdeki, gökteki, âlemlerdeki canlıların hepsini yoktan var etmiş, var ettiği her şeye hayat vermiş, hepsinin ecellerini, nefeslerinin adedini tayin ederken rızıklarını da belirlemiştir.

Hud Sûresi'nde, “Yeryüzünde yürüyen her canlının rızkı, yalnızca Allah'ın üzerinedir.” buyrulmuştur. Bunu anlamak için kâinat kitabına dönüp baktığımızda Kur'an'daki ayetlerle kâinattaki ayetlerin bütünleştiğini görürüz. Gerçekten her canlının rızkı yaratılmıştır; balıkların rızkı deniz, kuşun rızkı kay, çocuğun rızkı süt, solucanların rızkı çamurdur. Güneşin rızkı da ısı ve ışıktır. Yani her canlının kendisine uygun gıdası vardır. Bunun için yaratılan her mahlûk sebepli sebepsiz kendisine tahsis olunan rızkını alır. Çünkü mideleri yaratan Allah, midelerin ihtiyacını da yaratmıştır.

Demek ki aklımıza gelebilecek her türlü canlının rızkını veren Allah, bizim de rızkımızı verecek. Fakat biz ne yapacağız? Ayet-i kerimede “...öyleyse rızkı Allah'ın katında arayın.” buyruluyor. O halde bir kimse, Allah emrettiği için çalışır, rızkını helal yoldan ararsa, o şahıs ezelde belli olan rızkına kavuşur.

Dolayısıyla insanın rızkı için gayret etmesi, üzerine düşeni yapması, helalinden kazanmak gayretiyle çalışması lazımdır. Nitekim Adem (as)'dan Peygamberimiz (sas)'e kadar gelmiş geçmiş bütün peygamberler, kimisi çobanlık yaparak kimisi marangozluk yaparak bazıları da çiftçilik, terzilik, mühendislik, tüccarlık gibi mesleklerle geçimlerini temin için çalışmışlardır.

Ancak rızkının bereketli olmasını isteyen, rızkını helal yoldan aramalıdır; böyle yaparsa çalışmaları için de ayrıca sevap kazanır. Sevabı çok olan cennete gider. Eğer rızkını haram yollardan kazanmaya çalıştıysa yine ezelde belli olan rızka kavuşur. Fakat bu rızık ona hayırsız, bereketsiz olur. Rızkına kavuşmak için kazandığı günahlar, hem dünyasını hem ahiretini cehennem eder.

Bediüzzaman Hazretleri de bu konuya işaret etmiş, “Madem rızık mukadderdir ve ihsan ediliyor ve veren de Cenâb-ı Hak'tır. O hem Rahîm, hem Kerîm'dir. Onun rahmetini ittiham etmek derecesinde ve keremini istihfaf eder bir surette, gayr-ı meşru bir tarzda yüz suyu dökmekle, vicdanını, belki bazı mukaddesâtını rüşvet verip, menhus, bereketsiz bir mal-ı haramı kabul eden düşünsün ki, ne kadar muzaaf bir divaneliktir!” demiştir. Bu sebepten rızkı ararken de insan dikkat etmeli. Helal, haram belli.

Rezzak-ı Hakiki olan yalnız Allah'tır. Allah'ın yiyecekleri yaratması Rezzak sıfatından. O yiyeceklerin vücudumuzda hazmedilmesi yine Rezzak sıfatından; ilim de ibadet de soluduğumuz hava da rızıktır.

Çeşitli dükkânlarda çeşitli gıdalar satılmaktadır. Fakat rızkı yaratan Allah'tır. Manav karpuza bir fiyat ister, karpuzu yaratan Allah da şükür ister. Mesela sahabe hakkında ciltlerle kitap yazılmıştır. Fakat biz sahabeleri üç noktada hülasalandırabiliriz; ecellerini Allah'tan bilmişler, rızıklarını Allah'tan bilmişler ve Allah'ın verdiği her hal için şükretmişler. İşte bu, onları cesaretin, azmin, iradenin zirvesine çıkarmış.

“Biz ne yapacağız?” sorusunun cevabını özetlersek; mademki Allah rızka kefildir, sebeplere yapışacağız, rızkımızı helal yollardan arayacağız.

Rızık korkusuyla maaşımızdan endişe edip, para kazanamamak gibi bahanelerle haram şeyler satmak, haram işler görmek, hakikatlere aykırı hareket etmek Allah'ın Rezzak sıfatına inanmadığımızın alametidir, İslamiyet'i bilmemektir.

Kaldı ki Rızık, Rezzak-ı Kerim'den olunca, maaş ve ücret için memur ve işçi olmak da caiz değil. İslam'a hizmet için memur veya işçi olunur, maaş dolayısıyla gelir.

Kul, sebepler planında üzerine düşen gayreti gösterip Allah'a tevekkül ettiği müddetçe de Rezzâk olan Rabbi ona kâfîdir.