31 Ocak 2018 Çarşamba

EŞİNİZİN HUYUNU SEVMİYORSANIZ BUNU YAPIN!

EŞİNİZİN HUYUNU SEVMİYORSANIZ BUNU YAPIN!


 0

Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Bir kimse eşine kin beslemesin. Onun bir huyunu beğenmezse, bir başka huyunu beğenir.” (Müslim, Radâ 61)
Dünyada kusursuz insan yoktur. Her insanın mutlaka birçok kusuru vardır. “Kusursuz dost arayan dostsuz kalır” atasözü bu gerçeği dile getirmektedir.
Kadın da bir insan olduğuna göre, elbette onun da kusurları bulunacaktır. “Kusursuz güzel olmaz” denmiştir. İnsan mükemmel yaratılmamıştır. Mükemmel olan sadece Allah Teâlâ’dır. Durum böyle olunca, eşinde gördüğü kusurları büyüterek ondan nefret etmeye kalkan bir kimsenin bu davranışı normal sayılamaz. Pireyi deve yaparak hayat arkadaşını tenkid etmek, insaf ölçülerine sığmaz. Kendi hatalarını görmeyen, ele çuvaldızı batırmadan önce kendine iğneyi batıramayan kimse haklı bulunamaz. İşte bu sebeple insan, bazı davranışlarını beğenmediği için eşine haksızlık etmemelidir. Onun beğendiği yanlarını hesaba katmalı, iyi taraflarını görmeye çalışmalıdır. Meselâ şöyle düşünmelidir:
  • Eşim biraz hırçın ama, doğrusu dindar kadındır.
  • O kadar güzel değil ama, namuslu kadındır.
  • Benim istediğim kadar becerikli değil ama, güzel kadındır.
Meseleye bir de kadın yönünden bakalım. Aynı gerekçeler şüphesiz kadın için de geçerlidir. O da durup dururken kocasını küçümsemeye kalkmamalıdır. Beğendiği bir kimsenin meziyetlerini eşinde görememek, ona kocasını beğenmeme hakkını vermez. Çünkü Allah Teâlâ insanları yaratırken herbirine değişik özellikler vermiştir. Bazılarına da bizim bilemediğimiz sebeplerle, birkaç özellik birden lutfetmiştir. O’nun her işinde bir hikmet bulunduğu şüphesizdir. Bize düşen O’nun adaletine inanmak, hiçbir kuluna haksızlık etmeyeceğini kesinlikle bilmektir.
Peygamber Efendimiz eşlerin birbirine düşmanca duygular beslemesini yersiz bulmaktadır. Birbirinin iyi yanlarını görmeye çalışmak artık fayda vermiyorsa, karşılıklı sevgi ölmüşse, eşlerden biri ötekinden soğumuşsa, demekki yuvada ciddi bir problem vardır. Yapılacak iş bu kördüğümü çözmektir. Sevgi bağlarının koptuğu bir evliliği zorla götürmek zaten doğru değildir. İki tarafa da cehennem azâbı yaşatmanın anlamı yoktur. Dünyanın sonu gelmediğine göre, herkes huyunu suyunu beğendiği ve aradığı özellikleri kendinde bulduğu bir başkasıyla evlenir, olur biter.
HADİSTEN ÖĞRENDİKLERİMİZ
1. Eşinin bazı özelliklerini beğenmeyen kimse, onun diğer güzelliklerini görmeye çalışmalıdır.
2. Bu konuda peşin hükümlü olmayanlar, eşlerinin iyi yanlarını görebilirler. Çünkü herkesin hem kötü, hem de güzel yanları vardır.
3. Ailede bir anlaşmazlık olunca insan hisleriyle hareket etmemeli, aklını hakem yapmalıdır.
Kaynak: Riyazüs Salihin, Hadis-i Şerif Tercümesi, Erkam Yayınları

http://www.islamveihsan.com/esinizin-huyunu-sevmiyorsaniz-bunu-yapin.html



YUMUŞAK SÖZ SÖYLEYİN!

YUMUŞAK SÖZ SÖYLEYİN!


 0
Rabbimiz, kullarının hassâsiyet sahibi olarak tatlı, gönül alıcı ve yumuşak söz söylemelerini emir buyurmaktadır.
GÜZEL SÖZ SÖYLEMENİN HİKMETİ
Âyet-i kerîmede şöyle bildirilmektedir:
“Kullarıma söyle, sözün en güzelini söylesinler…” (el-İsrâ, 53)
Gönüller Sultanı Peygamber Efendimiz de bu hususta şöyle buyurmuştur:
“Allah Teâlâ, bana farzların ikâmesini emrettiği gibi, insanlara lûtuf ve merhametle muâmele edip yumuşak söz söylememi (böylece onların kalpleri arasında muhabbet filizleri yeşertmemi) de emretti.” (Süyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr, I, 59/1695)
Nitekim hiç kimse sert sözlerden ve kabalıktan hoşlanmaz. Zira kaba söz, alev alev yanan bir ateş gibidir ki, neticede sahibini de yakar. Bu sebeple Hazret-i Mevlânâ’nın buyurduğu şu hakîkate dikkat etmek lâzımdır:
“Allah’ın âyet-i kerîmedeki; «Ey Mûsâ! Firavun’a karşı yumuşak söz söyle, ona yumuşaklık göster!» sözünü iyi anla! Zira kaynayan yağa soğuk su dökersen, ocağı da harap edersin, tencereyi de…”
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Gönül Yolculuğu, Erkam Yayınları

http://www.islamveihsan.com/yumusak-soz-soyleyin.html



30 Ocak 2018 Salı

Efkan Vural - Kur’an-ı Kerim’de Allah’ın Öğretisi-1

Efkan Vural - Kur’an-ı Kerim’de Allah’ın  Öğretisi-1

Her şeyi Allah yaratmıştır. Evreni, melekleri,cinleri,insanları,hayvanları,bitkileri,canlı- cansız her şeyi yaratan, şekil veren ve yöneten Allahtır.


 Allah tüm varlıkları bir düzen içinde yönetmektedir. Her şey onun ilmi dahilindedir. Hiç bir şey onun bilgisi dışında kalmaz. Yüce Allah bu konuyla ilgili şöyle buyurur: “Gaybın (Görünmez bilginin) anahtarları Allah'ın yanındadır; onları O'ndan başkası bilmez. O, karada ve denizde ne varsa bilir; O'nun ilmi dışında bir yaprak bile düşmez. O yerin karanlıkları içindeki tek bir taneyi dahi bilir. Yaş ve kuru ne varsa hepsi apaçık bir kitaptadır.” (En’am suresi,59.ayet)

Allah varlıkları yaratıp kendi haline bırakmadı. Onlara uyacakları prensipleri haber verdi. Yüce Allah ilk insan olan Hz. Adem’i yarattı ve Ona  cebrail’i gönderdi. Cebrail meleği Allah’ın izniyle Hz. Adem’e her şeyi öğretti. Yüce Allah kur’an’da şöyle buyurur: “Allah Âdem'e bütün isimleri, öğretti...” (Bakara suresi,31.ayet)

Allah’ın öğretisi Hz. Adem’e  sayfalar halinde gönderildi. Yüce Allah Hz.Adem ile ilgili  şöyle buyurdu: “Doğrusu bundan önce Adem’e (bu ağaçtan yeme diye) emir vermiştik. Ne var ki, o bunu  unuttu...”(Taha suresi,115.ayet)

İnsanı en iyi bilen tanıyan Allah’tır. Çünkü, Alah insanı tasarlayayıp yaratandır. Dolayısıyla insanın tüm özelliklerini ve ihtiyaçlarını da en iyi bilen Allah’tır.


Allah insanların özelliklerine uygun ve ihtiyaçlarına cevap verecek bir şekilde  hazırladığı öğretileri sayfalar ve kitaplar halinde  göndermiştir.  Bu sayfalar ve kitaplar dünya hayatını  gereği gibi kullanabilmek için Allah’ın hazırladığı “Kullanma Kılavuz”ları şeklindedir.

Yeni bir cihaz,makina veya elektronik bir eşya aldığımız zaman bize,üretici  firmanın hazırladığı kullanma kılavuzu verirlir. Cıhazın doğru bir şekilde kullanılması,sağlam ve uzun ömürlü olması için kılavuza göre hareket etmemiz istenir. Bazan kılavuz da yeterli olmaz bir servis elemanı ile  o cihaz kurulur ve çalıştırılır.


Yüce Allah’ta insanlara öğretilerini bir kılavuz halinde (Suhuf ve Kitaplar)  ve servis elamanı ile (Melek ve Peygamberler) göndermiştir.
Allah’ın gönderdiği öğretiler  zaman içinde insanlar tarafından unutulmuş veya değiştirilmiştir. Allah’ın gönderdiği suhuf veya kitaplar (Kullanma kılavuzu) değiştiği veya bozulduğu vakit ; Allah , yeni bir kitap ve yeni bir peygamber göndermiştir. Bu süreç Hz.Muhammed’in Peygamber olmasına kadar devam etmiştir.


Hz. Muhammed (s.a.v.)’e gönderilen  ilahi mesajlardan oluşan öğretiler bir kitap (Mushaf) haline getirilip, hiçbir değişikliğe uğramadan günümüze kadar ulaşmıştır. Allah’ın son ilahi kitabı olan Kur’an-ı Kerim’in hükmü kıyamete kadar sürecektir.

Yüce Allah bu konuda Kur’an’da şöyle buyurmaktadır: “Kur'an'ı kesinlikle biz indirdik; elbette onu yine biz koruyacağız.” (Hicr suresi,9.ayet)

İşte bizler Allah’ın  öğretisini iyi bilmeliyiz. Yaşam tarzımızı Yüce Allah’ın öğretileri doğrultusunda düzenlemeliyiz. Bunun için de Allah’ın öğretilerinin bulunduğu  kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim’i  Türkçe mealiyle ve mümkünse tefsiriyle birlikte okuyarak iyice anlamalıyız.


Kur’an’’ın ve Peygamberimizin öğretisi doğrultusunda yaşayarak, hem bu dünyada ve hem de Ahirette (öteki alem) kurtuluşa ernlerden olmaya çalışmalıyız.

İnşallah bu köşede Kur’an-ı Kerimde’ki Allah’ın öğretilerini  bir yazı dizisi halinde sizlere sunmaya çalışacağım.


Allah’ın son ilahi kitabı Kur’an-ı Kerim’deki  mesajları dikkate alabilirsek  ailemizde,çevremizde, ülkemizde, İslam aleminde ve tüm dünyada huzur,güven,barış ve mutluluk oluşur...

Efkan VURAL


https://efkanvural.blogspot.com.tr/
 
  


BİR FEDAKARLIK HİKAYESİ

BİR FEDAKARLIK HİKAYESİ


 0

Trafik kazası sonucu bir hastanenin yoğun bakım servisinde tedavi görürken tanıdığı kimsesiz gence 10 yıl boyunca annelik yapan Gülsüm Kabadayı’nın “Umut”lu başlayan ancak hüzünlü biten öyküsü herkesi duygulandırdı.
Antalya’da, trafik kazası nedeniyle getirildiği hastanede tedavi gören kimsesiz felçli genci evine götürerek 10 yıldır fedakarca bakımını üstlenen Gülsüm Kabadayı’nın hüzünlü biten hikayesi herkesi duygulandırdı.
Üç çocuğu olan Kabadayı ile Umut adını verdiği gencin hikayesi Ağustos 2008’de Akdeniz Üniversitesi Hastanesinde başladı. Tedavi gören bir yakınına refakat eden Gülsüm Anne, trafik kazası sonucu aynı hastanenin yoğun bakım servisinde kalan ve adı bile bilinmeyen gençle ilgilenmeye başladı.
Yaklaşık 40 kilogram olan gencin yanından hiç ayrılmayan Kabadayı, yaşam mücadelesini kazanan kimsesiz gencin “koruyucu ailesi” oldu.
Fiziksel benzerliği ve Rusça sözcüklere tepki vermesinden dolayı Rus uyruklu olduğu düşünülen gencin üzerine titreyen Gülsüm anne, “evladım” dediği gence Umut ismini verdi. Yatalak olan gence adeta bebek gibi bakması ve olağanüstü sevgisiyle dikkati çeken Kabadayı, hikayesi haber olunca milyonların hayranlığını kazandı.
Rusya’daki bir televizyon kanalına konuk olan ve programdakiler tarafından ayakta alkışlanan fedakar anne, Rusya Devlet Başkanı Putin’in danışmanı ve bazı Rus milletvekilleri tarafından ziyaret edildi.
KAHRAMAN İLAN EDİLDİ
Fedakarlığıyla dünyanın tanıdığı bir isim haline gelen Gülsüm Kabadayı, birçok kez “yılın annesi” ödülünü aldı, Rusya’da kahraman ilan edildi. Antalya’daki Rusların da büyük ilgisini çeken ve evi ziyaretçi akınına uğrayan Kabadayı, bir yandan da Umut’un tedavisiyle ilgilenmeyi sürdürdü.
Antalya ve Samsun’daki özel rehabilitasyon merkezine götürülen Umut, buradaki tedavilerinin ardından oturmayı ve başını dik tutmayı başardı. Elini kaldırabilen, sorulara da göz kapaklarını kapatarak yanıt veren Umut, yaklaşık iki yıl önce “anne” diyerek Kabadayı’nın sevgisini karşılıksız bırakmadı.

UMUT İÇİN EVİNİ DEĞİŞTİRDİ
Umut’un Antalya’daki sıcak havalardan rahatsız olması nedeniyle Kabadayı, kent merkezine göre daha yüksek rakımda bulunan Korkuteli ilçesine yerleşti.
Bu ilçede de yardıma muhtaç çok sayıda engelli olduğunu fark eden Kabadayı, onlara da destek olmak için bir yıl önce Korkuteli Engelli Aileleri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneğini kurdu.
Kabadayı, birçok engellinin tekerlekli sandalye, hasta yatağı gibi ihtiyaçlarını karşıladı.
Sevgi ve fedakarlık timsali Gülsüm Kabadayı’nın Umut’lu yaşamına, yaklaşık 10 gün önce evladının fenalaşmasıyla gölge düştü.
Ambulansla Antalya’daki özel bir hastaneye kaldırılan Umut, tedaviye cevap vermedi ve çoklu organ yetmezliği nedeniyle hayatını kaybetti.
Gülsüm Kabadayı, hastanede başlayan ve yine hastanede biten sevgi ve mücadele dolu hikayesinin ardından Umut’un giydiği son tişörtü koklayıp içine çekerek, “İnşallah seninle cennette buluşacağız. Beni bekle oğlum.” diye gözyaşı döktü.
Kaynak: AA

http://www.islamveihsan.com/bir-fedakarlik-hikayesi.html



ŞEYTAN SİZİ ALLAH İLE KANDIRMASIN!


ŞEYTAN SİZİ ALLAH İLE KANDIRMASIN!
 

 0

Her insanın içine zaman zaman birtakım zuhurat, tuluat, sunuhat ve ilhamlar gelebilir. Fakat bunların Rahmânî mi şeytânî mi olduğu, ancak şer’î kıstaslarla ortaya çıkar. Bu sebeple şeytanın bizi Allah’ın (c.c) rahmeti ile kandırmasına müsade etmemeli ve dikkatli olmalıyız…
Abdülkâdir Geylânî Hazretleri buyurur:
“Kim ki dînin esaslarını kendi yaşayışında tatbik etmediği hâlde, kalbinde hikmet nurları bulunduğunu iddia ederse o, yalancıdır. Zira şurası iyi bilinmelidir ki dînin/şerîatin şahitlik etmediği her hâl, zındıklıktır.” (Fethu’r-Rabbânî, sf. 303.)
Her insanın içine zaman zaman birtakım zuhurat, tuluat, sunuhat ve ilhamlar gelebilir. Fakat bunların Rahmânî mi şeytânî mi olduğu, ancak şer’î kıstaslarla ortaya çıkar.
“BUNDAN BÖYLE SANA HARAMLARI HELÂL EYLEDİM”
Nitekim Abdülkâdir Geylânî Hazretleri, başından geçen bir hâli şöyle anlatmıştır:
Bir gün gözümün önünde bir nur peydâ olmuş ve bütün ufku kaplamıştı. Bu nedir diye bakarken, nurdan bir ses geldi:
“–Ey Abdülkâdir, ben senin Rabbinim. Bugüne kadar yaptığın amel-i sâlihlerden öyle hoşnudum ki, bundan böyle sana haramları helâl eyledim.” dedi.
Ancak hitap biter-bitmez, ben bu sesin sahibinin şeytan -aleyhillâne- olduğunu anladım ve:
“–Çekil git ey mel’un! Gösterdiğin nur, benim için ebedî bir zulmettir/karanlıktır.” dedim.
Bunun üzerine şeytan:
“–Rabbinin sana ihsân ettiği hikmet ve firâsetle yine elimden kurtuldun! Hâlbuki ben yüzlerce kimseyi bu usûl ile yoldan çıkarmıştım.” diyerek uzaklaştı.
Ellerimi yüce dergâha açtım; bunun, Rabbimin bir fazl u keremi olduğu idrâki içinde şükürler eyledim.
Bu sözleri dinleyen cemaatten biri sordu:
“–Ey Abdülkâdir! Onun şeytan olduğunu nereden anladın?”
Abdülkâdir Geylânî Hazretleri cevap verdi:
“–Sana haramları helâl kıldım, demesinden!..”
İşte bu, her mü’minin ömrü boyunca muhtaç olduğu bir firâsettir. Zira bir kul, sâlih amelleri ve güzel ahlâkı sebebiyle helâl-harama riâyet mükellefiyetinden muaf tutulacak olsaydı, evvelâ insanlığın Hakk’a kulluktaki zirvesi olan Rasûlullah –sallâllâhu aleyhi ve sellem– Efendimiz muaf tutulurdu. O’na bile böyle bir imtiyaz tanınmadığına göre, hiç kimseye de tanınacak değildir.
Dolayısıyla namaz, oruç, zekât, hac ve diğer dînî mükellefiyetleri yerine getirmeyip; “Benim kalbim temiz, mühim olan da bu…” gibi gâfilâne lâkırdılarla, ilâhî emir ve nehiylere karşı sahte bir muâfiyet alanı açmaya çalışan zındıklara aslâ îtibâr etmemek gerekir.
Şunu da unutmamak îcâb eder ki, her devirde Allâh’ın dînini bozup gönülleri bulandırmak isteyen din tahrifçileri dâimâ var olagelmiştir. Bu gibi durumlarda mü’minler için fârukıyyet vasfı, yani hak ile bâtılı, doğru ile yanlışı birbirinden ayırt edebilme firâseti, daha büyük bir ehemmiyet arz eder. Bunun için bizler de bilhassa genç nesillerimizle birlikte, Kur’ân ve Sünnet’e daha sıkı sarılarak din tahrifçilerinin tuzaklarını boşa çıkarmalıyız.]
Cenâb-ı Hak cümlemize, hakkı hak bilip ittibâ edebilmeyi, bâtılı da bâtıl bilip sakınabilmeyi nasîb eylesin. Bütün his, fikir, niyet ve amellerimizi, dâimâ rızâ-yı şerîfiyle te’lif buyursun. Kur’ân ve Sünnet’in nurlu ikliminde, râzı olduğu bir kulluk hayatı yaşayıp âhirette de sâlihlerle birlikte haşrolunmayı, lûtf u keremiyle ihsân eylesin. Âmîn!..
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altınoluk Dergisi, 2018 – Ocak, Sayı: 382, Sayfa: 032
 
 
 
 

29 Ocak 2018 Pazartesi

KURAN'DA PEYGAMBER DUALARI -9

KURAN'DA PEYGAMBER DUALARI  -9

HZ.MUHAMMED (SAV)'İN DUALARI
 

Kuran'da "Şüphesiz sen, pek büyük bir ahlak üzerindesin" (Kalem Suresi, 4) ayetiyle tanıtılan son peygamber Hz. Muhammed (sav), gecenin bir bölümünü dua, zikir ve ibadetle geçiriyordu. Bir ayette bundan şöyle söz edilir:  

Gerçekten Rabbin, senin gecenin üçte ikisinden biraz eksiğinde, yarısında ve üçte birinde kalktığını bilir; seninle birlikte olanlardan bir topluluğun da. Geceyi ve gündüzü Allah takdir eder. Sizin bunu sayamayacağınızı bildi, böylece tevbenizi kabul etti... (Müzemmil Suresi, 20)

Kuran’da Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in müminlere karşı ne kadar düşkün ve şefkatli olduğu anlatılır ve onlar için bağışlanma dilemesi emredilir:

Allah'tan bir rahmet dolayısıyla, onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın onlar çevrenden dağılır giderlerdi. Öyleyse onları bağışla, onlar için bağışlanma dile ve işkonusunda onlarla müşavere et. Eğer azmedersen artık Allah'a tevekkül et. Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever. (Al-i İmran Suresi, 159)  

Kuran’da daha birçok ayette kutlu Peygamberimiz (sav)’in dualarından bahsedilmektedir. Dualarda Allah’ı sıfatları ile birlikte anmanın en güzel örneklerini Peygamberimiz Hz. Muhammed’in dualarında görebiliriz. Bunlardan bir tanesi şöyledir:

De ki: "Ey mülkün sahibi Allah'ım, dilediğine mülkü verirsin ve dilediğinden mülkü çekip-alırsın, dilediğini aziz kılar, dilediğini alçaltırsın; hayır Senin elindedir. Gerçekten Sen, herşeye güç yetirensin." (Al-i İmran Suresi, 26)  

Tüm peygamberler gibi Hz. Muhammed (sav) de gönderildiği kavmin ileri gelenleri tarafından tehdit edilmişve zaman zaman şeytanın olumsuz telkinleri ile karşı karşıya kalmıştır. Böyle durumlarda Peygamberimiz (sav) Allah'a üzerindeki sıkıntıyı kaldırması için şöyle yalvarmıştır:  

Ve de ki: "Rabbim şeytanın kışkırtmalarından sana sığınırım. Ve onların benim yanımda bulunmalarından da Sana sığınırım Rabbim." (Müminun Suresi, 97-98)

Müminun Suresi'nin son ayetinde ise Peygamberimiz (sav)'in bir duası şöyle aktarılır:  
Ve de ki: "Rabbim bağışla ve merhamet et, Sen merhamet edenlerin en hayırlısısın." (Müminun Suresi, 118)     


BU YAZI AŞAĞIDAKİ SİTEDEN ALINMIŞTIR:

http://www.islamdahayat.com/dua/kuranadapeydua.php
 
  


Şiir: Dünyaya Aldanmamak İçin


Şiir: Dünyaya Aldanmamak İçin

 

Merhaba sevgili gönül dostlarımız,

 

Lise ikiye giden ilk yeğenim Nuriye İrem Çelik (2002) amcası gibi yazmaya meraklı. Çok güzel şiirler yazıyor. Az once benim ağzımdan bir şiir yazdı amatörce, bakalım beğenecek misiniz? … Celal

 
İrem ve ben - Konya Ereğli 2013

DÜNYAYA ALDANMAMAK İÇİN

 

Bir sabah çıktım yine bu dertli sokağa,

Yalpalayarak vardım dedemin yanına,

Her zamanki gibi dudaklarında sigara, elinde radyosu,

Sarmış etrafını tütün kokusu.

 

Tuttu o nasırlı elleriyle dedem,

Götürdü beni çay bahçesine,

Baktım saflık sinmiş çehresine,

Umut saçıyordu adeta çevresine.

 

Giderken eve, rastladım bir al güle,

Bakıyordu bana tüm masumiyetiyle,

Sanki beni kendisine esir etmek istercesine,

Kalbim verdi cevabını tam bir teslimiyetle.

 

Aktı elimden tüm duygularım boş bir kağıda,

Ben ay, o ise dünya,

Başım dönene kadar döndüm etrafında,

Dönme işini çok abarttım galiba.

 

Bıraktı beni bir başıma,

Durmaktayım sesim duyulmaz bir boşlukta,

Kimse tutmuyor elimden ,

Toprağa gömdüler beni daha ölmeden.

 

Bırakmadı peşimi musibet,

Başıma gelmek için sıraya girmişlerdi tek tek,

Bulutlardan boşalan dolu gibiydi,

Çökerttiler bedenimi içeri.

 

Sarsıldım aldığım haberle ,

Kederimden girmek istiyordum yerin dibine,

Artık hiçbir işlev görmeyecekti bu ayak,

Gece gündüz vakit geçirdim yorganımın altında ağlayarak.

 

Sonradan anladım neden işlev görmediğini,

Bu renkli dünyaya aldanmamak içindi,

Belki Rabbime secde edecek yoktu ayaklarım,

Yeterdi semaya kalkacak elim ve dilimdeki dualarım.

 

 

Nuriye İrem Çelik  (29 Ocak 2018)

 

 

 

 

MÜSLÜMANLIĞIN OLMAZSA OLMAZI

MÜSLÜMANLIĞIN OLMAZSA OLMAZI


 0

Hidâyet rehberimiz Kur’ân-ı Kerîm nice âyetiyle biz mü’minleri doğru, düzgün, münâsip, yumuşak ve tatlı ifâdelerle konuşmaya dâvet etmekte, bunların zıddı olan konuşmalardan da sakındırmaktadır.
Kur’ân-ı Kerîm, kendimiz için doğruluk, adâlet ve hakkâniyetle muâmele görmek istiyorsak, işlerimizin ve hâllerimizin düzelip Allâh’ın bizi affetmesini diliyorsak, bizim de her hususta doğru, samimî, âdil ve hak-şinas olmamızı emrederek قَوْلاً سَدِيداً (kavlen sedîdâ), yani doğru söz söyleyin, buyuruyor.
“GEL BAK SANA NE VERECEĞİM!”
Nitekim doğru sözlü olmak ve hiç kimseyi aslâ aldatmamak, Müslümanlığımızın olmazsa olmaz bir şartıdır. Müslüman, acı da olsa, kendi aleyhine bile olsa, doğruyu söyler. Nitekim Allah Resûlü şakalarında bile hakîkat dışı bir ifâde kullanmamışlardır. Zira O’nun doğruluk şuuru öyle bir kalbî rikkat hâline gelmişti ki, bir kadının çocuğunu çağırırken:
“−Gel bak sana ne vereceğim!” demesi üzerine hemen kadına, ona ne vereceğini sormuş, kadın da birkaç hurma vereceğini söyleyince:
“−Şâyet ona bir şey vermeyecek olsaydın, sana bir yalan günâhı yazılırdı.” buyurmuşlardır. (Ebû Dâvud, Edeb, 80/4991; Ahmed, III, 447)
İşte hidâyet rehberimiz Kur’ân-ı Kerîm nice âyetiyle biz mü’minleri doğru, düzgün, münâsip, yumuşak ve tatlı ifâdelerle konuşmaya dâvet etmekte, bunların zıddı olan konuşmalardan da sakındırmaktadır.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hak Dostlarının Örnek Ahlâkından 1, Erkam Yayınları

http://www.islamveihsan.com/muslumanligin-olmazsa-olmazi.html



28 Ocak 2018 Pazar

KURAN'DA PEYGAMBER DUALARI -8

KURAN'DA PEYGAMBER DUALARI -8

HZ. MUSA'NIN DUALARI 
 

İsrailoğulları'na elçi olarak gönderilen Hz. Musa, Firavun'un zulmünden kurtulması için, henüz bebek iken annesine gelen vahy üzerine bir nehre bırakılmıştı. Firavun ve ailesi nehirde buldukları Hz. Musa'yı evlat edindiler. (Kasas Suresi, 7-8) Hz. Musa'ya Firavun'un sarayında ergenlik çağına geldiğinde diğer peygamberler gibi Allah'tan "ilim ve hikmet" verildi. (Kasas Suresi, 14)  

Kuran'da Hz. Musa'nın Allah'a yönelerek dua etmesine neden olan bir olay şöyle anlatılır:  
(Musa) Halkının haberi olmadığı bir zamanda şehre girdi, orda kavga etmekte olan iki adam buldu; bu kendi taraftarlarından, şu da düşmanlarından. Derken taraftarlarından olan, düşmanlarından olana karşı ondan yardım istedi. Bunun üzerine ona bir yumruk attı ve işini bitiriverdi. (Sonra da:) "Bu şeytanın işindendir; o, gerçekten açıkça saptırıcı bir düşmandır" dedi. (Kasas Suresi, 15)  

Ayette anlatılan olay sonucunda Hz. Musa Allah'tan bağışlanma diledi ve bir daha suçlu ve günahkarlara destek olmayacağına dair Allah'a söz verdi:  

Dedi ki: "Rabbim, gerçekten, ben kendi nefsime zulmettim, artık beni bağışla." Böylece (Allah) onu bağışladı. Şüphesiz. O, bağışlayandır, esirgeyendir. Dedi ki: "Rabbim, bana verdiğin nimetler adına, artık suçlu günahkarlara destekçi olmayacağım." (Kasas Suresi, 16-17)  

Söz konusu olayın duyulması üzerine, bulunduğu şehrin önde gelenleri Hz. Musa'yı yakalayarak öldürmeyi planladılar. Bunu öğrenince Hz. Musa yine Allah'a dua etti:  
Böylece oradan korku içinde (çevreyi) gözetleyerek çıkıp gitti: "Rabbim, zalimler topluluğundan beni kurtar" dedi. (Kasas Suresi, 21)  

Hz. Musa’nın duası kabul edildi ve Allah’ın yönlendirmesiyle Firavun’un şehrinden ayrılarak daha güvenli bir yere gitmek üzere yola koyuldu. Bu sırada da sürekli Allah’a yönelmiş, hep O’na dua etmişti:

Medyen'e doğru yöneldiğinde de: "Umarım Rabbim, beni doğru bir yola yöneltip iletir" dedi. Medyen suyuna vardığı zaman, su almakta olan bir insan topluluğu buldu. Onların gerisinde de (hayvanları su başına götürmekten çekinen) iki kadın buldu. Dedi ki: "Bu durumunuz ne?" "Çobanlar sürülerini sulamadıkça, biz sürülerimizi sulayamayız; babamız, yaşı ilerlemişbir ihtiyardır." dediler.


Hemencecik onların sürülerini suladı, sonra yine gölgeye çekilerek dedi ki: "Rabbim, doğrusu bana indirdiğin her hayra muhtacım." Çok geçmeden, o iki (kadın)dan biri, (utana utana) yürüyerek ona geldi. "Babam, bizim için sürüleri sulamana karşılık sana mükafaat vermek üzere seni davet etmektedir." dedi. Bunun üzerine ona gelip de olup bitenleri anlatınca o: "Korkma" dedi. "Zalimler topluluğundan kurtulmuşoldun." (Kasas Suresi, 22-25)  

Bu olayların ardından Hz. Musa Medyen’de yerleşti. Ardından geçen 8-10 yıldan sonra ailesiyle birlikte Medyen’den ayrıldı. Yolda Tuva Vadisi denilen yere geldiğinde ilk vahyi alacaktı. Allah ona Firavun’a gitmesini ve kendisine dini tebliğ etmesini emretti. Hz. Musa’nın Kasas Suresi’nde Allah’a bu konuda şöyle dua ettiği bildirilir:

Dedi ki: "Rabbim, gerçekten onlardan bir kişi öldürdüm, beni öldürmelerinden korkuyorum. Ve kardeşim Harun; dil bakımından o benden daha düzgün konuşmaktadır, onu da benimle birlikte bir yardımcı olarak gönder, beni doğrulasın. Çünkü onların beni yalanlamalarından korkuyorum." (Kasas Suresi, 33-34)  

Kuran’da bildirildiğine göre Hz. Musa içinde duyduğu heyecanın tebliğ görevini yerine getirmesine engel olmasından çekinmişti. Bunun için de Allah’a dua etti:

Dedi ki: "Rabbim, benim göğsümü aç. Bana işimi kolaylaştır. Dilimden düğümü çöz; ki söyleyeceklerimi kavrasınlar. Ailemden bana bir yardımcı kıl, kardeşim Harun'u. Onunla arkamı kuvvetlendir. Onu işimde ortak kıl, Böylece Seni çok tesbih edelim. Ve Seni çok zikredelim. Şüphesiz Sen bizi görüyorsun." (Taha Suresi, 25-35)

Hz. Musa'nın bu samimi duasına karşılık Allah onu ve kardeşini özel bir koruma altına aldığını şöyle bildirmiştir:  
(Allah) Dedi ki: "Pazunu kardeşinle pekiştirip güçlendireceğiz; sizin ikinize de öyle bir 'güç ve yetki' vereceğiz ki, ayetlerimiz sayesinde size erişemeyecekler. Siz ve size uyanlar galip olanlarsınız." (Kasas Suresi, 35)  

Hz. Musa’nın Firavun’a göstermişolduğu mucizeler, Firavun’un yanındaki bazı kişilerin iman etmesine vesile olurken, Firavun ve kavminin büyük kısmı Allah’a karşı büyüklenmekte ısrar ediyorlardı. Bunun üzerine Hz. Musa’nın Allah’a şöyle dua ettiği Kuran’da bildirilir:

Musa dedi ki: "Rabbimiz, şüphesiz Sen, Firavun'a ve önde gelen çevresine dünya hayatında bir çekicilik (güç, ihtişam) ve mallar verdin. Rabbimiz, Senin yolundan saptırmaları için (mi?) Rabbimiz, mallarını yerin dibine geçir ve onların kalblerinin üzerini şiddetle bağla; onlar acı azabı görecekleri zamana kadar iman etmeyecekler." Allah, Hz. Musa'nın duasına şöyle karşılık verdi: "İkinizin duası kabul olundu. Öyleyse dosdoğru yolda devam edin ve bilgisizlerin yoluna uymayın." (Yunus Suresi, 88-89)  

Hz. Musa'nın yukarıdaki duasının ardından Firavun ve tüm inkarcı çevresi helak edilmişve İsrailoğulları Mısır'dan ayrılmışlardır. Mısır'dan çıkmalarından bir süre sonra, Hz. Musa kardeşi Hz. Harun'u yerine bırakarak, kırk günlüğüne Tur Dağı'na çıktı. Burada kendisine vahyin gelmesini bekledi. (A'raf Suresi, 142) Vahy gelince de Allah'a şöyle dua etti:  
"... Rabbim, bana göster, Seni göreyim"... (A'raf Suresi, 143)  

Allah, Hz. Musa'nın bu isteğine şöyle karşılık verdi:  
... (Allah:) "Beni asla göremezsin, ama şu dağa bak; eğer o yerinde karar kılabilirse, sen de Beni göreceksin." Rabbi dağa tecelli edince, onu paramparça etti. Musa bayılarak yere düştü. Kendine geldiğinde: "Sen ne Yücesin (Rabbim). Sana tevbe ettim ve ben iman edenlerin ilkiyim" dedi. "Ey Musa" dedi. "Sana verdiğim risaletimle ve seninle konuşmamla seni insanlar üzerinde seçkin kıldım. Sana verdiklerimi al ve şükredenlerden ol." (Araf Suresi, 143-144)  

Hz. Musa Tur Dağı'na giderken kavminden sorumlu olarak kardeşi Hz. Harun'u bırakmıştı. Ancak kavmi Hz. Musa'nın gidişi ile birlikte gevşeklik göstererek Mısır'daki putperest inanışlara dönüş yaptılar. Kendilerine bir buzağı heykeli yaptılar ve ona tapındılar. Hz. Musa kavminin buzağıya tapması üzerine aralarından müminleri ayırarak Allah'ın daha önceden vahyettiği buluşma yerine doğru yola çıktı. Ancak buluşma yerine gelmeden bunları da ayetin ifadesiyle "dayanılmaz bir sarsıntı" tutunca, Allah'tan kendisi ve yanındaki müminler için bağışlanma diledi:
 
... Dedi ki: "Rabbim, eğer dileseydin, onları ve beni daha önceden helâk ederdin. (Şimdi) İçimizdeki beyinsizlerin yaptıklarından dolayı bizi helak edecek misin? O da Senin denemenden başkası değildir. Onunla Sen dilediğini saptırır, dilediğini hidayete erdirirsin. Bizim velimiz Sensin. Öyleyse bizi bağışla, bizi esirge; Sen bağışlayanların en hayırlısısın." Bize bu dünyada da, ahirette de iyilik yaz, şüphesiz ki biz Sana yöneldik. Dedi ki: "Azabımı dilediğime isabet ettiririm, rahmetim ise herşeyi kuşatmıştır; onu korkup-sakınanlara, zekatı verenlere ve Bizim ayetlerimize iman edenlere yazacağım." (A'raf Suresi, 155-156)  

Kuran'da Hz. Musa ile ilgili olarak anlatılanlara baktığımızda, Hz. Musa'nın dualarında en çok dikkat çeken noktalardan birinin, onun içten samimiyeti ve açıksözlülüğü olduğunu görürüz. Allah'a samimi bir biçimde dua etmişve O'ndan yardım dilemiştir. Allah, Hz. Musa'yı zamanla ve olaylarla eğiterek büyük güç sahibi bir peygamber haline getirmiştir.  


Yani, önceden de vurguladığımız gibi, duanın en önemli şartlarından biri samimiyetle ve içtenlikle yapılmasıdır. İnsanı bu noktada yanıltabilecek engellerden biri, Allah'a karşı utanarak O'na bazı günah ya da kusurları itiraf etmeme eğilimidir. Bazı insanlar bu eğilimin etkisiyle Allah'a dua ederken çok "resmi" bir ruh hali içinde olurlar ve belki utanma duygusundan belki de kibirlerinden dolayı Allah'a herşeylerini açmazlar. Oysa Allah bizim her türlü kusurumuzu, yaptığımız, hatta aklımızdan geçen her türlü yanlışve anormal fiil ya da düşünceyi zaten bilmektir.

O halde yapılması gereken şey, açıksözlülükle ve samimiyetle Allah'a yönelip her sırrımızı O'na açmaktır. Allah'a karşı duyulması gereken içli korku, Allah ile kulu arasına "resmiyet" sokacak bir engel değil, kulunu Allah'a teslimiyetli ve samimi bir biçimde yakınlaştıracak bir teşviktir.    

 
BU YAZI AŞAĞIDAKİ SİTEDEN ALINMIŞTIR:
 
http://www.islamdahayat.com/dua/kuranadapeydua.php

--


SÜNNETİ KABUL ETMEYENLERE CEVAP

SÜNNETİ KABUL ETMEYENLERE CEVAP


 0

Sünneti hafife alanların, sünneti kabul etmeyenlerin ve hadis inkarcılarının gizli maksadının, dînin içinden ahkâmı çıkarmak olduğu anlaşılmaktadır. Halbuki ayette: “O, hevâsından / arzusuna göre konuşmaz. O (bildirdikleri) vahyedilenden başkası değildir.” (en-Necm, 3-4) buyuruyor.
Edille-i şer‘iyye yani dînimizin şer‘î delilleri 4’tür:
Kitap, Sünnet, İcmâ ve Kıyas…
Birinci şer‘î delil olan Kur’ân-ı Kerim’de, sayısız âyet-i kerîme; insanlara dînin hakikatini, ibâdetlerin tafsilâtını, haram ve helâlleri Hazret-i Peygamber’in beyan ve îlân edeceğini ifade etmektedir.
Ahmed bin Hanbel -rahmetullâhi aleyh-; 33 âyet-i kerîmede Allah ve Rasûlü’ne itaatin tekrarlandığını hatırlatarak, sünnetin dindeki yerini tebârüz ettirmiştir.
O HEVA VE HEVESİNDEN KONUŞMAZ
Efendimiz’in hadislerinin mânâsını şu âyet-i kerîmeler ne güzel ifade eder:
“O, hevâsından / arzusuna göre konuşmaz. O (bildirdikleri) vahyedilenden başkası değildir.” (en-Necm, 3-4)
Bilhassa şu âyet-i kerîmede, Cenâb-ı Hakk’ın yanında Rasûlullâh’ın da dinde hüküm koyma salâhiyeti sarâhaten ifade buyurulmuştur:
“…Peygamber onlara; iyiliği emreder, kötülüğü yasaklar, temiz şeyleri helâl, pis şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. O Peygamber’e inanıp O’na hürmet gösteren, O’na yardım eden ve O’nunla birlikte gönderilen Nûr’a (Kur’ân’a) uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır.” (el-A‘râf, 157; ayr. bkz. et-Tevbe, 29)
KUR’AN VE SÜNNET BİRBİRİNDEN AYRILMAZ BİR BÜTÜNDÜR
Kur’ân ve Sünnet, birbirinden ayrılamaz iki esastır.
Zira Kur’ân, Fahr-i Kâinât Efendimiz’in kalbine indirilmiştir. Âyet-i kerîmede buyurulur:
“Muhakkak ki o (Kur’ân), Âlemlerin Rabbinin indirdiği (kelâm-ı ilâhî)dir. Onu, Rûhu’l-Emîn; uyarıcılardan olasın diye, apaçık bir Arapça ile Sen’in kalbine indirmiştir.” (eş-Şuarâ, 192-195)
Kur’ân-ı Azîmüşşân’ın ilk ve tek salâhiyetli müfessiri de Peygamber Efendimiz’dir. Âyet-i kerîmede buyurulur:
“…İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman için ve düşünüp anlasınlar diye Sana bu Kur’ân’ı indirdik.” (en-Nahl, 44)
Nitekim; namaz, oruç, zekât ve hac gibi İslâm’ın rüknü olan ibâdetlerin bütün tafsilâtı hadîs-i şeriflerde bildirilmiştir. Kur’ân-ı Kerim; namaz vakitleri, rekâtları, namazın rükünleri ve namazı bozan şeyleri bildirmemiş, bunu tamamen Peygamberimiz’in sünnetine bırakmıştır.
Yine zekâtın hangi mallardan, hangi şartlarla ve hangi nisbetlerle verileceği Kur’ân’da yer almamaktadır. Bunları bize Peygamber Efendimiz bildirmiştir.
SÜNNETİ KABUL ETMEYENLERİN AMACI NEDİR?
Dolayısıyla;
Sünneti hafife alanların, gizli maksadının, dînin içinden ahkâmı çıkarmak olduğu anlaşılmaktadır.
Hâlbuki;
Sahâbenin de Sünnet-i Seniyye’yi aslî bir kaynak gördüğünde hiçbir şüphe yoktur. Şu şahâdet de bunun nice delilinden biridir:
“Hazret-i Ebûbekir -radıyallâhu anh- aralarındaki problemi çözmesi için kendisine hasımlar (dâvâlılar) geldiği zaman önce Allâh’ın kitâbına bakar, hasımlar arasındaki meselenin çözümü ile alâkalı bir hüküm bulur ise onu tatbik ederdi…
Eğer Kur’ân’da bulamazsa mevzu ile alâkalı Peygamber Efendimiz’den öğrendiği bir sünnet var ise ona göre hükmederdi.
Burada da bulamazsa o zaman müslümanların yanına çıkarak;
“–Bana böyle böyle bir vak‘a geldi. Bu vak‘anın çözümüyle alâkalı Rasûlullâh’ın bir hüküm verdiğini hatırlayanınız var mı?” diye sorardı ve eğer sahâbe icmâ hâlinde Rasûlullâh’ın bir hükmünü zikrederse, Hazret-i Ebûbekir o zaman;
“–Allah’a hamd olsun ki içimizde Rasûlullah’tan ezberleyenleri bulunduruyor.” derdi.
Eğer Rasûlullah’ın sünnetinden de bir hüküm elde edemez ise insanların ileri gelenlerini toplar ve istişâre yapardı. Eğer toplu hâlde bir neticeye varılırsa ona göre hükmederdi.” (Dârimî, Sünen, 32-33)
Sünnetin dindeki yerini ispat eden bunca delil karşısında, hadis muârızları bu kez, hadislerin sağlam bir şekilde aktarılmadığına dair şüpheler uyandırmaya çalışmışlardır.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Yüzakı DergisiYıl: 2018 Ay: Ocak Sayı: 155

http://www.islamveihsan.com/sunneti-kabul-etmeyenlere-cevap.html