30 Eylül 2018 Pazar

Ufuk Demiray - Diyabet



Ufuk Demiray - Diyabet

Diyabet!


Yani şeker hastalığından bahsediyorum.

Adı gibi tatlı olmayan, yaş ve zaman dinlemeden sinsice ilerleyen büyük tehlike.

Dostlar gerçekten çok önemli bir mesele. Konu hakkında biraz bilgi edinmemiz ve çevremize gerekli bilgilendirmeleri yapmamız gerekiyor.

Hepimizin çevresinde çok sayıda diyabet hastası var. Kimisi ilaç kullanırken kimileri insülin kullanarak hayatını idame ediyor. Kimisi de farkında bile değil.

Dünyada 2015 yılında 415 milyon yetişkin diyabetli sayısının 2040 yılında 642 milyona çıkacağı ve her 10 yetişkinden birinin diyabetli olacağı tahmin ediliyor.

Türkiye Diyabet Vakfı'nın verdiği bilgilere göre, Türkiye tüm Avrupa ülkeleri içinde en hızlı diyabet artışı gösteren ülke!

Diyabet hastalarının sayısı açısından ise Türkiye, Avrupa genelinde Rusya ve Almanya'nın ardından üçüncü sırada.

Türkiye'de yaklaşık 7 milyon şeker hastası bulunuyor. Şeker hastalığının artış hızına bakıldığında ise yüzde 15 ile Türkiye dünya genelinde ilk sırada!

Berbat bir hastalık ve bu hastalığa koşar adımlarla giden bir Türkiye.

Peki niye?

Aşırı şeker tüketen, ekmeğin zehir olduğunun halen bilincinde olmayan, hangi tür ekmeği tüketirsen tüket hepsinin vücuda zararlı olduğunun farkında olmamak, ekmeksiz doyamıyorum diyen bir toplum. Karbonhidratın tanımını bilmeyen yüzde 90’lık bir kesim. Hareketsiz bir hayat, yetersiz spor faaliyetleri, fastfood tüketimindeki artışlar, şişmanlık gibi ana etkenler.

Bunlara ilave olarak, genetiği bozulmuş gıdaların yüksek şeker içermesi. Rafine ürünlerin içerdiği yüksek şeker oranları, aşırı yağlı beslenme alışkanlıkları gibi geçmişten günümüze kadar uzanan alışkanlıklar.

Özetle, hareket etmeyen, ne yediğinin farkında bile olmadan yaşayan bir toplum. Dünyada diyabetin oransal olarak, en hızlı artış gösterdiği ülke olmamızın; facianın ne kadar şiddetli olduğunun farkında olmamız için yeterli sonuç olduğunu düşünüyorum.

Her gün en az 30 dakika spor faaliyetleri içerisinde olmamız, raflardan olabildiğince az beslenmemiz, beslenme alışkanlıklarımızı tekrar gözden geçirmemiz gerekiyor.

Dinimizde, az yemek yemeyi tavsiye etmektedir. Peygamber (sav) “İnsanoğlu midesinden daha zararlı bir kap doldurmamıştır. İnsanoğluna belini doğrultacak birkaç lokma kâfidir. Mutlaka yemesi gerekirse, midesinin üçte birini yemeye, üçte birini içmeye, üçte birini de nefes alıp vermeye (havaya) bırakmalıdır” buyurmuştur (Tirmizizühd Hadis 2380). Çok yeme, pek çok hastalığın sebebi olarak gösterilmiştir: “Birçok hastalığın gerçek sebebi çok yemedir” (C. Sağır 1/36) .

Peygamber (sav) Hastalığın nasıl önleneceği ile alâkalı olarak şöyle buyurmuştur: “Hastalığın evi midedir. Tedavinin özü perhizdir.”

Sözün özü; Az yemek hastalıkların şifasıdır.


https://www.dirilispostasi.com/makale/diyabet-5bad13c4e54d446fe07afee2





ADALETLİ DEVLET BAŞKANI

 
ADALETLİ DEVLET BAŞKANI
 
Âyetler:
1.“Allah Teâlâ adaleti, iyiliği kesinlikle emreder.”
Nahl sûresi (16), 90
“Yöneticilerin Yönettiklerine Şefkati” adlı bir önceki konuda açıklanan bu âyeti kerîmenin tamamı şöyledir:
“Allah Teâlâ adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi kesinlikle emreder; çirkinliğin her türlüsünü, kötülüğü ve her nevi haksızlığı yasaklar. Size düşünüp yapmanız için böyle öğüt verir.”
2. “Daima âdil davranın. Muhakkak ki Allah, âdil davrananları sever.”
Hucurât sûresi (49), 9
Allah Teâlâ kullarını her hususta âdil olmaya, her konuda hakkı gözetmeye çağırmakta, her hak sahibine hakkını vermeyi emretmekte, başkalarına saldırmaktan ve zulüm yapmaktan sakındırmaktadır. Âdil olmak, hakkı gözetmek, hak sahibine hakkını vermek ve kimseye zulmetmemek herkesten önce devlet başkanına yakışır ve bu onun görevidir.
Bu âyet-i kerîmenin baş tarafı şöyledir:
“Mü’minlerden iki taraf birbiriyle savaşacak olursa, aralarını bulmaya çalışın. Buna rağmen biri diğerine saldırırsa, Allah’ın buyruğuna dönünceye kadar saldıran tarafla savaşın. Eğer dönerse, aralarında adâletle barışı sağlayın ve daima âdil davranın. Muhakkak ki Allah, âdil davrananları sever.”
Bundan sonra gelen âyet-i kerîmede buyurulduğu üzere “Mü’minler birbirlerinin kardeşidir.” Bu sebeple birbirlerine zulmedemezler ve kardeşlerini bir zâlimin eline bırakamazlar.
Peygamber Efendimiz’in buyurduğu gibi, bir mü’min diğer mü’min kardeşinin yardımına koştuğu sürece Allah Teâlâ da ona yardım eder ve sıkıntılarını ortadan kaldırır.
Hadis:
660. İbni Ömer radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Yedi kimseyi Allah Teâlâ kendi gölgesinden başka gölge bulunmayan kıyamet gününde, gölgesinde barındıracaktır. Bunlar:
Adaletli devlet reisi, Rabbine ibadet ederek yetişen genç, gönlü mescidlere bağlı kimse, birbirlerini Allah rızâsı için seven ve buluşmaları da ayrılmaları da bu sevgiye dayalı olan iki şahıs, itibarlı ve güzel bir kadın kendisiyle beraber olmak isteyince ‘Ben Allah’tan korkarım’ diyerek buna yanaşmayan erkek, sağ elinin verdiğini sol eli bilmeyecek kadar gizli sadaka veren adam, tenhâda Allah’ı anıp gözleri yaşla dolan kişidir.”
Buhârî, Ezân 36, Zekât 16, Rikak 24, Hudûd 19; Müslim, Zekât 91. Ayrıca bk.  Tirmizî, Zühd 53; Nesâî, Kudât 2
Açıklamalar
Yedi önemli meseleyi ele alan bu hadîs-i şerîf, ilgisi sebebiyle 377 numara ile “Allah Rızâsı İçin Sevme” konusunda, 450 numara ile de “Allah Korkusuyla Ağlama” bahsinde geçmiştir. Burada da “Adaletli Devlet Başkanı”ndan söz etmesi dolayısıyla tekrar zikredilmiştir.
Kıyamet gününde mü’minleri barındıracak ilâhî gölgenin, Allah Teâlâ’nın arşının gölgesi olduğunu bir kere daha hatırlayalım. İlk insandan son insana varıncaya kadar bütün beşeriyetin bir araya toplandığı o dehşetli mahşer gününde gölge nâmına sadece Cenâb-ı Hakk’ın arşının gölgesi bulunacaktır. O gölgeliğin altında barınacak bahtiyarların arasında bu yedi grup kimse de yer alacaktır. O müthiş günde Allah’ın himayesine sığınmış olmanın anlamı, şüphesiz gerek mahşerde gerek daha sonraki zor zamanlarda hiçbir sıkıntı ile karşılaşmamak ve hem cenneti hem de Allah’ın rızâsını kazanmak demektir.
Hadisimizde görüldüğü üzere o yedi bahtiyarın başında, adaletli devlet başkanı yer alacaktır.
Âdil devlet başkanı niçin bu kadar önemlidir?
Bunun sebebi şudur: Adaletli devlet başkanı, halkının derdine çözüm arar, onları huzur içinde yaşatmaya çalışır ve böylece Allah’ın pek çok kuluna iyiliği ve faydası dokunur. Kullarını çok seven Allah Teâlâ’nın, onlara iyilik edenlere büyük değer vermesi ve “Siz benim kullarıma faydalı oldunuz, onlara âdil davrandınız, dünyada onları himâye ettiniz, ben de bugün sizi himâye edeceğim”, diyerek onlara sahip çıkması son derece tabiidir. 
Âdil devlet başkanı ifadesinin kapsamına halkı yöneten ve onların işlerini yürüten bütün idareciler girmektedir.
Resûl-i Ekrem Efendimiz’in Tirmizî’deki şu ifadesi âdil devlet reisinin Allah katındaki üstün yerini ne güzel anlatmaktadır:
“Kıyamet gününde insanların Allah Teâlâ’ya en sevgili olanı ve O’na en yakın yerde bulunanı adaletli devlet başkanıdır” (Tirmizî, Ahkâm 4).
Ya devlet başkanı adaletli davranmazsa, Allah Teâlâ’nın pek sevdiği ve değer verdiği kullarına kötülük yapar, zulmederse?
Peygamber Efendimiz hadisin devamında bu soruya şu cevabı vermiştir:
“Kıyamet gününde insanların Allah Teâlâ’ya en sevimsiz olanı ve O’na en uzak mesafede bulunanı zâlim devlet başkanıdır” (Ayrıca bk. Nesâî, Zekât 77).
İdaresi altındaki insanlara âdil davranan yöneticilere ne mutlu!..
Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Mahşer günü insanlar yakıcı güneş altında perişan olacaklardır.
2. Fakat Allah Teâlâ o dehşetli günde bazı kullarını himaye edecek ve onları özel gölgesinde barındıracaktır.
3. Cenâb-ı Hakk’ın kıyamet günü himaye edeceği insanların başında âdil devlet başkanı gelmektedir.
 
4. Adaletli yönetim insanların huzur içinde yaşamalarını sağladığı için, Allah Teâlâ âdil yöneticileri sever ve onlardan hoşnut olur.
 
KAYNAK:
 (Riyâzü’s-sâlihîn.(Hadis Kitabı)  İmam-ı Nevevi
 

--


29 Eylül 2018 Cumartesi

ALLAH DOSTLARININ EDEP TANIMI

 

ALLAH DOSTLARININ EDEP TANIMI

 0

Edep, ahlâkın zirve noktasıdır. Bu, ham insanı ihsan duygusu ile kâmil insan hâline yükselterek Allâh’a karşı edep sahibi kılmaktır ki, edebin en yücesidir. Bu mertebelere çıkan Allah (c.c) dostlarının edep tanımı…
(Edeb yâ hû) ifâdesi, kulu her bakımdan edebe dâvet eder.
Zîrâ edep, ahlâkın zirve noktasıdır. Tasavvufun gâyelerinden biridir. Bu, ham insanı ihsan duygusu ile kâmil insan hâline yükselterek Allâh’a karşı edep sahibi kılmaktır ki, edebin en yücesidir. İkinci edep, Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e karşıdır. Cenâb-ı Hak, Hucurât Sûresi ve sâir sûrelerde mü’minlere Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e karşı edebi muhâfaza etmelerini hâssaten emreder.
Bu edepleniş, üstâda, ana-babaya, mü’minlere ve böyle silsile hâlinde bütün mahlûkâta uzanır.
Süfyân-ı Sevrî -kuddise sirruh- buyurur:
“Güzel edep, Allah Teâlâ’nın gazabını söndürür.”
İbn-i Abbâs -radıyallâhu anhümâ- buyurur:
“Bütün edeplerin başı, hem rahatlıkta hem de darlıkta Allah Teâlâ’nın emirlerine riâyet etmek ve yasaklarından da kaçınmaktır.”
ÜÇ HASLET VARDIR Kİ, BUNLARA SÂHİB OLAN MAHRUM KALMAZ
Yine buyrulmuştur ki:
Üç haslet vardır ki, bunlara sâhib olan mahrum kalmaz:
  1. Güzel edep sâhibi olmak,
  2. Edep ehliyle oturmak,
  3. Başkalarına eziyet etmemek.
Edebin husûsiyetini şâir ne güzel ifâde eder:
Edep bir tâc imiş nûr-i Hüdâ’dan,
Giy ol tâcı emîn ol her belâdan!..
Yûnus Emre Hazretleri de bu hakîkati şöyle dile getirir:
Ehl-i diller arasında aradım kıldım talep,
Her hüner makbûl imiş; illâ edep, illâ edep…
Bu nükte sebebiyledir ki ehlullâhtan bazıları, tasavvufu “edepten ibârettir” şeklinde târif etmişlerdir.
Hâtem-i Esamm Hazretleri’nden şu misâl çok ibretlidir:
Zayıf, dertli, perişan bir kadınla konuşuyordu. Kadın, derdini yana yakıla anlatırken, o heyecan içinde çok çirkin bir ses duyuldu. Kadın mum gibi eridi, ezildi, bitti, mahvoldu. Öldürücü bir sükût… Şeyh, bir heykelden daha hissiz, muazzam bir vakarla kadına baktı:
“–Söylediklerinizi duymuyorum, çok ağır işitiyorum, yüksek sesle konuşunuz, bağırınız! Ben sağırım!” dedi.
Suçunun gizli kaldığını zanneden zayıf, dertli, perişan kadın, bir anda hayâta avdet etti.
Hiçbir milletin muâşeret edebinde misli görülmemiş olan bu hârikalar hârikası incelik, ona «Esamm» (sağır) lâkabını taktırdı.
Bu hâdiseden sonra da Hâtem Hazretleri, edep gözetip o kadın vefât edinceye kadar halk arasında sağır olarak göründü. Ancak kadının vefâtından sonra etrafındakilere:
“–Artık kulaklarım duyuyor; normal sesle konuşabilirsiniz!” dedi. İşte gerçek İslâm zarâfet ve edebi…
Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in edebini kendilerine numûne-i imtisâl edinen ehlullâh hazarâtının bu ve benzeri edep örnekleri pek çoktur.
İbn-i Atâ -kuddise sirruh-, edeplenme hakkında şöyle buyurur:
“Her kim sâlihler edebini bulmuş ise, onun yaygısı, kerâmet yaygısıdır.
Her kim evliyânın edebini bulmuş ise, onun yaygısı, evliyâlık hâlinden bir hâl yaygısıdır.
Her kim enbiyânın edebini bulmuş ise, onun yaygısı da, Allâh’a yakınlık yaygısıdır.
Ve her kim, edepten mahrum kalmışsa, o da, bütün hayırlardan mahrum kalmış demektir.”
Hazret-i Mevlânâ buyurur:
“Her kim edepten nasîbini almamışsa, o insan değildir. Çünkü insanla hayvan arasındaki fark, edeptir. Gözünü aç da Allâh’ın kitâbı olan Kur’ân-ı Kerîm’e dikkatle bak! Göreceksin ki o, âyet âyet edepten ibârettir.”
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Mesnevî Bahçesinden BİR TESTİ SU, Erkam Yayınları

http://www.islamveihsan.com/allah-dostlarinin-edep-tanimi.html



28 Eylül 2018 Cuma

CAMİLER VE DİN HİZMETİNE ADANMIŞ ÖMÜRLER Diyanet Cuma Hutbesi


TARİH : 28.09.2018 Diyanet Cuma Hutbesi


CAMİLER VE DİN HİZMETİNE ADANMIŞ ÖMÜRLER Diyanet Cuma Hutbesi



Cumanız Mübârek Olsun Aziz Kardeşlerim!

Alemlere rahmet olarak gönderilen Sevgili Peygamberimiz (s.a.s), Medine’ye hicretinin ardından ilk iş olarak bir mescit inşa ettirdi. Mescid-i Nebevî adıyla bildiğimiz bu mescidin hemen bitişiğinde kimsesiz fakir sahâbîlerin barınması için bir de gölgelik yaptırdı. Suffe adı verilen bu gölgelikte kalanlar, vakitlerinin büyük kısmını Resûlullah (s.a.s) ile birlikte geçirip ondan İslâm’ı öğreniyorlardı.

Bir gün Peygamber Efendimiz mescide girdiğinde ashabının iki ayrı halka halinde oturduğunu gördü. Bu halkaların birinde Kur’ân okunuyor ve dua ediliyordu. Diğerinde ise ilim öğrenen ve öğretenler vardı. Sevgi ve rahmet dolu bakışlarla bir müddet onları izleyen Peygamberimiz, “Her biri hayır üzeredir. Şunlar Kur’an okuyorlar ve Allah’a dua ediyorlar. Allah dilerse onların istediklerini verir, dilerse vermez. Bunlar ise ilim öğreniyor ve öğretiyorlar. Ben de muallim olarak gönderildim” buyurdu ve ilimle meşgul olanların yanına oturdu.1


 Muhterem Müslümanlar!

Asr-ı Saâdetten bugüne mescit ve camilerimiz hem Allah’a ibadet edilen hem de ilim ve hikmet öğrenilen şerefli mekânlardır. Allah katında en makbul yerler olan camiler,2 içinde Rabbimizin adını andığımız, kulluğumuzu, dualarımızı, niyazlarımızı O’na arz ettiğimiz mukaddes yerlerdir. Camilerimiz; dil, renk, ırk, makam, mevki farkı gözetmeden mümin gönülleri birleştirir, birliğimizi pekiştirir, imanımızı ve istiklalimizi simgeler. Minâreleri tevhîdin sembolü, ezanları şehâdetin temeli, mihrap, kürsü ve minberleri hak ve hakikatin sesi, safları huzur ve güvenin teminatıdır.


 Aziz Müminler!

Ecdadımız başta imam hatiplik olmak üzere cami görevlerini yürütenlere; minberden, mihraptan,
kürsüden dîn-i mübîn-i İslâm’a hizmet edenlere “Hademe-i Hayrat” yani hayra hizmet edenler ismini layık görmüştür.


 Hademe-i hayrat; ömürlerini din hizmetine vakfetmiş insanlardır. Samimiyetle çalışıp yaptıkları iyiliğin karşılığını sadece Allah’ın rızasında arayanlardır. Şehrin manevi hayatına yön veren müftüler, okudukları ezanlarla insanlığı kurtuluşa çağıran müezzinler, mihraba geçtiğinde namaza önderlik eden imamlar, minber ve kürsüden İslam’ın dosdoğru yolunu öğreten vaizlerdir. Çocuklarımızı Yüce Kitabımızla ve Peygamberimizin örnek hayatıyla buluşturan, “En hayırlılarınız Kur’an’ı öğrenen ve öğretenlerinizdir”3 şeklindeki nebevi iltifata mazhar olan Kur’an kursu öğreticilerimizdir. Rabbimizin “Allah’a çağıran, salih amel işleyen ve ‘Kuşkusuz ben Müslümanlardanım’ diyenden daha güzel sözlü kimdir?”4 müjdesine nail olmaya çalışan hocalarımızdır.

 Onlar, hayatımızın her safhasında yanı başımızda olanlardır. Çünkü onlar, doğduğumuzda ezan ve kâmetin ilahi muştusunu kulağımıza okudular. Çocukluğumuzun en unutulmaz anlarında, bir yol gösterene en çok ihtiyaç duyduğumuz gençlik çağımızda bize rehber oldular. Vatan borcumuzu ödemek için yola çıktığımızda, yuva kurmaya adım attığımızda, nihayet ebedi yolculuğa uğurlanırken dualarıyla hep yanımızda oldular.


 Muhterem Müminler!

Her yıl 1-7 Ekim tarihleri Camiler ve Din Görevlileri Haftası olarak kutlanmaktadır. Bu yıl “Camiler ve Din Hizmetine Adanmış Ömürler” temasıyla kutlanacak olan hafta boyunca camilerin medeniyetimizdeki yeri ve önemi üzerinde durulacak, din hizmetine emek vermiş örnek şahsiyetler hatırlanacaktır. Aziz milletimizin cami ve Kur’ân kurslarımızın ihyâsı için gösterdiği destek ve fedakârlıklar hayırla yâd edilecektir.


 Aziz Müminler!

 Bu vesileyle geçmişten günümüze camilerimizin maddi ve manevi îmârı için gayret gösteren hocalarımızdan ve kardeşlerimizden ahirete irtihal edenlere Yüce Allah’tan rahmet, hayatta olanlara sağlıklı ve huzurlu bir ömür diliyorum. Rabbim bizlere de hademe-i hayrat olmayı, insanlığa hayırlı hizmetler sunmayı nasip eylesin!
                                                        

1 İbn Mâce, Sünnet, 17.
2 Müslim, Mesâcid, 288.
3 Tirmizî, Fedâilü’l-Kur’ân, 15.
4 Fussilet, 41/33.
                                      
Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü

http://www2.diyanet.gov.tr/DinHizmetleriGenelMudurlugu/Sayfalar/HutbelerListesi.aspx



YÖNETİCİLERİN YÖNETTİKLERİNE ŞEFKATİ

 
YÖNETİCİLERİN YÖNETTİKLERİNE ŞEFKATİ
 
Âyetler:
 “Sana uyan mü’minlere alçak gönüllü davran!”
Şuarâ sûresi (26), 215
Allah Teâlâ müslüman kullarını Resûl-i Ekrem’ine emanet etmekte, sonra da onlara alçak gönüllü davranmasını, yardıma ve korunmaya muhtaç olanların elinden tutmasını tenbih etmektedir.
Bu sadece Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’e değil, onun şahsında bütün mü’minlere yapılmış bir tavsiyedir. Zira Yüce Rabbimiz mü’minleri birbirine kardeş yapmış, sonra da onlara birbirinin derdiyle ilgilenmeyi, birbirinin yarasına merhem olmayı ve kardeşlerinin sıkıntılarını gidermeyi emretmiştir.
Şu halde mü’minler kardeş olduklarını hiçbir zaman unutmayacak, birbirlerine asla kaba davranmayacak, kendilerini diğer kardeşlerinden üstün görmeyecek, onları küçümsemeyecek, onlara kardeş gözüyle bakacak, onlardan bir kabalık görünce hemen yüz çevirmeyecek, insan tabiatı böyledir diyerek, kardeşlerine karşı anlayışlı olacaktır.
İyi bir mü’minin diğer mü’min kardeşlerine karşı alçak gönüllü ve merhametli, kâfirlere karşı ise onurlu ve zorlu olması gerektiği Kur’an’ın buyruğudur. [Mâide sûresi (5), 54]
  “Allah Teâlâ adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi kesinlikle emreder; çirkinliğin her türlüsünü, kötülüğü ve her nevi haksızlığı yasaklar. Size düşünüp yapmanız için böyle öğüt verir.”
Nahl sûresi (16), 90
Bu âyet-i kerîmede üç şey emredilmekte, üç şey de yasaklanmaktadır.
Allah Teâlâ kullarına öncelikle adaleti, yani hakkı korumayı, haklının tarafında yer almayı, haksızlıktan kaçınmayı emretmektedir. Yöneticilerin dikkat etmesi gereken ilk esas budur.
Âyette emredilen ikinci husus ihsan, yani iyilik yapmaktır. İhsan, bir hadîs-i şerîfte belirtildiği üzere, kendisi için istediğini diğer kardeşleri için de istemektir. Aslında ihsan denince hatıra, yaptığını güzel yapmak gelir. 641 numaralı hadiste ihsânın bu mânasını görmüş, hayvan keserken bile işi en güzel şekilde yapmanın gereğini okumuştuk. İhsanı ibadet açısından ele alan Peygamber Efendimiz onu, “Allah’ı görüyormuş gibi ibadet etmek” diye açıklamıştır. İnsan namaz kılarken Allah’ın huzurunda olduğunu düşünürse, ibadetini en güzel şekilde yapmış olur. Yöneticiler de, idare ettiklerine iyilik yapacaklar, onlara en güzel şekilde davranacaklardır.
Âyette emredilen üçüncü husus, akrabaların ihtiyaçlarını temin etmek, sıkıntılarını gidermek ve kendilerine ikramda bulunmaktır. Peygamber Efendimiz sevabı en çabuk alınan iyiliğin, akrabayı gözetmek olduğunu söylemektedir (İbni Mâce, Zühd 23).
Âyet-i kerîmede yasaklanan ilk şey her türlü çirkinliktir. Özellikle de zina türünden edepsizliklerdir.
İkinci yasak, dinin ve âdetlerin hoş görmediği kötülüklerdir. İnsanın hakkı olmayan bir şeyi elde etmeye kalkması, dolayısıyla başkasının haklarına tecâvüz etmesi gibi herkes tarafından yadırganan hareketleri Allah Teâlâ yasaklamaktadır.
Üçüncü yasak ise başkasının hakkına tecâvüz etmektir. İlâhî gazabı en fazla tahrik eden kötülük budur. Bunun içindir ki Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem, âhiretteki cezası saklı bulunmakla beraber, Allah Teâlâ’nın dünyadaki cezasını çabucak vereceği iki günahtan birinin başkasının hakkına tecâvüz, diğerinin ise akrabalarla ilgiyi kesmek  olduğunu söylemiştir (Ebû Dâvûd, Edeb 43). Bütün müslümanları ilgilendiren bu emir, yöneticileri de idaresi altındakilerin hakkını çiğnemekten özellikle sakındırmaktadır.
Bütün bu emir ve yasaklar, dünya ve âhiret bahtiyarlığını elde edebilmemiz için Allah Teâlâ’nın verdiği öğütlerdir.
Hadis: İbni Ömer radıyallahu anhümâ Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken dinledim, dedi:
“Hepiniz çobansınız; hepiniz güttüğünüz sürüden sorumlusunuz. Devlet reisi de bir çobandır ve sürüsünden sorumludur. Erkek, ailesinin çobanıdır ve sürüsünden sorumludur. Kadın, kocasının evinin çobanıdır ve sürüsünden sorumludur. Hizmetkâr, efendisinin malının çobanıdır; o da sürüsünden sorumludur. Netice itibariyle hepiniz çobansınız ve güttüğünüz sürüden sorumlusunuz.”
Buhârî, Cum’a 11, İstikrâz 20, İtk 17, 19, Vesâyâ 9, Nikâh 81, 90, Ahkâm 1; Müslim, İmâret 20. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, İmâret 1, 13; Tirmizî, Cihâd 27
Açıklamalar
Geniş kapsamı sebebiyle bu hadîs-i şerîf 285 numara ile “Kocanın Karısı Üzerindeki Hakları” bölümünde, 302 numara ile de “Ailenin Din Eğitimi” bölümünde geçmiştir. Burada ise yöneticilerin yönetilenlere karşı sorumlu olduğunu pek güzel belirtmesi sebebiyle tekrar zikredilmiştir.  
Allah Teâlâ hiçbir kulunu başıboş yaratmamıştır. Dünyaya gelen herkesin bir sorumluluğu vardır. Devlet reisinden dağdaki çobana, evdeki hizmetçiye varıncaya kadar herkes yaptığı işin hesabını Allah’a verecektir. Peygamber Efendimiz meseleye bu açıdan bakmaktadır.
Peygamber Efendimiz sorumlu olan kimseyle sorumlu olduğu şeyleri çoban-sürü benzetmesiyle anlatmıştır. Çoban saflığı ve samimiyeti temsil eder. O güttüğü koyunlara derin bir şefkat ve merhamet besler. Koyunlarını en güzel otlaklarda yaymaya çalışır. Sulama zamanı gelince onları sular. Dinlenme zamanı eğlek yerine götürüp yatırır. Kurda kuşa kaptırmaz. Onların hastalanmamasına dikkat eder. Hasta olanlara da özel ihtimam gösterir.
Kendisine canlısı cansızıyla koskoca bir devlet emanet edilen devlet başkanı, üstlendiği sorumluluğun pek büyük, aldığı görevin altından kalkılamayacak kadar ağır olduğunu düşünerek yönettiği herkese, her şeye karşı âdil davranmaya gayret etmeli, sorumluluk sınırı içinde bulunan hiç kimsenin, bir başkasının hakkını yemesine izin vermemelidir.
Aile reisi ise, karısının ve çocuklarının dünyada ve âhirette mutlu olmalarından birinci derecede kendisinin sorumlu olduğunu düşünmeli, onların maddî ve mânevî ihtiyaçlarını temin etmeli, kimseye el açmalarına meydan vermemelidir.
Bir evin sorumluluğu kendisine bırakılan kadın, emanetçi olduğunu unutmamalı, kocasının maddî ve mânevî haklarını gözetmeli, kocasına ve yuvasına söz getirmemeli, eşinin malını gereksiz yere harcamamalıdır.
Bir hizmetkâr da idaresine verilen şeylerden sorumlu olduğunu bilmeli, hizmet ettiği kimsenin iyiliğini istemeli ve haklarını korumalıdır.
Kendisine insanlar emanet edilen bir şahıs, yönettiği kimselere, çobanın sürüsüne sahip çıktığı gibi iyi duygularla arka çıkmalı, onları koruyup gözetmelidir. İdaresi altındakilerin kendisine bir Allah emaneti olduğunu düşünmeli, onlara şefkat ve merhamet göstermeli, aldıkları paranın ihtiyaçlarını karşılamaya yetip yetmediğini araştırmalı, kendisi veya yakınları hasta olduğu zaman onlara yardım etmeli, kısacası yönettiği kimselerin bahtiyarlığını istemeli, kendilerini mutlu edecek ve görevlerini en iyi şekilde yapacak imkânları hazırlamalıdır.
Ayrıca yönetici yönettiği kişileri peşinen mahkûm etmemeli, onların fırsat bulunca işini ihmâl edeceğini veya hâinlik edeceğini düşünmemelidir. Çünkü herkesin kötü olduğunu düşünmek, onlara karşı katı davranmaya ve kendilerine haksızlık etmeye yol açar. İş hayatında huzur yerine huzursuzluk, güven yerine güvensizlik yaygınlaşınca herkes tedirgin olur; iş hayatında verim düşer. İyilerle kötüler birbirinden ayrılıp herkes lâyık olduğu muameleyi gördüğü zaman, işini bilen iyi kimseler insanca yaşamanın saâdetini tadarken kötüler de kendilerine çeki düzen vermeye mecbur kalır.
Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Her insan üstlendiği işinden hem Allah’a hem de insanlara karşı sorumludur.
2. Devlet başkanı yönettiği kişilerin maddî ve mânevî ihtiyaçlarının temin edilmesinden sorumludur.
3. Aile reisi eşinin ve çocuklarının maddî ve mânevî ihtiyaçlarının giderilmesinden, onların dünyada ve âhirette mutlu olmalarını sağlayacak imkânlar hazırlanmasından sorumludur.
4. Kadın kocasının evinin yönetiminden ve korunmasından, hizmetkâr  kendisine emânet edilen işi en iyi şekilde yapmaktan sorumludur.
 
5. Yöneticiler yönettiklerine karşı anlayışlı ve merhametli olmalı, müşkillerini çözmeye, ihtiyaçlarını gidermeye çalışmalıdır.
 
KAYNAK:
 (Riyâzü’s-sâlihîn.(Hadis Kitabı)  İmam-ı Nevevi

--


EN İYİ DAVRANIŞI EN ÇOK ‘O’ HAK EDİYOR!

EN İYİ DAVRANIŞI EN ÇOK ‘O’ HAK EDİYOR!


 0

“Halk içinde iyi muâmele yapmaya en ziyade lâyık olan kimdir?” Peygamber Efendimiz (sellallahu aleyhi vesellem) bu soruyu cevaplıyor.
Bir adam Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve sellem-’e:
– Ya Rasûlallah! Halk içinde iyi muamele yapmama en ziyade lâyık olan kimdir?
Rasûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-:
– Annendir, buyurdu, iki defa daha sorduğunda aynı cevabı tekrar etti.
– Sonra kim gelir? diye sordu. Baban, (Buhârî ve Müslim)
Gene buyurdular:
“Sadaka veren kimse, sadakasını neden müslüman olan anne ve babasının ruhu için vermez? Halbuki böyle yapsa, verdiği sadakanın sevabı onların ruhuna gideceği gibi, onlardan bir şey eksilmemek şartıyla, onların sevabı gibi bir sevap da kendisine yazılır.” (Taberânî, Ev- sat’da)
Kaynak: Sadık Dânâ, Aile Saadeti, Erkam Yayınları

http://www.islamveihsan.com/en-iyi-davranisi-en-cok-o-hak-ediyor.html



27 Eylül 2018 Perşembe

ALLAH’I DOST EDİNMEK İSTEYEN KİŞİ

ALLAH’I DOST EDİNMEK İSTEYEN KİŞİ


 0

“Cenâb-ı Hakk’ı dost edinmek istersen; şunu iyi bil ki, dostların yanına eli boş gidilmez. Dostların yanına eli boş gitmek, değirmene buğdaysız gitmeye benzer. Cenâb-ı Hak mahşer gününde kullarına ne soracak?
Her birimiz ukbâ yolcularıyız. Arzumuz cennet ve Cemâl’e vâsıl olmaktır. Lâkin yolumuzun üzerinde sayısız mânia ve tehlike vardır. Mîzan vardır, Sırat vardır, Mahkeme-i
Kübrâ vardır. En küçük kusurumuzun bile yazıldığı kayıtlarla yüzleşmek vardır. Her türlü kul hakkı için murâfaa / duruşma vardır. Yûnus Emre Hazretleri’nin tarifiyle;
Bu yol uzaktır,Menzili çoktur,Geçidi yoktur,Derin sular var…
O zorlu yolculuk için, heybemizde neler var?
Hangi fedâkârlıkları biriktirdik?
“Yâ Rabbî! Beni Sırat’tan ateşe düşmekten kurtar, ben Sen’in rızân için şu ameli işledim!” diyebileceğimiz ne hazırlıklarımız var?
Yoksa oraya sâlih ameller bir tarafa, sadece suç mu götürüyoruz?
Tâhirü’l-Mevlevî mahviyet ve acziyet içinde şöyle niyâz eder:
Eli boş gidilmez gidilen yere,Boş gelmedim yâ Rab ben suç getirdim!
Dağlar çekemezken o ağır yükü,İki kat sırtımla çok güç getirdim!
ALLAH’I DOST EDİNMEK İSTEYEN KİŞİ
Mevlânâ Hazretleri buyurur:
“Cenâb-ı Hakk’ı dost edinmek istersen; şunu iyi bil ki, dostların yanına eli boş gidilmez. Dostların yanına eli boş gitmek, değirmene buğdaysız gitmeye benzer. Cenâb-ı Hak mahşer gününde kullarına;
«–Kıyâmet günü için ne hediye getirdiniz?» diye soracak ve ardından şöyle buyuracak:
«–Sizi ilk yarattığımızda dünyaya eli boş vardığınız gibi, şimdi de eli boş, azıksız olarak, tek başınıza ve muhtaç bir hâlde huzûruma geldiniz. Haydi söyleyin, kıyâmet günü için ne hediye getirdiniz? Yoksa sizde dünyadan âhirete dönmek ve Allâh’ın huzûruna çıkmak ümidi yok muydu? Kur’ân’ın kıyâmet hakkındaki haberleri, size boş mu görünmüştü?»
Ey ahsen-i takvîm, yani en güzel vasıfta yaratılan insan! Hakk’ın kapısına böyle boş bir gönülle nasıl ayak atıyorsun?
Bu fânî âlemde azıcık olsun uykuyu, yemeyi-içmeyi azalt da Cenâb-ı Hak ile buluşacağın zaman için bir hediye (tertemiz bir gönül yani kalb-i selîm) hazırla!”
Çünkü;
Cenâb-ı Hak; bizden, rafine olmuş, tertemiz, selîm bir kalp ister.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Yüzakı Dergisi, Yıl: 2018 Ay: Ağustos, Sayı: 162

http://www.islamveihsan.com/allahi-dost-edinmek-isteyen-kisi.html