28 Şubat 2014 Cuma

GÜNAHA DÜŞMEK…

GÜNAHA DÜŞMEK…


Ariflerden biri çamurlu kaygan bir yolda, eteklerini toplayarak, dikkatli adımlarla yürüyordu.

Fakat bütün çabasına rağmen düştü.

Her tarafı çamur olduğu için, artık serbestçe yürümeye başladı.

Bir taraftan ağlıyor ve: “İşte, günaha düşmeden önce günahlardan sakınan adamın hali budur.

Bir defa, iki defa… Günaha düştükten sonra, artık aldırış etmeden onun ortasında yürümeye başlar!” diyordu.

 
 

NİHAT HATİPOĞLU - Nasıl bir dünya hayal ediyorum?


NİHAT HATİPOĞLU - Nasıl bir dünya hayal ediyorum?

NİHAT HATİPOĞLU
 

Nasıl bir dünya hayal ediyorum?

Ben;

Erkeklerin kadınları incitmediği,
Kimsenin kimseyi horlamadığı,
Kocaların eşlerine el kaldırmadığı,
Kadınların kocalarına karşı sevecen olduğu,
Çocukların diline, dinine, mezhebine bakılmadan korunduğu,
Her insanın insanca muamele gördüğü, çifte standardın uygulanmadığı,
Kimsenin boyu, posu, mezhebi, şehri, meşrebi, bölgesi itibarıyla horlanmadığı,
Yolda, sokakta karşılaşan herkesin birbirine gülümsediği,
Trafikte kırmızı ışıkta geçmeyi veya kural ihlal etmeyi en büyük günah kadar ciddi kabul ettiği,
Beş vakit ezan okunduğunda ruhunu dinlendirdiği ve imkânı varsa camiye koştuğu, yoksa evinde secdeye kapandığı,
Bir insanın gözyaşını kendi gözyaşı gibi bildiği,
Irz, namus, saygınlık, mahrem, şeref, haysiyet,, aile, itibar ve hassas olunan ne varsa tümünün korunma altına alındığı, mahremiyete dokunulmadığı,
Her din öğreticisinin, davetçinin, ilahiyatçısının 'Kuran ve Sünnet' ışığında sağlıklı bir din birliği ve anlayışı için gayret sarf ettiği, ruhları temizlediği, ümit verdiği, umut aşıladığı, moral yapısını güçlendirdiği,
Çocukların her türlü güvenceye alındığı,
Mafyanın, kabadayıların, çek-senet baronlarının tamamen etkisizleştirildiği,
Kendisine yapılmasını istemediği şeyi, başkasına yapmadığı,
Aç bir kedi, yaralı bir köpek, muhtaç durumda bir serçe, yaralı olan bir kertenkele, hatta can çekişen bir hamamböceği gördüğünde vicdanının sızladığı,
Malının en azından kırkta birini hiç tanımadığı ve ama gerçekten fakir kabul ettiği garibe aktardığı,
Tarikatını, dergâhını, cemaatini, kursunu, medresesini, derneğini, vakfını, velhasıl her türlü dini yapısını sadece ve sadece Allah için insanların tümünün hizmet ve geleceğine adadığı,
Kuran-ı Kerim'i kendine yontmayan, kendini Kuran ve Sünnet'e göre yontan Müslümanların çoğaldığı,
Kul hakkına çok önem verildiği,
İnsanlara iftira atılmadığı, itibarsızlaştırmaya çalışılmadığı,
Günah işleyen insanların tövbe ile Yüce Rabbe sığındığı,
Günah işleyen Müslümandan değil, günahtan uzaklaşmalıyız prensibini edindiği,
Bir kişi bile benim için dünyalar kadar önemlidir dediği,
Ordusuyla, milletiyle, bürokratıyla, din adamıyla, gazetecisiyle, magazincisiyle, televizyoncusuyla, çöpçüsüyle, profesörüyle, doğulusuyla, Karadenizlisiyle, Sünnisiyle, Alevisiyle, Müslüman'ı ve Ermenisiyle, Musevisi ve Süryanisiyle, laikiyle, çok dindar olanı ile velhasılı 70 milyonun tümüyle; Türkiye'yi, ülkemizi dünyanın en gelişmiş, en modern, en güçlü, en temiz, en istikrarlı, en saygın, en ilerici, İslam'ın ruhuna en uygun hiçbir gücün güdümünde olmayan en kararlı bir ülke haline getirmek için birleştikleri bir ülke hayal ediyorum. Böyle bir ülke istiyorum. Ümit ediyorum.
 
Hayal mi görüyorum? Çok şey mi istiyorum? Bunlar niye olmasın Allah aşkına! Almanya'da, Fransa'da ve diğer bazı ülkelerde oluyor bunların bir kısmı da bizde niye olmasın. Ne zaman zincirleri kıracağız. Ne zaman bu ülke bir ayağa kalksın diyeceğiz? Ne zaman?
 
 
***

 
 
AKIL MI, NAKİL Mİ?
 
En eski tartışmalardan biridir bu, akıl ile nakil (yani Kuran ayeti veya bir sahih hadis) tearuz ettiğinde (çeliştiğinde) ne yapmak lazım.
Akıl ile eldeki ayet veya sahih bir hadis çelişirse -varsayalım- bu durumda nasıl bir metot takip edilmelidir. Akıl mı, nakil mı tercih edilmelidir.
 
Akıl esas alınıp; nakil yorumlanmalı mı, yoksa nakil olduğu gibi mi bırakılmaktadır. Buna hadis ilminde 'tevakkuf' etme denilir. Yani, durağanlığa teslim etmek. Hadisi bir an için işlevsiz bırakma. Kabul veya ret değil, sabit durma.
 
Aklı tek otorite bilenler -örneğin, mutezili anlayış- rasyonelliği pragmatist bir dürtüyle -vahye karşı bağımsız bir noktada tutmak isterler.
 
Bunda etkin olan şey; daha önceki kurgularına Kuran ayetlerini uygulatarak savlarını etkili kılmaktır.
 
Geleneksel bakış açısına bağlı ehl-i sünnet alimleri ise 'külli aklın' (vahyin veya vahyin kaynağının) "nisbi, cüz'i" (insana ait) akla hâkim olması gerektiğini ve ancak vahiyle dizayn edilmiş, terbiye görmüş, ayıklanmış, kritize edilmiş aklın doğru yolu bulabileceğine karar vermişlerdir.
 
Kuran-ı Kerim'deki 'akletmek, tefekkür etmek, aklı çalıştırmak' gibi aklı referans gösteren bütün çağrılara muhatap olan 'akıl', işte vahyin edebinden geçen bu akıldır. Çünkü Kuran-ı Kerim akletmeye çağırırken vahye boyun eğecek bir akla hitap etmektedir. İnkârcı aklı da bu akla çağırmaktadır.
 
Akıl ve naklin çelişmesi halinde naklin yorumlanması mümkün ise yorumlanması (te'vili); mümkün değilse eğer bu nakil hadis ise tevakkuf (durağanlaştırma, işletmeme) edilmesi, Kuran ayeti ise aynen kabul edilmesi bu düşünce ekolünün tercihidir. Doğru olan da budur.
 
Akılsız din olmaz. Aklın işlevsiz kılındığı din olmaz elbette. Aklı olmayanın dini sorumluluğu bile yoktur. Ama bahis konusu olan akıl; sıradan herhangi bir insanın aklı ise ve bu tek otoritede kabul edilirse; dünyadaki insan sayısınca 'akıl dini' oluşur. Her aklın kutsalı, diğer akıllara dayatılan bir kutsala dönüşür. Bu doğru bir yol olsaydı, o zaman ne peygambere ne vahye ve ne de ilahi yönlendirmeye gerek kalmazdı.
 
Allah herkesin dini aklıdır derdi ve işi çözerdi. 'Ümmetim yetmiş üç (73) fırkaya (gruba) ayrılacak. Hepsi ateştir. Sadece birisi hariç' diyen Hz. Peygamber'in (s.a.v.) işaret ettiği ve 'fırka-i naciye' (kurtulmuş fırka) denilen grubun özelliği şudur: Onlar Kuran-ı Kerim ve sahih hadisleri, hayatın asli dinamiği kabul ederken vahyin süzgecinden geçen 'salim aklı' vahyi kavramada en önemli kilit taşı sayarlar.Yoksa aklını din kabul eden, vahyi aklına uyduran hasta anlayış tam bir inkâr ve kaos anaforuna iter bizleri.
 
Bu arada, Kuran-ı Kerim ayetleri ile mütevatir bile olsa sahih hadisi, aynı kategoride tutmak doğru değildir. En azından subutu -bize geliş yöntemi- itibarıyla farklıdır.
 
Kuran-ı Kerim ayetlerinin bir kısmını 'tarihsel' kabul edip bu ayetleri işlevsiz kılmaya çalışan 'oryantalist ve saptırıcı' anlayışın sürekli akla karşı vahyi etkisizleştirmeye çalıştığını da görebiliyoruz. Bu hasta bakış açısını bertaraf etmek Kuran-ı Kerim ayetlerini doğru anlayıp gündemde tutmak ve sahih hadisleri toplumda etkin kılmakla mümkündür.
 
Bu konuyu bazı okuyucularımın bu husustaki soruları üzerine özetle ele aldım.
 

 ***
 
 
HZ. PEYGAMBER'İN (S.A.V.) HADİSLERİNDEN

Kişinin önüne gelen ancak elinin kazandığıdır.
Güçlü insan, nefsine galip gelendir.
Önce nefsinle başla. Sonra elinin altındakilere dön.
Mümin bir delikten iki defa ısırılmaz.
Müslüman Müslüman'ın aynasıdır.
İnsanlar bir tarak dişi gibi eşittir.
Esas zenginlik gönül zenginliğidir.
Kötülüğü tüketmek sadakadır.
Toplumun efendisi, onlara hizmet edendir.
Müminin niyeti amelinden hayırlıdır.
Yerdekilere merhamet et ki, göktekiler de sana merhamet etsin.
Danışılan kimse emin olmalıdır.
Başlattığınız bir işinizi bitirecekseniz, sonuç olana kadar gizli tutun.
Merhamet etmeyene merhamet olunmaz.
Hayra yol açan, o hayrı işleyen gibidir.
Bir şeyi aşırı sevmen seni kör eder.
Her iyilik sadakadır.
Zulüm, kıyamet günü karanlığa dönüşecektir..
***
 
 
 
ALİMLERİN HİKMETLİ SÖZLERİNDEN
 

Takva elbisesini çıkaranı hiçbir elbise örtmez.
Düşmanının kılıcını sıyıran onunla kesilir.
Bir kimse, kardeşi için bir kuyu kazarsa kendi düşer.
Kendi hatasını unutan, başkasının hatasını -günahını- büyük görür.
Başkalarının perdesini yırtanın edep perdesi açılır.
Kendi aklı ile yetinen (danışmayan) zelil olur.
İnsanlara karşı kabaran kırılır.
Rezillerle arkadaşlık eden, hakir olur.
Dini hafife alan çamura saplanır.
Sonuç almak isteyen sabreder.
Bastığı yeri bilmeyen, pişmanlıkta yürür.
Gücünün yetmediğini taşıyan mutlaka aciz kalır.
Ecelini bilen emelini kısar. Uzun beklentilerden sıyrılır.
Aslında hem hadisi şerifler hem de büyük alimlerin sözleri bizleri hayatta karşılaştığımız engebelere karşı uyaran birer altın öğüt hükmündedir.
Bunlara kulak kabartmak lazım. Acı da olsa doğru söyleyen dostları dinlemek lazım. Allah'a tam bir itaatle bağlanmak lazım. Kabirin karanlığının bizi beklediğini bilmek lazım. Bu dünyadaki gidişata kapılmamak lazım. Ne oluyor, ben ne yapıyorum, ne yapmalıyım demek lazım. O zaman okuduğumuz ayetin, yaptığımız duanın, duyduğumuz hadisin ve sözün bize faydası olur..
.