31 Temmuz 2014 Perşembe

Mümini Koruyan Surlar

Mümini Koruyan Surlar


 
 
İmanlı bir insanı şeytana karşı koruyan dört sur vardır. Bu surlar bakımları yapıldığı sürece muhkem dururlar ve insanı şeytandan korurlar. Bu surların dıştan içe doğru sıralaması şöyledir:


Birinci sur: Kerpiçten yapılmış bir duvardır. Bu duvar edepleri temsil eder. Eğer mümin sürekli dikkat etmezse en kolay yıkılacak sur budur. Şeytan da ilk olarak bu sura musallat olur. Mümine ”gösterdiğin faziletli davranışlar ve nezaket dinin esaslarından değildir. Yapmasan da olur, hem günahkâr da olmazsın.” İnanan insan bu vesveselere aldırmaz, edebini korursa o kerpiçten suru tahkim etmiş olur, şeytan yaklaşmaya yol bulamaz. Vesveseye kapılır, edepleri önemsemezse şeytan bu surda bir delik açmış olur.


İkinci sur: Peygamberimizin sünnetlerini temsil eden, taştan bir duvardır. Sabırla, tekrar tekrar deneyerek kişinin bir zayıf anını kollayan şeytan, başlar vesvese vermeye: ”Sünnetleri bazen terk etmek önemli bir eksiklik değildir. Peygamberimiz (s.a.v.)'in de sünnetleri yapmadığı olurdu. Önemli olan farzlardır, onları yapsan yeter,” gibi telkinlerde bulunur. Mümin bu telkinlere karşı direnirse ne âlâ… Eğer vesveseye kapılır da sünnetlerin ifasında gevşeklik gösterirse, artık taş surda da bir delik açılmıştır.


Üçüncü sur: Allah (c.c.)’ın farzlarını temsil eden tunçtan duvardır. Bu sur son derece muhkemdir. Ancak şeytan daha önce adap ve sünnet duvarlarını deldiği için bu duvarı delmekten de ümitlidir. Artık iyice sokulmuş olduğu için müminin kalbine vesveselerini kolayca atar: “Farzı ihmal etmek veya terk etmek insanı dinden çıkarmaz. Hem daha sonra kaza da edebilirsin. Ayrıca Allahın rahmeti boldur tevbe edersen seni bağışlar.” Daha önceki surları geçtiği takdirde bu en kuvvetli surda dahi bir delik açmaya muvaffak olur. Artık mü’minin imanını ele geçirmesine tek bir sur kalmıştır.


Dördüncü sur: İnanç esaslarını temsil eden çelikten bir kuledir. Bu kule çelikten olsa da, daha önceki surları aşmayı başarmış olan şeytan buraya da kolayca vesvese atabilir. Çünkü günahlar ve farzlardaki noksanlıklar kişinin kalbini karartır. Artık kişi doğruyu eğriden ayırt etme gücünü yitirir. Ve Allah korusun şeytanın imanını ifsad etmesine karşı direnç gösteremez. Artık şeytan son kaleyi de ele geçirmiş olur.

 
Demek ki edepleri, sünnetleri ve farzları terk etmeyi hafife almamalıdır. Bunları hafife almak, şeytana bir kapı açar ve insanın imanî durumunu tehlikeye atar. Ayrıca kalbinde günahlardan mütevellit oluşan siyah lekeler onun ahlakını bozar, muhabbetini zedeler ve gaflet perdesini kalınlaştırır.
 
İmanımızı koruyan bütün bu kalelerin hepsini tahkim etmek lazımdır ki, şeytan aleyhimize hiçbir yol bulamasın. Hz. Mevlana’nın edeple ilgili manzumesi şöyledir.
 
“Aç gözlerini bak, Allah kelamı olan Kur’an ayet ayet edeptir. Akıldan sordum: iman nedir? Akıl kalp kulağına şöyle fısıldadı: ‘iman edeptir.’
 
 
DEMEK APTAL ŞEYTANIN HİÇBİR MADDİ GÜCÜ YOKMUŞ.
SADECE KALPLERE KÖTÜ DÜŞÜNCELER FISILDAMAK,
YANİ TEK SİLAHI VESVESE...
ZATEN UYANIK MÜSLÜMAN, O VESVESE KALBİNE GELİNCE HEMEN ALLAH'A SIĞINIR...VE ETKİ EDEMEZ... Celal
 
Hayırlı cumalar
 
 
 
 
 
 

Mahlukata İyiliğin Sevabı

Mahlukata İyiliğin Sevabı

 
 
 
 
Semerkant şehrinde yaşayan yoksul bir saka vardı. Tüm kazancı, tatlı su kuyularından su çekip satarak kazandığı birkaç kuruştan ibaretti. Bununla birlikte bu kişi her hafta Cuma günleri kazancını; sevabını anne ve babasının ruhuna hediye etmek için, fakirlere vermeyi adamıştı. Bu adağını uzun bir zaman yerine getirdi.

Fakat bir cuma günü hiç iş yapamadı; para kazanamadı. Bu durumda ne yapacağını bilemeyerek bir âlime gitti ve Benim böyle bir adağım vardı. Şimdi onu yerine getiremiyorum. Ne yapmam gerekir? Diye sordu. O âlim de ona:

-Oğlum, insanların attığı kavun, karpuz kabuklarını topla; hayvanlara ver. Bu işin sevabını ana ve babana bağışla, bu durumda adağın yerine gelir. dedi.

Saka âlimin dediği gibi yaptı. O gece rüyasında ana ve babasını gördü. Ana babası ona:

- Allah senden razı olsun. Bize her cuma günü hediyeler gönderirdin. Bu cuma gecesi de gönderdiğin cennet kavun ve karpuzları bize Hak Teala tarafından ikram edildi, dediler.
 
 
 
 

30 Temmuz 2014 Çarşamba

Zekât

Zekât
 
Cenâb-ı Hak buyuruyor:

“Sadakalar (zekâtlar), Allâh’tan bir farz olarak ancak fukarâya (geçimini temin edemeyen, ya da çok zor temin edebilenlere), mesâkîne (hiçbir şeyi olmayanlara), onun üzerine âmil olanlara (zekât toplama memurlarına), müellefe-i kulûba (kalbleri İslâm’a ısındırılması gerekenlere), kölelik altında bulunanlara, borçlulara, Allâh yolundakilere (mücâhidlere, dînî ilim talebelerine vs.) ve yolda kalmışlara mahsustur. Allâh pek iyi bilendir, hikmet sâhibidir.” (Tevbe, 60)
Rasûlullah (sav) buyurdular:
“Namaz kıldığı hâlde zekât vermeyen kimsenin namazı(nda hayır) yoktur!” (Heysemî, III, 62)

Zekât, kamerî seneye göre, yâni 355 güne göre yüzde 2.5 verilir. Fakat bugün ticârî müesseseler şemsî yıla göre hesap yapmaktadırlar. Şemsî yıl ise 365 gün olduğundan aradaki 10 günlük farkı da zekâta ilâve etmek lâzımdır. Yâni zekât, yüzde 2.5 ise yüzde 2.6′ya yaklaşmaktadır.

Zekâtın hesâblanmasında dikkate alınması gereken bir diğer husûs da enflasyondur. Bugün yılda % 100′e yakın bir değer kaybı sebebiyle zekâtın bir sene içinde muhtelif zamanlarda îfâsı hesâba katılınca farzıyyeti ânındaki değere sâdık kalabilmek için zekâta âid meblağın sâbit bir değere endekslenmesi de zarûrîdir. Aksi halde zekât meblağı, kırkda birin altına düşer. Muhtâc mağdur olur; zekât ibâdeti eksik kalır.

Ancak dikkat edilmelidir ki, zekât, yalnızca şahıslara ve aslî ihtiyaçlar için verilir. Hükmî şahıslara zekât verilmez. Bunun için câmîler, mektepler, Kur’ân Kursları ve hastaneler zekâtla değil, infâkla yapılır. İkrâm sûreti ile muhtâca yedirilen yemekler, zekât değil infâkdır, çünkü temlîk yoktur.

Hulâsa insan, yaradılışı itibarıyla dünyâya meyyaldir. Dünyâ malı ise nefse câzib gelir. Ona aldananlar doymak bilmezler. Mal yığıldıkça insanın hırsı artar, muhteris olur. Gözünü madde ve mal hırsı bürümüş olan insanda merhamet ve şefkat hissi azalır. İnfâk etmek ona zor gelir. Nefsi ona: “Daha zengin ol; ilerde daha çok yaparsın!” diye telkînde bulunur. Böyle insan, rûhen hasta, bedenen muzdariptir. Çünkü Hazret-i Peygamber (sav):

“Yarın yaparım diyenler helâk oldu!..” buyururlar.

İşte zekât, bu gibi içteki hastalıkların devâsıdır. (Osman Nûri Topbaş, Altınoluk Dergisi, Şubat-1998)

 

29 Temmuz 2014 Salı

İŞTE BİRBİRİNDEN İLGİNÇ BAYRAM ANILARI...

HAFTA SONU DERGİSİ ÜNLÜ SANATÇILARA BAYRAM ANILARINI SORDU.
İŞTE BİRBİRİNDEN İLGİNÇ ANILAR...


ALİŞAN
"Şöhret olmadan önce Kurban Bayramı'nda aile geniş olduğu için büyükbaş hayvan kesiyorduk. Ancak bir bayram geç kalınca büyükbaş hayvan bulamadık ve tam 13 tane koç aldık. Kamyona doldurduğumuz kurbanlıkların çobanlığını ben üstlenmiştim. O bayram sabah saat 7'de başladığımız kesim, akşam 20.00'yi bulmuştu ve ev mezbaha gibi olmuştu. Hiç unutamadığım anımdır."


EBRU GÜNDEŞ
"Bayramlar benim için ekstra acıları olan günler demekti. Çocuk yüreğim yine de umutlanır, belki babam bu bayram çıkar gelir diye beklerdim. Ama her bayram aynı düş kırıklığını yaşardım. Babam gelmezdi."


ECE ERKEN
"En güzel bayram anımı 1999 yılında Paris'te yaşadım. Bayram tatili için Nefise Karatay ve iki kız arkadaşımızla Paris'e gitmiştik. Orada alışveriş yaptık ve bütün paramızı alışverişe verince beş parasız ortada kalmıştık. Havaalanına gitmek için Türkiye'deki arkadaşlarımızdan borç para istemiştik. Çılgın bir bayramdı bizim için."


GÖKSEL ARSOY
"Bir bayram sabahını hiç unutmam… Amcam Yesari Asım Arsoy eve gelmiş ve yeni bestelerinden birini terennüm etmişti. Çok güzel bir bayram sabahıydı o. Amcamı, onun sesini ve o sabahı hep hatırlarım."


GÜLBEN ERGEN
"Bayram anısı olarak şunu hatırlıyorum: Altı yaşındayken hayalini kurduğum kırmızı pabuçları, bayram sabahı kalktığımda başımın ucunda gördüğümde dünyalar benim olmuştu. Ve o gün bayramlık ayakkabıları giyerek, el öpmeye tüm komşulara gitmiştim. O gece o ayakkabılarla birlikte uyumuştum."


HÜLYA KOÇYİĞİT
"Gülşah dünyaya geldikten sonra, onunla birlikte yaşadığım ilk bayramı unutamam. Öylesine mutluydum ki, anne olarak ilk bayram heyecanıyla adeta kanatlanıp uçmuştum."


METİN AKPINAR
"Doğup büyüdüğüm Aksaray ve orada yaşadığım bayramları unutmam mümkün değil. 'Çingene Hakkı'nın konağında otururduk ve bayramın ilk günü ev ahalisinin bayramlaşması büyük bir töreni andırırdı. Tabii ben de biriktirdiğim harçlıklarımla çok mutlu olurdum."


MUAZZEZ ERSOY
"Unutamadığım bayram anısı denilince aklıma, bayramda kurulan sofralarımız geliyor. Annemin yemekleri, babamın gelen misafirlerle yaptığı sohbetler çok güzel olurdu. Arada bir de bana şarkı söylettirirlerdi. Hey gidi günler…".


NİLÜFER
"Cihangir'de otururduk ve dördüncü kattaydık. Ailenin tek çocuğuydum ve annem beni oynamak için pek sokağa bırakmazdı. Bu nedenle bayramlar benim için ailece dış dünyaya açılmanın keyfi demekti. Bayramlarda hiç canım sıkılmazdı.'


SEZEN AKSU
'Bayram demek, çocuk demektir. İzmir'de çocukluğumda , en büyük zevkim babaannemin elini öpmekti. Para-pul değil de, onun bana hediye ettiği misler gibi kokan mendilleri unutamıyorum. O bayramlar bambaşkaydı'


Bayram Coşkusu


Bayram Coşkusu
 
Cenâb-ı Hak buyuruyor:
“Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah'tan korkun ki esirgenesiniz.” (Hucurât, 10)
Rasûlullah (sav) buyurdular:
“Farzların edâsından sonra Cenâb-ı Hakk’ın en ziyâde sevdiği amel, bir müslüman kardeşine sevinç vermektir.” (Süyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr, I, 11)
Bayramlar, îmân kardeşliğinin gerçek tezâhür sahneleridir. Ölüm ötesindeki neş’eli günlere bir rahmet meş’alesidir.
O hâlde, muzdaribi sevindirecek, ona ilâhî bir neş’e ile sükûn bulduracak hakîkî bayramı idrâk etmeliyiz. Böyle bayramlar, kula, hem kendi hazzını hem de başkalarını sevindirmenin hazzını yaşatır.
Zîrâ bayramlar, ferdin değil, toplumun mânevî sevinci, bu heyecanın paylaşılması, gönül iklîmine girme, bütün müslümanları gönülden kardeş hissedebilmedir. (Osman Nûri Topbaş, İslam İman İbadet, Erkam Yay.)

 

27 Temmuz 2014 Pazar

Müminin Her İşi Hayırdır


Müminin Her İşi Hayırdır
 
Cenâb-ı Hak buyuruyor:
İnsan hayrı istediği kadar şerri de ister. İnsan pek acelecidir!” (İsrâ, 11)
 

Rasûlullah (sav) buyurdular:
“Mü’min kulun durumu ne kadar hayrete şayandır. Onun her işi hayırdır. Böylesi bir özellik sâdece mü’minde vardır. Ona bir iyilik gelirse şükreder, onun için hayırlı olur. Eğer bir musîbet dokunursa sabreder, yine onun için hayırlı olur.” (Müslim, Zühd, 64)
 

Enes (ra)’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah (sav) şöyle buyurdu:

“-Uğursuzluk yoktur. Ben, hayra yormayı tercih ederim.”

Sahâbîler:
“-Hayra yorma (tefe’ül) nedir?” dediler.

Efendimiz (sav):

-Güzel, olumlu sözdür.” buyurdu(Buhârî, Tıb, 19; Müslim, Selâm, 102)

Urve bin Âmir (ra) şöyle dedi:

Rasûlullah (sav)’in huzurunda uğursuzluktan söz edildi. Bunun üzerine:

“-En güzeli, hayra yormadır. Uğursuzluk, hiçbir müslümanı teşebbüsünden vazgeçirmesin. Herhangi biriniz hoşlanmadığı bir şey gördüğü zaman;

 “Allahım! İyilikleri sadece Sen verirsin; kötülükleri yalnız Sen giderirsin. Günahtan kaçacak güç, ibâdet edecek kuvvet ancak Sen’in yardımınla kazanılabilir diye duâ etsin” buyurdu(Ebû Dâvûd, Tıb, 24)




--

26 Temmuz 2014 Cumartesi

Hekimoğlu İsmail - Farklı bir hareket…

Hekimoğlu İsmail - Farklı bir hareket…



Hekimoğlu İsmail
 

Farklı bir hareket…

 
 
Nasıl ki insanın midesinde ülseri olsa, başı, sırtı ağrır, bazen ayakları tutmaz olur, sinir buhranlarına düşerse... 
 
 
Aynı şekilde, yedi milyonluk İsrail’in, milyarca Müslüman’ın gözü önünde, Filistinli Müslümanlara işkence etmesi, Müslümanların yüzlerce derdi olduğunu gösterir.
 
 
İsrail deyince, aklımıza Yahudiler gelir. Dünyanın dört bir bucağında Yahudi vardır. Bir bakıma vatansız yaşamış gibiler. 1948’de İsrail Devleti’ni kurdular. İsrail’in gücü nereden geliyor? İslam birliğinin temin edilmemesi, İsrail’den korkan İslam ülkelerinin bol bol silah alması için, başta Amerika olmak üzere, Avrupa ülkelerinin pek çoğu ona sahip çıkıyor. Yahudilerin tamamı okul sıralarından geçmiştir. Ekserisi dil bilir. Kendi aralarında güven vardır. Kurdukları mason, lions, rotary kulüpleriyle sosyal dayanışmayı artırdılar. Kolejler, haber merkezleri (ajanslar), televizyon istasyonları ve benzeri neşriyatlarla dünya kültürüne yön verdiler. Paraya gerek kalmadan ithalat ihracatı ellerinde tuttular. İflas eden Yahudi’ye mutlaka el attılar. Diplomalarıyla paralarıyla, makamlarıyla, sadece kendilerine değil, birbirlerine de hizmet ettiler. Yahudilerin bütünü, İsrail’e yardım etti ve etmekte... Tarıma uyguladıkları yüksek teknolojiyle pamuk, turfanda sebze, narenciye, sebze tohumu, tavuk ve yumurta ihraç ediyorlar. Elektronik, petrokimya ve uçak sanayisine sahipler. İhracatın yüzde 85’i sanayi malı. En önemlisi de millet olmanın şuuru içinde birbirlerine maddeten ve manen güveniyorlar. Birbirlerini destekliyorlar, sahip çıkıyorlar.
 
 
Mesela yıllar önce yaşadığım bir hatıramı anlatayım. Kunduracı arkadaşlar ziyaretime geldi, “Bizim köseleciler pahalı satıyor, bu yüzden Yahudilerden mal alıyoruz, buna bir çare bulun.” dediler. Ben de kalktım bir kösele tüccarının yanına gittim, geliş sebebimi anlattım, adam sevindi, beni oturtup anlatmaya başladı, “Kardeşim, İtalya’dan kösele getirtecek olsam, kalkıp da oraya gidiyorum, tercüman, otel, araba... Sonra malları ihracatçıya vermek vesaire derken, neticede ben Yahudi’den pahalı satıyorum fakat az kazanıyorum. Çünkü Yahudi telefonu kaldırıyor, “Salamon, ben Mişon, yaz: Şu kadar kösele, şu kadar vidala, şu kadar sahtiyan”. Tamam, bütün malları eksiksiz gelir. Mişon da oradan bir şey ister, bu gönderir ve borcunu hiç aksatmaz... Onlarla nasıl rekabet edelim? Onların fiyatına satmaya kaktığımız gün, piyasadan siliniriz. Bu bakımdan arkadaşlarımız iki kuruş fazla almamıza bakmasınlar, bizden alsınlar.”
 
 
Bu acı gerçek içime kezzap gibi oturmuştu. Salamon ile Mişon doğru, bizimkiler eğri. Müslümanların malı olan doğruluk, bize küsmüş, Yahudi pazarlarında müşteri arayıp bulmuş. İslam düşmanları dahi, hayat haklarını İslam esaslarından alacaktır ve alıyor da. Düşmanları dahi, onun esaslarını yaşadıkça güçleniyor! Banka defterinde yazıyor, “Her türlü hizmetlerimizde; güvence, gizlilik, kolaylık ve doğruluk ilkelerini benimseriz.” Bu prensiplere her Müslüman sahip olmalıydı. Hakk’a inananlar hak yememeliydi. Her Müslüman’a güvenilmeli, her Müslüman sır taşıyabilmeli, her Müslüman kolaylık göstermeli ve doğru olmalıydı.
 
 
Bunları anlatınca bir arkadaş dedi ki, “Peki ağabey ne yapacağız?” “Ne yapacağız değil, evvela ben ne yapacağım? Bence “farklı hareket” etmeye çalışmalı.
 
 
Bugüne kadarki hayatımızdan daha farklı... Ailemizden, milletimizden daha farklı... Dünden farklı, alışkanlıklarımızdan farklı, arkadaşımızdan farklı… İnsanların peşine takılıp giden, bukalemun gibi mekanın rengine uyan değil, İslami prensiplerle hareket eden biri olma yolunda… Bir adım atılsa… Farklı bir hareket. Herkes bugüne kadarki hayatından farklı bir hal alsa, farklı bir millet ortaya çıkacak, dertlerimiz biraz daha azalacak…
 
 
 

25 Temmuz 2014 Cuma

Efkan Vural - Her şeye rağmen yaşamak çok güzel-37

Efkan Vural - Her şeye rağmen yaşamak çok güzel-37

SEVGİLİ EFKAN HOCAM NAÇİZANE FAKİRİNİZ HAKKINDAKİ Milliyet Blog'daki Yazı dizisine ŞÖYLE DEVAM ETMİŞ...  Allah razı olsun hocam...
Sizi çok seviyorum canım hocam...


http://blog.milliyet.com.tr/her-seye-ragmen-yasamak-cok-guzel-37/Blog/?BlogNo=468872



Her şeye rağmen yaşamak çok güzel-37


Her şeye rağmen yaşamak çok güzel-37
 
Her zaman Allah'ı hatırlamalıyız



Celal ÇELİK’in  hayata dair, ahlaki, dini ve felsefi düşünce ve yorumlarını beğeniyle  kendi diliyle sunmaya devam ediyorum.
 
Aklın Nuru Kur’andır

Allah bize akıl ve vicdan denen iki alet vermiştir. Onları doğru şekilde çalıştırırsak imtihanı kazanabiliriz. Çünkü akıl, iyi ile kötüyü birbirinden ayırmaya yarayan bir cihazdır.

Akıl doğuştan her insana boş verilir. Fakat yıllar içinde öğrenerek ve çalıştırarak geliştiririz. Sıfır arabanın motoru kullanıldıkça açılıyorsa, aklımızda çalıştırdıkça gelişir.

Allah’ın yapmamızı emrettiği bütün ibadetler, aslında biz insanlara hem bedenen, hem ruhen çok faydalıdır. Peygamberimiz (s.a.v.) onun için “Allah katında bir saat tefekkür, bir sene nafile ibadetten hayırlıdır.” buyurmuştur ki aklımızı çalıştırıp geliştirelim.

Vicdan ise, hem iyiyi kötüden ayırabilen, hem de iyilik etmekten lezzet alan ve kötülükten elem duyan manevî histir.  Vicdan:İnsan ruhunun en ileri bilgi kaynağıdır.

O, bir şeye “evet” dedi mi, onu ne akıl yalanlayabilir, ne de duyu organları... Vicdanın diğer adı kalptir. Bazen kötü insanlar için kara vicdanlı veya kalpsiz deriz...

Midemizin, gözümüzün ve kulağımızın gıdası ayrı ayrıdır. Gözün gıdası güzel manzaralar, kulağın ise seslerdir. Aynen öyle de aklın gıdası ile kalbin gıdası da farklıdır.

Aklın gıdası ilim, mantık, bilim ve fenlerdir. Kalbin gıdası ise sahibini bulmak onu tanımaktır; tesbihtir, namazdır, duadır, ibadettir. Biri eksik oldu mu, insan da eksik olur.

Kalbinin gıdasını vermeyip aç bırakan, fakat aklının gıdasını tam veren birisi vicdanını zamanla öldürür. Ve Allah, o insan iradesini bu yönde kullanmadığı için nihayet kalbini mühürler.

Mesela dahi bir bilgisayar mühendisi olabilir ama bu aklını internetten banka dolandırmakta kullanır.

Akıl ne kadar doğru beslenirse beslensin, Akılın önünü görebilmesi için ışık gerekir ki, akıl öğrendiği ilimleri o ışık vasıtasıyla değerlendirip bir sonuca ulaşabilsin.

İnsanın kalbi vahiy kaynağından beslenmiyorsa gerçeği bulamaz. Akıl, vicdanınemrindedir. Bu yüzden, Allah insanların aklını doğru kullanmaları için kutsal kitapları indirmiştir.

Madenciler karanlıkta başlarındaki  ışıkla önlerini görüyorlar. İnsan da şu karanlıkdünyada Kuran’ın nuruyla bakarsa ileriyi görebilir.

Yani aklımızın ışığı Kuran’dır. Kuran’ı anlayarak okuyan insan geleceği görür, yani nereden geldik, neciyiz, ne için yaşıyoruz, nereye gidiyoruz, ölüm yokluk mudur gibi sorulardan kurtulur, emin olur.

(Devam edecek)



 

NİHAT HATİPOĞLU - Ramazanda tövbe fırsatını kaçırmamalı

NİHAT HATİPOĞLU - Ramazanda tövbe fırsatını kaçırmamalı
 
 
 

Ramazanda tövbe fırsatını kaçırmamalı

  • NİHAT HATİPOĞLU
 
  • 25.07.2014

 

Günahtan arınmak için önemli bir fırsat olan ramazan ayının son günlerini yaşıyoruz. Hz Peygamber (sav) "Günahından tövbe eden hiç günah işlememiş gibidir" buyuruyor



Ramazan ayı bitmek üzere. Ramazan, günahtan arınmak için önemli fırsat. Bu günlerde tövbe için kapılar sonuna kadar açık. Bu fırsatı kaçırmamak lazım. Hz Peygamber (sav) "Günahından tövbe eden hiç günah işlememiş gibidir" buyuruyor. Tövbe sadece dille olamaz. Gönülle, bütün organlarla, günaha bir daha dönmemesine olmalıdır. Allah, yalvaran dudağı, eğilmiş kalbi bilir. Onun için sonsuz rahmetiyle kapıları açar.

Resulullah Aleyhisselâm buyurdu ki: Allahü Teâla'nın, yollarda dolaşarak zikreden insanları araştıran melekleri vardır. Bir yerde Allah'ı zikreden bir topluluk buldukları zaman, birbirlerine; geliniz, işte sizin aradıklarınız burada diye çağırırlar. Melekler, onları dünya göğüne kadar kanatlarıyla sararlar. Rableri, onların durumunu meleklerden daha iyi bilmekle beraber meleklere "Kullarım ne diyorlar?" diye sorar. Melekler, "Seni tesbih ediyorlar, seni tekbir ediyorlar, sana hamd ediyorlar, seni temcid ediyorlar" diye cevap verir. Hakk Teâlâ buyurur: "Beni gördüler mi?" Melekler, "Hayır, vallahi seni görmediler" der. Allahü Teala, "Beni görselerdi ne olurdu?" diye buyurur. Melekler "Eğer Seni görselerdi, Sana daha çok ibadet ederlerdi. Seni daha çok tesbih ederlerdi. Sana daha çok hamd ederlerdi" diye cevap verir. Allah'ü Teala "Benden ne istiyorlar?" diye buyurur. Melekler, "Senden cenneti istiyorlar" der. Allah'ü Teâlâ, "Orayı gördüler mi?" diye buyurur. Melekler, "Hayır vallahi, ey Rabbimiz onlar orayı görmediler" der. Hakk Teala, "Peki, onlar orayı görselerdi ne olurdu?" diye buyurur. Melekler ise "Orayı görselerdi, oraya kavuşma hırsları ve arzuları artardı, oraya olan rağbetleri ziyadeleşirdi" diye cevap verir. Allahü Teala, "Onlar neden sakınıyorlar? diye buyurur. Melekler, "Cehennemden" derler. Allahü Teala, "Peki orayı gördüler mi?" diye buyurur. Melekler, "Hayır vallahi, ey Rabbimiz, onlar orayı görmediler" derler. Allah'ü Teala, "Peki görselerdi nasıl olurdu?" diye buyurur. Melekler, "Görselerdi ondan daha şiddetle sakınırlar oradan daha çok, çekinirlerdi" der. O zaman Allah'ü Teala şöyle buyurur: "Sizi şahid tutuyorum ki, ben onları mağfiret eyledim." Bunun üzerine meleklerden biri, "İçlerinde filanca var ki o onlardan değil bir ihtiyaç için aralarına girmişti" der. Allahü Teala, "Onlar bir meclisin adamlarıdır, içlerinden biri ayrı tutulamaz" buyurur. ( Buhari, Daaved 66, Müslim, Zikr 25 )


'YA RABBİ SENİN RIZAN İÇİN'

Hz. Peygamber anlatıyor: Üç kişi yolda giderken sağanak yağmura yakalanıp, bir dağın mağarasına sığındılar. Sığındıkları mağaranın önüne, dağın üzerinden bir kaya düşüverdi ve mağaranın ağzını kapattı. Bunun üzerine içlerinden biri şöyle dedi: "Allah için işlediğimiz bir iş varsa, hatırlayalım ve onu vesile ederek Allah'a dua edelim, belki bizi bu beladan kurtarır."

Sonra içlerinden biri, "Ey Rabbim! Benim pek yaşlı anam babam vardı ve bir de küçücük çocuklarım. Onlara ben bakardım. Otlaktan koyunlarımla döndüğümde, koyunları sağar ve yavrularımdan önce ana babama süt içirir, onları beslerdim. Bir gün geç kaldım, karanlık bastıktan sonra gelebildim ve ana babamı uyumuş olarak buldum. Yine her zamanki gibi, koyunlarımı sağdım çocuklarım açlıktan ağladıkları halde, ana babamdan önce onları beslemeyi, onlara süt içirmeyi uygun bulmadım. Ana babamı uyandırmaya kıyamadığım için, sabaha kadar başuçlarında bekledim. Ya Rabbi eğer bu amelim senin yanında kabul olunup, rızanı kazanmışsa, göğü görecek kadar olsun, önümüzü açıver" dedi. Allahü Teâlâ da kayayı biraz kaldırmak suretiyle bir miktar açtı ve gökyüzünü gördüler.

İkinci kişi: "Ey Allah'ım! Bir akrabamın kızı vardı. Onu, bir erkek, bir kadını nasıl severse öyle aşırı bir sevgi ile seviyordum. Bir gün kendisiyle beraber olmayı arzu ettim. Kanmadı; 'Yüz dinar getirmedikçe olmaz' dedi. Bu parayı biriktirinceye kadar çalıştım ve bu arzum tam gerçekleşmek üzere iken amcamın kızı, 'Ey Allah'ın kulu! Allah'tan kork ve ancak Allah'ın hakkı olan nikâh ile bana yaklaş' dedi. Bunun üzerine derhal vazgeçip kalktım. Eğer bunu senin rızan için yaptığımı kabul ediyorsan, kayayı biraz daha aç" dedi ve Allahü Teâlâ da kayayı biraz daha açtı."

Üçüncü kişi ise şöyle dedi: "Ey Rabbim, ben bir miktar pirinç karşılığında, birini ücretli olarak çalıştırıyordum. İşini bitirdiğinde 'Hakkımı ver' dedi, verdim ama sonradan almak istemedi ve gitti. Ben de o pirinci ekmeye devam ettim ve ondan elde ettiğim kazanç sonunda, çobanları ile birlikte bir inek sürüsü temin edinceye kadar ekedurdum. Alacaklı günün birinde geliverdi ve, 'Allah'tan kork, alacağımı ver' dedi. Ben de kendisine, 'Çobanları ile birlikte duran şu ineklerin yanına git ve onları al' dedim. Adam, 'Allah'tan kork! Ve benimle alay etme!' dedi. 'Alay etmiyorum, onlar senin, onları al' dedim. Ve o da aldı gitti. Ey 'Allah'ım eğer bunu senin rızan için yaptıysam, mağaranın kapısının kalan kısmını da aç' diye dua etti.

Allahü Teâlâ da, mağaranın kapısını onlara çıkıp gidebilecekleri kadar açtı ve ışığı gördüler. Onlar da yollarına devam ettiler."


BÜYÜKLERİN DUALARI

Hz. Peygamber'in (sav) rüyada öğrettiği dua

Allah'ım, senden yalvararak diliyorum; Ey gizliyi bilen! Ey göğü kudreti ile bina eden! Ey yeri izzeti ile döşemiş olan! Ey celalinin nuru ile güneşi ışık merkezi, ayı yol gösterici kılan! Ey her temiz nefse yönelen! Ey korkanların, gönlü temiz olanların korkusunu gideren! Ey yaratıkların ihtiyaçlarını ve dileklerini yerine getiren! Ey Yusuf'u kölelik boyunduruğundan kurtaran! Ey kulların ihtiyaçlarını zatına iletmek için aracı koymayan! Her dilek sahibinin müracaatını doğrudan doğruya kendisi dinleyen, karşılığını veren ve hiçbir yardımcıya muhtaç olmayan Rabbim! Sana gelenleri engelleyecek kimse yok kapında. Sen öyle bir Rab'sin ki; sana müracaat edip isteyenlere verdikçe hazinen azalmaz, dileyenlerin çokluğu cömertliğini azaltmaz, bilakis yağmur gibi yağar, yağdırırsın. Ya Rabbi! Peygamber'in Hz. Muhammed'e (sav), O'nun ali ve ashabına sonsuz selam olsun. Duamı kabul et, istediğimi lutfet. Çünkü sen her şeye gücü yetensin!


SORU - CEVAP

1- Epilasyon yaptırmak sakıncalı mıdır?

Bir kadının vücudunun çeşitli yerlerinde çıkan kılları almak için epilasyon uygulamasında dinen bir sakınca yoktur. Ancak dikkat edilecek husus, epilasyon yapılacak bölge mahrem bölgelerde ise kişi epilasyonu kendisi yapmalıdır.

2- Eşim trafik kazasında vefat etti. Kan parası alabilir miyim?

Hataen olan ölümlerde mahkemenin öngördüğü kan parasını alabilirsiniz. Bunu eşinizin hayrına, kendinize ve çocuklarınıza harcayabilirsiniz.

3- Tövbe ederken hangi duayı okumalıyız?

Tövbe duası: Allah'ım! Sen benim Rabbimsin! Senden başka hiçbir ilah yoktur. Beni Sen yarattın. Ben Senin kulunum. Gücüm yettiği kadarıyla Senin yolundayım. Yaptığım fenalıkların şerrinden Sana sığınırım. Üzerimde olan nimetlerini itiraf ederim. Günahımı da itiraf ederim. Beni bağışla. Çünkü Senden başka hiçbir kimse günahları affedemez.
 
 
 

24 Temmuz 2014 Perşembe

Prof. Dr. M. Es'ad COŞAN - Allah İçin Birbirini Sevenler

Prof. Dr. M. Es'ad COŞAN - Allah İçin Birbirini Sevenler
 
 
Prof Dr. Mahmud Esad Coşan (1938-2001)

HAYIRLI CUMALAR

Allah İçin Birbirini Sevenler

Bugünümüzün hadis-i şerifine. Peygamber SAS Hazretleri buyurmuş ki:

RE. 107/4 (İnnel-mütehàbbîne fillâhi fî zılli arşillâhi yevme lâ zılle illâ zılluh, yefzeun-nâsü ve lâ yefzeûn, ve yehàfun-nâsü ve lâ yehàfûn.)

Muaz RA'dan Taberânî rivayet etmiş. Bu konuda pek çok hadis-i şerifler var. Onlardan müjdeli bir tanesi. Buyuruyor ki Peygamber Efendimiz:

(İnnel-mütehàbbîne fillâh) "Birbirlerini Allah için seven mü'minler..." Bu sevgi kadınla erkek arasındaki cinsel temâyül değil. Mü'min mü'mini mü'min olduğundan, iman kardeşliğinden, Kur'an kardeşliğinden, İslâm kardoeşliğinden dolayı seviyor. Mü'minin mü'mini sevmesi, birbirleriyle ahbab olması... Birisi Kars'ta, birisi Edirne'de; birisi Sinop'ta, birisi Adana'da; ama askerlikte tanışıyorlar, hacda tanışıyorlar, mektepte tanışıyorlar, muhabbet ediyorlar. İkisi de namazlı, niyazlı, müslüman, namuslu, helâl kazanmayı, helâlden yemeyi, çirkin işlere bulaşmamayı düşünen insanlar, birbirlerini Allah yolunda seviyorlar. Mü'minlerin kardeş olduğunu Allah Kur'an-ı Kerim'de söylemiş diye seviyorlar.

İşte böyle birbirini din kardeşi olarak sevmek, arkadaşını Allah için sevmek, ahiret için sevmek... Bu çok önemli. Böyle insanları Allah çok büyük mükâfâtla mükâfâtlandıracak. Her zaman buna dair hadis-i şerifler geliyor karşımıza, bu da onlardan bir tanesi... İşin sadece bir safhasını gösterecek, sonucuna doğru olan bir safhasını anlatacak bir hadis-i şerif.

Size tavsiye ederim ey mü'minler, ey müslümanlar! Birbirlerinizi candan sevin, candan yardımlaşın, candan kardeşlik edin! Çünkü, Allah için birbirleriyle muhabbet edenler, ahiret kardeşi olanlar, ahiret yolunda birbirlerine dost olanların mükâfâtı çok büyük.İşte buyuruyor ki:

(Fî zılli arşillâhi yevme lâ zılle illâ zılluh) "Arş-ı A'lânın gölgesinden başka gölgenin olmadığı günde, bu birbirini Allah için sevenler Arş'ın gölgesinde olacaklar."

Arş-ı A'zam, Cenâb-ı Hakk'ın Arşı, Arşullah çok büyük bir yaratık... Onun altı da gölge ve çok safâlı bir gölge... Mahşer halkı meydanda, güneş tepelerine yaklaştırılmış, terlere batmışlar, ter toprağa işlemiş. Kimisinin topuğuna, kimisinin dizine, kimisinin göbeğine, kimisinin boynuna, kulağı hizasına, ağzının hizasına gelmiş... Terler içinde yüzüyorlar, çırpınıyorlar, sıcaktan patlayacak gibi, hesabı bekliyorlar.

Daha azab değil, cehennem değil bu, sadece mahkeme-i kübrâ olacak, hesaba çekilecekler, cennetlik mi cehennemlik mi olacakları kararlaştırılacak... Öyle korkulu bir gün. O günde güneşin altında bekliyorlar.

Şimdi tabii Türkiye'deki kardeşlerim kış mevsimindeler, havalar soğuk... Ama Avustralya'daki kardeşlerimiz sıcaktan nereye sığınacaklarını şaşırıyorlar. Çok sıcak, bazı yerlerde 40 derece, 45 derece sıcaklıklar oluyor. Bayağı insanı eritecek gibi bunaltıcı sıcaklıklar oluyor. Dünyanın öbür tarafında da, meselâ Sibirya'da soğuktan insanların ayakları, elleri donuyor. Hastanelerde kan revan içinde, elleri ayakları sarılmış, donmuş insanlar... Sonunda elleri ayakları kesilecek.

Öyle soğuk, böyle sıcak, dünya böyle... Tabii, cehennemde de soğuklar, sıcaklar var. Ama daha cehenneme gitmeden, mahşer yerinde güneş tepelerine yaklaştırılmış, güneşin altında beklemek çok zor bir şey...

Orada sadakaları, zekâtları mü'minlere gölge edecek. Ama özel meziyetleri olan, Allah'ın özel ikramına mazhar olacak kullarvar. Onlar Arş-ı A'lâ'nın gölgesi altında gölgelenecekler. Bir kere Arş-ı A'lâ yüksek; o kadar yüksek ki, Arş'ın gölgesinde olanlar, mahşer halkına, yukarıdan aşağıya, yıldızların dünyaya baktığı gibi bakacaklar. Yerdekilerle yıldızdakiler arasındaki fark gibi fark olacak.

İşte onlardan, Arş'ın gölgesinde gölgelenen insan topluluklarından birisi de, birbirlerini Allah için seven insanlar. Onun için, birbirinizi lütfen şu maddî dünya için, küçük hesaplarla veya maddî sebeplerle, paraydı, puldu, borçtu, alacaktı, mirastı ve sâireydi diye; veya komşulukta, "İşte o bizim bahçemize çöp attı da... Onun ağacı benim bahçeme geldi gölge yaptı da... Onun çocuğu bizim çocuğa çelme taktı da, o buna bir yumruk attı da... Top oynarken bizim camı kırdı da..." filân diye kırmayın, darılmayın! Değmez. Birbirinizle Allah'ın seveceği tarzda güzel kardeşlik edin!

Böyle yaparsanız, Cenâb-ı Hak sizi Arş'ın gölgesinde gölgelendirecek, özel muamele yapacak. Sıradan müslümanlar, özel muameleye mazhar olamayanlar aşağıda güneşin altında bekleyecekler. Onlara sadakaları, zekâtları gölge yapacak ama, yine de aşağıdalar, yine de terler içindeler... Arş'ın gölgesinde gölgelenenler çok yüksek insanlar. Onun için birbirinizi Allah için sevin, Allah için birbirini sevenler sınıfına girmeğe çalışın!..

"Allah için birbirini sevenler, Arş-ı A'zam'ın gölgesinde gölgelenecekler. (Yevme lâ zılle illâ zılluhû) Allah'ın Arş'ının gölgesinden başka bir gölgenin olmadığı günde..." Sadakaların, zekâtların gölge yapması var; başka...

Sonra, (Yefzeun-nâsü) "İnsanlar dehşette kalırlar, telaş içinde, korku içinde kalırlar." Korkunç bir heyecan, kalbleri güp güp atıyor. Sıraları gelince hesaba çekilecekler; bakalım cennete mi gidecekler, cehenneme mi gidecekler?.. Durumu bilmiyorlar, sonucun nasıl tecelli edeceğini bilmiyorlar. Çünkü tartı var, hesap var, sevaplar günahlar tartılacak. (Ve lâ yefzeûn) "İnsanlar böyle korku içindeyken, bunlar dehşette, korkuda, heyecanda değil." Allah Allah, millet aşağıda ne kadar telaş içinde; bunlar Arş'ın gölgesinde, hiç telaşsız, korkusuz, sâkin, huzur içindeler.

(Ve yehàfün-nâs) "İnsanlar korkuyorlar. 'Acaba cehenneme atılır mıyım? Acaba Cenâb-ı Hak beni kahrına gazabına mı uğratır?' diye korkuyorlar."

O mahkeme-i kübrâ zorlu bir gün, Peygamberlerin dahi korkuları olacak. Kimsenin kendisine güvenemediği bir zaman. Kardeşin kardeşten kaçtığı, karının kocadan kaçtığı, evlâdın babadan, anadan kaçtığı, karı kocanın birbirinden kaçtığı, firar ettiği bir gün.

(Yevme yefirrül-mer'ü min ahîh. Ve ümmihî ve ebîh. Ve sàhibetihî ve benîh. Liküimriin minhüm yevme izin şe'nün yuğnîh.) [O gün kişi kardeşinden, annesinden ve babasından, hanımından ve çocuklarından kaçar. O gün herkesin kendine yetip artacak bir derdi vardır.] (Abese: 34-37)

Bu ayet-i kerimeyi de size sık sık hatırlatıyorum. Herkes birbirinden kaçacak, çünkü akrabalık bağları kalmayacak, herkes birbirinden hakkını istemeğe gelecek. Ancak müttakîler müstesnâ... Müttakîler de yine, birbirini Allah için sevenler oluyorlar.

Allah için sevenlerden olursanız, kurtulursunuz.
--Neye dayanarak söylüyorsun?..
--Hadis-i şeriflere dayanarak söylüyorum.

Onun için, Allah için birbini seven, din kardeşi olan, ahiret kardeşi olan, takvâ ehli olan insanlar haline gelmeğe çalışın! Başka bir çıkar yol yok... Onun için o yola girin, cennet yoluna girin, takvâ yoluna girin, nefsi terbiye yoluna girin; insanda aşkullahı, muhabbetullahı uyandıracak yola girin, o eğitimi alın! Başka kurtuluş yok, aziz ve sevgili izleyiciler ve dinleyiciler!..


HAYIRLI CUMALAR

Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!..


 26. 01. 2001 AVUSTRALYA'DAN Telefonla AKRA Fm CUMA SOHBETİ

Prof. Dr. M. Es'ad COŞAN

 ************************

İhlâsın Bereketi

İhlâsın Bereketi



Akıllı odur ki, Allah Azimuşşan ne istiyorsa onu yapsın. Allah benden ne istiyor? İhlâslı amel istiyor. Velev ki az olsa bile… Bir zerre bile olsa Allah'ın yanında çok büyük olur.

İmam Gazali rahmetullahi aleyh anlatıyor: Bir gün mürekkeple yazı yazıyordum. Kalemimin ucuna bir sinek geldi. “Herhalde bu susamış” dedim. Kalemimi oynatmadım. “Bu Allah'ın mahlûku su içsin” dedim. Bu Allah'ın o kadar hoşuna gitmiş ki, o amelimi diğer amellerimin içinde hepsinden daha büyük gördüm. Neden? Çünkü o sırf Allah rızası içindi.

Allah bizim amelimize muhtaç değil. Biz kendi ihtiyacımız için yapıyoruz. Amellerimizin menfaati de vebali de bize ait.

Kim Allah'ın ibadetine sarılırsa izzet şeref ona aittir. Zelillik, fakirlik, kötülük de günahla beraberdir. Dünyada da ahirette de öyledir.

Kişi Allah'ın rahmetine ne kadar talip ise, Allah'ın rahmeti o kadar ona ulaşır. Kişi “Acaba Allah bana rahmetle muamele eder mi etmez mi?” diye düşünürse, baksın, “Ben Allah'ın rahmetine ne kadar talibim?”

Allah-u Zülcelâl buyuruyor:
“Kim zerre kadar bir hayır işlerse onu görecektir, kim zerre kadar günah işlerse onu da görecektir.” (Zilzal,7-8)

Nasıl ki dünyada insanlar kendi aralarında alışveriş yapıyorlar, bunun gibi kul ile Allah arasında daima manevi bir alışveriş vardır.

Senin bir şeye ihtiyacın var, almak istiyorsun. Sen onun parasını cebine koymadan, onun satıldığı pazara gitmeden onu alabilir misin?

Bizim de Allah'ın rızasına ihtiyacımız var, Allah'ın cenneti, bize hazırladığı nimetleri bize lazım, onları istiyoruz. Öyleyse bizim de bunlara müşteri olduğumuzu göstermemiz lazım, pazara gitmemiz lazım, talip olmamız lazım ki Allah da onu bize versin. Allah'ın yanındaki ecir ve sevaplara talip olduğumuzu göstermemiz lazım ki bize onlar nasip olsun.

Eğer biz dersek ki, “Ya Rabbi, ben layık değilim, biliyorum kendimi Ya Rabbi! Benim param da yok, yani o ecirleri hak edecek kadar sana layık amelim yok. Ama Yarabbi ben senin kapına gelmiş dilenciyim. Senin fazlından, kereminden, umutluyum, sen bana ver, ihsan buyur Ya Rabbi” diye talip olursak, inşaallahu Teâlâ, Allah verecek…

Demin bazı insanlar birbirine giriyor, hizmete zarar veriyor dedim ya, işte onlar da deseler ki: “Ya Rabbi, ben layık değilim, biz bu hizmete layık değiliz. Şeytan bize galip geliyor, birbirimize giriyoruz. Sen bize kuvvet ver Ya Rabbi!” o zaman Allah bizi düzeltecek, şeytan ve nefse karşı kuvvet verecek, hizmetimiz de Allah'ın verdiği kuvvet ile düzene girecek inşaallah.

Allah-u Zülcelâl bizi nefsimize teslim etmesin, bizi hayırlarda kullansın inşaallah.
 
Seyda Muhammed Konyevi
 

Ay Yüzlüm - şiir

Ay Yüzlüm - Şiir



Ay yüzlüm, apaçık sözlüm rûhum Sana kurban;
Gönlüm Sana hayran!

Nergis bakışlarının te’siri ne de yaman!
Sultânım el amân..!

Bak sînemde bir ok var, derûnumda bir acı,
Sen’dedir ilâcı...

Ey varlığı nûr, dünyâsı sürûr, sözü Kur’ân!
Her derdime derman...

Pür âteşim bırakma beni hicranda zinhâr!
Rûhumda âh u zâr...

Hem mahzûn, hem de perişan derdlerle kıvrandım;
Kapına dayandım!

Bilmem başka ocak, başka ateş, Sana yandım;
Sen’inle uyandım.

Ey dünyâya arşdan gelen nûr, ey meh-i tâbân!
Aydınlattı ziyân...

Hayâlimle gezip yine dîdârını andım;
Aşkınla kıvrandım.

Ey taptâze gül, kâkülü anber, saçı reyhân!
Câziben ne yaman!

Görmemiştir cihânda gözler Sen gibi dilber...
Güneşlerden enver...

Aç lütufla bağrını aç ki kıtmîr kulundur!
Dergâhın uludur...

Deryalar gibi kereminden bir katre ihsân,
Ey gönlüme Sultân!

Lütfeyle ne olur bildiğim başka kapı yok!
Derdim herkesden çok.


Muhammed Fethullah Gülen


(Sevgili dostlarım, Bendeniz hiçbir cemaat, tarikat mensubu değilim. Ben balarısı gibi her çiçekten öz topluyorum. Said Nursi'den, Esad Coşan'dan, Nihat Hatipoğlu'ndan, Hekimoğlu İsmail'den, F.Gülen'den güzel yazıları paylaşıyorum. Benim için önemli olan, o kişinin görüşlerinden ziyade anlattıkları, yazdıklarının çok güzel ve ruha hitap etmesidir. Peygamberimizin SAV dediği gibi, güzel söz müminin kaybettiği malıdır, nerde bulursa alsın... )
 

"Hikmetli söz müminin yitiğidir (kayıp malıdır), bulduğu yerde onu almaya, o daha çok hak sahibidir." Hadisi Şerif

"Düşündürücü ve hikmetli sözlerle ruhlarınızı dinlendirin. Zîrâ bedenlerin yorulduğu ve zayıfladığı gibi ruhlar da yorulur." Hz Ali

"Her gün bir konaktan göçmek, akarsu gibi donakalmamak gerek. Dün geçti gitti. Dün gibi dünün sözü de geçti. Bugün Yepyeni bir söz söylemek gerek." Mevlana


 
 

Haftanın Esma'ül Hüsna'sı: Vehhab

Haftanın Esma'ül Hüsna'sı: Vehhab



El- Vehhab;  hibe eden demektir. Hibe ise; karşılık beklenmeden yapılan bağıştır. Evet Allah Vehhab’tır; karşılıksız hibe eder, cömertçe ihsan eder ve verdiklerine mukabil bir bedel istemez. Zaten insan da kendisine verilen bu nimetlerin ücretini ödemek istese de ödeyemez.

- Biz yoktuk var olduk.
- Mevcutlar içinde taş, toprak gibi cansız bir varlık olabilirdik. Ama olmadık, hayat sahibi olduk.
- Hayat sahipleri içinde çiçek veya ağaç gibi bir bitki olabilirdik. Ama olmadık, şuur sahibi olduk.
- Şuur sahipleri içinde herhangi bir hayvan olabilirdik. Ama hayvan da olmadık, insan olduk.
- İnsanlar içinde ateşe tapan bir Mecusi, öküze tapan bir Hindu veya puta secde eden bir putperest olabilirdik. Ama olmadık, Allah tanıdık ve O’na iman ettik.
- Allah’a iman edenler içinde O’na evlat isnat eden bir Yahudi veya Hristiyan olarak Allah’ın gazabını celbedebilirdik. Ama yine olmadık. Elhamdülillah Müslüman olduk.
- Müslümanlar içerisinde de Sultan-ı Enbiya ve Habib-i Kibraya olan Hz. Muhammed (sav)’e ümmet olmakla şeref bulduk.

Bütün bu nimetlere karşı Allah’a ne verdik?

Hiçbir şey…

İşte karşılıksız, cömertçe ikram ve ihsan edilen bu nimetler üzerinde Allah’ın Vehhab ismi gözükmektedir. Demek bizlere bedelsiz verilen hayatımız, vücudumuz, vücudumuza takılan gözümüz, kulağımız, dilimiz ve diğer azalarımız, bu azalara takılan hissiyat ve duygularımız, sözün özü maddi ve manevi sahip olduğumuz her şey, Allah’ın bize bir hibesidir. Ve Vehhab isminin bir tecellisidir.

Demek ağaçlara takılan yapraklar, çiçekler ve meyveler, kuşlara takılan kanatlar, balıklara verilen yüzgeçler, kısacası her bir mahluka yapılan hibeler ve ona verilen hediyeler Allah’ın Vehhab isminin bir tecellisidir.

Demek her bir varlık kendisine verilen cihazların, hibe edilen duyguların, ikram edilen rızıkların ve kendisine yapılan bütün iyiliklerin lisan-ı haliyle Allah’ı Vehhab ismiyle zikreder ve O’nu tesbih eder.

İnsanın vazifesi ise; bu mahlukların lisan-ı halleriyle “Ya Vehhab, Ya Vehhab” diyerek yaptıkları tesbihatı işitmek ve Vehhab isminin kendindeki tecellilerini görerek, haliyle, diliyle hatta bütün azalarıyla “Ya Vehhab, Ya Vehhab” diyerek o halka-i zikre katılmaktır.

İnsan bu vazifeyi yaptıkça insandır. Ve bu aleme gönderiliş vazifesi budur.

Kendisine yapılan en küçük bir iyiliği unutmayan ve yıllarca o iyiliğin sahibinden övgüyle bahsedip ona minnettar olan insan, nasıl olur da, nimetleri saymakla bitmeyen Allah’ın iyiliklerini unutur? Ve O’na karşı minnettar olması gerekirken, nasıl olur da o minneti, nimetin gelmesine vasıta olan sebeplere verir?

Bir padişahın kıymettar bir hediyesini bize getiren miskin bir adamın ayağını öpüp, hediye sahibini tanımamak ne derece ahmaklık ise, öyle de, Allah’ın nimetlerini bize getiren sebeplere medh ve muhabbet edip, nimetlerin hakiki sahibi olan Allah’ı unutmak, ondan bin derece daha ahmaklıktır.

Evet tavuk sebeptir, yumurta Allah’ın ihsanıdır. Koyun sebeptir, süt Allah’ın ikramıdır. Arı sebeptir, bal Allah’ın nimetidir. Bulut sebeptir, yağmur Allah’ın rahmetidir. Ağaçlar sebeptir, meyveler Allah’ın hediyesidir. Bunlar gibi sebeplere takılan bütün nimetler Allah’ın hibesidir. Ve Vehhab isminin tecellisidir.

O halde şükredilmeye, övülmeye ve methedilmeye en çok layık olan; nimetlerin gerçek sahibi olan Allah’tır. Çünkü nimeti getirene değil, onu gönderene bakılır.

İnsanın bu ismi ahlak edinmesi ise şöyle olur; yaptığı iyiliklerde karşılık beklememelidir. Karşılık sadece malla, mülkle de olmaz. Beklenilen bir övgü, kazanılmak istenen bir şeref, istenilen bir hürmet ve arzu edilen bir teveccüh de manevi bir bedeldir. Eğer yaptığı iyiliklere karşı böyle manevi bir bedel beklerse, yine Vehhab ismini ahlak edinememiştir.

Hatta yaptığı ibadetleri, sadece Allah’ın rızası için yapmalı ve karşılığında cenneti beklememelidir ki, Vehhab ismine mahzar olabilsin. Zaten ibadet, geçmişte verilen nimetlerin şükrüdür. Yoksa gelecekte verilecek nimetlerin karşılığı değildir. Evet biz ücreti almışız ve ibadetle mükellefiz.

Bir Allah dostu bu makamı şu sözleriyle dile getirmiş ve Vehhab ismini ahlak edindiğini göstermiştir;

"Ehl-i dünya dünyada,
Ehl-i ukba ukbada,
Her biri bir sevdada,
Bana Allah’ım gerek…"

http://www.herseyonuanlatiyor.com/el-vehhab


23 Temmuz 2014 Çarşamba

Efkan Vural - Dünya İsrail’in Gazze’de yaptığı katliamı seyrediyor

Efkan Vural - Dünya İsrail’in Gazze’de yaptığı katliamı seyrediyor

Teşekkürler hocam Allah razı olsun.

http://blog.milliyet.com.tr/dunya-israil-in-gazze-de-yaptigi-katliami-seyrediyor/Blog/?BlogNo=468711



Dünya İsrail’in Gazze’de yaptığı katliamı seyrediyor


Dünya İsrail’in Gazze’de yaptığı katliamı seyrediyor
 
Gazze değil insanlık yanıyor


İsrail’in günlerdir sürdürdüğü katliam devam etmektedir. Havadan ve karadan yapılan saldırılarda çoluk- çocuk,genç-yaşlı, kadın-erkek ve sivil demeden yüzlerce insanın canına kıyılmaktadır.

Maalesef bu insanlık suçuna tüm dünya seyirci kalmaktadır.

Bugün (23/03/2014) itibarıyla 16 gündür devam eden saldırılar sonucunda yaklaşık 650 Filistinli hayatını kaybetmiştir. 4080 civarında yaralı mevcuttur. Maalesef hayatını kaybedenler arasında 154 çocuk bulunmaktadır. Bu çocukların yaşama hakkı nasıl  ellerinden alınabilir. Bunun izahı mümkün değildir.  Bu insanlık suçuna seyirci kalanlarda ortak olmuştur. Tüm dünyanın özellikle de İslam aleminin saldırılara karşı seyirci kalması anlaşılmaz bir durum…Şimdilerde tüm dünya ülkeleri ve milletleri imtihandan geçiyor. Maalesef çoğu sınıfta kalmış durumda.


Türkiye gibi birkaç sayılı ülke sözde de olsa tepkisini ortaya koymaya çalışıyor. Ülkemizde 3 günlük milli yas ilan edilmesi çok önemli bir adımdır. Bu yas ile durumun ciddiyetinin tüm dünyaya hissettirmesi istenmektedir. Bu çok önemli bir şey ancak asla yeterli değil.


Dünyada hemen hemen herkes fert  bazında çok üzgün ve İsrail’e küskün durumda. Artık herkes İsrail’in insafsız ve korkusuzca hareket ettiğini biliyor.

İslam ülkeleri İsrail-Filistin anlaşmazlığı ve İsrail’in Filistine saldırması husunda önemli bir adım atmamaktadır.


Halbuki dinimizde insanın yaşama özgürlüğü en tabii hakkıdır. Bir kişinin öldürülmesi  tüm insanlığın öldürülmesi, bir kişiyi diriltmenin tüm insanlığın diriltilmesi gibi olduğu kutsal kitabımızda bildirilmektedir. Yine peygamberimiz susayan bir köpeğe kuyudan ayakkabısı ile su vererek köpeğin susuzluğunu gideren kişinin cennetlik olduğunu; bir kediyi hapsederek ölümüne sebep olanın da cehennemlik olduğunu bildirmektedir.


Böyle bir dine mensup olan İslam ülkelerinin yöneticileri bu insanlık dışı saldırıya nasıl sessiz kalıyorlar.Doğrusu bu durumu anlamakta güçlük çekiyoruz.

Ortadoğu'daki sorunları çözmek, İsrail’in yılardır sürdürdüğü zulmüne engel olmak  ve kalıcı barışı sağlamak için aşağıdaki hususların  bir an evvel hayata geçirilmesi gerekiyor.


1- İslam Ülkeleri  sağlam bir işbirliği içinde olmalıdır.

2- İslam Ülkeleri Teşkilatının ekonomik ve askeri gücünün çok kuvvetli olması.

3- Mezhep çatışmalarının ortadan kalkması.

4- Bütün Müslümanların kardeş olduğunun ön plana çıkarılması.

5- Tüm İslam ülkeleri bağımsız olarak kendi yöneticilerini seçebilmesi.

6- Krallık ve tek partili yapının çözülmesi.

7- Mekke ve Medine’nin yönetiminin İslam ülkelerinin temsilcilerinin oluşturulacağı konseyin denetiminde Suudi Arabistan tarafından yapılması.

8- İslam Ülkelerinin dışa bağımlılıktan kurtarılması.

9- İslam Ülkelerinin kendi kaynaklarına sahip çıkması.

10- İslam ülkelerinin dış dünyaya açılması.

11- İslam Ülkelerinin Uluslararası Teşkilatlarla işbirliği içinde olması.

12- Birleşmiş Milletler ve diğer uluslar arası kuruluşlar tüm dünya insanlarını kendi vatandaşları gibi düşünerek karar almaları,tamamen tarafsız olmaları

13- Kişilerin refah seviyesinin yükseltilmesi.

14- İslam dininin doğru ve bilimsel olarak anlaşılmasının sağlanması.

15- Toplumların Kur’an ve sünnete uygun olarak gerçek iman üzere yaşamaları ; dünya ve ahirette hesap verebilir olmaları


Ramazan ayı ve Kadir gecesi hürmetine Yarabbi Gazze’de yaşanan zulmün sona ermesine, kesin barışa varılmasına ve İslam aleminin uyanmasına yardım eyle…. Allahım!

Efkan Vural


 http://blog.milliyet.com.tr/dunya-israil-in-gazze-de-yaptigi-katliami-seyrediyor/Blog/?BlogNo=468711


 

Ahmed Şahin - Zekâtını ihmal edenlere önemli bir ibret dersi, Salebe misali!

Ahmed Şahin - Zekâtını ihmal edenlere önemli bir ibret dersi, Salebe misali!



RAMAZAN2014 Yazarlar Ahmed Şahin

Zekâtını ihmal edenlere önemli bir ibret dersi, Salebe misali!

 
 
Razi, Nisaburi, Hazin ve Gadı gibi önemli tefsirlerde genişçe anlatılan ve günümüze uyarı mahiyetinde  mesajlar sunan bu tarihi olayı özetleyerek tefekkürlerinize takdim ediyor, hadiseyi okuyan herkesin kendine ait bir ders çıkarıp yorum yapacağını da düşünüyorum.
 
 
Allame M. Zihni Efendi’nin değerli eseri  (El-Hakaik) ında da etraflıca anlattığı üzere Medine halkından camiden çıkmayan sofu bir adam olarak bilinen Sâlebe, çok mala sahip olmak istiyordu. Ama hakkında hayırlısı çok mal mıydı onu hiç düşünmüyordu. Bu yüzden tam üç defa Efendimiz’e (sas) müracaat ederek zengin olması için dua etmesini istemiş, hatta sonuncu müracaatında da yemin ederek demişti ki:  
 
 
-”Seni hak peygamber olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki, istediğim serveti verirse yoksullara da çokça yardımda bulunacak, onların da haklarını fazlasıyla vereceğim!..” Bu kadar ısrardan sonra Efendimiz (sas) Hazretleri, “Sâlebe’yi istediğine kavuştur ya Rab!” diye niyazda bulunmuştu.  
 
 
Bundan sonra Sâlebe’nin sahip olduğu koyunlar hep ikiz yavrulayarak kısa zamanda öylesine çoğaldı ki, ‘camiden çıkmadığı için cami güvercini’ denen Sâlebe, artık vakit namazlarını bırak, cumalara dahi gelemiyor, çölün derinliklerinde sürüsünün arkasında sürünüp gidiyordu. Efendimiz, camiden çıkmayan Sâlebe’yi hiç göremez olunca:  
 
 
- Yazık oldu Sâlebe’ye. Keşke şükrünü yapabileceği mala razı olsa da şükrünü yapamayacağı çok mala talip olmasaydı! diye üzüntülerini ifade ediyordu.  İşte bu sıralarda zekât âyeti nazil oldu. Zenginlere tahsildarlar gönderildi. Zekâtlarını toplayıp hazineye getirecekler, oradan da ihtiyaç sahibi fakirlere dağıtılacaktı.  
 
Sâlebe’ye giden zekat tahsildarları da durumu anlattılar.  
 
 
- Gelen ayetler, zenginlerin zekât vermelerini emrediyor. Sen de zengin olduğundan zekât vermen gerekiyor, zekatını almak için geldik, dediler.  Bu teklife beklenmedik şekilde tepki gösteren Sâlebe:  
 
 
- “Şu sıcak çölde koyunların peşinde koşup kazanan benim, hiç ilginiz olmadığı halde hisse isteyen de sizsiniz. Bu sizin istediğiniz şey haraçtan başka bir şey değildir!” mealinde sözler söyleyerek zekât memurlarını  boş çevirdi. Sâlebe’nin bu tutumunu duyan Resulullah (sas) Hazretleri:  
 
 
- Yazık oldu Sâlebe’ye, keşke mutlaka zengin olmayı değil de hakkında hayırlı olanı isteseydi, diyerek üzüntülerini  ifade etti.  Salebe’nin önceden söz vermesine rağmen zekatını vermekten imtina etmesi üzerine Tevbe Sûresi’ndeki münafıkları anlatan şu mealdeki âyetler nazil oldu:  
 
 
- Münafıklardan bazıları da, mal mülk verip zengin ettiği takdirde yoksula yardım edeceklerine Allah’a söz verirler de, istedikleri mala kavuştuklarında cimrilik edip yoksulun hakkını vermezler! (76. ayet)  
 
 
Ayet-i kerime, verdiği sözünde durmayan Sâlebe’nin münafıklar sınıfına kaydığına işaret ediyordu. Bunu anlayan akrabaları, gidip ona derhal malının zekâtını vermesini, yoksa münafıklardan biri olarak damgalanacağını hatırlattılar. Yakınlarının zorlaması üzerine Resulullah’a gelen Sâlebe, yoksulun hakkını vermek istediğini  söyledi ise de Resulullah (sas) Hazretleri  Sâlebe’ye üzüntülü bir eda ile:  
 
 
- “Senin yardımını alamam artık Sâlebe. Allah Celle ve Âlâ men etti!.” karşılığını verdi. Efendimiz’in vefatından sonra Hazreti Ebû Bekir’e müracaat eden Sâlebe, sırasıyla Hazreti Ömer ve Osman’a da müracaat ettiyse de hepsi de:  
 
 
- Resulullah’ın kabul etmediğini bize mi kabul ettirmek istiyorsun?’ şeklinde karşılık aldı.Hazreti Osman (ra) zamanında hasta yatağında son anlarını yaşadığı sıralarda kulaklarında Resulullah’ın ilk ikazları yankılanıyordu:  
 
 
-Sâlebe! Şükrünü eda ettiğin az mal, şükrünü yapamadığın çok maldan hayırlıdır. Mutlaka zengin olmayı değil, hakkında hayırlı olanı iste!..  Ama artık vakit çok geçmişti. Sâlebe, zekatını vermekten imtina eden zenginlere ibret alacakları bir örneği veriyordu bu tutumuyla. Bunun için deniyor ki: 
 
 -Fatebiru ya ülil esbar!  Düşünün ey servet sahibi zekat zenginleri!  ****

Bin aydan hayırlı Kadir Gecenizi tebrik eder, şevkle yaşayacağınız İslami hayatınızda mutluluklar dilerim


 

22 Temmuz 2014 Salı

Hikaye: Doksandokuz kişiyi öldürenin tövbesi - Alınacak dersler

Doksandokuz kişiyi öldürenin tövbesi - Alınacak dersler



Ebu Said (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Sizden önce yaşayanlar arasında  doksan dokuz kişiyi öldüren bir adam vardı. Bir ara yeryüzünün en bilgin kişisini sordu. Kendisine bir  râhib tarif edildi. Ona kadar gidip, doksan dokuz kişi öldürdüğünü, kendisi için bir tevbe imkânının olup olmadığını sordu. Râhib: "Hayır yoktur!" dedi. Herif onu da öldürüp cinayetini yüze tamamladı.
 
Adamcağız, yeryüzünün en bilginini sormaya devam etti. Kendisine âlim bir kişi tarif edildi. Ona gelip, yüz kişi öldürdüğünü , kendisi için bir tevbe imkânı olup olmadığını sordu. Âlim: "Evet, vardır, seninle tevben arasına kim perde olabilir?" dedi. Ve ilâve etti:
 
"- Ancak, falan memlekete gitmelisin. Zîra orada Allah'a ibadet eden kimseler var. Sen de onlarla Allah'a ibadet edeceksin ve bir daha kendi memleketine dönmeyeceksin. Zira orası kötü  bir yer."
 
Adam yola çıktı. Giderken yarı yola varır varmaz ölüm meleği gelip ruhunu kabzetti. Rahmet ve azab melekleri onun hakkında ihtilâfa düştüler. Rahmet melekleri: "Bu adam tevbekâr olarak geldi. Kalben Allah'a yönelmişti"dediler. Azab  melekleri de: "Bu adam hiçbir hayır işlemedi" dediler.
 
Onlar böyle çekişirken insan suretinde bir başka melek, yanlarına geldi. Melekler onu aralarında hakem yaptılar. Hakem onlara: "Onun çıktığı yerle, gitmekte olduğu yer arasını ölçün, hangi tarafa daha yakınsa ona teslim edin" dedi. Ölçtüler, gördüler ki, gitmeyi arzu ettiği (iyiler diyarına) bir karış daha yakın. Onu hemen rahmet melekleri aldılar."
 
Bir rivayette şu ziyade var: "Bir miktar yol gidince, ölüm gelip çattı. Adamcağız yönünü sâlih köye doğru çevirdi. Böylece o köy ehlinden sayıldı." [Buharî, Enbiya 50; Müslim, Tevbe 46, (2766); İbnu Mâce, Diyât 2, (2621).]
 
Bir diğer rivayette (aynı hikaye ile ilgili olarak) şöyle denmiştir: "Allah Teâla beriki köye adamdan uzaklaşmayı, öbür köye de yaklaşmayı vahyetti, sonra da: "Adamın geldiği ve gitmekte olduğu köylere uzaklıklarını ölçüp kıyaslayın" dedi." [Buharî, aynı bab.]
 
 
*********************************
 
 
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) bazı ulvî hakikatlerin iyice anlaşılması veya hatırda yerleşip kalması gibi, ta'limî (didaktik) ve başka çeşitli maksadlarla hikaye ve teşbihlerle anlatmıştır. Bu üsluba, hadislerde sıkça rastlarız. Yukarıdaki rivayette bunun en güzel örneklerinden birini görmekteyiz. Resûlullah, İsrâilî diyebileceğimiz bu hikâyede pek çok yüce hakikatleri dile getirmektedir. Hemen belirtmek isteriz ki, bir hikâye için isrâiliyattan demek, onun ihtiva etiği hakikatleri, hikmetleri, incelikleri istiskal etmek, hafife almak demek değildir. Hele, bunların verdiği dersleri Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) da beğenip, anlatmış, ibret nazarlarımıza sunmuş ise.
 
Nitekim  "Benî İsrâil hikayelerinden  anlatın, bunda bir zarar yok"  buyurmuştur. Zaman zaman, Ashab'a israiliyyat anlattığı rivayetlerde gelmiştir. Ancak, yine de muteber kitaplarımızda rastlanmayan; bir başka ifade ile, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın anlatımından geçerek nurlanmayan isrâiliyat karşısında ihtiyatlı olmak, hikmet dersi veriyor diye hemen benimsememek gerekir. Aksi takdirde bir kısım hurâfelere kapı açmak İslâm'ın nezâhetine, müsamahasına ters tüşmek ihtimalden uzak değildir.
 
Yukarıdaki hikâyeye gelince, bu, gerçek bir vak'anın hikâyesi olabileceği gibi, hikâyede mündemiç olan hakikatlerin ders verilmesi  için anlatılmış edebî bir parça da olabilir. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın tebligatında, bir  kısım lisânî ve örfî  klişelerden, atasözlerinden istifade etmiş olması normaldir. Bu durumlarda hikâyede geçen hâdisenin gerçekten vukua gelmiş olup olmadığına bakılmaz, asıl mühim olan onun vermek istediği mesajdır. Mamafih bazı şârihlerimiz, bu vak'anın fiilen vukuunu kabul etmiş görünmekte ve hâdise kahramanının öldürdüğü yüzüncü kişinin "rahip" olmasından hareketle, vak'anın Hz. İsa (aleyhisselam)'dan sonra cereyan etmiş olacağını belirtmektedirler. "Zira, derler, ruhbanlık, nass-ı Kur'ân'la sabittir ki, Hz. İsa'dan sonra ihdas edilen bir müessesedir." Burada atıfta bulunulan nass, Hadid sûresinin 27. âyetidir.
 
 ***
 
Hadiste mevcut olan hakikatlere gelince, bizce mühim olan birkaç tanesine dikkat çekeceğiz:
 
1- Tevbelerin makbuliyeti: Bizzat Kur'ân ayetleriyle açık şekilde belirtilmiştir ki, tevbe edildikten sonra bütün günahlar affedilebilecektir. Dinimizin en büyük günah addettiği "şirk"ten tevbe edilip tevhide rücu edilmesi halinde, o da affedilecektir. 949'uncu hadiste belirtildiği üzere küfür ve şirkten tevbenin  makbuliyetine kesinlikle iman gerekmektedir.
 
Şirkten sonra en büyük günah haksız yere cana kıymaktır. Kur'ân-ı Kerim böyle bir cinayeti "bütün insanların katline denk"  bir cürüm ilân eder (Maide 32) Bu rivayette, Resûlullah, bu çeşit cürümden yüz tane işleyene bile,  sıdk ile tevbe ettiği takdirde, affedilme ümidi vermektedir.
 
Hikâyede, râhibin öldürülüş sebebi, katilin diğer cinayetlerinin sebepleri ve vicdanî katılığı hakkında bir bilgi vermektedir. Böylesine haksız ve ucuz cinâyetlerine rağmen bir caninin affı ve hem de sırf tevbeye niyet ve azmetmiş olması sebebiyle affedilmiş olması, İslâm'ın tevbe  telâkkisini ortaya koymakta, Cenab-ı Hakk'ın kulları karşısındaki rahmetinin derecesini ifade etmektedir.
 
İslâm uleması, mutlaka affedildiğine, günahsızlığına inanmayı büyük günah  addettiği gibi, ye'si de yani affedilmeyeceğine inanmış olmayı da büyük günah addeder. Mü'min, günahı ne kadar çok ve ne kadar büyük olursa olsun onun affedilebilir olacağına, aff-ı İlâhî'nin her şeyden büyük olduğuna inanmakla mükelleftir, bu inanç mü'minlik edebinin gereğidir. Ye'se (ümitsizlik) yer yoktur.
 
Sağduyu sahibi hiçbir kimse bu hadisten hareketle, "insan hayatının ucuzluğu" veya "nasıl olsa af var" telakkisiyle günaha teşvik gibi mugalatalara düşmez. Çünkü hadisin vürud gayesi tevbeye teşviktir, günaha değil, 949 numaralı rivayette, mü'minin günah karşısındaki  edebi belirtilmiştir:
 
"Günaha düşmekten, üzerine dağ düşecekmiş gibi korkmak." Yine aynı rivayette Allah'ın tevbe edenlere karşı affetme durumu belirtilmiştir: Issız çölde herşeyinin yüklü olduğu kaybolmuş bineğini bulan insanın sevinciyle sevinmek. Ve  de bir atlının yetmiş yıl yürümekle katedebileceği genişlikte, kıyamet anına kadar kapanmamak üzere açılan bir tevbe kapısı.
 
Evet buraya kadarki hadislerle ifade edilmek istenen Cenab-ı Hakk'ın tevbeler karşısındaki affetme durumuyla ilgili hakikati, bu sonuncu hadis bir başka yönden bir başka belâgatla ifade buyurmaktadır.
 
Rabbimiz! Günahlarımızdan tevbe ediyor, af ve rahmetine iltica ediyoruz, kabul eyle, bir daha dönmemekte güç ve kuvvet ver!
 
***
 
2- Mü'min için niyet ve azmin amelden üstün olduğu: Mücrimin affına sebep olan iki şey gözükmektedir:
 
a) Tevbe,
 
b) Azim, yani tevbenin gereği olan amele tevessül. Rivayette, mücrim, affedilme imkânının olduğunu, ancak iyilerin arasında yaşayarak ibadette bulunmak gereğini öğreniyor. Hikâyenin, tevbe meselesini açıklama nokta-i nazarından en beliğ yanı bizce burasıdır: Yüz kişiyi öldüren kimse, henüz ibadet etmiş, hayır işlerde bulunmuş bile değil; sadece azmini ortaya koymuş, tevbe ve hayır yoluna girmiş, fakat daha hedefe varmadan, yarı yolda hayatını kaybetmiş. Ancak, affı için bu azim kâfi gelmiş. Ya hedefe ulaşsaydı!
 
Resûlullah "Mü'minin niyyeti amelinden üstündür"  buyurmaktadır.
 
***
 
3-Tevbe ve hayır amelde acele etmek: Rahmet ve azab meleklerinin mesâfe ölçmeleri çok manidar bir husustur. Rivayette, hedefe, iyiler  diyarına bir karış daha yakınlığın adamcağızı kurtardığı ifade edilmektedir.
 
Ya birazcık daha gecikseydi?
 
Ölüm habersizce geldiğine göre tevbe ve hayra  tevessülde yarını ve hatta "az sonra"yı beklememelidir!
 
***
 
4-Çevrenin insan üzerindeki etkisi: Bu rivayette Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu hususa da dikkat çekmektedir. Alim kişinin ağzına koyduğu şu cümle, içtimâî muhitin insanın iyi veya kötü davranışlarındaki rolünü ifade etmede mühimdir: "Falan memlekete gitmelisin. Zira orada Allah'a ibadet eden kimseler var... Bir daha kendi memleketine dönmeyeceksin, zîra orası kötü bir yer." Hadisin bir başka vechinde: "Yaşamakta olduğun kötü köyden çıkacaksın" demiştir.
 
Alimler, bu  hadisten hareketle, bir kısım kötü fiiller işleyen kimsenin, bundan kurtulmak isteyince bir başka yere gitmesinin, günahı işleme sırasındaki ahvâlini tevbekâr olunca değiştirmesinin gereğine dikkat çekerler. Böylece kötülüğe iten hâtıralar, alışkanlıklar, kötülükte yardımcı olan kimseler, içtimâî bağlar koparılmış, terkedilmiş olur.
 
***
 
5- Bu rivayette âlim kimsenin âbid kimseye üstünlüğünü de görmekteyiz. Zira caninin müracaat ettiği birinci şahıs bir rahiptir, menfi cevap vermiştir, bu da onun hayatına mal olmuştur. İkinci kişinin "alim" olduğu belirtilir, o hakimane cevap vermiştir ve caniyi kurtarmıştır.
 
***
 
6- Bizden öncekilerin şeriatıyla amel: Bu rivayet vesilesiyle Kadı İyaz'ın sunduğu bir açıklama, bizden öncekilerin şeriatıyla amel meselesine açıklık getirdiği için kaydetmede fayda görüyoruz:
 
"Bu hadise göre, tevbe, katl günahına karşı da fayda vermektedir,  diğer günahlara karşı fayda verdiği gibi. Gerçi bu rivayet, bizden öncekilerin şeriatını aksettirmektedir ve bizden önceki şeriatle amel, ihtilaflı bir konudur. Ancak bu mesele ihtilâflı hususlara girmez. Zira, ihtilâf, önceki şeriatte yer aldığı  halde bizim şeriatımızda onun te'yidine dair beyan gelmemiş ahkâmlarla ilgilidir:
 
(Öyle bir hükme bizim de uymamız gerekir mi, gerekmez mi?) Şayet onu teyid edici bir hüküm bizde gelmiş ise o, bizim de şeriatımız olur, bu hususta hiçbir ihtilâf mevcut değildir. Tevbe meselesinde birçok âyet ve hadisler varid olmuştur: "Allah kendisine şirk koşulmasını elbette affetmez, bunun dışındaki günahları dilediğinden affeder" (Nisa, 48). Keza bu hususta hadis de çoktur. Ubâde İbnu's-Sâmit'in müttefekun aleyh olan ve: "...Bu günahlardan birini işleyenin durumu Allah'a kalmıştır, dilerse affeder, dilerse cezalandırır" şeklinde biten hadisi bunlardan biridir."
 
İbnu Hacer ilave eder: "Bu hükme eski ümmetlere nisbetle Muhammed ümmetinden "yüklerin hafifletildiği" prensibinden de  ulaşılır. Kâtilin tevbesinin makbul olması onların şeriatında yer alan bir esas olursa, bunun bizde de bitariki'l-evlâ (hayda hayda) yer alması gerekir."
 
(Bk. Prof. Dr. İbrahim Canan, Kütüb-ü Sitte Tercüme ve Şerhi, Tevbe, c.4, Hadis no: 6/954)
 
 
 

Haftanın Kuran-ı Kerim mesajları – 5


Haftanın Kuran-ı Kerim mesajları – 5



 

1 -  Nebe sûresi 31-34. âyet

 

“(Allah'tan derin bir saygı ile) korkup (fenalıklardan) sakınanlara kurtuluş, başarıya erişme, bahçeler, bağlar, göğüsleri yeni kabarmış yaşıtlar; dolu dolu kadehler vardır.”

 

***************

 

2 -  Bakara sûresi 110. âyet


“Namazı hakkıyla eda edin, zekâtı verin. Dünyada hayır olarak ne yapıp gönderirseniz, mutlaka onun mükâfatını âhirette Allah katında bulursunuz. Zira Allah işlediğiniz her şeyi görmektedir.”

 

***************

 

3 - Meryem sûresi 59,60. âyetler

 

59- “Sonra bunların ardından öyle bir nesil geldi ki, namazı terkettiler, heva ve heveslerine uydular; onlar bu taşkınlıklarının karşılığını mutlaka göreceklerdir. (Cehennemdeki "Gayya" vadisini boylayacaklardır.) “

 

60- “Fakat tevbe edip iman eden ve salih amel işleyen bunun dışındadır. Bunlar cennete girecekler ve hiçbir haksızlığa uğratılmayacaklardır. “

 

***************

 

4 - Enam sûresi 103. âyet


“Gözler O’na erişemez. O’nun ilmi ise bütün gözleri ihata eder.(Gözlerin görmediği her şeye nüfuz eden, her şeyden haberdar olan) latîf ve habîr O’dur.”

 

*****************

 

5 - Nur sûresi 30. âyet

 

“Mümin erkeklere bakışlarını kısmalarını ve edep yerlerini açmaktan ve zinadan korumalarını söyle!Bu, onlar için en uygun olan davranıştır. Allah yaptıkları her şeyden hakkıyla haberdardır.”

 

******************

 

6 -  Nur sûresi 31. âyet

 

“İnanan kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar ve açığa çıkanlardan (el, yüz ve ayaklar) başka ziynetlerini göstermesinler ve örtülerini/başörtülerini göğüslerinin/yakalarının üstünü örtecek şekilde omuzlarından aşağıya doğru salsınlar. Ziynetlerini kocalarından, babalarından, kayınpederlerinden, oğullarından, üvey oğullarından, kardeşlerinden, erkek kardeşlerinin ya da kız kardeşlerinin oğullarından, kendi (mü'min) kadınlarından yahut yasal olarak sahip oldukları cariyelerinden veya kendilerine bağlı olup cinsel isteklerden yoksun bulunan erkek hizmetçilerinden ya da kadınların mahrem yerlerinin henüz farkında olmayan çocuklardan başka kimsenin önünde açığa vurmasınlar. Gizledikleri ziynetleri bilinsin diye (dikkat çekmek için) ayaklarını yere vurmasınlar. Ey inananlar! Hep birlikte tövbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz!”

 

********************

 

7 – Ali İmran sûresi 103. âyet

 

“Hep birlikte Allah'ın ipine (İslam'a/Kur'an'a) sımsıkı tutunun (hayatınızı ona göre düzenleyin) ve (İslam'la çelişen davranışlarınızla gruplara ayrılarak) birbirinizden kopmayın! Allah'ın üzerinizdeki (İslâm) nimetini düşünün ki, cahiliyet devrinde birbirinize düşmanlar iken o, sizin kalpleriniz arasında ülfet (yakınlık) meydana getirdi de onun nimeti sayesinde din kardeşleri oldunuz. Hem siz ateşten bir çukurun tam kenarında bulunuyordunuz da oraya düşmekten sizi (İslam ile) O kurtardı. İşte Allah size âyetlerini böylece açıklıyor ki, doğru yola eresiniz.”

 

********************

 

8 - Maide sûresi 5. âyet

 

“Bugün size temiz ve iyi şeyler helâl kılındı. Ehl-i kitabın kestikleri ve diğer yiyecekleri size helâldir. Sizin yiyecekleriniz de onlara helâldir. Namuslu, zinaya girmemiş ve gizli dostlar edinmemiş insanlar halinde yaşamanız şartıyla, müminlerden hür ve iffetli kadınlarla, sizden önceki Ehl-i kitaptan hür ve iffetli kadınlar da, mehirlerini verip nikâhladığınızda size helâldir. Kim imanı inkâr ederse bütün yaptığı işler boşa gider ve o, âhirette de ziyana uğrayanlardan olur.”

 

********************

 

9 - Maide sûresi 35. âyet

 

“Ey inananlar! Allah'a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun. O'na (Hak ve rızasını kazandıracak faaliyetler göstererek) daha yakın olmaya çalışın ve O'nun yolunda (İslam'ın hayatımıza hâkimiyeti için) gayret gösterin ki kurtuluşa eresiniz.”

 

*******************

 

10 -  Bakara sûresi 120. âyet

 

“Sen onların inanç sistemini benimsemedikçe, ne Yahudiler ne de Hıristiyanlar seni asla kabullenmeyecekler. Onlara şöyle de: Allah’ın rehberliği var ya, işte gerçek rehberlik odur. Eğer sana gelen (mutlak hakikatin) bilgisinden sonra onların keyfî sistemine uyarsan, Allah’ın elinden seni kurtaracak ne bir yâr, ne de bir yardımcı bulabilirsin.”