30 Eylül 2013 Pazartesi

Evlilik Okulu 1.Ödev

Evlilik Okulu 1.Ödev



İlk dersimizin ödevi kendini tanıma ve hatalarımızı kabul etme üzerine. Ahh ah, nefsimize en ağır gelen şeydir bu. Oysa kendimizi tanımadan mutlu olmamız imkansız. Kendimizi tanımazsak ömrümüz başkalarını suçlayarak geçer. Hatalarımızı düzeltemeyiz, ilerleme kaydedemeyiz.
Yunus Emre’nin dediği gibi;

İlim ilim bilmektir,
İlim kendin bilmektir.
Sen kendini bilmezsen,
Ya nice okumaktır.


Yalnız bu kendini bilme işi, çok kolay bir şey değil. Zira kendimize kıyamadığımız için, kendimize karşı pek merhametliyizdir. Hatalarımızı pek görmeyiz, görsek de bahane bulmakta hiç zorluk çekmeyiz.


Evlilik üzerine yapılan bir araştırmada; evliliğinde mutsuz olanlara ve boşananlara sebepleri sorulduğunda hepsi eşlerinin hatalarını söylemişler. Kimse de “Ben de şu hataları şu yanlışları yaptım.” dememiş. En büyük yanlışımız kendi hatalarımızı görmeyip, eşleri değiştirmeye çalışmak. Oysa kimsenin başkasını değiştirmeye gücümü yetmez, kendimize gücümüz zor yetiyor. Uğraşırsak ancak kendimizi tanıyıp, değiştirebiliriz.


Evlilikler suya benzer. Oksijen ve hidrojen bir araya gelince su ortaya çıkar. Bunlardan birini alıp yerine başka bir madde koyarsanız su olmaz. Bu yüzden bir taraf bile değişse hayatınızda önemli değişiklikler olur. Bu yazıyı okuduğunuza göre bu taraf sizsiniz.

Eşiniz ile birlikte katılıyorsanız, birlikte gayret edeceksiniz.


Birinci adım:

Sessiz bir odaya geçip elimize bir kalem alıp önce iyi huylarımızı, sonra kötü huylarımızı düşünerek, tek tek yazalım. (Kötü huylarımızı yazarken lütfen kendimize torpil geçmeyelim.)


İkinci adım:

Bekarlar: Anne baba ve ev halkına kötü huylarınızı, hatalarınızı sorun, deftere yazın.


Nişanlılar: Siz de nişanlınıza sizde hoşuna gitmeyen, ilerde sorun olacağını düşündüğü huylarınızı sorun.


Evliler: Eşinize onu rahatsız eden kötü huylarınızı sorun ve not alın. Lütfen kötü huylarınızı sormadan önce eşinize her zamankinden daha iyi davranmayın, farklı bir şey yapmayın. Sonra o anki özel iyiliğinizin etkisinde kalıp söylemek istediği şeyleri söylemeyebilir.


Bunları yaparken en önemli nokta, hatalarınızı neden sorduğunuzu söylemeniz. Evlilik okuluna katıldığınızı ve bunun ödeviniz olduğunu söyleyin. Hanımlar genellikle bir şey öğrendikleri zaman, karşı tarafa çaktırmadan bir şeyleri düzelteyim derler; ama bu metot genellikle başarısızlıkla sonuçlanır. Yapmak istediğiniz şeyleri başkalarına duyurursanız, onları şahit tutacağınız için ister istemez azminiz artar.


Neden kötü ya da onu rahatsız eden huylarınızı öğrenmek istediğinizi söylemezseniz, gerçekleri öğrenmeniz biraz zor olur.


Eşiniz ya da ailenizin sizden çekinmeden söylemleri için, samimiyetinize inanmaları gerekir. Hatalarınızı söyledikten sonra, küçükte olsa bir tartışma, kavga çıkmayacağına emin olmazlarsa söylemeyebilirler.


Özellikle hanımlardan ricam; hatalarınız söylendiğinde lütfen hemen savunmaya geçmeyin. “Sen öyle yapamasaydın ben öyle yapmazdım, çok konuşuyorsam sen dinlemediğin için” gibi savunma ve suçlamaya lütfen girmeyin. Erkekler pek savunmaya girmedikleri için bu uyarıyı hanımlara yaptım.


Üçüncü Adım:

Sonra kendi yazdıklarınıza ve eşinizin söylediklerine bakın, bir karşılaştırma yapın. Bekarlarda anne-baba ve kardeşlerin söylediklerini kendi yazdıkları ile karşılaştırsınlar.

Eşinizin ya da ailenizin söylediği her şeyin doğru olduğunu düşünün. Söylenenlere bakıp, içinizden bahaneler üretmeyin, kendinizi aklamaya çalışmayın. En önemli aşamanın biri de budur.


İnsanın hatalarını görmesi ve kabul etmesi insanın ruhsal gelişiminde en büyük adımdır.


Mutsuzluğumuzun sebebi olarak başkalarını suçladığımız zaman, onlara gücümüz yetmediği için hep kızgın ve stresli oluruz. Şimdi kendimize bakacağız. “Ben ne kadar iyi işi bir eş olabildim. Bundan sonra iyi bir eş olmak için ne yapmam lâzım.”


Biz hanımlar duygusal olduğumuz için evlilik sorunlarını düzeltmek için erkeklerden daha çok gayretliyizdir. Seminerler dinleriz, evlilik kitapları alırız; ama yaptıklarımızın pek faydasını görmeyiz. Olumlu adımlarımıza eşlerden hemen karşılık görmezsek çabucak vazgeçeriz.



En büyük eksiğimiz sabır ve sebat. Bir günde ya da bir adımla hemen sorunlar çözülmez. Evlilik okuluna sabır ve sebatla devam edin, acele etmeyin, adımlarınızı sağlam atın. Ödevler zor da gelse yapmak için gayret sarf edin. Usulen, yapmış olmak için yapmayın, ciddiye alın, üzerinde durun.

Takıldığınız yerde sorun.


Bu adımların sadece evlilik hayatımıza değil, manevi hayatımıza da çok katkıları olacaktır. Şu pohpohlanmayı seven nefsimizi azıcık kıralım. Kibrimizi kıralım.


Rabbimizin en sevmediği huydur, kibir. “Kimse bana bir şey diyemez, kimse beni eleştiremez, herkes kendine baksın.” havalarından çıkalım. Dikkat edin, aynalar olmasa her şeyi gördüğümüz gözümüzle kendimizi göremiyoruz. Hatalarımızı da başkaları bizden daha iyi görür.


Rabbimiz de Kur’an-ı Kerim de anlaşamayan karı kocalara, hakeme gitmelerini, tavsiye etmiş. Dışarıdan bir göz. Neden? Başkaları bizi bizden daha iyi görebiliyorlar. Evlilik sorunlarına hep kendi tarafımızdan bakıyoruz. Oysa eşimizin bakış açısına değer vermemiz lâzım.


Hatalarınızı yazdığınız deftere, evlilik okulu devam ettikçe notlar alacaksınız. Bakalım öğrendikçe kendi yaptığınız başka yanlışların farkına varıp, başka neleri ekleyeceksiniz?


Ödeviniz bunlar: Önce hatalarınızı, kötü huylarınızı kendi başınıza yazın.


Sonra evliler eşine, bekarlar ailenize sorup yazsın. Kolay gelsin.

www.cocukaile.net Sema Maraşlı Evlilik Okulu

http://www.cocukaile.net/evlilik-okulu-1-odev/


 

EVLİLİK OKULU: 1. Ders: Sevgi-Saygı-İkram

EVLİLİK OKULU: 1. Ders: Sevgi-Saygı-İkram




Bismillah deyip, dua edip başlayalım, evlilik okulumuza. Rabbim muhabbete ve hayırlara vesile eylesin inşallah.


Allah (c.c)  kainatta hiç bir şeyi öylesine, başıboş yaratmamıştır. Her şey bir sistem içerisinde, Yaradan’ımızın belirlediği kurallar çerçevesinde devam eder. Biz bu kuralları neresinden delersek delelim elimizde patlar.


Kadın-Erkek ilişkilerinde temel üç şey “Saygı-Sevgi ve İkram” dır. Mutluluk formülümüz budur. Ve Formül bana ait değil.


Nisâ Suresi 34. âyeti kerîme “Erkekler kadınlar üzerine kavvamdır.” diye başlar. Kavvam koruyucu ve yönetici demek. Kısacası Allah(c.c) evin reisini erkek olarak tayin etmiştir.


Âyetin devamında “Saliha kadınlar, iyi kadınlar kocalarına gönülden itaat eden(saygılı olan) kadınlardır.” buyrulur. Kadını da erkeği de Yaradan, evliliğin kurallarını da belirlemiş. Ben belirlemiyorum.


Rum sûresi 21. âyeti kerîme de:

“Sükûna ermeniz için size kendinizden zevceler yaratması ve aranıza sevgi ve merhamet koyması onun (kudretinin delillerindendir) ayetlerindendir. Şüphesiz ki bunda düşünen toplumlar için ibretler vardır.” buyruluyor.


Alimler sükûnu “ rahatlamak, dinlenmek, durulmak, kaynaşmak, huzura kavuşmak” gibi kelimelerle açıklamışlar.


Rabbimiz, kadın ve erkeğin birbirlerinde dinlenmeleri, durulmaları ve birbirleri ile rahatlamaları için çiftler halinde yarattığını açıklıyor. Sadece çocuk yapıp birbirlerinin ömürlerini tüketsinler diye değil, yani.


İşte evlilikte mutluluk için sükûna kavuşup rahatlayabilmek için iki önemli gereklilikte bu âyet-i kerîmede açıklanmış. “Sevgi ve merhamet”


Sevgi evliliğin sermayesi, Rabbimizin bizlere en büyük ikramıdır, nikah hediyesidir. Sevgiyi yaşatmak için gerekli olan şey de açıklanmış. “Merhamet” Merhamet en çok “şefkat ve ikram etmek” anlamına geliyor.


Bütün ilimlerin kaynağı, özü Rabbimizin kelamı Kur’an-ı Kerimden aile hayatında mutluluk için en önemli üç şey bize açıklanmış. “Saygı-Sevgi ve İkram” Evlilik için üç sihirli sözcük. Sadece karı koca ilişkisi için değil, anne-baba-çocuk ilişkisi de geçerli.


Kadın erkeğe saygılı olacak, erkek kadından sevgisi esirgemeyecek ve birbirlerine ikramlarda bulunacaklar. Ana formül bu. Bu formülü destekleyen pek çok da hadisi şerif var. Onlara da ilerleyen derslerde değineceğiz inşallah.


Yaratılış olarak baktığımız zaman kadınların en çok sevgiye ihtiyacı varıdır, erkeklerin saygıya.
Günümüzdeki en temel sorunda bu: Kadınlar erkeklere gereken saygıyı göstermiyorlar, erkeklerde kadınları nasıl seveceklerini ve sevgilerini nasıl göstereceklerini bilmiyorlar.


İkram desen karşılıklı menfaate dökülmüş. Herkes kendi yapması gerekenleri bir tarafa bırakmış, diğerinin ne yaptığı ile ilgileniyor, karşılığını da ona göre veriyor.


Yurt dışında çocuklar üzerine yapılan bir araştırmada kız çocuk ve erkek çocuk farklılıklarına bakmışlar. Çıkan en önemli sonuç kız çocuklarının sevgiye, erkek çocuklarının saygıya önem vermesi. Bütün çocuklar sevgi ister diye düşünüyoruz, oysa erkek çocuklar saygı görmedikleri zaman sevildiklerine inanmıyorlar.


Yaratılış çocuklarda henüz bozulmadığı için en çok onlarda kendini tam gösterir. Mesela; kızlar küçükken babaya hizmet için onun etrafında koştururlar, terliğini getirirler, gazetesini verirler, nasıl hizmet edip babayı mutlu edeceklerini bilmezler. Fakat aynı kızlar biraz büyüdüklerinde, temiz bilgi ile beslenmediklerinde ve kibir gibi nefsin oyunları ile tanışmaya başladıklarında babaya bir bardak su getirirken yüzlerini ekşitmeye başlarlar.


Erkeğin evde otorite olması ve kadının erkeğe saygı göstermesi aynı zamanda en iyi çocuk eğitimi metodudur. Kadın kocasına saygılı olursa, çocuklarda babaya saygı duyarlar. Günümüzde ailelerin en büyük sorunu ergenlerle, gençlerle baş edememek. Neden?


Çünkü evde çocuğun çekineceği bir otorite yok. Anne çocukla çok yüz göz olduğu için ve sevgisi ağırlıkta olduğundan dolayı çocuk için otorite olamıyor. Çocuk babasını sevdiği kadar, ondan korkup çekinmeli ki hareketlerine dikkat etsin. Ölüm ya da boşanma gibi sebeplerle çocuk babasız büyüyorsa babanın boşluğunu büyükbaba, dayı gibi bir erkek yakının doldurması gerekir.


Evde kadın sevgiyi, baba otoriteyi temsil etmeli. Aynı zamanda kızlar babaya, ağabeye saygı duyarlarsa eşine de saygı gösterme noktasında sıkıntı çekmez.


Evlilik okulumuzu takip eden genç kızlar öğrendiklerini evde önce babaya, varsa erkek kardeşe ve yakın akraba erkeklere saygılı davranarak göstersinler.


Pek çok kadının kabullenmekte zorlandığı; fakat gayet sahih bir Hadis-i Şerifte: “İnsanın insana secde etmesini emredecek olsaydım, kadının kocasına secde etmesini emrederdim.” buyruluyor.

Sevgili peygamberimiz, rehberimiz bu sözleri ile evlilik hayatında kadının kocasına saygılı olmasının ne kadar önemli olduğuna dikkat çekiyor. Yoksa kadın iki büklüm olsun, kocasının karşısında yere yatsın demiyor elbette.


Biraz ağırımıza gidiyor; ama saygının önemini kabul ettik mi hanımlar? Etmeyenler çoktan gitmiştir herhalde. Tamam o zaman, devam edelim. Bir erkeği ne kadar severseniz sevin ona saygısızlık ediyorsanız sevginize inanmayacaktır.  Saygısızlığın da çeşitleri var. Gizlisi var, açığı var, süslüsü var, sadesi var. Var da var.


İşte size gerçek hayattan süslü saygısızlıklardan örnekler: Kadın “Kocamın adı Tekin, ben ona tekoş derim.” diyor. Ne kadar ayıp sanki kedi çağırıyor. Başka bir hanım kocasının adı “Ali” Kadın ona sürekle “Alişim, Alişim” diyor. Sanki üç yaşında çocuk seviyor. Başka bir hanım da kocası, o ve ben varız. Kocası hoş bir şey söyledi. Kadın kocasını parmağı ile bana işaret ederek “Ne kadar şirin bir şey değil mi?” dedi. Ne diyeceğimi bilemedim. Kocası çok bozuldu, renkten renge girdi. Yaa çok şirin, götür kreşe ver, akşamları alırsın.


Bunları yapanlarda üniversite mezunu, kariyerle hatunlar. İşte bunlar süslü saygısızlıklar. Sevgi gösterisine boğulmuş saygısızlıklar. Erkek bu davranışlardan çok rahatsız olur; ama kadın o kadar şirin olmaya çalışır ki adam ne diyeceğini bilemez. Sonra bir bakarsın süper gidiyor zannedilen evlilik bir günde bitmiş.


Ya da açıkça yapılan saygısızlıklar var: Kocasına “kozalak, üretim hatası, öküz, ayı…” gibi kızdığı zaman ağzının ayarını bozan kadınlar var. Velhasıl bu saygı meselesi evlilikte çok önemli. Erkeğe ve ailesine saygı kadın için evliliğin temel direğidir.


Gizli saygısızlığa örnek ise: Asık yüzle, küçümseyici bakışlarla erkeği beğenmediğini hissettirmek ve aşağılamaktır. Yoksa kadının ağzından kocasına karşı kötü söz çıkmaz. Bu saygı meselesinin detaylarına kadın erkek yaratılış farklılıkları konusunda devam edeceğiz inşallah.


Gelelim sevgi konusuna. Sevgi; kadınların hava su kadar ihtiyacı olan manevi bir besin. Kadın sevilme arzusu ile doğar. Minicik kız bebekler, anne babanın yüzüne bakarlar, sevilmek için türlü şirinlikler yaparlar. Kadınların bu sevilme arzu, yaşı kaç olursa olsun hiç bitmez.


Bu yüzden de bir erkeğin en çok dikkat etmesi gereken konu, karısını sevdiğini söylemesi ve sevgisini göstermesidir. Erkeğin günde üç öğün “seni seviyorum” demesine gerek yok tabii. Bir şey çok söylendikçe anlamını kaybeder. Ama arada bir söylemesi kadını mutlu eder.


Kadınların çoğu sevildiğini duymak isterler; ama sevildiğini hissetmek kadınlar için daha önemlidir. Kadınlar eşleri tarafından sevildiklerini, değer gördükleri zaman hissederler. Erkek karısı hastalandığı ya da doğum yaptığı zaman şefkatle muamele ederse, gün içerisinde onu dinlemek için zaman ayırırsa, karısını düşündüğünü gösterirse, ufak tefek huysuzluklarına anlayışla bakarsa kadın sevildiğine inanır.


Bir hanım “Bir gün canım kayısı istedi, eşime telefon açıp söyledim; fakat akşam gelirken kayısı getirmedi. İki gün sonra getirdi kayısıyı. Çok mutlu oldum. Demek ki iki gün geçtiği halde benim istediğim şeyi unutmamış, almış, demek ki bana değer veriyor, günlerce ben buna sevindim.” demişti.


Peygamberimiz erkeklere “Bir yerden döndüğünüz zaman hediyeleri vermeye kız çocuklarından başlayın.” diye tavsiye etmiş. Kendisi de yolculuklardan döndüğünde ilk defa kızı Hz. Fatıma’nın evine gider önce onu ziyaret edermiş. Bir babanın da kız evladına göstermesi gereken sevgi ve değere güzel bir örnek.


Peygamberimiz, eşlerine de sevgisini göstermekten hiç çekinmemiş. Yemek yerken eşinin ağzına yemek koyar, hoşuna gidecek sözler söyler ve değer verdiğini sözleri ile de davranışları ile de belli etmiş.


Erkeklere soruyorum. Bekarsanız; anneniz, babanız, kız kardeşiniz ya da nişanlınız, evliyseniz eşiniz ne yaptığında çok canınız sıkılıyor, kendinizi kötü hissediyor, onlara karşı kızgınlık duyuyorsunuz?


Hanımlara soruyorum: Bekarsanız; anneniz, babanız, ağabeyiniz, evliyseniz kocanız ne yaptığında ya da ne söylediğinde kendinizi değersiz görüp, sevilmediğinizi hissediyorsunuz?


Not1: Yorum ve soruları kendi isminizle değil ya “rumuz” la ya da kendinize bir “takma isim” bulup onunla yapın.Rahat yazın.

Not2: Ödev konusu yarın sabah siteye eklenecek.

http://www.cocukaile.net/1-ders-sevgi-saygi-ikram/


 

Evlilik Okulu Başlıyor…

Evlilik Okulu Başlıyor…


Sitede “Evlilik Okulu” başlıyoruz inşallah. Geçen yıl İstanbul da ve Ankara da “Evlilik Okulu” yaptım. İstanbul da sekiz ders, Ankara da dört ders olarak yaptık. Derslere sadece hanımlar katıldı. Katılımcılardan çok güzel geri dönüşümler oldu.  ”Evliliğimiz değişti, hayatımız değişti .” diye. Başlarken hemen hepsi: “Biz katılıyoruz; ama eşlerimiz katılmayınca ne işe yarayacak?” diye umutsuz başlamışlardı. Fakat bir tarafın bile değişmesi evliliği çok etkiliyor, bunu hep birlikte gördük.


“Evlilik Okulu” ile ilgili mailler geliyor, “Ne zaman başlayacak, biz de katılmak istiyoruz.” diye. Yurt dışından da teklifler var; ama gitmem imkansız. İstanbul da bu yıl henüz başlamadım. İstanbul dışında olanları da düşünerek “Sitede bir evlilik okulu başlasam nasıl olur?” diye düşündüm.
Elbette karşılıklı bir eğitim daha sıcak, daha samimi ve daha etkilidir; ama yazıyla da çok daha fazla kişiye ulaşma imkanımız var ve yorum bölümü ile de katılımcılar ile iletişime geçme avantajımız olacak.


Faydalanmak isteyen, verilen ödevleri yapanlar her durumda faydalanabilirler. Evet, ödevlerimiz olacak. Evlilik okulu yazılarımda yazar- okur ilişkisi değil, öğretmen-öğrenci ilişkisi olacak.
Orda, öğretmen olacağımı, şunun için özellikle belirtiyorum:


Yazı dilim; biraz daha keskin, konuşma tarzında,  öğretmen edasında, olursa şaşırmayın. Baştan söyleyeyim de “Kendi hatalarını görmek istemeyen, eşini suçlayarak evliliğini götürmeye alışmış,  alıngan, kırılgan hanımlar katılmasın.” Onlara ne demek istediğimi anlatarak zaman geçirmek istemiyorum. Erkekler genellikle alıngan olmadıkları için bu hatırlatmam özellikle hanımlar için.
Evlilik okuluna katılmak, takip etmek isteyenler,  yorum bölümüne “isim” ile değil “rumuz” ile katılsınlar. Onlardan dersler ile ilgili geri dönüşümler almak istiyorum. Evlilikleri ile ilgili anlatmaları gereken şeyler olabilir. Kim oldukları belli olmasın diye isimlerini kullanmasınlar, özellikle “rumuz” ile katılmalarını rica ediyorum. Kendinize bir rumuz belirleyin ve hep o rumuzla katılın.


Cuma günü başlayalım inşallah “Evlilik Okulu” na. Evli, bekar, nişanlı, kadın, erkek herkes katılabilir. Hanımlara söyleyecek sözüm biraz daha fazla olabilir; ama erkek okuyucularım için de notlarım olacak.


Özetle “Dersleri düzenli takip edecek, verilen ödevleri yapacak olanları bekliyorum.” evlilik okulumuza.

Evlilik Okuluna aktif katılmak isteyenler cocukailenet@gmail.com adresine “Evlilik okuluna katılmak istiyorum.” yazıp göndersinler. Mail adresi bırakmak mecburi değil. Fakat takip sayısını bilmek ve belki ilerde bir etkinlik olursa duyurmak için mailler bildirilirse iyi olur. 


Ödevler konusu sizi korkutmasın. Ödevler yazılı ve uygulamalı olacak. Yazılı ödevleri bize göndermeyeceksiniz; fakat ödevleri yapmanız sizin evlilik okulundan daha fazla faydalanmanız için gerekli.  Uygulamaları zaten siz yapacaksınız.  Ödev vermemin amacı; sadece yazıları okuyup geçerek bu çalışmadan faydalanmanız mümkün olmaz. Emek vermeden yemek de olmaz, ders de olmaz:))

Evlilik Okulu için bir defter tutmanız yeterli.

Kayıt için mail adresi:  cocukailenet@gmail.com

http://www.cocukaile.net/taslak/

**********************************************************************

Evlilik Okulu ile ilgili sorulara cevaplar


“Evlilik Okulu” ile ilgili sorular geldi, onlara buradan cevap vereyim. Evlilik Okulu www.cocukaile.net sitemizde olacak. Ben dersi siteye ekleyeceğim, sizlerde okuyup yorumlarla, sorularla aktif katılabileceksiniz.

Ödevler olacak; yazılı ve uygulamalı. Bekar ve evliler için ödevlerin nasıl yapılacağını her hafta ödevleri verirken açıklayacağım.


Evlilik okulunu bir kaç  ay devam eden bir çalışma olarak planlıyoruz. Dersleri düzeni takip etmeniz, ödevleri yapmanız, kafanıza takılan soruları sormanız sizin yararınızadır. Yazılı ödevleri bize göndermeyeceksiniz, siz de kalacak. Ödevleri yapmanız sizin derslerden faydalanmanız içindir, bize göndermeniz için değil.

Dersler ücretsiz. cocukailenet@gmail.com adresine “Katılmak istiyorum” yazılı bir mail göndermeniz yeterli. Bu mail de mecburi değil. Mail göndermeden de siteden dersleri takip edebilirsiniz.

Sitede herkes yorum ve soruları ismi ile değil “Rumuz” ile yapsın demiştim. Rumuzları bana bildirmeniz gerekmiyor. Rumuz kullanmak sizin yararınız için.

Özel sorularınızı  semamarasli@gmail.com  adresine yazabilirsiniz.

Evlilik Okulu katılım mailinizi  cocukailenet@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.

Yarın sabah bismillah deyip başlıyoruz inşallah.

 
 

Gıybet ve İftira


 
Gıybet ve İftira

Cenâb-ı Hak buyuruyor:
Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul edendir, çok esirgeyicidir.” (Hucurât, 12)

Rasûlullah (sav) buyurdular:
“Ey diliyle îmân edip de kalplerine îman tam olarak yerleşmeyen kimseler! Müslümanların gıybetini yapmayınız, kusurlarını da araştırmayınız! Kim müslümanların kusurlarını araştırırsa Allah da onun kusurlarını araştırır. Allah kimin kusurlarını araştırırsa, onu evinin ortasında bile olsa rezîl eder.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 35; Tirmizî, Birr, 85; İbn-i Kesîr, Tefsîr, IV, 229)

Rasûlullah (sav) birgün:

“–Gıybet nedir, bilir misiniz?”diye sormuştu. Ashâb-ı kirâm:

“–Allah ve Rasûlü daha iyi bilir.” dediler. Hazret-i Peygamber:

“–Gıybet, din kardeşini hoşlanmadığı bir şeyle anmandır.” buyurdu.

“–Söylenen ayıp, eğer o kardeşimde varsa, ne dersiniz?” diye soruldu.

“–Eğer söylediğin şey onda varsa gıybet ettin; yoksa, o zaman ona iftirâ ettin demektir.” buyurdu.(Müslim, Birr, 70; Ebû Dâvûd, Edeb, 40/4874)
 

--
​​

29 Eylül 2013 Pazar

Saliha Kadın, İyi Geçimli Eş!

Saliha Kadın, İyi Geçimli Eş!

 
 
Mü'mine, Saliha, İyi Geçimli Eş





Rabbine kulluğun sadece namazdan, oruçtan geçmediğini, insanı görevlerin de Allah’ın rızası ile ilgili olduğunu bilir.
 

Kocasının hanımı olmayı, karşılığını ancak cennette bulacağı amellerinden biri olarak görür. Gizli ve açık bütün işlerinde ihlası esas alır. Riyadan, gösterişten, kimin ne diyeceğinden etkilenmez.


Eşinin iffetini, malını korumayı üzerine düşen bir cihad samimiyeti ile eda eder.


Eşine karşı mütebessim, ruhu ve bedeni ile güzel, çekici olmaya çalışır. Eşinin dikkatini çekecek, ilgisine mazhar olacak ziynet ve elbiseler giyer, kokular sürünür.


Evden çıkışının muhakkak eşinin izni ile olması gerektiğini asla unutmaz. Eşinin müsamahası olmayan yerlere gidemeyeceğini bilir. Eşinin istemediğini eve almaz.


Teşekkür eder. Allah’a şükreder. Fakirliğe sabretmesini bilir. İman nimetinden sonra, mutlu bir aile yuvası kurması gibi bir nimeti verdiği için Rabbine sürekli şükreder. Sıhhate, çocukların varlığına, yenen içilen nimetlere şükreder.


Eşine, yaptığı iyi şeyler için teşekkür eder. Beğenmediği şeyler için, uygun bir zamanda uygun bir dil kullanmaya dikkat eder. Her şeye itiraz eden, hep tenkit eden olmaz.


Çocuklarına vermek istediği güzel ahlâkı kendi tavırlarında gösterir. Yeri geldiğinde ve gerektiğinde sıkıntısını içine gömmesini bilir. Tartışmak gerekiyorsa tartışır; ama tartışması kadında bulunması gereken incelik ve nezaketi aşmaz. Gerginlik doğuracak ortamlardan uzak durur. Sabır taşıdır.


Eşinden izinsiz onun malından harcamaz. Yalanın her çeşidinden kaçınır.


Güzelliğini ve ziynetini eşi için kullanır. Evden çıkarken başkalarının dikkatini çekecek bir tarzda giyinip, süslenmiş olmamaya önem verir.


Eşinin ailesine karşı saygılı olur. Bir gün kendisinin de aynı noktalarda bulunacağını hesap eder.


Çocuklarının ilk mürebbisi, en etkili öğretmeni, en tesirli örneği olduğunu bilir. Çocuklarını yetiştirmeyi üzerindeki vazifelerin en büyüklerinden biri olarak görür. Şu bu iş için çocuklarını ihmal etmez. Çocukların iyi bir mü’min olarak yetişmelerinden daha önemli bir görev aramaz.


Hata, kabat sayma makinesi olmaz. Alaycı, kibirli değildir.


Eşinden talakını istemenin haram olduğunu bilir.


Zahidedir; Allah’ın rızasına ve cennetine koşar. Fani dünyaya değer vermez. Barındıktan ve yiyip içtikten sonra dünyaya tenezzülün zillet olduğunu kavramıştır. Gelecek endişesi taşımaz. Allah’a güvenmiştir.


Farz ibadetlerde tavizsizdir. Zikir ehlidir. Duayı ihmal etmez. Samimi ve sürekli dua eder.

Dualarından umutludur. Bidatçi, hurafeci olmaz. Modayı izlemez.


Dinin yayılması ve yaşanması için gayret eder. Her yıl ne kadar insanı kurtardığını, kaç kişinin ebedi cehenneme düşmesine mani olduğunu hesap eder, kendisini ve gayretlerini yetersiz bulup azmini artırmaya çalışır.


Çağdaş kadın fitnelerine katılmaz. Eşinin hakkının Allah’ın korumasında olduğunu, bu korumanın da bir bedeli olacağını iyi bilir. Allah’a ve Resûlüne isyan olmadıkça eşine itaat eder.


İnsanlığı, eşi ve diğer insanlar diye iki grupta inceler. Sade ve temiz giyinir. Giyimi gösteriş için değil tesettür içindir. Tesettürü de bir fitneye dönüştürmez.


Eşinin cima talebine sınırlayıcı tavırlar koymaz. Sağlık engeli bulunmadıkça çıkaracağı engellerin vebal olarak üzerine döneceğini bilir. Cima dışında da eşinin hoşlanacağı samimi ve etkili tavırlardan kaçınmaz.


Başka kadınları eşine anlatmaz. Eşinden de başka erkekleri anlatmasını istemez.
 
 
Yatak odasına ait şeyleri ebediyen(en yakın bayan arkadaşlar da dahil) kimseye anlatmaz. Hatta yatak odasını bile başkalarından gizler. Sır deposudur.
 
 
Nureddin Yıldız – Kıblegâh Evler
 
 
 

Hayatın Anlamı Nedir? Biz Neden Varız? Neden Yaşıyoruz?

Hayatın Anlamı Nedir? Biz Neden Varız? Neden Yaşıyoruz?

 

Hayatın Anlamı
Hayatın Anlamı Nedir? Biz Neden Varız? Neden Yaşıyoruz?


Hayatın anlamı nedir? Biz neden varız? Biz neden yaşıyoruz? Gibi sorulara mantıksal delillerle cevap veriliyor.



1. Hayatın anlamı var mıdır? 


Evet hayatın anlamı vardır. Bunu açıklamadan önce hayatın anlamının neden olması gerektiğini ispat edelim.


Görüyoruz ki; kainatta canlı ve cansız varlıklar mevcuttur. Bir kitap kâtipsiz, bir saray ustasız olamaz iken bu düzen içerisindeki kainat kitabının bir sahibinin, bir yaratıcısının olmaması düşünülebilir mi?
Hayatı, ilmi, şuuru olmayan Güneş belli bir yörüngede hareket eder ve ısı ve ışığını Dünya’ya ulaştırır. Güneş adeta Dünya’nın lambası ve sobasıdır. Dünya’dan çok daha büyük ve uçağın hızından çok daha hızlı bir şekilde hareket eden yıldızlar birbirlerine çarpmadan, beraberce uzay okyanusunda yüzerler.


Hayatı, ilmi, bilinci, merhameti olmayan bulutlar Allah’ın emri ile toplanırlar ve çarpışarak ölü toprağı canlandıran, canlılara ferahlık veren yağmur damlalarını çıkarırlar. İlmi olmayan, âciz arılar lezzetli, faydalı bal nimetini ve ilimsiz, şuuru çok sınırlı inekler insanlara fayda veren lezzetli süt nimetini üretirler.


Demek ki; bu canlı ve cansız varlıklar başıboş hareket etmezler. Demek ki; onların vazifeleri vardır.
Peki şimdi soralım: Acaba bu canlı ve cansız varlıklar başıboş bırakılmamış iken akıl sahibi, irade sahibi olan insan başıboş bırakılabilir mi? Bu canlı ve cansız varlıklar Allah’a itaat ederek belli vazifeler yaparlar iken şuuru ve ilmi olan insan vazifesiz kalabilir mi?


Elbette insan başıboş bırakılmamıştır. Elbette insanın bu dünyada önemli vazifeleri vardır. Elbette insanın hayatının anlamı vardır.



2. İnsan hayatın anlamını nasıl bulur?


İnsan akıl sahibi, irade sahibi bir varlıktır. Ancak yine de insan âcizdir. İnsan bazen bir sineğe yenik düşer. İnsan kendi iradesi ile, ilmi ile çalışarak, çabalayarak nefes alıp vermez. İnsan yemek yer ancak yemeğin öğütülmesi işini insan kendi çalışması, iradesi ile yapmaz. Demek ki; insan kendi kendisine bile hâkim değildir. İnsan, hücrelerindeki DNA moleküllerinin yapısından habersizdir. Ancak laboratuvar çalışmaları ile bu yapılar incelenebilmektedir.


Hayatı sınırlı, aklı sınırlı, ilmi sınırlı, kudreti sınırlı olan insan sadece kendi varsayımları, kendi fikirlerine başvurarak hayatın anlamını bulamaz. İnsan aklı karanlık ortamda bir yıldız böceği gibidir. İnsan, eğer bir Güneş’e dayanmaz ise karanlıkta kalmaya mahkum olur. O Güneş, mesajını cüz’i irade sahibi olan varlıklardan değil, külli irade sahibi olan, bir zerreyi yarattığı gibi yıldızları da kolayca yaratabilen, sonsuz hayata, sonsuz ilme, sonsuz kudrete sahip olan bir Yaratıcı’dan almalıdır.

Demek ki; o Güneş ancak peygamberler olabilir çünkü külli irade sahibi olan Allah’ın mesajını insanlara ulaştıran aydın zâtlar, muallimler (öğretmenler), rehberler peygamberlerdir. Peygamberlerin aldığı vahiy kesin doğru bilgidir.


Bir Yaratıcı’nın varlığının zorunluluğu, tek doğru dinin neden gerekli olduğu, peygamberlere neden ihtiyaç olduğu, Hz.Muhammed’in (Sav) peygamberliğinin delilleri hakkındaki bir yazımızı okumak için
  


3. Hayatın anlamı nedir?
 
“İnsanın bu dünyaya gönderilmesinin hikmeti ve gayesi Hâlık-ı Kâinatı tanımak ve Ona iman edip ibadet etmektir.” (1)


İnsan bu dünyaya kainatı yoktan var eden, zerrelerden yıldızlara bütün kainata hâkim olan, zamanı, mekanı, maddeyi, ruhu yaratan, sonsuz hayat, sonsuz ilim, sonsuz kudret sahibi olan Allah’ı tanımak, Onun birliğine iman etmek ve Ona kulluk etmek, yani Ona ibadet etmek için gönderilmiştir.


Yeryüzünün halifesi olan insan Allah’ın isimleri ve sıfatlarını bilerek kainatı tanır ve kainattaki varlıkların neden var olduğunu bilir. Kainattaki tüm varlıkların Allah’ın kudreti ile varlık sahasında olduğunu bilen Müslüman, Allah’ın kudretini tefekkür eder ve Allah’a güvenir. Hazreti Adem’den beri yaşamış olan tüm Müslümanlar hayatın anlamını peygamberler vasıtası ile öğrenir ve bu dünyanın bir imtihan yurdu olduğunu, gerçek hayatın ahiret hayatı olduğunu bilir.
 
(1) Şualar (Risale-i Nur)
 
http://mektebisuffa.com/hayatin-anlami-nedir
 
 
 

Namaz Penceresi Ruha Teneffüs Sağlıyor

Namaz Penceresi Ruha Teneffüs Sağlıyor

 
Namaz Penceresi Ruha Teneffüs Sağlıyor
Namaz Penceresi Ruha Teneffüs Sağlıyor
 
 
“Namaz kılacağım vakit isteksizlik duyuyorum. Namaz için nefsimi nasıl ikna edebilirim?”
 
İnsanın Secdesi Şeytanı Perişan Ediyor
 
 
İnsanın derecesini yükselten en müstesna ibadetlerden birisi namazdır. Bu nedenle namazla ilgili olarak şeytan içimize akla hayale gelmeyen şüphe, vesvese ve isteksizlik hâlleri atar. Çünkü şeytan ise insanın yükselmesini aslâ istemez.


Peygamber Efendimiz (asm) buyuruyor ki:

“Bil ki, sen Allah’a her secde ettiğinde, mutlaka Allah bununla bir dereceni yükseltir ve bir günahını bağışlar.” 
| Hadis-i Şerif; Câmiü’s-Sağîr, 1/687


Bir diğer hadiste Allah Resûlü (asm) kulun secde etmesiyle şeytanın perîşan oluşunu şöyle bildirmiştir:

“İnsanoğlu secde âyetini okuyup secde edince şeytan ağlayarak uzaklaşır. Ve şöyle der: “Eyvah! Eyvah! İnsanoğluna secde etmesi emr olundu. O da secde edip Cenneti hak etti. Bana da secde etmem emr olundu; Ben ise emre karşı gelip Cehennemi hak ettim.”
| Hadis-i Şerif; a.g.e., 1/439


Peşimizde böyle hasım ve düşman bir şeytan varken, onun içimize isteksizlik hâli atması ve bizi en yüce, en nâzik ve en nezîh bir ibâdetten alı koymaya çalışması, onun mesleğinin gereğidir. O hâlde namazdan yılmayalım ve başarabildiğimiz kadarıyla huşû içinde kılmaya özen gösterelim. İsteksiz olduğumuz zamanlarda, hiç oralı olmadan, namazın bir fıtrat borcu olduğunu hatırlayarak namaza devam edelim. Şeytan bizimle uğraştığı hâlde bizim ısrarla ve şeytana inat namazı terk etmememiz, biz hissetmesek de, Allah’ın huzurunda daha fazîletli bir duruş teşkil eder. Şeytanın bizimle olan meşgûliyeti, bizim zevkimizi ve huzurumuzu kaçırsa bile, namazın fazîletinin daha da yükselmesine zemin hazırlar.
 
 
Namaz Penceresi Ruha Teneffüs Sağlıyor


Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, nefsin tembellik döşeğinde ve gaflet uykusunda şeytandan gelen böyle vesveselere kulak verebileceğini kaydeder ve nefsin bu desisesine karşı önemli ikazlarda bulunur. Üstad Hazretlerinin ikazlarını kısaca hatırlayalım:


Acaba ömür ebedî midir? Gelecek seneye, hatta yarına kalmaya hiç kimsenin senedi var mıdır? İnsana usançlık veren şey, dünyada sonsuz seneler kalacağını zannetmesidir. Oysa vakıa tam tersidir; insanın hem ömrü azdır, hem faydasız uçup gitmektedir. Geçip giden her bir fani günün yirmi dörtten birisini hakiki bir ebedî hayatın saadetini temin edecek güzel, hoş, rahat ve rahmet bir hizmete sarf etmek ise, usanmak şöyle dursun, bilakis ciddî bir şevk ve hoş bir zevktir.


Diğer yandan; her gün her gün ekmek yiyen, su içen ve havayı teneffüs eden bir adam, ekmekten, sudan ve havadan usandığını söyleyebilir mi? Çünkü her an ihtiyaç tekrarlandığından; usanç değil, lezzet almaktadır.
 
 
Kalp, ruh ve vicdan, cisim hanesinde nefsin arkadaşlarıdırlar. Nefis her ne kadar usandığını ve isteksiz olduğunu söylese de; kalbin, ruhun ve vicdanın gıdası, huzuru ve hayat kaynağı namazdır. Öyleyse nefis bunu sineye çekmelidir.


Çünkü hem sonsuz acılara maruz, hem hadsiz lezzetlere sevdalı bir kalbin gıdası, elbette her şeye kadir bir Rahîm-i Kerîm’in rahmet kapısında aranmalıdır. Keza, şu fânî dünyada, büyük bir sür’atle ayrılık feryatları koparıp giden bir rûhun hayat kaynağı, her şeye bedel bir Mabud-u Bâkînin ve bir Mahbub-u Sermedî’nin rahmet çeşmesine namaz ile yönelmektir. Fıtraten ebediyeti isteyen, ebediyet için yaratılmış olan, ezelî ve ebedî bir Zât’ın âyinesi bulunan ve sonsuz derece nâzik ve latîf olan insanın duyguları, şu kasavetli, ezici, sıkıntılı, geçici ve boğucu olan dünya hâlleri içinde elbette teneffüse pek çok muhtaçtır. Bu teneffüsü ise ancak namaz penceresi sağlayabilmektedir.
 
 
Namaz Nefsi Eşsiz Lütuflara Mazhar Ediyor
 

Bir diğer husus; namaz, şu dünya misafirhanesinde âciz ve fakir kalbimize kuvvet ve zenginlik vermekte, şüphesiz gireceğimiz bir menzil olan kabirde gıdâ ve ışık hükmünde aydınlık kaynağı olmakta, çetin bir mahkeme olan Mahşerde senet ve berat hüviyetinde bizi kurtarmakta ve ister istemez üstünden geçeceğimiz Sırat Köprüsünde nur ve Burak gibi göz açıp kapayana kadar bizi Cennete ulaştırmaktadır. Böyle eşsiz lütuflara bizi mazhar kılan bir namaz için “neticesizdir” veya “ücreti azdır” diyebilir miyiz?
 
 
Bir adam bize birkaç para taahhüt etse veya bizi büsbütün korkutsa, bizi günlerce çalıştırır. Sözünden dönmesi mümkün olduğu hâlde o adama itimad ederiz, fütursuz çalışırız. Acaba sözünden dönmesi imkân harici olan bir zât, Cennet gibi bir ücreti ve ebedî saadet gibi bir hediyeyi bize vaad ederek, pek az bir zamanda, bize, pek güzel bir vazife verse; biz de onun hediyesini hafife alırcasına o vazifeyi yapmaz isek veya vazifeden usanç gösterirsek, pek şiddetli bir azaba müstehak olmaz mıyız? Dünyada hapis korkusuyla en ağır işlerde fütursuz hizmet ettiğimiz hâlde; Cehennem gibi bir ebedî hapsin korkusu, en hafif ve latif bir hizmet için bize gayret vermez mi?


Aklımızı başımıza almalı ve bilmeliyiz ki, dünkü gün elimizden çıktı. Yarınki gün ise elimizde sened yok ki, ona mâlik olalım. Öyle ise hakikî ömrümüzü, bulunduğumuz gün bilmeli ve her günün en az birer saatini, birer ihtiyat akçesi gibi, uhrevî bir sandukça hükmünde, hakikî istikbal için teşkil olunan bir mescide veya bir seccadeye atmalıyız.

http://mektebisuffa.com/namaz-penceresi-ruha-teneffus-sagliyor

 

28 Eylül 2013 Cumartesi

İslamiyet, temiz insanların dinidir


Hekimoğlu İsmail
 

İslamiyet, temiz insanların dinidir

 
 
Şeair-i İslamiye, İslamiyet’in alametleridir. İslamiyet’in varlığı evlerimizde, sokaklarımızda, şehirlerimizde açıkça görülmelidir. Minarelerin varlığı o beldenin Müslüman olduğunu gösterdiği gibi temiz belde, temiz insan da Müslümanlığın alametidir.
 
Peygamberimiz (sas), “İslam, temizlik temeli üzerine bina edildi.” diyor. Yani temizlik Müslüman için olursa iyi olur bir durum değil, olmazsa olmazdır.
 
 
Allah’ın Kuddûs ismi her türlü eksiklikten uzak, temiz, temizleyen demektir. Canlıları yaratan Allah, onlara temizlenme kabiliyeti de vermiştir. Akarsular, gürül gürül akarken temizlenir. Gökyüzü hep pırıl pırıldır. Hayvanlar, Allah’ın verdiği sezgi ile vücutlarını ve yaşadıkları yeri temizlerler. Öyleyse temiz insan, Allah’ın Kuddûs ismine istinad etmiş ve kurtuluşun bir yolunu bulmuş olur.


Kuddûs olan Allah’ın huzurunda kendini daha rahat hissedecek olan, temiz insandır. İslamiyet temiz insanların dinidir. Allah’ın yarattığı her şey güzeldir, iyidir. Dolayısıyla insan da temiz ve güzel görünüm içinde olmalıdır.


Bedenini, kıyafetlerini, evini, çevresini temiz tutan insanın hayatında Allah’ın Kuddûs isminin hâkimiyetini görüyoruz. Mademki temizlik imandandır; ellerimizi yıkamaktan tutun; yerlere, denize en ufak bir çöp atmamaya kadar hepsi imanın gereğidir. Apartmanın, sokağın, şehrin temizliğine dikkat edilmesi, aynı zamanda başkalarının hakkına riayet etmek demektir.


Bütün bu temizlik işleri, İslamiyet’in temizliğe verdiği önemi düşünüp Allah rızası için yapılmalı.
İnsana hayat veren Allah, insanın her halini bilir. Temizliği emreden Allah’tır. Allah emrettiği için temiz olan insan Allah’ın emrine itaat etmiş olur, Allah’a sığınır, hayatından lezzet alır, kendini iyi hisseder, daha dik dolaşır. Temiz bir sokaktan geçip temiz bir eve geldiğimizde kılacağımız namaz da bize dağınık bir evdekinden daha çok huzur verir.


Allah rızası için temizlenen insan kendini Allah’a daha yakın hisseder. Kulluğa, ibadete yaklaşır. Dolayısıyla manen tekâmül eder.


Görülüyor ki maddî temizliğin ruhumuza etkisi pek çoktur. Tabii manevî temizliğin yeri başkadır.
Sadece et ve kemikten ibaret olmadığımız için maddî temizlik insan için yeterli değildir. Akıl, kalp, hayal, merak, sevgi sahibi olduğumuz için manevî temizliğe de ihtiyacımız var.


Manevî temizlik tövbe ile olur. Tövbeyi dil ile yaptıktan sonra tövbesi yapılan günaha yaklaşmamak lazım. Böylece tövbe hal ile de yapılmış olur, umulur ki kalp temizlenir.


Kalp temizliğinin alameti şahsın Allah neyi emrettiyse yapması, neyi yasak etmişse terk etmesidir. Yani İslam’ı yaşamak, sünnet-i seniyyeye uymak, kötü duygu ve düşüncelerden vazgeçmek, iyi insan olmaya gayret etmek, cehaletten kurtulmak, nefsi kirlerden arındırmak ve manen temiz olmak demektir.


İslamiyet’te maddî ve manevî temizlik o kadar önemlidir ki cenaze toprağa gömülecek de olsa yıkanır, toprağa öyle verilir. Buradan, İslamiyet’te insana verilen değeri de anlarız.

 
 

27 Eylül 2013 Cuma

Kendimizi Hesaba Çekiyor muyuz?

​​
 
Kendimizi Hesaba Çekiyor muyuz?

Cenâb-ı Hak buyuruyor:
“…Hepiniz Allah’a tövbe edin, ey mü’minler! Belki böylece korktuğunuzdan kurtulur, umduğunuzu elde edebilirsiniz.” (Nur, 31)

Rasûlullah (sav) buyurdular:
“Vallahi ben günde yetmiş defadan fazla Allah’dan beni bağışlamasını diler, tövbe ederim.” (Buhârî, Daavât 3. Tirmizî, Tefsîru sûre 47; İbn Mâce, Edeb 57)

Peygamberler, Cenâb-ı Hakk’ı en iyi bilen ve tanıyan kimseler oldukları için, O’na herkesten çok ibadet ederler; herkesten çok şükrederler ve O’na gerektiği şekilde ibadet edemediklerini itiraf ederler. Peygamber Efendimiz de yeme, içme, yatma, uyuma, eşleriyle beraber olma gibi mübah işlerle meşgul olurken veya ümmetinin çeşitli problemleriyle uğraşırken Allah Teâlâ’yı gerektiği şekilde zikredip düşünemediği için tövbe ve istiğfâr ederek O’ndan af dilemektedir. Nitekim hadisimizin bir başka rivayetinde Rasûl-i Ekrem (sav) şöyle buyurmuştur:

“Benim de kalbime gaflet çöküyor. Ben de Allah’a günde yüz defa istiğfâr ediyorum” (Müslim, Zikir 41)

Bu durum karşısında bizim şöyle düşünmemiz gerekmektedir:

Benim sevgili peygamberim, hiç günahı olmadığı halde her gün bu kadar tövbe ederse, günahlara boğulmuş olan ben binlerce defa tövbe ve istiğfâr etmeliyim. Hiç olmazsa Efendim’in bu sünnetine uyarak her gün yüz defa tövbe ve istiğfâr etmeye çalışmalıyım. (Riyâzü’s Sâlihîn, 1.Cilt, 144-145, Erkam Yay.)
 

--

Canan Karatay Diyette Peygamberimizi Örnek Gösterdi…

CANAN KARATAY TÜM EZBERLERİ BOZDU...

Canan Karatay, diyetle ilgili yine ezberleri bozdu. 8-10 öğün değil, günde iki öğün. Yemek yerken de su içmeyin... İşte Karatay'dan sağlıklı beslenme tüyoları..

Türkiye'de diyet ve sağlıklı beslenme konusunda TABULARI YIKAN İç Hastalıkları ve Kardiyoloji Uzmanı Prof. Dr. Canan Karatay, günde 2 öğün beslenilmesi gerektiğini söylüyor. Karatay, Türk halkının günde 8-12 öğün beslendiğine dikkat çekerek, toplumun 'enine büyüdüğünü' ifade ediyor. Prof. Karatay'a göre, günde 2 öğün beslenmeke gerekiyor. Dahası Karatay, yaş ilerledikçe yürüyüşe daha çok ağırlık verilmesi önerisinde bulunuyor.

Habertürk'te konuşan Canan Karatay, haraket etmek şartıyla kişinin istediği kadar yemek yiyebileceğini dikkat çekerken, bir de uyarıda bulunuyor. Yemek yerken su içmeyin. Neden mi? İşte Karatay'ın yanıtı...

'KÖY TEREYAĞI SAĞLIKLI'

"Tam yağlı, doğal olan her şey tüketilmeli. Saf köy tereyağı, katkısız Trabzon, Urfa ya da Malatya gibi yörelerimizin tereyağı kullanılabilir. Hatta kadınlarımız tıpkı yoğurt gibi evde tereyağını kendileri yapabilirler. Zeytin dahi evde yapılabilir. 'Karatay Mutfağı'nda bunların tarifini verdim. Katkısız ve çocuklara en faydalı biçimde kendi besininizi hazırlayabilirsiniz. Tereyağı, yayık ayranı aslında yarım saatlik bir iş. Neneler ya da ev kadınları, evde oturduklarında sürekli televizyon izlemek yerine bunu kolaylıkla yapabilirler. Saf köy tereyağı, en sağlıklısıdır, buzdolabında bile katı değildir ve istenildiği kadar kullanılabilir. Saf köy tereyağı ve soğuk sızma zeytinyağı her gün gereği kadar vücudumuza girmelidir."

'YEMEKTE TEREYAĞ VE ZEYTİNYAĞI KULLANILMALI'

"Zararlı dediğimiz yağlar, trans yağlardır. Trans yağlar, kızartmalarla meydana gelen yağlardır, işlenmiş her gıdanın içindeki trans yağlar zararlı ve kanserojendir. Artık halkımız, şekere ve trans yağlara dikkat etmeli, zaten dikkat edilirse hastalık da kalmaz. Mısırözü ve ayçiçeği yağı, çiğ olarak kullanılabilir. Ama ikisi de ısındığı veya kızardığı zaman aşırı miktarda trans yağ oluşur. Margarin haline gelince de, katı ya da sıvı olsun, içi trans yağ doludur.

FINDIK YAĞI DA KULLANIN

Yemek yaparken tereyağı, zeytinyağı veya fındıkyağı kullanmak gerekir, çünkü bunlar ısıya dayanaklıdır ve hemen bozulmazlar. Bunlardan asla korkmayacağız, bu yağlar yanmadıkça, trans yağ oluşmaz. Isınınca bozulan mısırözü ve ayçiçeği yağıdır. Bunlarla kızartma yaparsak hemen kanserojen olur. Trans yağlar, en fazla çoklu doymamış dediğimiz bitkisel yağlarda oluşmaktadır unutmayalım!"

'Kelleyi, paçayı, işkembeyi rahatlıkla yiyebilirsiniz'
"Yağlardan en sağlıklısı, serbest dolaşan hayvanların etindeki hayvansal yağlardır. Kuzu eti yediğiniz zaman yağıyla birlikte yemelisiniz. Kuzu etini kaynatıp et suyu çıkardığınız zaman da çok sağlıklı olur.

Sevdiğiniz kelleyi, paçayı veya işkembeyi rahatlıkla yiyebilirsiniz. Sakatatlardan hepsini yiyebilirsiniz. Karaciğer de buna dâhil. Şişman hanımlar, 'Dizlerimde kıkırdak kalmadı' diyor. Sen protein yemezsen tabii ki dizin gider, sağlıklı protein, sağlıklı yağ, yumurta, tereyağı, saf zeytinyağı yemezsen kilo veremezsin. Paça çorbası, diz eklemleriyle ilgili sorunlara birebirdir. Ben haftada 2 kez paçamı, işkembe çorbamı içerim. Beni eleştirenler, '10 yıl sonra ne olacak?' diyorlar, oysa ben bunları yeni söylemiyorum ki. Yıllardır bunları anlatıyorum. 1987 yılında, ABD'ye gittim. Oraya gidinceye kadar İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nde Koruyucu Kardiyoloji Anabilim Dalı Başkanı'ydım. Tüm bu söylediklerim yeni ifadeler değil. O zamandan beri takip ettiğim hastalar, şimdi 80-90 yaşlarında ve sağlıklılar."

'KIZARTMA HİÇ YOK'

"Kızartma bitti, hiç yapılmayacak, Çünkü kızartma trans yağ demektir. Balık ızgara, fırın, buğulama şeklinde yenilebilir. En sağlıklısı bunlardır. Ama Trabzon ya da Ordu'da yapıldığı gibi hamsiyi una bulayıp kızartırsanız o tehlikelidir! Kanserojendir! Aslında yiyecekleri biz pişirirken ya da tüketirken tehlikeli hale getiriyoruz.
İdeal bir öğlen yemeği, biftek veya bonfile ile güzel bir salatadan oluşur. Bütün bir balık yiyebilirsiniz. Izgara yapılmış sebze, döner yiyebilirsiniz. Ama dönerin yanında pilav, patates, pide yok! Bir iki kaşık tam buğday veya bulgur pilavı, cacık, yoğurt, ayran olabilir. Doyuncaya kadar yiyebilirsiniz, sakın az yiyip de aç kalmayın, sonra halsizleşir doğru dürüst iş yapamazsınız. Kilo almayacağım diye yalnız salatayla öğün geçirmek bu nedenle doğru değildir!"

'Türk milleti 8-12 öğün besleniyor, enine büyüyor'
"İbn-i Sina, Ortaçağ'ın en önemli bilimadamı, tıp hekimidir. Onun yazdığı tıp kitapları Ortaçağ'da bütün tıp okullarında okutuluyordu. İbn-i Sina, 'İki öğün sağlıktır, üçüncü öğün hastalıktır' der. Sabah zaten çok kuvvetli yiyince doğal olarak iki öğüne iniyorsunuz. Akşam yemeği de erken yemeli. Hz. Muhammed'in tavsiyesi de bu doğrultudadır. Kuvvetli bir kahvaltı yaptıktan sonra zaten acıkmıyorsunuz. Ama Türk milleti maşallah 8-12 öğün besleniyor, öyle alıştırıldı, öyle programlandı. Bu nedenle de Türk milleti enine büyümeye başladı!

'YAŞ İLERLEDİKÇE HAREKET ARTACAK'

50 yaşından sonra 6-7 öğün yemek tamamen sağlıksızdır. İbn-i Sina diyor ki, 'Yaş ilerledikçe, hareket artacak'. Oysa biz yaşlandıkça köşemize çekiliyoruz, bu çok yanlış. Türk toplumu eğer şişmansa, hastaysa, göbeği varsa, şeker veya kalp hastasıysa, kiloluysa, depresyon hastasıysa, kanseri varsa, Alzheimer'ı varsa şeker, tatlı tüketmeyecek. Benim gibi 60-70 yaşındaysanız, oturup 3 öğün ekmek, şeker yiyemezsiniz. Şekerli içecek içemezsiniz. Çünkü harcamıyorsunuz, ihtiyacınız da kalmıyor. Metabolizma yavaşlamış oluyor, hormonlar gitmiş. Vücutta hormon kalmamış. Ben buna dikkat çekmek istiyorum."

'Diyet yiyeceklere dikkat!'
"Light ürünlere, diyet olan tüm yiyecek ve içeceğe karşıyım. Çünkü diyet denilen besinler, içindeki doğal yağların, doğal vitaminlerin, doğal minerallerin alınmış olan kısmıdır. Diyet yiyecekler, en sağlıklı kısmı alınan ve en pahalı satılan ürünlerdir. Hazır gıdalar da öyle. Hazır gıdalardan da uzak duracaksınız. Doğal gıdaları kendiniz hazırlayıp yiyeceksiniz. O zaman hastalanmazsınız, verdiğiniz kiloları da almazsınız."
'Yapay gıdalar kısırlık ve kanseri artıyor'

"Yanlış beslenme ve yapay gıdalar sonucunda kısırlık artıyor. Sadece kısırlık değil, kanser, kalp hastalığı, şeker hastalıklarında da artış görülüyor. Hepsinin temelindeyse obezite yatıyor.

Obez, karaciğer yağlanması olan yani insülin yüksekliği olan kişilerde östrojen hormonu da yükseliyor, polikistik over gelişiyor, kadınlarda üreme duruyor, erkeklerde memeler büyüyor ve spermin kalitesi ve sayısı azılıyor. Bir de GDO'lu gıdalar var. Bunlar ve trans yağların aşırı tüketilmesi üreme dahil vücuttaki her şeyi bozuyor."
'Hareket etme şartıyla istediğin kadar ye'

"Kaç gün diye bir şey yok, doyuncaya kadar her şeyi yiyeceksiniz. Karatay Mutfağı'nda 'kaç kalori' hesabı yok. Ben başka bir şey söylemiyorum. Hareket etmek ve sağlıklı yiyecekler olması şartıyla istediğiniz kadar yiyebilirsiniz.

Bilgisayar ya da televizyon karşısında saatlerce oturursanız olmaz! Hareket etmeden hiç kimse kilo veremez. Ama gençsiniz, atletsiniz, saatlerce spor yapıyorsanız ya da hamileyseniz o zaman tabii ki yiyecekseniz. Her gün 5 kilometre koşun ya da yürüyün, o zaman sağlıklı yiyeceklerden istediğinizi, doyuncaya kadar, bakın bir kez daha vurguluyorum doyuncaya kadar yiyebilirsiniz. Örneğin pastırmalı kuru fasulye, mercimek, piyaz gibi yemekleri doyana kadar yemelisiniz. Ama ekmeksiz olarak! Tabii ki kuru soğanla... Neden? Çünkü biz de bir söz vardır biliyorsunuz: 'Aç ayı oynamaz!' deriz. Pirinç yerine de bulgur tüketilmeli. Tam buğday ve bulguru yiyebilirsiniz."
'Yemekte içilen su hazımsızlık yapar'

"Su 24 saat içilmelidir. Ancak yemek sırasında içilmemeli. Çünkü mide asidini sulandırır, hazımsızlığa neden olur. Her gün azar azar yudum yudum 2.5 litre su tüketilecek. En önemli kriter, idrar rengi, açık limonata renginde olacak. Öyle değilse vücuda yeterli su girmiyordur. Bu nedenle de bağırsaklar çalışmıyor. İşte bu sebeple Türkiye'nin en büyük sorunlarından biri de kabızlıktır. Kabızlık ise, metabolizmanın bozulduğunun en basit ve en önemli göstergesidir, belirtisidir. Ciddi bir sağlık sorunudur.

OKUDUYSAN ve BEĞENDİYSEN ,BAŞKALARI DA OKUSUN ...
 
 
CANAN KARATAY TÜM EZBERLERİ BOZDU...

Canan Karatay Diyette Peygamberimizi Örnek Gösterdi…



Canan Karatay, diyetle ilgili yine ezberleri bozdu. 8-10 öğün değil, günde iki öğün.


Yemek yerken de su içmeyin…

 

 Canan Karatay, diyetle ilgili yine ezberleri bozdu. 8-10 öğün değil, günde iki öğün. Yemek yerken de su içmeyin... İşte Karatay'dan sağlıklı beslenme tüyoları..
Türkiye'de diyet ve sağlıklı beslenme konusunda TABULARI YIKAN İç Hastalıkları ve Kardiyoloji Uzmanı Prof. Dr. Canan Karatay, günde 2 öğün beslenilmesi gerektiğini söylüyor. Karatay, Türk halkının günde 8-12 öğün beslendiğine dikkat çekerek, toplumun 'enine büyüdüğünü' ifade ediyor. Prof. Karatay'a göre, günde 2 öğün beslenmek gerekiyor. Dahası Karatay, yaş ilerledikçe yürüyüşe daha çok ağırlık verilmesi önerisinde bulunuyor.

 
Habertürk'te konuşan Canan Karatay, haraket etmek şartıyla kişinin istediği kadar yemek yiyebileceğini dikkat çekerken, bir de uyarıda bulunuyor. Yemek yerken su içmeyin. Neden mi? İşte Karatay'ın yanıtı...

 
'KÖY TEREYAĞI SAĞLIKLI'

 
"Tam yağlı, doğal olan her şey tüketilmeli. Saf köy tereyağı, katkısız Trabzon, Urfa ya da Malatya gibi yörelerimizin tereyağı kullanılabilir. Hatta kadınlarımız tıpkı yoğurt gibi evde tereyağını kendileri yapabilirler. Zeytin dahi evde yapılabilir. 'Karatay Mutfağı'nda bunların tarifini verdim. Katkısız ve çocuklara en faydalı biçimde kendi besininizi hazırlayabilirsiniz. Tereyağı, yayık ayranı aslında yarım saatlik bir iş. Neneler ya da ev kadınları, evde oturduklarında sürekli televizyon izlemek yerine bunu kolaylıkla yapabilirler. Saf köy tereyağı, en sağlıklısıdır, buzdolabında bile katı değildir ve istenildiği kadar kullanılabilir. Saf köy tereyağı ve soğuk sızma zeytinyağı her gün gereği kadar vücudumuza girmelidir."

 
'YEMEKTE TEREYAĞ VE ZEYTİNYAĞI KULLANILMALI'
 
"Zararlı dediğimiz yağlar, trans yağlardır. Trans yağlar, kızartmalarla meydana gelen yağlardır, işlenmiş her gıdanın içindeki trans yağlar zararlı ve kanserojendir. Artık halkımız, şekere ve trans yağlara dikkat etmeli, zaten dikkat edilirse hastalık da kalmaz. Mısırözü ve ayçiçeği yağı, çiğ olarak kullanılabilir. Ama ikisi de ısındığı veya kızardığı zaman aşırı miktarda trans yağ oluşur. Margarin haline gelince de, katı ya da sıvı olsun, içi trans yağ doludur.
 
FINDIK YAĞI DA KULLANIN

 
Yemek yaparken tereyağı, zeytinyağı veya fındıkyağı kullanmak gerekir, çünkü bunlar ısıya dayanaklıdır ve hemen bozulmazlar. Bunlardan asla korkmayacağız, bu yağlar yanmadıkça, trans yağ oluşmaz. Isınınca bozulan mısırözü ve ayçiçeği yağıdır. Bunlarla kızartma yaparsak hemen kanserojen olur. Trans yağlar, en fazla çoklu doymamış dediğimiz bitkisel yağlarda oluşmaktadır unutmayalım!"

 
'Kelleyi, paçayı, işkembeyi rahatlıkla yiyebilirsiniz'
 
"Yağlardan en sağlıklısı, serbest dolaşan hayvanların etindeki hayvansal yağlardır. Kuzu eti yediğiniz zaman yağıyla birlikte yemelisiniz. Kuzu etini kaynatıp et suyu çıkardığınız zaman da çok sağlıklı olur.

 
Sevdiğiniz kelleyi, paçayı veya işkembeyi rahatlıkla yiyebilirsiniz. Sakatatlardan hepsini yiyebilirsiniz. Karaciğer de buna dâhil. Şişman hanımlar, 'Dizlerimde kıkırdak kalmadı' diyor. Sen protein yemezsen tabii ki dizin gider, sağlıklı protein, sağlıklı yağ, yumurta, tereyağı, saf zeytinyağı yemezsen kilo veremezsin. Paça çorbası, diz eklemleriyle ilgili sorunlara birebirdir. Ben haftada 2 kez paçamı, işkembe çorbamı içerim. Beni eleştirenler, '10 yıl sonra ne olacak?' diyorlar, oysa ben bunları yeni söylemiyorum ki. Yıllardır bunları anlatıyorum. 1987 yılında, ABD'ye gittim. Oraya gidinceye kadar İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nde Koruyucu Kardiyoloji Anabilim Dalı Başkanı'ydım. Tüm bu söylediklerim yeni ifadeler değil. O zamandan beri takip ettiğim hastalar, şimdi 80-90 yaşlarında ve sağlıklılar."

 
'KIZARTMA HİÇ YOK'

 
"Kızartma bitti, hiç yapılmayacak, Çünkü kızartma trans yağ demektir. Balık ızgara, fırın, buğulama şeklinde yenilebilir. En sağlıklısı bunlardır. Ama Trabzon ya da Ordu'da yapıldığı gibi hamsiyi una bulayıp kızartırsanız o tehlikelidir! Kanserojendir! Aslında yiyecekleri biz pişirirken ya da tüketirken tehlikeli hale getiriyoruz.
 
İdeal bir öğlen yemeği, biftek veya bonfile ile güzel bir salatadan oluşur. Bütün bir balık yiyebilirsiniz. Izgara yapılmış sebze, döner yiyebilirsiniz. Ama dönerin yanında pilav, patates, pide yok! Bir iki kaşık tam buğday veya bulgur pilavı, cacık, yoğurt, ayran olabilir. Doyuncaya kadar yiyebilirsiniz, sakın az yiyip de aç kalmayın, sonra halsizleşir doğru dürüst iş yapamazsınız. Kilo almayacağım diye yalnız salatayla öğün geçirmek bu nedenle doğru değildir!"

 
'Türk milleti 8-12 öğün besleniyor, enine büyüyor'
 
"İbn-i Sina, Ortaçağ'ın en önemli bilimadamı, tıp hekimidir. Onun yazdığı tıp kitapları Ortaçağ'da bütün tıp okullarında okutuluyordu. İbn-i Sina, 'İki öğün sağlıktır, üçüncü öğün hastalıktır' der. Sabah zaten çok kuvvetli yiyince doğal olarak iki öğüne iniyorsunuz. Akşam yemeği de erken yemeli. Hz. Muhammed'in tavsiyesi de bu doğrultudadır. Kuvvetli bir kahvaltı yaptıktan sonra zaten acıkmıyorsunuz. Ama Türk milleti maşallah 8-12 öğün besleniyor, öyle alıştırıldı, öyle programlandı. Bu nedenle de Türk milleti enine büyümeye başladı!

 
'YAŞ İLERLEDİKÇE HAREKET ARTACAK'

 
50 yaşından sonra 6-7 öğün yemek tamamen sağlıksızdır. İbn-i Sina diyor ki, 'Yaş ilerledikçe, hareket artacak'. Oysa biz yaşlandıkça köşemize çekiliyoruz, bu çok yanlış. Türk toplumu eğer şişmansa, hastaysa, göbeği varsa, şeker veya kalp hastasıysa, kiloluysa, depresyon hastasıysa, kanseri varsa, Alzheimer'ı varsa şeker, tatlı tüketmeyecek. Benim gibi 60-70 yaşındaysanız, oturup 3 öğün ekmek, şeker yiyemezsiniz. Şekerli içecek içemezsiniz. Çünkü harcamıyorsunuz, ihtiyacınız da kalmıyor. Metabolizma yavaşlamış oluyor, hormonlar gitmiş. Vücutta hormon kalmamış. Ben buna dikkat çekmek istiyorum."

 
'Diyet yiyeceklere dikkat!'
 
"Light ürünlere, diyet olan tüm yiyecek ve içeceğe karşıyım. Çünkü diyet denilen besinler, içindeki doğal yağların, doğal vitaminlerin, doğal minerallerin alınmış olan kısmıdır. Diyet yiyecekler, en sağlıklı kısmı alınan ve en pahalı satılan ürünlerdir. Hazır gıdalar da öyle. Hazır gıdalardan da uzak duracaksınız. Doğal gıdaları kendiniz hazırlayıp yiyeceksiniz. O zaman hastalanmazsınız, verdiğiniz kiloları da almazsınız."
 
 
'Yapay gıdalar kısırlık ve kanseri artıyor'

 
"Yanlış beslenme ve yapay gıdalar sonucunda kısırlık artıyor. Sadece kısırlık değil, kanser, kalp hastalığı, şeker hastalıklarında da artış görülüyor. Hepsinin temelindeyse obezite yatıyor.

 
Obez, karaciğer yağlanması olan yani insülin yüksekliği olan kişilerde östrojen hormonu da yükseliyor, polikistik over gelişiyor, kadınlarda üreme duruyor, erkeklerde memeler büyüyor ve spermin kalitesi ve sayısı azılıyor. Bir de GDO'lu gıdalar var. Bunlar ve trans yağların aşırı tüketilmesi üreme dahil vücuttaki her şeyi bozuyor."
 
 
'Hareket etme şartıyla istediğin kadar ye'

 
"Kaç gün diye bir şey yok, doyuncaya kadar her şeyi yiyeceksiniz. Karatay Mutfağı'nda 'kaç kalori' hesabı yok. Ben başka bir şey söylemiyorum. Hareket etmek ve sağlıklı yiyecekler olması şartıyla istediğiniz kadar yiyebilirsiniz.

 
Bilgisayar ya da televizyon karşısında saatlerce oturursanız olmaz! Hareket etmeden hiç kimse kilo veremez. Ama gençsiniz, atletsiniz, saatlerce spor yapıyorsanız ya da hamileyseniz o zaman tabii ki yiyecekseniz. Her gün 5 kilometre koşun ya da yürüyün, o zaman sağlıklı yiyeceklerden istediğinizi, doyuncaya kadar, bakın bir kez daha vurguluyorum doyuncaya kadar yiyebilirsiniz. Örneğin pastırmalı kuru fasulye, mercimek, piyaz gibi yemekleri doyana kadar yemelisiniz. Ama ekmeksiz olarak! Tabii ki kuru soğanla... Neden? Çünkü biz de bir söz vardır biliyorsunuz: 'Aç ayı oynamaz!' deriz. Pirinç yerine de bulgur tüketilmeli. Tam buğday ve bulguru yiyebilirsiniz."
'Yemekte içilen su hazımsızlık yapar'

 
"Su 24 saat içilmelidir. Ancak yemek sırasında içilmemeli. Çünkü mide asidini sulandırır, hazımsızlığa neden olur. Her gün azar azar yudum yudum 2.5 litre su tüketilecek. En önemli kriter, idrar rengi, açık limonata renginde olacak. Öyle değilse vücuda yeterli su girmiyordur. Bu nedenle de bağırsaklar çalışmıyor. İşte bu sebeple Türkiye'nin en büyük sorunlarından biri de kabızlıktır. Kabızlık ise, metabolizmanın bozulduğunun en basit ve en önemli göstergesidir, belirtisidir. Ciddi bir sağlık sorunudur.
 
 
 
 

26 Eylül 2013 Perşembe

Dünyevi Hırslarımıza Dur Diyoruz!

 
Dünyevi Hırslarımıza Dur Diyoruz!

Cenâb-ı Hak buyuruyor:
“De ki, Rabbimin rahmet hazineleri sizin elinizde olsaydı, onu harcayıp tüketmekten korkar, cimrilik ederdiniz. Zaten insan da pek cimridir.” (İsrâ, 100)

Rasûlullah (sav) buyurdular:
“İnsan ihtiyarlasa bile, onun iki duygusu hep genç kalır: Biri çok kazanma hırsı, öteki çok yaşama arzusu” (Buhârî, Rikak 5; Müslim, Zekât, 115)

Çok kazanma duygusu ölçülü olduğu, insanı yaratılış gayesinden uzaklaştırmadığı sürece faydalı olabilir. Zira çok kazanan bir müslümanın, elde ettiği servetle daha çok hayır ve iyilik yapması arzu edilir. İslâmiyet’in verilmesini emrettiği zekât ve sadakayı verebilmek, Allah yolunda sarfedilmesini istediği harcamaları yapabilmek için zengin olmak lâzımdır. Zengin olabilmek için de, insanda çok kazanma arzusu bulunmalıdır. Ama gönüldeki bu çok kazanma duygusu ona âhiret hayatını unutturuyorsa, dünya sevgisi onu esir alarak bütün gönlüne el koyuyorsa, o takdirde bu duygu son derecede tehlikeli bir hâle gelmiş demektir.

Şükürler olsun ki, Allah Teâlâ insana zararlı duyguları ve aşırı istekleri frenleme gücü vermiştir. İradesine hâkim olan kimsenin bu nevi zaaflarını kontrol altına alması her zaman mümkündür.(Riyâzü’s Sâlihîn, 1.Cilt, 196, Erkam Yay.)
 

--
​​
 

25 Eylül 2013 Çarşamba

Dünya bu reklam filmine ağlıyor

Dünyanın neresinde olursa olsun anne sevgisi aynıdır.
Peygamber Efendimiz SAV buyuruyor ki:
 
“Her doğan, İslâm fıtratı üzerine doğar. Sonra, anne-babası onu Hıristiyan, Yahudi veya Mecusi yapar.” (Buhârî, cenâiz 92; Ebû Dâvut, sünne 17; Tirmizî, kader 5)
 
Yani doğuştan her çocukta islamın özünde olan sevgi, şefkat, haya ve merhamet vardır...
VE DÜNYANIN HER YERİNDE KALBİNDEKİ BU YARATILIŞTAN GELEN MERHAMETİ KAYBETMEYEN İYİ İNSANLAR VARDIR.
 
BEN KALBİNDE MERHAMET OLAN VE GERÇEĞİ ARAYAN DÜNYADAKİ BÜTÜN İNSANLARIN ÖLMEDEN ÖNCE İSLAMI BULMALARI İÇİN NAMAZLARIMDA DUA EDİYORUM.
 
Yani ezan sesiyle büyüyen ülkemizde talihsiz ATEİSTler de var.
Kominist ateist bir yönetimle yönetilen Çin'de bile Müslüman olanlar var.
Tabi hidayet Allah'tan...
 
Dünya bu reklam filmine ağlıyor (TEK KELİME İLE MÜKEMMEL)
 
 
 
 
 
         C. Çelik    /    Ankara  ( Konya-Ereğli )
 
**************************************
 
 

1. yılında, Mekanın cennet olsun, "Büyük Usta"

Bir "Garip" geldi geçti şu fani dünyadan,
Nice Garip gönülleri hoş eyledi şu fani dünyada...
1. yılında, Mekanın cennet olsun, "Büyük Usta"

NEDEN NEŞET ERTAŞ'IN HER TÜRKÜSÜNDE "GÖNÜL" SÖZÜ GEÇİYOR, KİM BU GÖNÜL? (Geçen sene yazdığım yazı) =

http://celal1973.blogspot.com/2012/10/neset-ertasn-gonulu.html
 
 
 

Aldatan bizden değildir!


AİLE-SAĞLIK Yazarlar Ahmed Şahin

Aldatan bizden değildir!

Evet, aldatan bizden değildir. Ama hangi manada aldatan?Hemen ifade etmeliyim ki, hangi manada olursa olsun aldatan bizden değildir.


Hatta aldatmaktan Müslüman o kadar çekinip kaçınmalıdır ki, gerekirse aldanmayı dahi göze almalı, fakat aldatmaya asla razı olmamalıdır.


Aldatarak kul hakkı yüklenmenin kötü sonucundan dolayıdır ki bazı maneviyat büyükleri: Biz aldanırız fakat aldatmayız! diyecek kadar aldatmaktan kaçınma mecburiyeti hissetmişlerdir.
Allah Resulü Efendimiz (sas) ucuz malı pahalı fiyatına, defolu malı defosuz yerine satan bir satıcıyı görünce bu konudaki kitaplık çaptaki ikazını şöyle yapmıştır:

- Aldatan bizden değildir!

  Bu ikazın ağırlığını anlayan okuyucum: 

 - Hangi malda aldatan bizden değildir acaba, diye sorma gereği duymuş?


Hemen ifade etmeliyim ki, yeri, zamanı, cinsi yoktur aldatmanın.  Müslüman hiçbir yerde, hiçbir zaman, hiçbir şekilde aldatmaz! Hatta, aldanmayı göze alır, yine aldatmaya tenezzül etmez.
Şayet, helal kazancına haram karıştırmak istemiyorsa, çoluk çocuğunu, aile efradını haram lokmayla besleyen hayırsız aile reisi durumuna düşmekten titriyorsa tabii.


Hatta Müslümanlar aldatmaktan öylesine uzak durmalı ki: Muhatabım Müslüman’dır, öyle ise beni aldatmaz!. diyebilmelidir insanlar.

- Müslüman pazarda malın sağlamını öne, çürüğünü de arkaya dizerek, müşterisini aldatmaz diye düşünebilmelidir müşteriler.

Nitekim Medine pazarında gezerken sattığı malın görünen kısmı ile görünmeyen kısmı aynı olmadığını anlayan Efendimiz  (sas) Hazretleri, soruyor:

-Bu nedir böyle ey Allah’ın kulu? Malın üstü başka, altı başka? Görünen kısmında iyisi,  görünmeyen kısmında ise başka türlüsü var? İşte bundan sonra tarihî ikazını yapıyor:

- Aldatan bizden değildir! Malın üstü nasılsa altı da öyle olmalı, önünde ne varsa arkasında da aynı olmalıdır. Alıcı sonunda bir aldatma ile karşılaşmamalı, Müslüman aldatmaz diye emin olmalıdır.


Tezgâhın önünde dizili mallar cazip görüntüde. Ancak arkasındakilerin kimi çürük, kimi ezik, kimi de ham... Size öndeki sağlam ve olgunlar gösterilmekte, poşete arkadaki çürükler, ezikler, defolular sıkıştırılmakta, eve gelip de  masanın üzerine boşaltınca aldatıldığınızı anlamakta, üzülmektesiniz..
Tabii sizin içinizde bir aldatılmışlık hissi, aldatanın  içinde de  bir kurnazlık, akıllılık duygusu... Hani nerede kaldı o müthiş ikaza uymak:

-Aldatan bizden değildir!    


İsterseniz  bu ikaz, Resulüllah’a  gerçek manada ümmet olanlarda nasıl etki yapıyor, ne türlü bir dikkate vesile teşkil ediyor, bir de onu görelim..

İmam Azam Efendimiz’in giyim eşyası sattığı dükkânında çalışan tezgâhtarı, sattığı elbiselerin parasını patronuna teslim ederken bir defolu takımı da defosuz elbise içinde sattığı anlaşılıyor. Kusurlu malın kusursuz mal fiyatına satıldığını anlayan Hazret-i İmam, fazla parayı elinde yılan, akrep tutar gibi tutarken:


-Çabuk diyor, malı sattığın müşteriyi bul, aldığın fazla fiyatı özür dileyerek sahibine iade et ve helallık dile! Yoksa ben şu anda müşterisini aldatan Müslüman gibi hissetmeye başladım kendimi.


Tezgâhtar Yunus bin Ubeyd, Kufe sokaklarında koşar adımlarla müşteri arar ve nihayet bulur, aldığı fiyat fazlasının yeni farkına vardığını anlatarak hemen iade eder. Bundan sonra rahatlayan İmam da son ikazını yapar:

-Bir daha ucuz malı pahalı mal fiyatına satma yanlışlığı yapar da, müşteriyi aldatma hatasına düşersen, seni bu tezgâhta tutmam mümkün olmaz, bunu böyle bil!


Bundan dolayı İslam’ı geriden seyreden tüm insanlara bir daha tekrar ediyoruz ki:

-Bilerek aldatan bizden değildir!. Şefaate layık ümmetten sayılmazlar. Bu böyle bilinmeli, aldatan Müslüman’ın yanlışı İslam’a değil o Müslüman’ın şahsına mal edilmelidir.

a.sahin@zaman.com.tr
 

 

24 Eylül 2013 Salı

SEN DE Mİ BENİ UNUTTUN BEY ? (Şiir)


   *HİÇBİR ANNENİN HAKKI ÖDENMEZ, HERKESİN ANNESİ BİR TANEDİR.  ANAYA BABAYA SEVGİ - SAYGI VE HÜRMET  İNSANİYETİMİZİN GÖSTERGESİDİR!!!*

 

   SEN  DE    BENİ  UNUTTUN  BEY ? (Şiir)


*Son günlerde, bir surat, bir surat ki gelinde,*
*Çayımı bile yarım dolduruyor bey.*
*Allah'tan kulaklarım ağır işitiyor da *
*Duymuyorum ne söylediğini*


*Ama yine de hissediyorum bey; *
*Beni bu evde galiba istemiyor artık*
*Hey gidi günler heeey. *
*Oğlunu bilirsin, vur kafasına al lokmayı*
*İki arada bir derede, ne yapsın, ana bu atsa atılmaz, satsa satılmaz.*
*Bana artık gizli gizli sarılıyor bey... *

 
*Dün akşam uyurken öptü beni biliyor musun? *
*Nasıl ağırıma gitti nasıl *
*Artık akide şekeri de getirmiyor.*
*Hani dişlerim yok ya, güya yerken garip sesler çıkarıyormuşum da *
*Çocuklar iğreniyormuş benden. *
*Yok,vallahi yalan bey, hiç yapar mıyım ben öyle şey? *

 
*Gelin çocuklara masal anlatmamı da yasakladı *
*Üstelik seninle konuşuyormuşum diye duvardaki resmini bir yere sakladı *
*Olsun, *
*Koynumdaki resminden haberi bile yok!*
*Yine de beddua edemem bey,*
*Oğlumun karısı, torunlarımın anası o.*

 
*Geçenlerde üst komşular geldi,*
*Ne konuştuklarını duymayayım diye kapıyı üstüme kilitledi.*
*Duymadım, duymadım, lakin hissettim. *
*Düşkünler evine yatıracaklarmış önümüzdeki ay beni *
*Ne yalan söyleyeyim epey ağırıma gitti, epey, *
*Ha, sen ne diyorsun bey? *
*Hani bir görünsen oğluna, ne de olsa babasısın, *
*Seni dinler. *

 
*Bu odada oturur, vallahi hiç dışarı çıkmam.*
*Akide şekeri de istemem.*
*Masal da anlatmam artık çocuklara *
*Ne olur ayırmasınlar beni bu evden*

 
*Yaşayamam nefes bile alamam*
*Sana ait anılardan uzak ne yaparım ben, ne yaparım? *
*Şu camın pervazında hayalin durur, çekmecelerde el izin.*
*Bastonun hala duvarda asılı. *


*İstemiyorlar beni artık, istemiyorlar hasılı.*
*Hey gidi günler hey*
*Hani diyorum bir çağırsan*
*Yoksa, ...  yoksa sende mi unuttun beni bey*
*Sende mi unuttun beni bey? *



Mehmet ÇETİN
 


    Not;   Bir gün yaşlanacağımızı unutmayalım. Ve büyüklerimize bu sözleri söyletecek davranışlarda bulunmayalım.