30 Nisan 2019 Salı

ÖLMEDEN ÖNCE ÖLÜNÜZ

ÖLMEDEN ÖNCE ÖLÜNÜZ


 0
Hasan-ı Basrî Hazretleri şöyle buyurmuştur:
“İki gün ve iki gece vardır ki mahlûkat, onlar gibisini asla duymamış ve görmemiştir:
Gecelerin birincisi, kabir ehliyle kaldığın ilk gecedir. Daha önce onlarla hiç kalmamıştın.
İkincisi, sabahı kıyâmet olan gecedir ki artık gecesi olmayan bir gün başlayacaktır.
En dehşetli iki güne gelince, birincisi, Allah Teâlâ’dan bir habercinin gelip O’nun senden râzı olup olmadığını, senin cennete veya cehenneme gideceğini bildirdiği gündür.
İkinci gün de, amel defterinin sağ veya sol tarafında verilerek Cenâb-ı Hakk’ın huzûruna çıkarılacağın gündür.” (Bkz. İbnü’l-Cevzî, ez-Zehrü’l-Fâtih, s. 25; Ebu’l-Ferec Abdurrahmân, Ehvâlü’l-Kubûr, s. 154)
İnsan için en büyük imtihan ve en dehşetli belâ, ölümdür. Ama ondan daha kötü olanı, ölümden habersiz yaşamak, onu hatırdan uzak tutmak ve Hakk’a lâyık ameller işleyememektir. Akıllı insana gereken, ölüm gelmeden evvel ona hazırlanmak ve nefsini kötü ahlâktan temizlemektir.
Şeyh Sâdî şöyle der:
Ey kardeş, sonunda toprak olacaksın! Toprak olmadan toprak gibi mütevâzı olmaya bak!
Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- da şöyle buyurmuştur:
Hesâba çekilmeden evvel kendinizi hesâba çekiniz. En büyük arz (Allah Teâlâ’nın huzûruna çıkarılıp O’na arz edileceğiniz gün) için (sâlih ve güzel amellerle) süsleniniz! Şüphesiz dünyadayken nefsini hesâba çeken kimse için kıyâmet günündeki hesap hafif olacaktır.” (Tirmizî, Kıyâmet, 25/2459)
Fânî vücûdumuz kabre defnedilirken evlâdımız ve malımız geride kalacak. Biz ancak amellerimizle toprağın sînesine gömüleceğiz. Orada kefenleri mizle birlikte bedenlerimiz de toprak olacak. Geriye bizimle birlikte sadece amel-i sâlihlerimiz kalacak.
İmâm Gazâlî Hazretleri şöyle buyurur:
Ölüm anında kişiyle birlikte ancak üç husûsiyeti kalır:
1) Kalp temizliği, yani kalbin dünya kirlerinden arınmış olması. Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:
قَدْ افَْلَحَ مَنْ زَكّٰيهَا
(Nefsini kötülüklerden) arındıran kurtuluşa ermiştir.” (eş-Şems, 9)
2) Allâh’ın zikriyle ünsiyeti. Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:
الََا بِذِكْرِ اللِّٰه تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ
…Bilesiniz ki, kalpler ancak Allâh’ın zikriyle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28)
3) Allah için muhabbet beslemesi. Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:
قُلْ اِنْ كُنْتمُْ تحُِبُّونَ اللَّٰه فَاتبَِّعُون۪ي يحُْبِبْكُمُ اللّٰه وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنوُبَكُمْ وَاللّٰه غَفُورٌ رَح۪يمٌ
(Rasûlüm!) De ki: Eğer Allâh’ı seviyorsanız bana tâbî olunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah Ğafûr’dur, Rahîm’dir.” (Âl-i İmrân, 31)
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Tefekkür, Erkam Yayınları, 2013, İstanbul




AHİRETİN SON EVRELERİ

AHİRETİN SON EVRELERİ


 0

Ahiret hayatının son evreleri nedir?
Âhiret menzillerinin sonuncuları olan Cennet ve Cehennem bahislerine geçmeden evvel, bir hususun iyice anlaşılması gerektiği kanaatindeyiz. Şöyle ki;
İnsan, pek çok bakımdan âciz yaratılmış bir varlıktır. Meselâ gözüyle görebildiği mesafe ve kulağıyla duyabildiği ses frekans aralığı sınırlı, aklıyla kavrayabildiği hakîkatler de mahduttur. Dünyada bir nevî hükümdarı olduğu şu beden tahtını bile, son nefesle birlikte terk edip toprağa vermeye mahkûmdur.
AHİRETİN SON AŞAMALARI
Cenâb-ı Hak, insan idrâkini de, hakîkatleri müşahhas misallerle daha iyi kavrayacak bir mâhiyette yaratmış, bu fânî cihânı bir ibretler sergisi hâlinde takdim etmiştir. Ömrünü ilâhî emirler istikâmetinde yaşayanlara Cennet’i, yegâne hak dîn olan İslâm’dan gâfil kalanlara ise Cehennem’i vaad etmiştir.
Her şeyden önce şunu ifâde etmek lâzımdır ki, âyet-i kerîmeler ve hadîs-i şerîflerde bizlere tasvir edilen Cennet veya Cehennem’i gerçek mânâ ve mâhiyetiyle idrâk edebilmemiz, dünyevî intibâlarla düşünebilen sınırlı aklımızla mümkün değildir. Zira sınırlı olan sınırsızı, fânî olan sonsuzu ihâta edemez. Bununla beraber âhiret ahvâli hakkında bildirilenler, o ebedî âlem için gereken hazırlıktan gâfil kalmayalım diye bizim idrâk seviyemize sunulan, ilâhî ve nebevî hakîkatlerdir.
Cenâb-ı Hak âdeta sonsuz ilim ve kudretini sergilercesine, apayrı hususiyetlere sahip birçok âlem yaratmış, insanoğlunu da bu âlemlerin bir seyyâhı kılmıştır.
Meselâ insan bedeni, geçmişte bir tabiat unsuru olarak toprak terkibinde bulunuyordu. Zamanı gelince topraktan çıkan nebâta ve oradan da bazı mahlûkata geçti. Derken aldığı gıdalarla babasının sulbüne nutfe olarak intikâl etti, oradan da annesinin rahmine yerleşti.
İnsanoğlu ana rahminde ise çok farklı bir hayat kazandı. Orada yedi kat karanlığın altında bir su torbasının içinde yaşıyor, annesinden aldığı kan ile besleniyordu. Bir müddet sonra içinde bulunduğu hayatı terk etmek zorunda kaldı ve farklı bir âleme, yani şu fânî dünyaya gözlerini açtı. Hiç şüphesiz bu yeni hayatı, öncekinden çok daha farklı şartlara sahipti. Artık önceden olduğu gibi su içinde nefes almadan yaşaması veya kanla beslenmesi söz konusu değildi. Aldığı oksijenle ve yediği gıdalarla hayatını idâme ettiriyordu.
Bu hakîkati Mevlânâ Hazretleri şöyle ifâde buyurmaktadır:
“Ana karnındaki çocuğa biri deseydi ki:
«–Dışarıda pek düzgün, pek hoş bir dünya var. Enine boyuna geniş, bereketli bir yeryüzü var.
Orada nice nîmetler, sayısız yiyecekler var. Dağlar, denizler, çöller, bostanlar, bağlar, bahçeler, çayırlıklar, çimenlikler var.
Çok yüksek ve ışıklarla dolu aydınlık bir gökyüzü, Güneş, Ay, Sühâ Yıldızı ve diğer yıldızlar var.
Orada güneyden, kuzeyden, doğudan, batıdan rüzgârlar eser.
Bağlar, bahçeler; gelinler gibi süslenmiş, sanki düğünler yapılmaktadır. Dünya’nın şaşılacak güzellikleri, acayip hâlleri dille anlatılamaz ki…
Sen ana rahminde, o karanlık yerde sıkıntılar, mihnetler içindesin. Ey çocuk! Sen, o daracık işkence yerinde çarmıha gerilmiş, kan emmektesin. Hapse düşmüşsün; pislikler, eziyetler içindesin.»
Bütün bu sözlere rağmen o çocuk, yine de kendi hâline bakar, durumu gereği bir şikâyette bulunmazdı. Bilâkis bu söylenenleri inkâr eder, anlatılan gerçek haberlere inanmaz ve:
«–Bu söylenen sözler, olmayacak şeylerdir. Siz, çocuk mu kandırıyorsunuz, beni mi aldatıyorsunuz?!» derdi.
İşte dünyadaki insanların çoğu da böyledir. Hak dostlarının sözlerini, onların mânâ âleminden haberlerini inkâr ederler. Hak dostları, onlara;
«–Bu dünya pek karanlık, pek dar bir kuyu gibidir. Bu dünyanın ötesinde ise, kokudan, renkten âzâde çok hoş bir dünya vardır.» der. Fakat bu söz, onların hiçbirinin kulağına girmez.”
Aynen bunun gibi, insan öldükten sonra yine başka bir âleme geçecektir. Oranın şartları da şu anda içinde bulunduğumuz hayatın şartlarından çok farklı olacaktır.
Nitekim bildirildiği üzere orada hayat ölümsüz, nîmet ve güzellikler sonsuz ve hayal ötesidir. Günahkârların dûçâr olacağı azap da dünyada hiç görmediğimiz dehşet ve şiddettedir. Yani ıztıraplar da safâlar da dünyadakilerle kābil-i kıyas değildir. Zira orada zaman, mekân, ebat ve mesafeler farklı olacaktır. Bu sebeple insan, sonsuz olan âhiret yurdu hakkında verilen kırıntı kabîlinden bilgileri, ancak âyet-i kerîmeler ve hadîs-i şerîflerde beyân edildiği kadarıyla ve bu dünyadan edindiği intibâlara kıyâs etmek sûretiyle idrâk edebilir.
Velhâsıl Cenâb-ı Hak, ebedî hayatın nasıl olacağını ve orası için neler hazırlamak gerektiğini, peygamberleri vasıtasıyla kullarına haber vermiş, onlara mükâfat yerini de cezâ yerini de açıkça bildirmiştir. Aklını kullanarak hidâyete tâbî olanlara sonsuz nîmetler lûtfedeceğini, isyan edenleri de şiddetli bir azâba dûçâr edeceğini beyan buyurmuştur. Bunlar birer hakîkattir ve aynen haber verildiği gibi gerçekleşecektir. Zira Cenâb-ı Hak için hiçbir güçlük yoktur.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Ebediyet Yolculuğu, Erkam Yayınları




29 Nisan 2019 Pazartesi

HESAP GÜNÜ KORKU VE HÜZÜN DUYMAYANLAR

HESAP GÜNÜ KORKU VE HÜZÜN DUYMAYANLAR


 0

Ahirette kendilerine korku ve hüznün ulaşamayacağı kullar kimler?
Dostun dostu sormayacağı, kişinin kardeşinden, anne-babasından ve evlâdından kaçacağı, çocukların korkudan ak saçlı ihtiyarlar hâline döneceği ifâde edilen kıyâmet gününün o şiddetli hengâmında, birtakım insanlar vardır ki, onlar büyük bir emniyet ve huzur içerisinde ilâhî ikramlara mazhar olurlar. Onlar için hiçbir korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır.
Nitekim Cenâb-ı Hak şöyle buyurmaktadır:
“Bilâkis kim ihsan sahibi bir kul olarak yüzünü sadece Allâh’a döner (O’na hakkıyla kulluk ederse), işte onun Rabbi katında ecri vardır. Onlara hiçbir korku yoktur ve onlar mahzun da olacak değillerdir!” (el-Bakara, 112)
“Bilesiniz ki, Allâh’ın dostlarına korku yoktur; onlar üzülmeyecekler de. Onlar (Allâh’a) îmân edip de takvâya ermiş olanlardır.” (Yûnus, 62-63)
“Şüphesiz, «Rabbimiz Allah’tır» deyip, sonra istikâmet üzere dosdoğru gidenler yok mu; işte onların üzerine melekler iner ve; «Korkmayın, üzülmeyin, size vaad edilen Cennet’le sevinin!» derler.” (Fussilet, 30)[1]
AHİRETTE KENDİLERİNE KORKU VE HÜZNÜN ULAŞAMAYACAĞI KULLAR
Diğer âyet-i kerîmelerde zikredilen ve Cenâb-ı Hakk’ın indinde ecirleri bulunup kendilerine korku ve hüznün ulaşmayacağı kullar şunlardır:
  • Allah Teâlâ’dan gelen hidâyete tâbî olanlar, Allâh’ın âyetlerini okuyan peygamberleri duyunca hemen takvâya sarılıp hâllerini düzeltenler. (Bkz. el-Bakara, 38; el-A‘râf, 35; el-Cin, 13)
  • Allâh’a, âhiret gününe ve diğer îmân esaslarına inanıp hâllerini ıslâh edenler, amel-i sâlih işleyenler, namazı ikāme edip zekâtlarını verenler. (Bkz. el-Bakara, 62, 277; el-Mâide, 69; el-En‘âm, 48; Tâhâ, 112; en-Nûr, 55)
  • Allah yolunda mallarını infâk eden, sonra da verdikleriyle minnet (başa kakma) ve eziyette bulunmayanlar. (Bkz. el-Bakara, 262)
  • Mallarını gece-gündüz, gizli-açık infâk edenler. (Bkz. el-Bakara, 274)
  • Şehidler, Allah yolunda öldürülenler. (Bkz. Âl-i İmrân, 169-170)
  • Kâfirlerin; “Allah, bunları aslâ lûtfuna nâil etmez!” diye yeminler edip hor ve hakir gördüğü, lâkin hakîkatte Cenâb-ı Hakk’ın lûtfuna ve rahmetine mazhar olmuş mü’minler. (Bkz. el-A‘râf, 49)
Mü’minleri aşağılayıp küçük görmek, inançsız kimselerin değişmez huyudur. Allâh’a îmân edenlerin hiçbir zaman huzur ve rahatlığa eremeyeceklerini, dâimâ rezil ve zelil olacaklarını düşünürler. Lâkin bilmezler ki insana asıl kıymet kazandıran, îman cevheridir. Sonunda mü’minler Cenâb-ı Hakk’ın rahmetine nâil olarak Cennet’e girdiklerinde, kâfirlere bu düşünceleri hatırlatılır. Zayıf görülen mü’minlerin nasıl korku ve hüzünden ebediyyen emîn oldukları, kâfirlerin de nasıl sonsuz bir hüsran ve rezillik içinde kaldıkları gösterilir. Yani güzel âkıbet müttakîlerindir, yolun sonunda kazanacak olanlar, ancak îman ehlidir.
  • Allâh’ın Kitâbı’na sahip çıkan, ona vâris olan ve Allâh’ın izniyle hayırlarda öne geçmek için yarışanlar. (Bkz. Fâtır, 32, 34)
  • Takvâ sahibi kullar. (Bkz. ez-Zümer, 61)
  • Allâh’ın âyetlerine îmân edip müslüman olan, tam bir teslîmiyetle Cenâb-ı Hakk’ın râzı olduğu bir kulluk kıvamına ulaşanlar. (Bkz. ez-Zuhruf, 68-69)
Hadîs-i şerîflerde haber verildiğine göre, Mahşer yerinde, Güneş iyice yaklaştırılıp çok uzun zamandır büyük sıkıntılar içinde bekleyen insanların döktüğü terler neredeyse boylarına ulaşırken, bazı kullar da vardır ki Arş’ın gölgesinde nîmet ve ikramlar içindedirler.
KIYAMET GÜNÜ ARŞIN GÖLGESİNDE 7 SINIF İNSAN KİMDİR?
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz bu has kulları şöyle haber vermişlerdir:
“Başka bir gölgenin bulunmadığı kıyâmet gününde Allah Teâlâ, yedi (sınıf) insanı, Arş’ının gölgesinde barındıracaktır:
  1. Âdil devlet başkanı,
  2. Rabbine kulluk ederek temiz bir hayat içinde serpilip büyüyen genç,
  3. Kalbi mescitlere bağlı Müslüman,
  4. Birbirlerini Allah için sevip, buluşmaları da ayrılmaları da Allah için olan iki insan,
  5. Güzel ve mevkî sahibi bir kadının beraber olma isteğine; «Ben Allah’tan korkarım!» diyerek yaklaşmayan yiğit,
  6. Sağ elinin verdiğini sol elinin bilemeyeceği kadar gizli sadaka veren kimse,
  7. Tenhâda Allâh’ı anıp gözyaşı döken kişi.” (Buhârî, Ezân 36, Zekât 16, Rikāk 24, Hudûd 19; Müslim, Zekât, 91)
Yine kıyâmet gününün sıkıntılarından âzâd olup korku ve hüzün duymayacak olan bahtiyarlardan biri de, sırf Allah için birbirlerini seven mü’minler olacaktır.
Bu hakîkati de Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle haber vermişlerdir:
“Kıyâmet günü Allah Teâlâ şöyle buyurur:
«Celâlim hakkı için, Bana itaat maksadıyla birbirlerini sevenler nerede? Hiçbir gölgenin bulunmadığı bugün, onları Arş’ımın gölgesinde gölgelendireceğim, onları muhâfaza edeceğim.»” (Müslim, Birr, 37)
Bir gün Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
“Allah Teâlâ’nın kullarından birtakım insanlar vardır ki, nebî değildirler, şehid de değildirler, fakat kıyâmet gününde Allah katındaki makamlarından dolayı onlara nebîler ve şehidler imrenerek bakarlar.” buyurmuşlardı.
Ashâb-ı kirâm:
“–Ey Allâh’ın Rasûlü! Onların kim olduğunu bize haber verebilir misiniz?!” dediler.
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz (onların bir kısmını haber vererek) şöyle buyurdular:
“–Bunlar öyle insanlardır ki, aralarında ne akrabalık ne de mal alıp verme gibi bir münâsebet olmaksızın, sırf Allah rızâsı için birbirlerini severler. Vallâhi onların yüzleri nurdur, kendileri de nurdan birer minber üzerindedirler. İnsanlar korktukları zaman bunlar korkmazlar (Rab’lerine sığınırlar), insanlar mahzun oldukları zaman bunlar üzülmezler (tevekkül ve teslîmiyet gösterirler).”
Peşinden de Yûnus Sûresi’nin 62-64. âyetlerini tilâvet ettiler. (Ebû Dâvûd, Büyû, 76/3527; Hâkim, IV, 188/7318)
Nebiyy-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in haber verdiği şu hâdise de, din kardeşini Allah için sevmenin ind-i ilâhîdeki değerini ne güzel ifâde etmektedir:
“Bir kimse başka bir köydeki (din) kardeşini ziyaret etmek için yola çıktı. Allah Teâlâ, adamı gözetlemek için onun yolu üzerinde bir meleği vazifelendirdi. Adam meleğin yanına gelince, melek:
«–Nereye gidiyorsun?» diye sordu.
O zât:
«–Şu köyde bir din kardeşim var, onu görmeye gidiyorum.» cevâbını verdi.
Melek:
«–O kardeşinden elde etmek istediğin bir menfaatin mi var?» dedi.
Adam:
«–Yok, hayır; ben onu sırf Allah rızâsı için severim, onun için ziyaretine gidiyorum.» dedi.
Bunun üzerine melek:
«–Sen onu nasıl seviyorsan Allah da seni öylece seviyor. Ben, bu müjdeyi vermek için Allah Teâlâ’nın sana gönderdiği elçiyim.» dedi.” (Müslim, Birr, 38; Ahmed, II, 292)
BORÇ VERMENİN VE BORCUN ÖDENMESİNDE KOLAYLIK SAĞLAMANIN FAZİLETİ
Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz diğer bir hadîs-i şerîflerinde de, zor durumda olan bir kimseye borç veren ve bu borcun ödenmesinde kolaylık sağlayan kimse için şöyle buyurmuşlardır:
“Her kim zor durumdaki borçluya mühlet verir veya alacağında indirim yaparsa, Allah Teâlâ onu kendi gölgesinde gölgelendirir.” (Müslim, Zühd, 74)
“Bir kimse darda bulunan borçluya mühlet verir veya borcunun bir kısmını ya da tamamını bağışlarsa, Cenâb-ı Hak o kişiyi Allâh’ın gölgesinden başka gölge bulunmayan kıyâmet gününde Arş’ının altında gölgelendirir.” (Tirmizî, Büyû‘, 67/1306; İbn-i Mâce, Sadakât, 14)
Dipnot:
[1] Ayrıca bkz. el-Ahkāf, 13.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Ebediyet Yolculuğu, Erkam Yayınları




28 Nisan 2019 Pazar

HAYATIN MUHASEBESİ

HAYATIN MUHASEBESİ


 0

Kalbin selâmeti mâsivâyı terk ile olur.
Bedevî bir Arab:
– “Yâ Rasûlallah! Kıyamet ne zaman kopacak?” diye sormuştu.
Resûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- bedeviye:
– “Âhiret için ne hazırladın?” diye sormuştu. Enes -radıyallahu anh- rivayetinde bedevî:
– “Ya Rasûlallah! Benim Allah’a ve onun Peygamberine muhabbetten başka âhiret için bir hazırlığım yoktur.” diye cevâp vermesi üzerine; Resûl-i Ekrem -sallallahu teâlâ aleyhi ve sellem- bedevîye:
– “Sen sevdiğin kimse ile berabersin!” buyurmuştur.
Enes -radıyallahu anh- der ki:
Biz de, “Yâ Rasûlallah! Âhirette sevdiğimiz ile beraber miyiz?” diye sorduk.
Resûl-i Ekrem -sallallahu teâlâ aleyhi ve sellem-:
– “Evet, berabersiniz!” diye tasdîk buyurdu. Biz de böyle bir cevâptan pek ziyâde bir ferah ve sevinç duyduk.
Ey mü’min! Kalbindeki muhabbetini yokla da, hâlini tefekkür et, muhabbetin neye galiptir?
KİMDE ÜÇ ŞEY BULUNURSA…
Enes -radıyallahu anh- şöyle demiştir:
Nebiyyi Mükerrem -sallallahu teâlâ aleyhi ve sellem buyurdu ki;
Kimde üç şey bulunursa halâvet-i imânı tatmış olur.
1- Allah ile Rasûlullah, kendisine mâadalarından daha sevgili olmak.
2- Bir kimseyi bilâ-garaz velâ-ivaz sevmek, ancak Allah için sevmek.
3- Allah onu küfürden kurtardıktan sonra, yine küfre dönmekten ateşe atılacakmışcasına hoşlanmamak.” (Buhârî, Îmân, 9; Müslim)
Kendisi ateşe atılmayı sevmediği gibi, şeref-i islâm ile müşerref olduktan sonra tekrar küfre avdet etmeyi asla sevmemek ve küfürden uzak olmaya çalışmak ve küfre yakın olmamaya çalışmak.
BÜTÜN GÜNAHLARIN BAŞI
Kalbi, dünyâ muhabbetinden halâs edip Hak -sübhânehû ve teâlâ-’nın harâret-i muhabbetiyle doldurmak, o mü’min için saadet alâmetidir.
Allahu Teâlâ’nın abdinden i’râzının alâmeti, o kulun mâlâya’nî ile iştigâlidir. Dünyâ muhabbeti günahların pîridir. “Dünyâ sevgisi bütün günahların başıdır.” buyrulmuştur. Ve onun terki de cemî ibâdâtın başıdır.
Haberde gelmiştir ki: “Dünyâ mel’ûndur, onda olanlar da mel’ûndur, ancak Allah’ı ananlar müstesna.” Çünkü zâkirler ve belki her zerre-i vücûdları dahî Allah -sübhânehû ve teâlâ-’nın zikri ile doludur.
Dünyâ, bir nesnedir ki, gönlü Hak -sübhânehû ve teâlâ-’dan alıkor. Ve Hak’tan gayrı mal, evlâd ve esvâb ve riyaset gibi şeylere meftun eder.
“Ey mü’minler! Emvaliniz ve evlâdınız sizi Allah’ın zikrinden ve üzerinize farz olan ibâdeti edadan meşgul etmesin. Eğer bir kimsenin emval ve evlâdı ferâizini edadan onu meşgul ederse onlar zarar görücüler ve hüsranda kalıcılardır.”(Münâfıkun Sûresi, 9) Kezâ: “i’râz et o kimseden ki, o kimse zikrimizden i’râz etti ve yüz çevirdi ve o kimse hayât-ı dünyâdan başka bir şey murâd etmez.”(Necm Sûres, 29)  nass-ı kâtı’dır. Her ne ki dünyâdır, belâ-yı cândır. Ve ehli dahî dünyâda tefrika sahibi ve âhirette nedâmet ve hüsran ehlindendir.Onun hakîkatta terkinin alâmeti; onun vücûdu ile ademi müsâvî olmuş ola. Bu mânânın husûlü de erbâb-ı cem’iyyetsiz müteassirdir. Kalbin selâmet bulması da ancak mâsivâyı Hak -celle ve alâ-’nın nisyânı ile hâsıl olur ki, ona fena tabir olunur.
Kaynak: Musahabe, Altınoluk Dergisi, Sayı: 398




27 Nisan 2019 Cumartesi

LİFLİ GIDALAR VE FAYDALARI


LİFLİ GIDALAR VE FAYDALARI


 0

Lif nedir, hangi besinlerde bulunur? Lifli gıdalar nelerdir? Lifli besinler sindirimi kolaylaştırır mı? Lifli gıdaların sindirim sistemine faydaları nelerdir? Lifli gıdalar ve faydaları…
Günümüzün modern hayat şartları, beraberinde yanlış beslenme alışkanlıkları da getirdi. Bu yüzden obezite, diyabet, kalp hastalıkları başta olmak üzere sağlıksız bir toplum hâline geldik. Hiçbir hastalığı olmayan çocuk veya gençte bile sindirim bozuklukları, kabızlık, reflü gibi şikâyetler görülmekte… Maalesef bütün bunlar keyfe göre, sorgulamadan yeme-içmenin bir neticesidir.
Beslenme uzmanlarının yiyecekler konusundaki ikazlarını, ancak ağrılarımız ve sancılarımızla başa çıkamadığımız zaman dikkate alıyoruz. Meselâ kabızlık problemi yaşadığımızda lif açısından zengin gıdalar almak aklımıza geliyor. Hâlbuki lifli gıdaların vücudumuzun bütün organları için faydalı olduğunu unutmamak gerekiyor. Özellikle de lifli gıdalar hakkında yeni bilgiler öğrendikçe, onların vücudumuzdaki her türlü atık madde, toksin, hastalık ve iltihap yapıcı her zararlıyı süpürüp atan birer “temizlikçi” olduğunu göreceğiz.
LİF (POSA) NEDİR?
Gıda lifi (posa), tek başına bir gıda değildir. Lifler vücudumuzda bağırsak enzimleri tarafından sindirilemeyen ve enerji olarak kullanılamayan kompleks karbonhidratlara verilen isimdir.
LİFLİ GIDALAR NELERDİR?
Lifler meyve, sebze, tahıl ve baklagiller gibi nebâtî (bitkisel) ürünlerde bulunur; et, süt, yumurta gibi hayvanî ürünlerde bulunmaz. Lifler; suda çözünebilen lifler ve suda çözünemeyen lifler olmak üzere ikiye ayrılır. Her iki lif çeşidi, bağırsak içindeki mikroflora yani “bakteri florası” için gıda kaynağıdırlar ve fermente olurlar. Bağırsak içi mikrofloranın fermentasyonu, bağırsak içi sağlıklı yapının sürdürülmesine destek olarak bağışıklık sisteminin güçlenmesine yardımcı olur.
SUDA ÇÖZÜNEBİLEN LİFLER
Bu lifler, bağırsaklarda çözülerek jel kıvamına gelir. Bu jel ise, sindirim sisteminin hızını yavaşlatarak tokluk hissinin daha uzun sürmesine yardımcı olur. Suda çözünebilen gıda lifleri, kandaki kolesterol seviyesinin korunmasını ve yemeklerden sonra meydana gelen kan şekeri dalgalanmalarını önler. Yani bu lifler, kandaki kolesterolün düşmesini ve glikoz emiliminin de azalmasını sağlar. Dolayısıyla bu da son yıllarda en çok konuştuğumuz diyabet ve kalp hastalıklarına karşı koruma sağlayan en önemli diyetin, “lifli beslenme” olduğunu bir kere daha gözler önüne sermektedir.
SUDA ÇÖZÜNEN LİFLERİN BULUNDUĞU YİYECEKLER
Meyveler: Narenciye grubu (portakal, greyfurt, mandalina), şeftali, muz, elma, armut, kuru erik, kuru kayısı, böğürtlen, nektarin, kiraz, erik, çilek.
Sebzeler: Brokoli, brüksel lahanası, havuç, kabak, domates, patates, bezelye.
Baklagiller: Fasulye, nohut, yeşil ve kırmızı mercimek.
Tam Tahıllar: Buğday, arpa, yulaf.
SUDA ÇÖZÜNEMEYEN LİFLER
Bu lifler vücudumuzun temizlikçileridir. Suda çözünemeyen lifli yiyecekler vücuda alındığında, bağırsak içinde sindirilmeden hareket ederek bağırsağın hareketlerine yardım eder. Sindirim sürecinde suyu kendi yapısına çekerek midenin boşalmasını geciktirir, daha uzun süre tok kalmayı sağlar.
Böylece daha çok yemenin önüne geçilerek, kilo kontrolüne destek olur. Bu lifler, bir sünger gibi ağırlıklarının 20 katı kadar suyu emer ve hacimli bir dışkı oluşturur. Böylece düzenli tuvalet ihtiyacı sağlanmış, kabızlığın önüne geçilmiş olur.
SUDA ÇÖZÜNMEYEN LİFLERİN BULUNDUĞU YİYECEKLER
Meyveler: Kabuklu ve çekirdekli meyvelerin hemen hepsi.
Sebzeler: Yeşil yapraklı sebzeler, soğan, domates, patlıcan, salatalık, biber, kereviz, yeşil fasulye, mısır, brokoli, lahana, havuç, karnabahar, brüksel lahanası, şalgam, pancar.
Tahıl Grubu: Buğday kepeği, arpa unu, kahverengi pirinç, kepekli çavdar unu, müsli.
EN LİFLİ GIDALAR
Lif yönünden en zengin gıdaları ise; yulaf kepeği, yulaf unu, buğday kepeği, tam mısır unu, bulgur, kuru baklagillerin hepsi, bamya, ıspanak, bezelye, asma yaprağı, taze fasulye, kuru incir, kuru kayısı, armut, muz, badem, kestane ve yer fıstığı olarak sıralayabiliriz.
Çiğ gıdalar, işlenmiş gıdalardan; kabuklu olan gıdalar da kabuksuz olanlardan daha fazla lif içermektedir.
Günde 2000-2500 arasında kalori alan sağlıklı bir yetişkin fert için 28-35 gram arası lifli gıda yemesi tavsiye edilmektedir.
LİFLİ GIDALARLA BESLENMENİN FAYDALARI
Lifli gıdalarla beslenenler, daha az hastalanır ve daha yüksek hayat kalitesine sahip olurlar.
Lif bakımından zengin gıdalar, çoğunlukla mineral ve vitamin açısından da zengindir. Meselâ 100 gr buğday kepeği, insan vücudunun potasyum, fosfor, bakır, çinko, kükürt ve magnezyum ihtiyacının hemen hemen tamamını karşılar.
Lifli gıdalar, sindirim sisteminin daha aktif çalışmasını sağlar. Özellikle kabızlık ve hemoroid problemlerinin giderilmesine yardımcı olurlar.
Kandaki kötü kolesterolün düşürülmesinde tesirli oldukları gibi, vücuttaki şeker seviyesini de dengeler.
Düzenli olarak lif tüketen kişilerin damar hastalıklarına yakalanma riski, tüketmeyenlere göre çok daha düşüktür.
Potansiyel olarak kanser oluşumuna sebep olabilecek maddelerin vücuttan atılmasına ve organlarda oluşabilecek iltihapların azalmasına da yardımcı olur.
Lifli gıdaların yenilmesi, kolon kanserine yakalanma riskini düşürür.
Lifli gıdalarla beslenme, kalp sağlığının koruma altına alınmasına yardım eder.
Kilo vermesi gerekenlerin lif ağırlıklı beslenmeleri daha hızlı kilo vermelerini sağlar.
FAZLA LİF TÜKETMENİN MUHTEMEL YAN TESİRLERİ NELERDİR?
Lifli gıdaların faydalı olduğundan bahsettik. Ancak her beslenmede olduğu gibi lif içeren gıdaların da aşırı tüketilmesi, bazı sağlık problemlerine davetiye çıkarabilir.
Ayrıca kısa sürede yüksek oranda lif tüketmek; şişkinlik, gaz ve karın kramplarına sebep olmaktadır. Lifli gıdaları, beslenme programımıza yavaş yavaş artan miktarlarda dâhil etmek bunun önüne geçecektir. Böylece oluşabilecek yan tesirlerden kendimizi korumuş oluruz.
LİFLİ BESİNLERDEN FAYDALANMAK İÇİN TAVSİYELER
Her öğünde çiğ veya pişmiş sebze-salata bulundurulmalıdır.
Meyveleri çok iyi yıkayıp kabuklarıyla yemeye gayret etmek lâzımdır. Meyve suyu yerine meyve tercih edilmelidir.
Beyaz un yerine tam buğday unu alınmalıdır. Her türlü hamur işinde bu unu kullanmaya gayret edilmelidir. Beyaz ekmek yerine tam buğday, tam çavdar, yulaf unundan ekmekleri yemek alışkanlık edinilmelidir. Zor zamanlarda tam tahıllı kahvaltılık gevrekleri alınabilir.
Atıştırmalık olarak meyve ve kuruyemiş tercih edilmelidir. Çorbaya, salataya ilave kepek, yulaf, mercimek, barbunya, nohut eklenmelidir. Ara öğün olarak, yoğurt içine yulaf veya tam tahıllı gevrek eklenerek yenilebilir.
Haftada 1-2 defa kesinlikle kuru baklagil yenmelidir.
Netice olarak kendi kültürümüzden gelen yeme-içme alışkanlıklarını yeniden gözden geçirmemiz gerekiyor. Özellikle Tıbb-ı Nebevî kaynaklarında ekmek çeşitlerinin hangisi olursa olsun, hepsinin kepekli, kabuklu unlardan yapıldığı görülür.
Günümüzde “gıda teknolojisi” genellikle haz odaklı gelişmelerle birlikte sağlığı ikinci plânda bırakmıştır. Bizler de sağlımızı ön plâna alarak bu konuda kafa yormalıyız. Reklâmların, modaların, medyanın dayatmalarına uymamalıyız.
Belki şu cümle hepimize ışık tutabilir: Topraktan, ağaçtan, denizden çıkan yiyecekler birinci dereceden tercihimiz; fabrikadan çıkıp kutulanmış, ambalajlanmış, paketlenmiş gıdalar ise en son tercihimiz olmalıdır.
Kaynak: Nejla Baş, Şebnem Dergisi, Sayı: 166

http://www.islamveihsan.com/lifli-gidalar-ve-faydalari.html