31 Ocak 2017 Salı

VERİR ALIR, ALIR VERİR

VERİR ALIR, ALIR VERİR

Ahmed Mürşidî Efendi bir gün talebeleri ile sohbet ederken, bir talebesinin nasîhat istemesi üzerine, ona şöyle buyurdu:

-Aslâ dünyâ malına meyletme! Ancak kimseye el açmayacak kadar malın olsun yeter. Bilmez misin her işin hayırlısı ortasıdır.


Dünyâ âhiretin tarlasıdır. Sen bu âleme para ve mal toplamak için gelmedin! İyi ameller yapmak için geldin.

Kimseye el açmayacak ve yetecek kadar mal kazandıktan sonra, vaktini Hak teâlâya ibâdet ederek geçir. Ondan sonra yat ve istirâhat et.

Unutma!


Nefsinin de sende hakkı vardır. Topladığın o mal ve mülk senin değil, mîrasçılarınındır. Senin rızkın ancak, âlemlerin rızk vericisi olan, Allahü teâlâ tarafından, sana yemen içmen için verilenden ibârettir.

Malım mülküm yok deme! Olmadı diye gam çekme! Bu benim mülkümdür diyene, bir gün ecel gelir. Bu sûretle, o malın sâhibi olduğuna dâir iddâsı yalan olur. Bu yalan dünyâ, dâimâ insanlara gaflet gömleği giydirir.

Bu fânî mülkü elimizden alır. Kendini ona sâhip sanacak bir yalancı müşteri bulur. O da ölür, yerine başkası çıkar. Dünyânın âdeti böyledir. Verir alır, alır verir.

Evliyâlar Ansiklopedisi





Allah kuluna bir nimet verirse

Allah kuluna bir nimet verirse
 

İstanbul Evliyasından Fethi Ali Efendi “rahmetullahi aleyh”, bir sohbette;
- Kardeşlerim, Allahü teâlâ bir kuluna bir nimet verdiyse, bu nimeti o kulunun üstünde görmek ister, buyurdu.

Ve misal verdi:
- Mesela bir Müslümana zenginlik verdiyse, o kimse imkanı nispetinde güzel yemekler yemeli, güzel elbiseler giymeli, güzel yerlerde oturmalı, fakirleri de gözetmelidir.

Şöyle bitirdi:
- Bununla beraber “ölüm”ü ve “ahiret”i bir an olsun unutmamalıdır.

İbadeti bilerek yapın!

Bir gün de;
- Şartlarını bilerek yapılan az ibadet, bilmeyerek yapılan çok ibadetten daha iyidir, buyurdu. Onun için her gün dinimizden bir şeyler öğrenmelidir.

Ve ekledi:
- Hadis-i şerifte; “İlim yolunda ölen kişi, kabre cahil girer, alim olarak çıkar” buyuruldu.

Ve izah etti:
- Yani her gün, dinden bir şeyler öğrenen, mesela bir iki sayfa ilmihal okuyan kimse, ilim yolunda sayılır. Ölürse, “cahil” olarak kabre girse bile, kıyamette “alim” olarak kalkar mezarından.

Hanımınızı üzmeyin!


Bir gün de bazı sevdikleri;
- Efendim, kendi hanımını üzmek de kul hakkına girer mi? diye sordular.

Cevabında;
- Elbette, buyurdu. Hem de en büyük kul hakkına girer. Ailesinin hak ve hukukuna riayet edemeyecek olan, evlenmesin. Çünkü evlenirse, kul hakkından kurtulamaz ahirette.

Ve ilave etti:
- Çünkü kadın esir değildir, köle değildir, hizmetçi hiç değildir. Eski büyükler, hanımından su bile istemez, kalkıp kendileri içerlermiş.

- Neden efendim? Dediler.

- “Kul hakkı”ndan korktukları için, buyurdu. Eshab-ı kiram da böyle yaparlarmış. Deve üzerinde iken kırbaçları yere düşse, inip kendileri alır, başkasından istemezlermiş.
 

 


 

30 Ocak 2017 Pazartesi

HASBİHAL

HASBİHAL

Aynayı sadece saç taramak için kullanmamalı insan… Bazen doğrudan kendi gözlerinin içine bakmalı ve konuşmalı…
Kimsin sen? Ne için yaşıyorsun?


Her gün sabahın köründe evden çıkıp akşam yorgun argın geliyorsun. Ama dünya telaşının içinde varoluşunun asıl gayesini bir türlü anlayamıyor, hakikati göremiyorsun....

Baktığın yer, gördüğün şeye engel mi acaba diye düşündün mü hiç? Anlamsız fırça darbeleri diye aşağıladığın tabloya biraz açılıp da bakmayı denedin mi?

Aşağıdan bakınca pamuk gibi gözüken bulutların, tonlarca ağırlığındaki metal yığını uçakları nasıl da yaprak gibi titrettiğini anlayabilmek için biraz yükseklere çıkmak;
Veya yukarıdan bakınca da mavi bir çarşaf gibi gözüken denizin, koca gemileri fındıkkabuğu gibi nasıl salladığını görmek için biraz aşağıya inmek lazım...


Bu kadar hareket kabiliyetin olmadığı için sen de birilerinin peşine takılmış gidiyorsun… Acaba peşinden gittiğin kişiler, gerçek zannedilen şeyin hayal olduğunu söyleyenler mi, yoksa hayali gerçekmiş gibi gösterenler mi?

Milton, Shakespeare okuyup hayatın anlamını keşfettim zannederken, Mesnevinin bir mısrasında kayboluyorsan yazık sana!

“Aklını pusula yap, düşünceni özgür bırak,” diyenler ne hikmetse farklı yönlere dağılıp gitmişler hep. Düşüncenin en özgür halinin teslimiyet olduğunu anlayamadan, güneşten mahrum bir hayatı el yordamıyla yaşayarak ve kendilerine teslim olarak gitmişler…

Işığı kaynağından alanların ise yönü hep aynı… İnci taneleri gibi ardı ardına dizilmişler. Ama sen hakikat silsilesinden bihaber, hayatlarını yüzeyde debelenerek geçirenlerin peşinden gidiyorsun…

İmam-ı Gazali’nin yanında Weber’in, Kant’ın, Hegel’in ancak bir su birikintisindeki gökyüzü kadar derin olabileceklerini göremiyor musun?

Bilimle sınırlandırılan bir dünya görüşüne sığabilecek kadar küçülenleri gözünde büyütme! Eğer hayat gördüğün, anladığın ve tecrübe ettiğin şeylerden ibaretse, fikir çilesine ne hacet…

Sen ışığın kaynağını bulamadığın için sokak lambalarından medet umuyor ve uzayan gölgene bakıp kibirleniyorsun…

Karıncanın yanında belki çok büyüksün ama uzaydan bakıldığında bir nokta bile değilsin.

Bana kaç yıl yaşadığını, ne kadar çok şey bildiğini anlatma sakın!

En nihayetinde sen, aldığın son nefes ve kurduğun son cümlesin.

- Salih Uyan

 






29 Ocak 2017 Pazar

Allah katında en iyi insan

Allah katında en iyi insan
 

Evliyanın en büyüklerinden Muhammed Masum Faruki “kuddise sirruh” hazretlerine, bir gün bazı sevdikleri;
- Efendim, Allah katında en iyi Müslüman kimdir? diye sordular.

Cevabında;
- En iyi kimse, kalbi dünyaya bağlı olmayan ve Allah sevgisi ile çarpandır, buyurdu.

Ve izah etti:
- Dünya muhabbeti, günahların başı, dünyayı sevmekten kurtulmak da, ibadetlerin başıdır.

Sordular:
- Hikmeti ne efendim?
- Çünkü Allahü teâlâ, dünyaya düşkün olmayı sevmez. Onu yarattığı zamandan beri, hiç sevmemiştir. Dünya ve dünyaya düşkün olanlar, melundur ve Allahü teâlânın merhametinden uzaktırlar.

- Dünya mı melundur efendim?
- Evet. Hadis-i şerifte; (Dünya melundur ve dünyada, Allah için yapılmayan her şey de melundur) buyuruldu.

- Dünya nedir ki efendim?
- Dünya, dinimizin yasak ettiği şeylerdir ki, haram ile mekruhlardır.

Günahların başı nedir?
Bir gün de sevdiklerine;
- Dünya sevgisi, günahların başıdır, buyurdu.

Sordular:
- Dünya nedir efendim?
- Dünya demek, kalbi Allahü teâlâdan gafil eden, Onu unutturan, kalbe Allah’tan başkalarını getiren şeyler demektir.

Ve açıkladı:
- Mesela Allahü teâlâyı unutturan mallar, mevki ve makamlar, hep dünya olur. Nitekim; (Bizi düşünmeyenlerden, bizden yüz çevirenlerden, sen de yüzünü çevir. Onları sevme!) mealindeki âyet-i kerime, böyle olduğunu açıkça göstermektedir.
 
 http://www.gonulsultanlari.com/detay.asp?Aid=8822


 

27 Ocak 2017 Cuma

KUL HAKKI

KUL HAKKI

Büyük Veli Bâyezîd-i Bistâmî (804-877) yağmurlu bir havada Cumâ namazına gitmek için evinden çıktı.


Sağnak hâlde yağan yağmur, yolu çamur hâline getirmişti. Yağmur bitinceye kadar bir evin ihâta duvarına dayandı.

Çamurlu ayakkabılarını duvarın taşlarına sürerek temizledi. Yağmur yavaşlayınca câmiye doğru yürüdü.

Bu sırada aklına bir mecûsînin duvarını kirlettiği geldi ve üzülerek;

-"Onunla helâlleşmeden nasıl Cumâ namazı kılabilirsin? Başkasının duvarını kirletmiş olarak nasıl Allahü teâlânın huzûrunda durursun?"

diye düşündü ve geri dönüp o mecûsînin kapısını çaldı. Kapıyı açan mecûsî;

-"Buyrun bir arzunuz mu var?" diye sorunca;

-"Sizden özür dilemeye geldim." dedi. Mecûsî hayretle;

-"Ne özrü?" diye sordu. O da;

-"Biraz önce duvarınızı elimde olmadan çamurlu ayakkabılarımı temizlemek maksadıyla kirlettim. Bu doğru bir hareket değil. Yağmurun şiddeti bu inceliği unutturdu."

deyince, Mecûsî hayretle;

-"Peki ama ne zararı var? Zâten duvarlarımız çamur içinde. Sizin ayağınızdan oraya sürülen çamur bir çirkinlik veya kabalık meydana getirmez." dedi.

Bâyezîd-i Bistâmî;

-"Doğru ama, bu bir haktır ve sâhibinin rızâsını almak lâzımdır." dedi. Mecûsî;

-"Size bu inceliği ve insan haklarına bu derece saygılı olmayı dîniniz mi öğretti?" diye sorunca;

-"Evet dînimiz ve bu dînin peygamberi olan Muhammed aleyhisselâm öğretti." dedi. Mecûsî;

-"O hâlde biz niçin bu dîne girmiyoruz?" diyerek kelime-i şehâdet getirip müslüman oldu.


Görüntünün olası içeriği: yazı





Bir zalimin hidâyeti

Bir zalimin hidâyeti
 

Anadolu Evliyasından Ömer Karamani hazretlerinin "rahmetullahi aleyh" yaşadığı devirde, zalim bir kişi vardı ki, zulmederdi insanlara.

Kiminin zorla malını alır, kiminin namusunu lekeler, kimini de öldürürdü.
Kimse de mani olamıyordu.

İnsanlar çaresizlikten bu zata gelip;
- Efendim biz mahvolduk, diyerek dert yandılar.

Ömer Karamani hazretleri;
- Hayrola ne oldu? diye sordu.

Yaptığı zulümleri anlatıp;
- Bunun yaptıkları canımıza tak dedi artık, dediler. Bir beddua edin de kurtulalım şundan.

Büyük Veli;
- Beddua etmek dinimizde tasvip edilmez buyurdu. Biz kimsenin helak olmasını istemeyiz. Ancak dua ederiz. Cenâb-ı Hak ona da, bize de hidayet versin.

Bu cevaptan pek tatmin olmayıp;
- Ama hocam o bir zalim, dediler.

Buyurdu ki:
- Olsun, “Ateş”te yanmak çok zordur kardeşlerim. Bunlar hakikati bilmiyor. Bilseler yapmazlar.

Ve ilave etti:
- Soruyorum size, bir kimse bile bile kendisini ateşe atar mı?

- Atmaz tabii efendim.

- Ama bunlar atıyor. Neden? Bilmiyorlar çünkü. Bilmeyene kızmak değil, acıyıp dua etmek lazım.

Bilseler, yapmazlar
Sonra şunu anlattı onlara:

Sevgili Peygamberimize “sallallahü aleyhi ve sellem” ilk Müslümanlar bir gün gelip;
- Ya Resulallah, beddua edin de şu müşrikler kahrolsun! dediler.

Efendimiz aleyhisselam onlara;
“Bilmiyorlar”, buyurdu. “Bilseler yapmazlar!”
Ömer Karamani hazretleri bunları anlatıyordu ki, o zalimin kalbine hidayet nurları dolmaya başladı birden.

Pişman oldu yaptıklarına.
Giyinip, acele çıktı evden.

Bu zata geliyordu.
Huzurunda tövbe edip nasihat isteyecekti bu büyük Veliden.
Ve nihayet uzaktan göründü.

Ömer Karamani hazretleri;
- Bakın biri geliyor, buyurdu. O kişi olmasın?

Dönüp baktıklarında, büyük şaşkınlık yaşadılar.
Zira gelen, o zalimin tâ kendisiydi.

Adamcağız doğruca gelip, diz çöktü bu zatın önünde.
Talebesi oldu.
Ve bir daha ayrılmadı yanından.

Üç şeye dikkat et!
Bir gün de, bir talebesine;
- Evladım, üç şeye dikkat et, buyurdu. Birincisi, paraya, mala gönül bağlama! İkincisi, öyle hayat sür ki, senin yüzünden kimse Cehenneme girmesin.

Ve açıkladı bunu:
- Yani senin davranışlarına bakıp da kimse dinden, İslamiyet’ten soğumasın. Bilakis öyle yaşa ki, herkes seni örnek göstersin birbirlerine.

Ve ekledi:
- Üçüncüsü de, yanına üzüntülü biri gelirse, neşeyle çıksın yanından. Böyle yapmak, nafile ibadet yapmaktan kat kat daha sevaptır.

http://www.gonulsultanlari.com/detay.asp?Aid=7815


 

26 Ocak 2017 Perşembe

​Kuran Mucizeleri

Kuran Mucizeleri

Merhaba sevgili gönül dostlarımız,

Allah bana 2003'te Kuran mealini düşünerek okumamla hidayet verdi biliyorsunuz.

Ve yılar sonra Kuran'da geçen bazı ayetlerin günümüz teknolojisi ile açıklandığını görünce imanım artmıştı.

Hatta hayatımı anlattığım kitaba da bunlardan birkaçını eklemiştim.

Sevgili Akın Gözükan isimli güzel yürekli genç 24dk lık videoda bunlardan bazılarını radyoda açıklamış.

Müsait olunca izlersiniz inşallah:






 
Sevgilerimle...

Celal Çelik



Kuran'da Nuh Kıssası

Kuran'da Nuh Kıssası


Hz. Nuh'un, Oğluyla Konuşması

"(Gemi) Onlarla dağlar gibi dalga(lar) içinde yüzüyorken Nuh, bir kenara çekilmiş olan oğluna seslendi: "Ey oğlum, bizimle birlikte bin ve kâfirlerle birlikte olma." (Oğlu) Dedi ki: "Ben bir dağa sığınacağım, o beni sudan korur." Dedi ki: "Bugün Allah'ın emrinden, esirgeyen olan (Allah)tan başka bir koruyucu yoktur." Ve ikisinin arasına dalga girdi, böylece o da boğulanlardan oldu." (Hud Suresi, 42-43)

Allah'ın Hz. Nuh'a Öğüdü
 
"Nuh, Rabbine seslendi. Dedi ki: "Rabbim, şüphesiz benim oğlum ailemdendir ve senin va'din de doğrusu haktır. Sen hakimlerin hakimisin. Dedi ki: "Ey Nuh, kesinlikle o senin ailenden değildir. Çünkü o, salih olmayan bir iş (yapmıştır). Öyleyse hakkında bilgin olmayan şeyi benden isteme. Gerçekten Ben, cahillerden olmayasın diye sana öğüt veriyorum. "Dedi ki: "Rabbim, bilgim olmayan şeyi Senden istemekten Sana sığınırım. Ve eğer beni bağışlamaz ve beni esirgemezsen, hüsrana uğrayanlardan olurum." " (Hud Suresi, 45-47)

Tufanın Sona Ermesi
 
"Denildi ki: "Ey yer, suyunu yut ve ey gök, sen de tut." Su çekildi, iş bitiriliverdi, (gemi de) Cudi (dağı) üstünde durdu ve zalimler topluluğuna da: "Uzak olsunlar" denildi." (Hud Suresi, 44)

Gemideki Müminlerin Kurtulması
 
" "Ey Nuh" denildi. "Sana ve seninle birlikte olan ümmetler üzerine Bizden selam ve bereketlerle (gemiden) in. (Sizden türeyecek diğer kâfir) Ümmetleri de yararlandıracağız, sonra onlara Bizden acı bir azap dokunacaktır." " (Hud Suresi, 48)
 
"Bunun üzerine, onu ve onunla birlikte olanları (insan ve hayvanlarla) yüklü gemi içinde kurtardık." (Şuara Suresi, 119)
 
"Böylece Biz onu ve gemi halkını kurtardık ve bunu alemlere bir ayet (kendisinden ders çıkarılacak bir olay) kılmış olduk." (Ankebut Suresi, 15)
 
"Nuh'un kavmi de, elçileri yalanlandıklarında onları suda boğduk ve insanlar için bir ayet kıldık. Biz zulmedenlere acıklı bir azab hazırladık." (Furkan Suresi, 37)

"Andolsun, Nuh Bize (dua edip) seslenmişti de, ne güzel icabet etmiştik. Onu ve ailesini, o büyük üzüntüden kurtarmıştık. Ve onun soyunu, (dünyada) onları da baki kıldık. Sonra gelenler arasında ona (hayırlı ve şerefli bir isim) bıraktık. Alemler içinde selam olsun Nuh'a." (Saffat Suresi, 75-79)
 
"Andolsun, Biz bunu bir ayet olarak bıraktık. Fakat öğüt alıp-düşünen var mı?" (Kamer Suresi, 15)

"Ve de ki: "Rabbim, beni kutlu bir konakta indir, Sen konuklayanların en hayırlısısın." Hiç şüphesiz bunda ayetler vardır ve Biz gerçekten denemeden geçiririz. Sonra onların ardından bir başka insan-nesli yaratıp-inşa ettik." (Müminun Suresi, 29-31)

 
  



Allah bir kulunu severse

Allah bir kulunu severse
 

İran’da yaşamış Velilerden Ebu İshak Şirazi hazretleri "rahmetullahi aleyh", bir gün sevdikleriyle sohbet ediyordu ki;
- Allahü teâlâ bir kulunu severse, ona iki nimet verir, buyurdu.

Sordular:
- Onlar nedir efendim?

Buyurdu ki:
- Birincisi, sevdiği bir kulunu tanıtır ona. Yani hakiki bir İslam alimini, Allah dostu bir Veliyi, tanıtır ve sevdirir onları. İkinci nimet, hayırlı bir iştir. Yani insanların dünyasına veya ahiretine faydası olan bir işte çalıştırır o sevdiği kulunu.

Sordular:
- Daha çok severse efendim?
- O zaman dert ve bela verir ona.

Şaşırdılar:
- Sevdiği kula mı dert bela verir efendim?

- Evet. Ama bu dertleri nimet bilir o kimseler. Derd-ü belayı, “Kemend”e benzetmiştir büyükler. Cenâb-ı Hak, bu kementle tutup kendine çeker sevdiklerini.

İhlas nedir?
Bir gün de;
- İhlas nedir? diye sordular bu zata.

Cevaben;
- “İhlas”, Allahü teâlâyı çok sevmek ve her sevdiğini Allah için sevmektir, buyurdu.

Sordular:
- En mühim iş nedir efendim?

- Üç şeydir. Birincisi öğrenmek. İkincisi öğrendiğiyle amel etmek. Üçüncüsü de öğrendiklerini başkalarına da öğretmektir.

Sordular yine.
- Neyi öğreneceğiz efendim?
- Allahü teâlânın emir ve yasaklarını. Ama rastgele kimselerden din öğrenilmez.

- Kimden öğreneceğiz efendim?
- “Ehl-i sünnet alimleri”nden veya onların kitaplarından. Çünkü onlar nakli esas alır, kendi kafalarından bir şey yazmaz ve söylemezler.

İki mühim iyilik
Bir gün de sohbetinde;
- Çok sayıda iyilik vardır, buyurdu. Ama bunların en iyisi iki şeydir:

Merak ettiler:
- Onlar nedir efendim?

Buyurdu ki:
- Biri doğru iman. Öbürü, insanlara karşı şefkatli olmaktır. Kötülük de çoktur. Ama kötülüklerin en kötüsü iki şeydir. Biri kâfirlik, öbürü insanlara eziyet etmektir.


Müminin alameti
Bir gün de;
- Mümin olmanın alametlerinden biri nedir, biliyor musunuz? diye sordu cemaatine.
- Bilmiyoruz efendim, dediler.

Buyurdu ki:
- Mümin olmanın bir alameti de bir insanın daha Cehennemden kurtulmasına vesile olmak için çalışmaktır.

- Yani emr-i maruf mu efendim? dediler.
- Evet, buyurdu. Bir kişiye dinden bir mesele öğretmek, “yüz nafile hac” sevabına karşılıktır. Halbuki bu kadar hac yapmaya insanın ömrü yetmez.

Sordular:
- O kadar ilmimiz yoksa efendim?
- O zaman kitap verirsiniz.

- Ne kitabı efendim?
- Ehl-i sünnet alimlerinin Allah için yazdıkları bir “İlmihal kitabı”nı alıp hediye edersiniz mesela.

- Bu da emr-i maruf sayılır mı hocam?
- Elbette. O insan bu kitaptan okuyup öğrenir. Siz de emr-i maruf sevabına kavuşursunuz.
 
 
 
 
 

25 Ocak 2017 Çarşamba

İNTİZAM

İNTİZAM
 
‘İntizam’, her yerde ve her zaman derli, toplu ve düzenli olmak demektir.
 
İntizam, ilk önce toplumun düzenli kalmasını sağlayan dine ve din kurallarına bağlı kalmak, ikinci olarak da bir hata işlendiği zaman derhal o hatadan dönmek veya döndürülmek demektir.
 
Toplumun düzenini normal bir ölçüde tutmak, Allah (c.c.)’ın insanların selameti için ortaya koyduğu emir ve yasaklara, kanunlara ve yöneticilere aittir. Bunun üzerine çıkıp Allah (c.c.)’ı, kanunları ve toplumun mutluluğu için çalışanları dinlemeyenler derhal insanların gözünde değer kaybederler. Ahlâk ilmine göre intizam, işleri layık olduğu şekilde takdir ve tasvip ile toplum yararına uygun olarak tertip ve düzene sokmaktan ibarettir.
 
Dünya işleri nizam ve intizam içinde olan müslümanın ahiret işleri de nizamında olur. Bugünkü işini yarına bırakmaz, vaktinde ve usulünde yapar. Dünya ve ahiret işleri nizam ve intizamda olmayan kimseler ise yararlı işler göremedikleri için zararlı olurlar. Onun için İslâm dini güzel bir nizam ve intizam üzere gelmiş, bütün Müslümanların da bu nizama uyarak toplum hayatında saadet ve selametle, birlik ve dirlik içerisinde hayat sürmelerini emretmiştir. [1]
 
Evrene, dünyaya ve kendimize ibretle bakacak olursak, Cenab-ı Hakk’ın her şeyi ne kadar büyük bir nizam ve intizam içinde yarattığını ve onları devam ettirdiğini görürüz. Kur’an-ı Kerim’de buyurulur: “Birbirinin üzerine yedi kat olan gökleri yaratan O’dur. O Rahman’ın yaratmasında hiçbir düzensizlik bulamazsın. Gözünü bir çevir bak, onda bir çatlaklık görebilir misin? Sonra gözünü semaya tekrar çevir. Fakat göz sonunda umduğunu bulamadığı için zelil ve hakir olarak sana döner.” [2]
 
İş bilen insanların düzenli oluşları ev idare tarzından belli olur. Ev yönetimi düzenli olmayan kişilerden düzenli iş beklemek, çorak topraktan ürün beklemeye benzer. Söz ile dünyaya düzen vermeye kalkan kimi insanların evlerindeki düzeni bile sağlayamadıklarını şair,
‘Laf ile verirler dünyaya nizamat,
Bin türlü teseyyüp bulunur hanelerinde’
mısralarıyla çok güzel dile getirmektedir. [3]
      
 
 

 
[1] İslâm ahlâkı ve Seleften Örnekler, O. Karabulut.
[2] Mülk sûresi,  67/3-4.
[3] Tasvir-i Ahlâk, A. Rıfat.


BU YAZI AŞAĞIDAKİ WEB SİTESİNDEN ALINMIŞTIR.
http://www.islamahlaki.com/default.asp?kat_no=622

--
.

ŞEKER HASTALARINA MÜJDE!

ŞEKER HASTALARINA MÜJDE!
 
 
Sevgili Facebook arkadaşım Hülya Keleş hanım
şeker hastalığımı bildiği için bu bilgiyi benle paylaştı sağolsun.
 
Annem ev yoğurdu yapıyor zaten, deneyeceğim inşallah.
 
Bu faydalı bilgiyi paylaşmak istedim.
Celal
 

15871949_706969829469632_1887122271667348408_n1

Değerli dostlar pankreas ve karaciğeri onarmak suretiyle şeker hastalığını kökünden tedavi eden bir buluşa şahit oldum.

Yakın çevremden onlarca insülin kullanan insanlar tedavisi olmayan bu hastalıktan yoğurt-limon karışımıyla kurtuldular.

Bu ilacı tıp profesörlerinin birbirlerine tavsiye ettiklerine de şahit oldum.

Gece yatarken bir kase doğal yoğurda -mümkünse ev yoğurdu- bir adet limonu sıkıp karıştırıyorsunuz ve yiyorsunuz. Unutursanız gündüz de uygulayabilirsiniz.

Yalnız bu tedavi titizlikle altı ay devam etmeli…

Altı ay sonra Allah’ın izniyle hiçbir şeyiniz kalmayacak..

Not: Lütfen Allah rızası için bunu herkes paylaşsın. Dua almak isteyen herkes paylaşsın…

Kaynak: Her şeyden Önce Sağlık

 
https://anetteinselberg.com/2017/01/23/seker-hastalarina-mujde-3/


Dört çeşit edeb

Dört çeşit edeb
 

Bursa’da medfun bulunan Lamii Çelebi hazretlerine "rahmetullahi aleyh", bir gün sevdikleri;
- Edeb nedir efendim? diye sordular.

Cevabında;
- Dört çeşit edeb vardır, buyurdu. Allahü teâlâya, Peygamber efendimize, alim ve Evliyaya, dost ve arkadaşlara.

Sordular:
- Allahü teâlâya karşı edeb nedir efendim?
- Onu sevmek ve her işini Onun emir ve yasaklarına göre yapmaya çalışmaktır.

- Peygamber efendimiz aleyhisselama karşı edeb nedir efendim?
- Onun ahlakıyla ahlaklanmak ve Onun sünnetine tâbi olmaktır.

- Alim ve Evliyaya karşı edeb hocam?
- Onları sevmek ve her sözlerini beğenip itaat etmektir.

- Ya dost ve arkadaşlara hocam?
- Onlara karşı edeb ise, yanlarında daima güler yüzlü olup, kalblerini incitmemektir .

İlmihal okuyun!

Bir gün de bazı gençler “Zikir”den sordular bu zata.
- Zikirden önce İslamiyet’i öğrenin! buyurdu. Bunun için her gün, mutlaka bir iki sayfa “İlmihal kitabı” okuyun!

Ve ekledi:
- Çünkü dinini, ilmihalini öğrenmek, kadın erkek her Müslümana “Farz”dır.

Sordular:
- Hangi ilmihali okuyalım efendim?
- Herhangi bir “Ehl-i sünnet alimi”nin kitabı olabilir. Ama cahil ve sapıkların kitaplarını sakın okumayın! Zira çok tehlikelidir.

Merak ettiler:
- Ne tehlikesi hocam?

- Rastgele kitap okuyan, dinimi öğreneyim derken dinden çıkar da haberi bile olmaz.

İmkan ellerinde

Bir gün de;
- Kardeşlerim, bu dünyanın “bir dakika”sı, ahiretin “bin sene”sinden, hatta sonsuz senelerinden daha hayırlıdır, buyurdu.
- Neden efendim? dediler.

- Çünkü ahirette Cehenneme giren kâfirleri, bir dakikalığına tekrar dünyaya yollasalar, o kısacık zamanda yapacakları tek iş vardır. O da, hemen kelime-i şehadeti söyleyip “iman etmek”tir, öyle değil mi?

- Elbette efendim.

- Ama bu, mümkün olmayacak. Halbuki bu imkan şimdi ellerinde.
 
 http://www.gonulsultanlari.com/detay.asp?Aid=8035


 

İNFAK

İNFAK

‘İnfak’, Allah (c.c.) yolunda harcama yapma, birini besleme, geçimlik (nafaka) verip geçindirme anlamlarına gelir.

Bir kavram olarak ‘nafaka’; gerek yakın akraba ve gerekse diğer insanlardan yoksul ve muhtaç olanlara para ve geçimlik vermek, onların geçimini sağlamak ve beslemek demektir.

Geçimlik için ve zorunlu olarak harcanacak paraya ve gıda maddelerine ‘nafaka’ adı verilir. Türkçe’de, kişinin kanun gereği geçindirmek zorunda olduğu yakınlarına mahkeme kararıyla bağlanan aylığa da ‘nafaka’ denir.

İnfak, kapsamı geniş bir kavramdır. Kur’an-ı Kerim, müminleri tanıtırken; onları ‘Allah yolunda infak edenler (harcayanlar)’ olarak tanıtıyor. İnfak edenleri sürekli övüyor, ödüllerinin büyük olduğunu belirtiyor.

                                                               İnfak’ın Önemi
                                   
İslâm’a göre ‘bütün mülk’ (mallar ve zenginlikler) Allah (c.c.)’ındır. İnsan, o mülk üzerinde yaşar, onu kullanır, geçimliği için harcar, sonunda o mülkün nöbetini başkasına bırakır ve ahirete gider. İnsanlardan bazıları çok mala, bazıları da, muhtaç olacak kadar az mala sahip olabilir. Kimileri hastalık ve sakatlık yüzünden yeteri kadar mal kazanamaz. Üstelik çok mala sahip olmak bir sınav nedenidir. Allah (c.c.) insanları ilimle, sağlıkla, malla, geniş imkanlarla, çocuklarla sınamaktadır. Malı insana veren Allah (c.c.), bu maldan muhtaçlara ve elimizin altındakilere de vermemizi emrediyor.

Bir müslüman aile reisi, hanımına, çocuklarına, anne ve babasına zorunlu olarak bakar. Bu üç grubun nafakası, aile başkanının görevidir. Bunlardan başka, dedesine, ninesine, torunlarına, amcasına, halasına, teyzesine, dayısına eğer muhtaç iseler infak etme durumundadır. İnfak etmek isterse, ilk önce bunlardan başlaması gerekir.

Allah (c.c.) varlıklı müslümanlara, Allah (c.c.) yolunda harcama yapmalarını da (infak etmelerini) emrediyor:
“Ey inananlar, ne alış-verişin, ne dostluğun ve ne de şefaatin olmadığı gün gelmeden önce, size verdiğimiz rızıktan (Allah için) harcayın.” [1]

“Ey iman edenler, kazandıklarınızın ve sizin için yerden çıkardığımız ürünlerin en helal ve iyisinden Allah yolunda harcayın.”[2]

 İnfak’ın en güzeli kişinin çok sevdiği  maldan yaptığı harcamadır. İnsanın mala ve dünyalığa meyli fazladır. Onları çok sever, daha çok olmasını da ister. Yalnızca Allah’ın (c.c.) emrettiği sevabını umarak, insanlara iyilik etmenin mutluluğunu yaşayarak o sevdiği maldan bir kısmını ihtiyaç sahiplerine vermek, çok önemli ve övgüye  değer bir fazilettir:
     
“Sevdiğiniz şeylerden Allah (c.c.) yolunda harcayıncaya kadar Cennete ve iyiliğin en güzeline (birr)’e ulaşamazsınız.”  [3]

Kişi sevdiği şeylerden az olsun çok olsun, muhtaçlara verdiği zaman bu ayette müjdelenen ‘iyiliğinin en güzel’ derecesine, yani ‘birr’e ulaşmış olur.

İnfakın en faziletlisi ise kişinin, muhtaç olan akrabalarına yaptığı yardım ve harcamadır. Kişi, ailesinin bireylerinin geçimini sağlamak üzere harcama yaparsa bu da, onun için bir sadaka olur.

                                                         İnfak Kime Yapılır?
        
Müslüman insan önce kendisi için infak etmelidir. Çünkü vücut ona emanettir ve onun bütün ihtiyaçlarını karşılamak müslümanın görevidir. Hayatı devam ettirmek, ibadet yapabilmek ve başkalarına yardım edebilmek, bedenin sağlıklı ve dirençli olmasına bağlıdır.

Müslüman sonra da başkalarına infak eder. Başkaları ise da iki gruptur:
a-     Kişinin, bakmakla yükümlü olduğu kimseler. Bunlar da evlenme ve
akrabalıklar dolayısıyla yardım edilmeye uygun olan kimselerdir.Müslüman kişi eşine, anne-babasına, çocuklarına ve yukarıda sayılan diğer akrabalarına infak etmek zorundadır. Bu onun üzerine bir farzdır. Çünkü Kur’an bu görevi Müslümana veriyor. Ayrıca evlerde hizmetçi olarak bulunan kimselere de ev reisinin bakması gerekir.

b-    Müslüman insanın, Allah (c.c.) rızası için O’nun yolunda yaptığı
harcamalar. Bu çeşit infak da farzdır. Kişi, gücü yettiği kadar, ihtiyaç oldukça başkalarına infak eder.

Müslümanın, yakın akrabasına yapacağı infakın, vereceği nafakanın günün şartlarına göre olması gerekir.

İslâm’ın aile ve toplum hayatına getirdiği ölçülerin en güzellerinden biri de infak duygusudur. Bu ahlâk sonucunda hem ailedeki görevler yerine gelir, hem de toplumda kişiler arasında denge sağlanır, insanlar arasındaki sevgi bağı artar.

İslâm’ın, insanlar arasındaki dayanışmaya getirdiği en önemli tedbir ‘infak ahlâkı’dır. İnfakla insanlar emanetin ne olup olmadığını anlarlar, onunla yoksullara ulaşırlar, onunla imanlarını kuvvetlendirirler, onunla sevgi bağları kurarlar, onunla toplumsal dengeyi sağlarlar, onunla kıskançlığı, düşmanlığı ve bir anlamda başkasının elindekine göz koymayı önlerler, onunla hırsızlığı, rüşveti, haksızlığı azaltmaya çalışırlar, onunla dünya kazancı karşısında küçülmezler, aksine yücelirler. Onunla malın tutsağı değil, malın yöneticisi olurlar ve onunla Allah (c.c.) rızasını kazanırlar.

Müslüman aileleri ve müslüman toplumları ayakta tutan en önemli bağlardan biri infaktır. Bu ahlâkı yeterince yaşamayan evler ve toplumlar çökerler.

Modern toplumlarda insanlar daha bencil ve daha cimri olduklarından infak anlayışı yok olmak tehlikesi ile karşı karşıyadır. Batılı ülkelerdeki egoizmin ve sevgisizliğin bir sebebi de bu mu, diye sorulabilir. Elindeki nimetleri başkasıyla bölüşemeyen katı yürekli bir insan, zaman içinde kendisi muhtaç duruma düştüğünde elbete yardımı hak etmeyecektir.

İnfakı unutan veya hiç bilmeyen günümüz insanına bu yüksek ahlâkı yeniden öğretmek gerekir.

İnfak, bütün nimetlerden, Allah (c.c.)’ın kullarını yararlandırmaktır. İnsanlara ulaşan ve onların yararına olan her şey de nimet sayıldığına göre; kişi onlardan da gerektiği zaman infak edebilmelidir.  
   
İslâm dini, sosyal yardımlaşma ve dayanışmaya büyük önem vermiştir. Zekât ve sadakayı en önemli ibadetlerden saymış, Peygamberimiz (s.a.v.), buna o kadar önem vermiş ki, komşusu aç iken karnını doyurup yatanı müslümanlardan kabul etmemiştir.

Kur’an-ı Kerim de, müminlerin niteliklerini sayarken: “Onların mallarında isteyenin ve yoksulun bir hakkı vardır.” [4] der ve müminleri sık sık infak etmeye, yani Allah (c.c.) rızası için müslüman yoksullara, ihtiyaç
yerlerine, hayır kurumlarına yardım etmeye teşvik eder; infak ile malın azalmayıp aksine artacağını; şeytanın, insanı sadaka verince malın azalmasından korkuttuğunu; oysa Allah (c.c.)’ın sadaka karşılığında mağfiret ve malı artırma vadettiğini bildirir [5] ve der ki:
“Ey inananlar, ne alış-verişin, ne dostluğun ve ne de şefaatin olmadığı gün gelmezden önce size verdiğimiz rızıktan Allah için harcayın...” [6]              

“Sevdiğiniz şeylerden Allah için harcamadıkça asla birr’e (iyiliğin en yüksek derecesi) eremezsiniz. Ne harcarsanız mutlaka Allah (c.c.) onu bilir.” [7]

“Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, her başağında yüz tane olmak üzere yedi başak veren bir (tohum) tane(si)nin  durumu gibidir. Allah dilediğine kat kat verir. Allah (’ın lutfu) geniştir, (O) bilendir.” [8]

İnfak deyimi, Kur’an-ı Kerim’de değişik türevleriyle (77) âyette geçmektedir. Bütün bu âyetlerde, maddi değerlerin hayır yollarında harcanması teşvik edilmekte, ayrıca harcama yerleri, harcama şekilleri, infakta bulunan müminlerin nitelikleri ve infaka yanaşmayan inkârcıların durumları açıkça anlatılmaktadır.

Kur’an, infak konusunda bize orta yolu tavsiye eder. Nitekim Allah (c.c.): “Eli sıkı olma, büsbütün eli açık da olma; sonra kınanır (kaybettiklerinin) hasretini çeker durursun.” [9] buyurarak cimri olmayı hoş görmediği gibi,
infakta bulunan kişilerin malını büsbütün saçıp savurarak sonunda başkalarına muhtaç duruma düşmesini de uygun görmemiştir.

Mâlî bir ibâdet olan infak’ın Allah (c.c.) tarafından kabul olması için aşağıdaki şartlar bulunmalıdır:
1. İnfaka konu olan mal, öncelikle Allah (c.c.) rızası için verilmiş olmalıdır. Çünkü böyle bir niyetle yapılmayan infakın kabul edilmeyeceği âyetlerde açıkça belirtilmiştir. [10]

2. İnfak edilecek mal, helal kazançla elde edilen maldan verilmelidir. [11]
Haram yollarla elde edilerek infak edilen malın sevabı yoktur.

3. Malın en değerli olanından infakta bulunulmalıdır. Eğer yalnızca elden çıkarılmak için bir mal infak edilmişse, bunun Allah (c.c.) katında fazla bir değeri yoktur. Çünkü böyle bir infakın insanı, iyiliğin ve hayrın kemal noktasına ulaştırması mümkün değildir. Buna göre infakta bulunulan mal ne kadar değerli ise, infakta bulunan kişi o ölçüde sevap kazanır ve Allah (c.c.) katında yüksek dereceye erişir. [12]

4. İnfakta bulunan kişi, sahip olduğu malda toplumun ve özellikle yoksulların hakkının bulunduğu bilincinde hareket ederek [13] yaptığı iyiliği başa kakmamalı ve bu yöndeki harcamalarını gönüllü yapmalıdır.

Hz. Peygamber (s.a.v.) de müslümanları infaka teşvik etmiş, özellikle kamu yararına dönüşecek hayırlar, sadakalar bırakanların amel defterlerine sürekli sevap yazılacağını bildirmiştir: “İnsan ölünce ameli kesilir. Yalnız üç şey yapanın: geriye sürekii sadaka, yahut yararlı bilgi veya kendisine dua edecek iyi bir evlad bırakanın sevabı devam eder.” [14]

5. İhtiyaç sahiplerine ihtiyaç zamanında vermek. İhtiyaç sahipleri zamana ve şartlara göre değiştiği gibi, şahıslara göre de değişir. İhtiyaç sahiplerini arayıp bulmak ve onların yardımına zamanında koşmak, dindar kimseleri tercih etmek ve dini yönden davranışlarını düzeltmelerini şart koşarak infak etmek infak edenin dikkat etmesi gereken hususlardır.

6. Sıhhat ve afiyette iken vermek. İnsanın yaşlanıp yaşlanmayacağını, gelecekte sağlığının nasıl olacağını Allah (c.c.) bilir. İnfak etmeyi biraz daha yaşlanıncaya kadar ertelememek ve ilk fırsatta infak etmek gerekir.

Ebu Hureyre (r.a.) anlatıyor: Bir adama Resûlullah (s.a.v.)’e gelerek hangi sadaka sevap bakımından daha büyüktür? Diye sordu. Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: “Sen sağlam, sıhhatli ve muktedir olduğun vakit ve fakirlikten korkup zengin olmayı temenni ettiğin anda verdiğin sadaka.” [15]

Bunun için sağlıklı iken infak daha çok sevap kazandırır. Sağlıklı iken malı elden çıkarmak insana zor gelir. Nefis ve şeytan, insanın malı elinden çıkarmasına engel olur, uzun ömür sözüyle onu korkutur ve sürekli ihtiyaç gösterir. [16]

7. Gücü yettiği kadar vermek. Kur’an-ı Kerim buyuruyor: “Varlıklı bir kimse, nafakayı varlığına göre versin. Rızkı ancak kendisine yetecek kadar verilmiş olan kimse, Allah’ın kendisine verdiğinden versin. Allah kimseye verdiği rızkı aşan bir yük yüklemez. Allah güçlükten sonra kolaylık verir.” [17]

Bunun amacı, kendini ve çoluk çocuğunu ihmal etmemek, kendini tehlikeye atmamaktır. Zaruri ihtiyaçları karşılaması ve sefalete düşmemesi gerekir. Yine Kur’an’da “… sana hangi şeyi infak edeceklerini sorarlar. De ki: ihtiyacınızdan artanı (verin)..” [18] buyurulmaktadır. Bütün servetini getirip tasadduk ettikten sonra oturup halka el açmak kötü görülmüştür. [19]

8. İnfak etmekte acele davranmak. Hayır ve hasenatta acele etmek daha çok sevap kazandırır. Çünkü acele edilmezse o hayır ve hasenat fırsatı elden çıkabilir. Dolayısıyla onun sevabından yoksun kalınmış olunur.

Müslümanın sadaka olarak vermeye niyet ettiği mallar, bu niyet nedeniyle artık kendi malı olmaktan çıkmış ve emanet mal haline gelmiştir. Emanetin sahibine ulaştırılması için de acele etmek gerekir.

9. İnfakı gizlice yapmak. Farz ibadetlerin açıktan yapılması tavsiye edilirken, nafile ibadetlerin gizli yapılması daha faziletli görülmüştür. Çünkü farzlar İslâm’ın şiarlarıdır. Müslüman bunları zaten yapmakla mükelleftir. Onun için de bu ibadetlere riyanın karışması ihtimali azdır.Ancak infak ve sadaka nafile ibadetlere girdiği için bunlarda gizli davranılması daha uygundur.

10. Verdiğinden bir karşılık beklememek. Kur’an ayetlerinde hayır yapma teşvik edilirken, bu esnada kalp kırılmaması, Allah (c.c.)’ın rızasından başka bir şey beklenmemesi, kalben bile bir beklenti içinde olunmaması istenmektedir. Sadaka verilen kimse hiçbir şekilde minnet altında bırakılmamalıdır.

11. İnfaktan geri dönmemek. Allah (c.c.) için yapılan bir infaktan geri dönmek asla hoş karşılanmaz. Çünkü, bir nevi yaptığı iyilikle alay etmek ve istikrarsızlıktır. Bu da Müslüman kişiliğine yakışmaz.

12. Allah (c.c.)’ın ismini anarak isteyene vermek. Sadaka isteyen dilencilerin durumlarını incelemek ve ona göre infak etmek gerekir. Bunların bir çoğu dilenciliği, ihtiyacını gidermekten çok bir meslek haline getirmişlerdir. Bu şekilde dilenciliği meslek edinen ve bunu ‘Allah rızası için’ cümlesiyle de izzete uymayan bir noktaya getiren insanlara infakta bulunulmaz. [20]

İslâm Medeniyeti tarihi incelendiğinde, müslümanların yaşadığı bütün coğrafyalarda, saymakla bitmeyen câmiler, okullar (medrese), köprüler, imaretler, aş evleri, çeşmeler, su kanalları gibi eserleri inşa ettikleri ve bunları kamu (toplum) yararına infak ettikleri görülmektedir. İşte bu eserlere İslâm literatüründe “sadaka-i cariye” (sürekli işleyen sadaka) denilmektedir. İşte müslümanları bu eserleri bırakmaya teşvik eden duygu, onlardaki infak arzusudur. Dinlerine en içten duygularla bağlı olan bu müslümanlar, yalnız kendi zamanlarında değil, dünya durdukça insanlara hizmet edecek olan hayırlı eserler
bırakmışlardır.

İşte bu eserlerle birlikte Vakıf kurumları ve eserleri doğmuştur.
   
Vakıf, sözlükte, bir şeyi durdurmak demektir. Dini bir terim olarak ise, bir malı mülkiyetten çıkarıp faydalarını özel şartlar içinde, sürekli olarak bir hayır yönüne tahsis ederek saklamaktır. Vakfeden kimseye vâkıf, vakfedilen mala mevkûf, vakfın tahsis edilen hayır yönüne de mevkufun aleyh denir. Malını vakfetmek isteyen, mahkemeye başvurarak bunu kayda geçirir, vakfın şartlarını tesbit eden bu zabta “vakfiye” denir.

Hz. Peygamber (s.a.v.)’in kendisi vakıf yaptığı gibi kendisinden sonra Dört Halife ve bir çok sahabi de vakıf yapmışlardır. Zeyd b. Sabit’in: ‘Gerek hayatta olan ve gerekse vefat etmiş olan için vakıftan daha hayırlı bir şey görmedik. Ölü ise devamlı sevaba ulaşır, hayatta ise de mal hapsedilir, satılmaz, bağışlanmaz, miras kalmaz. Bu suretle tüketilmesine güç yetmez olur.’ dediği rivayet olunur.

Hayır kurumları, toplumdaki sosyal ve ekonomik dengeyi sağlama hedefine yöneliktir. Bir kısım insanlar yoksulluk ve sıkıntı içinde kıvranırken, ötekilerin servet ve lüks içinde yüzdüğü, fakirlere el uzatılıp yardım edilmediği bir toplumda dirlik ve düzen olmaz. İşte Müslüman atalarımız, İslâm’ın emrettiği hayır ve hasenatı yapmak suretiyle geçmişte toplumlarında dayanışmayı sağlamışlardır. Bu yüzden milletimiz, asırlarca sağlam bir toplum olarak yaşamıştır ve inşallah yaşayacaktır. Zengin fakiri gözetir, yemeğinden ona da yedirir, ona şefkat gösterirse; fakir de zengini sever, onu kıskanmaz, ona karşı kötü niyet beslemez. Toplumda bir
sevgi ve dayanışma ruhu hakim olur.

İnfakı unutan veya bilmeyen günümüz insanına bu yüksek ahlâkı yeniden öğretmek gerekir.
 
İnfak ahlâkını kazanmanın yolu, dünya hayatı ve içindeki nimetlerin tamamının geçici ve insan hayatının çok kısa olduğunu düşünmek ve elindeki nimetleri paylaşmaktan zevk almaktan geçer.




[1] Bakara sûresi,  2/254.


[2] Bakara sûresi,  2/267.


[3] Al-i İmran sûresi,  3/9.


[4] Zâriyât sûresi,  51/19.


[5] Bakara sûresi,  2/268.


[6] Bakara sûresi,  2/254.


[7] Âl-i İmran sûresi,  3/92.


[8] Bakara sûresi,  2/261.


[9] İsrâ sûresi,  17/29.


[10] Bakara sûresi,  2/264.


[11] Bakara sûresi,  2/267.


[12] Âl-i İmrân sûresi,  3/92.


[13] Zâriyât sûresi,  51/19.


[14] Buhâri, Müslim.


[15] Müslim, Zekat, 92-93.


[16] Kur’an’da İnfak, N. Temel.


[17] Talak sûresi,  65/7.


[18] Bakara sûresi,  2/215.


[19] Ebu Davud, Zekat, 39.


[20] Kur’an’da İnfak, N. Temel.


BU YAZI AŞAĞIDAKİ WEB SİTESİNDEN ALINMIŞTIR:
http://www.islamahlaki.com/default.asp?kat_no=621

--

24 Ocak 2017 Salı

İsviçreli bilim adamı Müslümanlığını ilan etti

İsviçreli bilim adamı Müslümanlığını ilan etti 

Whatsaptan gelen paylaşım=



İsviçreli bilim adamı Müslümanlığını ilan etti
İslâm’ı seçmesindeki sebep:
Termal bir kamera ile abdest alan Müslümanları çevreleyen Nûrani hâre'yi gördükten sonra, Muslümanların yeryüzünde yaşayıp hâreket eden en temiz, en hijyenik (tahâretli) kişiler olduğunu tesbit etti.* [Hâre (hı-elif-rı-he ile): Farsça isim. Cam, göz vb.’de dalgalanır gibi görünen parlak çizgiler, meneviş.]
63 yaşındaki bilim adamı termal (ısı ve ışın belirleyen) kamerasıyla abdestli Müslümanların vücudundan yayılan, onu çevreleyen ısıyı ve ışını tesbit için çekim yapıyordu.
Bu hâreler yedi kattan oluşmaktaydı.
İlk önce kırmızı hâre.     
Kırmızı hâre sürekli insanı çevrelerse insanda güven hissini ve huzuru temin ediyordu.
Buna delil Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellemin şu mübarek sözleridir:
Abdest alan bir Müslüman, ağzına ve burnuna su verdiğinde ağzı ve burnu ile işlemiş olduğu günahları dökülür gider. Yüzünü yıkadığında yüzünden, hatta iki göz kapakları arasından günahları dökülür gider. Başını meshettiğinde hataları başından, hatta kulaklarından dökülür, gider. Ayaklarını yıkadığı zaman ayakları ile işlediği hataları ayaklarından, hatta tırnaklarının arasından çıkar gider. Böylece o kul, günah ve hatalarından temizlenmiş olur.” (İbn Mâce, Sünen, Tahâret, 6; Müslim, Sahih, Tahâret, 32; Nesâî, Sünen, Tahâret, 108]
Bağışlanmış demek, yani güvendedir anlamına gelir.
 
***
 
Robert Kenzi bu araştırmasını Avrupada 50 bin kişi üzerinde uygulamıştır.
50 bin kişide bu ışın ve sıcaklığı ölçmüş (ayrıca bu ışınlar hastalığı teşhiste kullanılan bir metodtur).
Bu hâreyi göremediği bölgelerde hastalık olduğunu belirlemekteydi.
50 bin kişide bazı bölgelerde görülmeyen hârelerin, belki de normal olduğuna kanaat getirmişken kendisine Nijerya’dan önemli bir işadamı hastalığı yüzünden müracaat edince kanısı değişti.
Bu kişinin vücudunda ışın hâreleri eşit orandaydı.
Kendisiyle sohbet etmek icin tercüman ararken, cok iyi İngilizce konuştuğunu farketti.
Adam kendisinde abdest aldıktan sonra hârelerin tam görülüp gorülmediğini sorduğunda,
- “Evet”, cevabını aldı. Ve (adam) şöyle devam etti: “Ben abdest almadan hâreket etmem, çünkü abdest mü’minin kalkanı gibidir” dedi.
Bunun üzerine bilim adamı, bu termal kamerada kendisini tesbit etmek istedi.
Abdestin düzenini bilmeksizin, öylesine gördüklerini uyguladı; ışın hâreleri tam eşit değildi.
Müslüman birisinden, kendisine İslâmî usûle göre abdest almayı öğretmesini istedi. 
Ve hârelerin tamamını düzenli olarak tesbit etti.
Bunu birçok kişide 37 kez tekrarladı.
Hâreleri eksiksiz hepsinde tesbit etti.
Üstelik bu kişiler Müslüman değillerdi.
Robert Kenzi bu araştırmasından sonra Müslüman oldu, 67 yaşında Kur'an-ı Kerim'i ezberledi.
Ve bu cihazına “İmanı ölçen cihaz” adını verdi.
Hastalarına bundan sonra sâkinleştirici olarak İslâmî usûlde abdesti reçete verdi.
Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem:
Benim ümmetim kıyamet gününde abdest eserinden dolayı yüzleri nûrlu, elleri ve ayakları özel işaretli olarak geleceklerdir. Artık bu parlaklığını daha ziyade artırmak hanginizin elinden gelirse yapsın.” [Müslim, Sahih, Tahâre, 246] buyurdu.
Abdestin etkisi vücudu nûrani hâreler şeklinde çevreler.
Sizleri Müslüman olarak yarattığı için Rabbinize (c.c.) ne kadar şükretseniz az'dır.
 
***
 
Bir başka mûcize de 14 asır sonra keşfedilmiş. SubhanAllâh…
Rasûlullah’a Salavât (Allahumme Salli ve Sellim ve Barik alâ nebiyyinâ Muhammed)
Muhteşem bir bilgi:
İnsan vücudu bir depo gibidir; neşe, acı ve hüzün hepsi birarada bulunmaktadır.
Göz, kusursuz bir kamera gibidir, her gördüğünü kaydeder, faydalı veya zararlı herşeyi tesbit eder.
Yaşadığı olumsuzluklar, uykusunda kâbus gibi şeyler gösterir insana…
Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bizlere uykudan önce bolca istiğfarda bulunmamızı emretmiştir.
Bunun ilmî araştırması sonucunda;
İstiğfar sırasında dil üst dişlerin ardına değdiğinde,
Hipofiz bezine değer.
Hipofiz bezi, başın üst bölümünde yer alır.
Görevi, hücreleri kötü düşüncelerden, vesveseden, kahredici duygulardan, evhamdan (endişe) arındırır.
Olumlu duygulara sevkeder, vücudu oksidanlardan temizler, tüm bedeni oksijene doyurur.
SubhânAllah…
 
***
 
İblis, Allah Azze ve Celle'ye;
Senin izzetine (mutlak kudretine, kahrına) yemin ederim ki, ben de artık onların hepsini muhakkak azdıracağım, dedi.”
 “Ancak içlerinden ihlâs ile seçilmiş (kalplerine ihlâs Allah tarafından yerleştirilmiş) hâs kulların müstesna’ dedi.” [Sad suresi, 82- 83]
Allahu Teâla da:
Buyurdu ki; o doğru ve ben hep doğruyu söylerim. Andolsun ki, Cehennemi mutlaka senden ve onların sana uyanlarından, topunuzdan tıkabasa dolduracağım.” [Sad suresi, 84- 85]
Çokça istiğfarda bulununuz.
 
***
 
 

Var mı düşünüp öğüt alan?

Var mı düşünüp öğüt alan? 


“Andolsun biz, Kur’anı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan?"
(Kamer Su Ayet 22-32-40)
 
Nasıl düşüneceğiz peki okumadığımız Kuranı?
 
Biz öyle kapılmışısız ki dünya hayatına.. her şeyin önünde olması gereken Kitabımızı.. en arkaya alıyoruz..
 
Önce okumayı öğreneceğiz..
Sonra okuyacağız ve anlayacağız..
 
Daha sonra da anladıklarımızla amel edeceğiz..
Tabii dünya hayatından sıra gelirse..
 
Eğer ALLAhın kitabından yüz çeviriyorsak..o zorlu günde ''keşke '' diyeceğiz.. ama iş işten geçmiş olacak..
 
Hep ziyan... hep ziyan !

Bakın Kuranı okumak .. tefekkür etmek ne kadar faziletli..

Ebu Zer (ra), Peygamber (sav) Efendimizin kendisine şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir.
 
"Ey Ebu Zer ! Gidip Allah ‘ın kitabı Kur’an’dan bir ayet öğrenmen, senin için yüz rekat namaz kılmaktan daha hayırlıdır. Ve kendisiyle amel edilsin veya edilmesin ilimden bir mesele öğrenmen, bin rekat nafile namaz kılmandan daha hayırlıdır.”

İbni Mace. (Et.Terğib ve Terhib 3/279)
 
Hep diyorum.. insanın içinde olacak.. olmayınca zorla bir şey olmuyor..
 
Ve.. biz kendimiz istiyoruz böyle olmasını..
Bize düşen tebliğ.. demedi demeyin.. o zorlu günde..
Sözün azı, kardır...

(İlk yayın: 23-01-2016 )