30 Haziran 2015 Salı

Ahmed Şahin - Orucu bozmayan ilaçlarla tutulan oruçlar

Ahmed Şahin - Orucu bozmayan ilaçlarla tutulan oruçlar


Ahmed Şahin
 
 
AİLE-SAĞLIK


Orucu bozmayan ilaçlarla tutulan oruçlar


Tıbbın gelişmesi ile günümüzde orucu bozmayan ilaçlarla tedavi yöntemleri ortaya çıkmıştır.

Bu ilaçların büyük bir kısmı orucu bozmamaktadır. Halk arasında pekiyi anlaşılmayan bu önemli tedavi örneklerine ait hükümleri, Din İşleri Yüksek Kurulu kararlarından özetleyerek arz etmeye çalışacağım bugün. İnşallah bu konulardaki tereddütleri giderecek bilgi sunmuş olacağız bu örneklerle.

1- Astım hastalarının oksijen spreyi kullanmaları orucu bozar mı?

Oruçlu, abdest alırken ağzına verdiği sudan geri kalan su bulaşığının mideye ulaşması halinde orucun bozulmayacağı konusunda hadis ve İslâm bilginlerinin icmaı vardır. Bu itibarla astımlı hastaların, rahat nefes almalarını sağlamak amacıyla ağza püskürtülen oksijenli ilaç bulaşığı da orucu bozmaz!

2- Oruçlu kimse akupunktur yaptırabilir mi?

Akupunktur; vücutta belirli noktalara iğne batırmak suretiyle çeşitli hastalıkları tedavi etme metodudur. Akupunktur uygulanması halinde, vücudun beslenmesi, gıda alması söz konusu olmadığından, akupunktur yaptırmak orucu bozmaz.

3- Göz damlası orucu bozar mı?

Uzman göz doktorlarından alınan bilgilere göre, göze damlatılan ilaç miktar olarak çok az olup bunun bir kısmı gözün kırpılmasıyla dışarıya atılmakta, bir kısmı gözde, göz ile burun boşluğunu birleştiren kanallarda ve mukozasında mesamat yolu ile emilerek vücuda alınmaktadır. Damlanın yok denilebilecek kadar çok az bir kısmının, sindirim kanalına ulaşma ihtimali bulunmaktadır. Bu bilgiler, yukarıdaki bilgilerle birlikte değerlendirildiğinde, göz damlası orucu bozmaz.

4- Kulak damlası kullanmak ve kulak yıkattırmak orucu bozar mı?

Kulak ile boğaz arasında da bir kanal bulunmaktadır. Ancak kulak zarı bu kanalı tıkadığından, su veya ilaç boğaza ulaşmaz. Bu nedenle kulağa damlatılan ilaç veya kulağın yıkattırılması orucu bozmaz. Kulak zarında delik bulunsa bile, kulağa damlatılan ilaç, kulak içerisinde emileceği için, ilaç ya hiç mideye ulaşmayacak ya da çok azı ulaşacaktır. Bu miktar da oruçta affedilmiştir. Ancak kulak zarının delik olması durumunda, kulak yıkattırılırken suyun mideye ulaşması mümkündür. Bu itibarla, orucu bozacak kadar suyun mideye ulaşması halinde oruç bozulur. Bu farkı fark etmek gerekiyor.

5- Burun damlası kullanmak orucu bozar mı?

Tedavî amacıyla burna damlatılan ilacın bir damlasının bir kısmı da burun çeperleri tarafından emilmekte olup çok az bir kısmı ise mideye ulaşmaktadır. Bu da, dini açıdan abdestte ağza su vermede olduğu gibi af kapsamında değerlendirildiğinden orucu bozmaz.

6- Kalp hastalarının dil altı hapı kullanması orucu bozar mı?

Bazı kalp rahatsızlıklarında dil altına konulan ilaç, doğrudan ağız dokusu tarafından emilip kana karışarak kalp krizini önlemektedir. Söz konusu ilaç ağız içinde emilip yok olduğundan mideye bir şey ulaşmamaktadır. Bu itibarla, dil altı ilaç kullanmak orucu bozmaz!

7- Kan aldırmak orucu bozar mı?

Kan aldırmak orucu bozmaz. Nitekim Hz. Peygamber ihramlı iken ve oruçlu bulunduğu sırada kan aldırmıştır. Ayrıca Hz. Peygamber, “Üç şey vardır orucu bozmaz: Kan aldırmak, kusmak, ihtilam olmak.'' buyurmuştur.

8- Oruçlu kimsenin dişlerini tedavi ettirmesi orucu bozar mı?

Oruçlu bir kimsenin morfinli veya morfinsiz olarak dişlerini tedavi ettirmesi veya çektirmesi orucu bozmaz. Ancak tedavi esnasında, kan veya tedavide kullanılan maddelerden herhangi bir şeyin yutulması orucu bozar.

9- İstifra etmek ‘kusmak' orucu bozar mı?

Kusmak, kasten yapılmadığı durumlarda orucu bozmaz. Kasten yapıldığında ise sadece ağız dolusu olması halinde orucu bozar.

10- Her gün hap kullanmak zorunda olan hastaların oruç tutmaları gerekir mi?

Bir kimsenin oruç tuttuğu takdirde hastalanacağı, hasta ise hastalığının artacağı tıbben veya tecrübe ile sabit olursa, o kimse oruç tutmayabilir. İyi olunca da yalnız yediği günler sayısınca kaza etmesi gerekir. Ömrü boyunca hasta olan kişiler ise tutamadıkları her oruç için yoksula bir fidye vermekle yetinirler. Ekonomik durumu müsait olmayanlar bunu da vermekle yükümlü olmazlar. Rabb'imiz kuluna götüremeyeceği yükü yüklememektedir.
 
 
 

29 Haziran 2015 Pazartesi

Kadir Gecesi Nasıl Yakalanır?

Kadir Gecesi Nasıl Yakalanır?

 
Kadir Gecesi  Nasıl Yakalanır?
h.gultekin@meydangazetesi.com.tr
26 Haziran 2015, 00:23



Bir insan, Ramazan-ı şerifi, gecelerini ibadetle, gündüzlerini de oruçla geçirirse, Kadir Gecesi'nde vaat edilen ilâhî lütuflar onun için söz konusu olabilir. Dolayısıyla bütün bir seneyi ibadetle geçirmiş gibi olur.
 
Ramazan-ı şerifi tastamam ihyâ eden bir insan için Efendimiz (sav): "İnanarak ve aynı zamanda sevabını da Allah'tan bekleyerek tutarsa, işlediği bütün günahları Allah (cc) affeder" buyurur.
 
Demek bu türlü mübarek ibadetlerde insanın niyeti çok önemli ki, bu niyetine göre Allah (cc) bazen bire on, bazen yüz ve bazen de milyon veriyor. Tabiî böyle bir sevap katlaması, o insanın ömrünün senelerini aşar.
 
Bunu küçük bir misalle anlatmak gerekirse, diyelim ki Ramazan-ı şerifte Kadir Gecesi'ni yakaladınız. Bu, bin ay hesabına göre seksen sene yapar. Buna göre, o insan sanki seksen sene yaşamış gibi sevap kazanır; başka bir ifadeyle, bin ay namaz kılmış, bin ay oruç tutmuş gibi olur. Bu ise, bir insanın ömrünü aşkın bir şeydir.

Allah Rızası

Cüneyd-i Bağdadi hazretlerine, “İhlâsı kimden öğrendiniz?” diye sorulunca şöyle cevap verir:
 
“Mekke-i Mükerreme'de harçlıksız kalmıştım. Basra'dan para bekliyordum ama gelmemişti. Saçım sakalım çok uzamıştı. Bir berbere girdim ve ‘Peşin peşin söyleyeyim param yok, Allah rızası için saçlarımı düzeltebilir misin?’ dedim.
 
Berber o anda mevki sahibi birini tıraş etmekteydi. Onu bırakıp bana başladı. Adam itiraz edince berber ‘Kusura bakmayınız efendim. Sizi ücreti mukabilinde tıraş ediyorum ama bu genç Allah rızası için istedi’ diye cevap verdi.
 
Berber dahasını da yaptı, bana harçlık verdi. Aradan birkaç gün geçti, beklediğim para geldi. Ona ücretini götürdüğümde: ‘Asla alamam. Allah'ın rızası senin vereceğinden daha değerli’ dedi.

 

28 Haziran 2015 Pazar

Hasan Hüseyin Tokpınar - Ya İmanımız Olmasaydı

Hasan Hüseyin Tokpınar - Ya İmanımız Olmasaydı
        
Hasan Hüseyin Tokpınar

Ya İmanımız Olmasaydı
Hasan Hüseyin Tokpınar
 
 
Düşünsene, ya imanımız olmasaydı... Çıldırırdık. Bitmek tükenmek bilmeyen gam dolu geceler, tüm kasvetiyle esir alırdı can kuşumuzu. Dünya her nefeste daha da darlaşır, gökyüzü kurşun gibi yağardı üstümüze. Bir bakmakla huzur bulduğumuz engin denizler, bir lahzada boğardı bizi. Acıtan, sancıtan her ne varsa alemde, dağlardı sinemizi.
 
Düşünsene, ya imanımız olmasaydı, ne yapardık?
 
Canımızı yaktığında bir düşüncesiz, bizi aldattığında bir yalancı, düşürmek için planlar hazırladığında bir hasid, kardeşlerimizin kanını akıttığında bir katil, başımızı ezmeye çalıştığında bir zalim; kime ederdik tevekkül? Gözyaşlarımızı gören bir Basir, feryadımızı ve duamızı işiten bir Semi', bizim yerimize intikam alacak bir Kahhar bulunduğunu bilmeseydik, nasıl ederdik tahammül?
 
Kimselere içimizi açamayıp da söz orucu tuttuğumuz demler, içimizi de, dışımızı da bilen; varlığıyla bizi teselli eden bir Sırdaşımız olduğuna inanmasaydık, sahi, ne yapardık? Sızım sızım olmuş yaralarımıza hangi merhemin bir tesiri olurdu? Hangi içli şarkı anlardı halimizden? Ya yitip giden insanların, eşyaların, hayallerin; yitip giden ve bir daha bu alemde gelmeyecek olan her şey ama her şeyin arkasında çaresiz, bir başımıza, öylece mahzun kalakaldığımız zamanlar, hangi hisli söz yeşertebilirdi yüreğimizi? Hiçbiri!
 
Eğer imanımız olmasaydı, çıldırırdık.
 
Çünkü imanımız olmasaydı hayat, zahiri ve kısacık bir zevk ve lezzetle beraber, binler derece o zevk ve lezzetten ziyade elemler, hüzünler, kederler verirdi bize. Böyle demişti Üstad. O yüzden biz, dertlerimizle iyiyiz. Gamımızla mutluyuz. Hüznümüzle şadanız. Yanarız, ama cümle cefadan yüce bir Zat'a tevekkül kılarız. Zira biliriz ki, tevekkül de imandandır. Ve dahi sabrımız da bu yüzdendir bizim, tahammülümüz de bu yüzden! Boğazımızda düğüm düğüm birikmiş feryat, titreyen dudağımızdan dökülen dua bu yüzden!
 
Şükürler olsun ki en büyük dert imansızlıkken, bize iman gibi bir cevheri ihsan etmiş Rabbimiz, şükürler olsun. Yoksa imanımız olmasaydı, çıldırırdık!..
 

27 Haziran 2015 Cumartesi

Hekimoğlu İsmail - Zekât, sermayenin ibadetidir!

Hekimoğlu İsmail - Zekât, sermayenin ibadetidir!


Hekimoğlu İsmail
AİLE-SAĞLIK
 

Zekât, sermayenin ibadetidir!


Güneş ışınları çok uzaklardan gelir, sebzeleri, meyveleri olgunlaştırır. Bir ağaç köküyle, gövdesiyle, yapraklarıyla meyve vermeye yönelir. Dallarıyla uzatır bize ikram eder. Toprak ve ağaçlar karşılık beklemeden bol bol buğday veriyor, meyve veriyor.

Müslüman da malından, ilminden, sahip olduklarından verebildiği kadar vermelidir. İnsan, “Benim malım, benim aklım…” diyor amma zekâmız olmasaydı tahsil yapabilir miydik? Sakat olsaydık işimizi yürütebilir miydik? Demek ki Allah'ın verdiği organlarla, imkânlarla, akılla para kazanıyoruz. İşte Allah'ın verdiği bu nimetlerle, kazandıklarımızın bir miktarını ihtiyacı olan kullara vermeye “zekât” denir.

Bediüzzaman Hazretleri de “…Zekât, her şahıs için sebeb-i bereket ve dâfi-i beliyyattır. Zekâtı vermeyenin, herhâlde elinden zekât kadar bir mal çıkacak; ya lüzumsuz yerlere verecektir, ya bir musibet gelip alacaktır.” buyurmuştur.

Zekât, mal ve servetin koruyucusudur, bereketlenmesidir, temizlenmesidir. Zekât veren Allah'ın emrine uymuş demektir; Allah da ona daha çok verir.

İnsan ne yerse yesin, vücut ihtiyacı kadarını alır, gerisini atar. “Mal, canın yongasıdır.” diyorlar amma zekâtı vermeyenin malına zarar geleceği gibi ahirette de ateşe düşme ihtimali var.

Şakik Belhî Hazretleri, İbrahim Ethem'e sormuş: “Ya İbrahim! Siz geçim konusunda ne düşünürsünüz, geçiminizi nasıl temin edersiniz?”

İbrahim Ethem “Bulunca şükrederiz, bulamayınca sabrederiz!” deyince Şakik Belhi şu irşâdî cevabı vermiş: “Ya İbrahim! Bu senin yaptığını bizim Horasan'ın köpekleri de yapar. Yani onlar bulunca yerler, bulamayınca sabrederler!”

İbrahim Ethem bunu duyunca şaşırmış ve sormuş: “Peki, hazret siz ne yapıyorsunuz?” Şakik Belhi Hazretleri: “Biz bulunca dağıtırız, bulamayınca şükrederiz!” diye cevap vermiş. Âlimlerin hayatları bunun gibi misallerle doludur.

Mesela rahmetli Mahir İz hoca bu meselenin üzerinde çok dururdu; bir gün talebelerinden birine, “İlk maaşını alır almaz doğru bana gel.” demiş. Talebesi, ilk maaşı aldığı zaman tek kuruşunu harcamadan Hoca'ya gitmiş. Yolda düşünmüş, ilk maaş ya, bir yerlere gidecekler, yiyip içecekler sanıyor; maaşı Hoca'nın önüne koymuş. Mahir hoca “Bir hesap et bakalım, maaşının yüzde iki buçuğu ne ediyor?” demiş. Talebe, “Hocam niye böyle hesap kitap ediyoruz ki, gideriz bir yere, yediğimizi yeriz, yemediğimizi de cebimize koyar döneriz.” deyince, Mahir hoca, “Sen şu yüzde iki buçuğu ayır, o yeme içme faslı ayrı mesele!” diye cevap vermiş. Öğrencisi hesaplayıp ayırınca, “Şimdi oldu işte.” demiş Mahir hoca: “Her ay maaşını alır almaz yüzde iki buçuğunu hesapla ve fazla bekletmeden bir fakire, muhtaca ver. Sen memur adamsın, ayın onbeşinde paran biter, onun için, elini zekâta, hayır ve hasenata ilk maaştan alıştırmaya bak!”

Memur, maaşıyla maişetini garanti altına almış, bu yönüyle zengin sayılır; “Benim kazancım zekât sınırına gelmedi, bunun için zekât bana farz değil.” diye düşünmesi yanlıştır. Allah'ın varlığı karşısında kendi fakrını anlayan insan zengindir, zekâtı seve seve verir. Yoksa kendi organlarına bile sahip çıkamayan, ömrünü uzatamayan, felaketlere mani olamayan insanın nesi zengindir?

Ramazan, Müslümanların manen tekâmül edip cennete layık duruma gelmesidir. Mesela namaz kılmak cüz'i ibadettir. Namazda okuduğumuz ayetleri yaşamak külli ibadettir. Ramazan'da oruç tutan muhtaçlığı daha iyi anlar yani fakiri anlar, zekâtla, fitreyle, bağışla veya işyeri açıp ücret vererek onun derdine derman bulursa ibadet cüz'i olmaktan çıkar, hayatı kuşatır.

Her şeyin sahibi Allah'tır. Zekât, Allah'ın, zenginin malından fakire ayırdığı haktır! İnsan da Allah'ın hazinesindeki memur hükmündedir; hazineyi Allah'ın emirlerine uygun olarak dağıtmakla mükelleftir.

Allah ganidir, bol bol veriyor. “Verdiklerimden dağıtın!” diye de emrediyor; zekât, emre itaattir.
 
 
 
 

26 Haziran 2015 Cuma

Ömrü ebedîleştiren ibadet Cemaatle namaz

Ömrü ebedîleştiren ibadet Cemaatle namaz

 
Ömrü ebedîleştiren ibadet Cemaatle namaz

c.tokpinar@meydangazetesi.com.tr
26 Haziran 2015, 00:47
 
Her ibadetin şahlandığı Ramazan ayında vazgeçilmez hale getireceğimiz ibadetlerden birisi de namazı cemaatle kılmaktır. Nerede olursanız olun, iki kişi dahi olsanız cemaati ihmal etmeyin. Evde, işyerinde, yurtta, camide cemaatle kılarak, bu büyük sevap ve fazileti kaçırmayın.

 Ne yazık ki, namazın kıymet ve ehemmiyetini bilmediğimiz gibi, cemaatle kılmanın muhteşem sevap ve feyzinden de gafiliz. Cemaatle namaz için ortaya konan sözde mazeretlerin çoğu birer bahaneden ibarettir. Onların doğru olduğu yönünde bizi aldatan yaygın biçimdeki ihmaller, duyarsızlıklar, ilgisizliklerdir.

Eğer cemaatle namaz kılmak sadece ‘eli boş gönlü hoş’ olanların ara sıra yaptığı bir fiil olsaydı, Peygamberimiz (a.s) ve güzide sahabeleri Bedir Savaşı’nın en çetin anında cemaatle namaz kılarlar mıydı? Müşrik ordusu kendilerinden üç kattan daha fazlaydı. Tam bir ölüm kalım mücadelesi veriliyordu. Ama Allah Resulü ve ashabı canlarını kurtarmayı değil, Allah’ın huzurunda yan yana, omuz omuza olmayı seçmişlerdi.

Yarısı namaz kılarken diğerleri savaşmış, namaz kılanlar savaşırken diğerleri namazlarını cemaatle eda etmişlerdir.

Bu husus Nisa Suresi’nin 102. ayetinde şöyle geçmektedir:
“Savaşta müminler arasında bulunup da onlara namaz kıldırdığın zaman, onlardan bir kısmı seninle birlikte namaza dursunlar ve silahlarını da yanlarına alsınlar. Onlar secde ettikten sonra geri çekilip düşmana karşı dursunlar ve yerlerine henüz namaza durmamış olan diğer topluluk gelsin. Onlar da tedbirli şekilde ve silahlarını yanlarına alarak seninle beraber namaz kılsınlar.”
Dünyanın en büyük meselesi olan savaş esnasında bile cemaatle namaz terk edilmezse, hangi mazeret onu engelleyebilir?

Cemaatle namaz o kadar önemlidir ki, konuyla ilgili şu hadis, bizi ürpertmelidir:

Ebu Hüreyre’ nin (r.a.) rivayetine göre, Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuştur:
“Vallahi içimden öyle geliyor ki, bir adama cemaate namaz kıldırmasını emredeyim, sonra da o cemaate gelmeyen birtakım adamlara gideyim, onlar hakkında emir vereyim de, odun demetleri ile evlerini, üzerlerine cayır cayır yaksınlar. Bunlardan biri yağlı bir kemik bulacağını bilse, ona (namaza) mutlaka gelirdi.” (Müslim, Mesacid: 251)

Elbette Peygamberimiz (a.s.m.) hiç kimsenin evini yaktırmamıştır. Ancak onun içinden böyle geçmesi, cemaatle namaza ne kadar çok önem verdiğini göstermesi bakımından ilginçtir.

Ebudderda’nın (r.a.) rivayet ettiği şu hadis ise çok az kişi de olunsa cemaatten vazgeçilmemesi gerektiğini anlatır:
“Köyde ve çölde oturanlardan üç kişi arasında cemaatle namaz kılınmazsa, ancak şeytan onlara üstün gelmiştir. Cemaate devam et, kurt ancak sürüden ayrılmış koyunu yer.” (Ebu Davud, Salât: 47)

Aynı manada İbni Ümmi Mektum (r.a.) ile Peygamberimiz (a.s.m.) arasında geçen konuşma bize ders olmalıdır.
İbni Ümmi Mektum (r.a.), Resulullah’a (a.s.m.) sordu: “Ya Resulallah, ben gözü görmeyen, evi uzakta olan birisiyim. Bir kılavuzum var, bana yumuşak davranmıyor. Bu şartlar içinde benim namazı evde kılmama izin var mı?” diye sordu.

Resulullah, “Ezanı duyuyor musun?” diye sordu. “Evet” dedi. Peygamberimiz, “Namazı evinde kılman için izin veremem” buyurdu.

Konuyla ilgili farklı ayet ve hadisleri göz önünde bulunduran âlimler, cemaatle namazın çok kuvvetli bir sünnet olduğunu belirtmişlerdir. Ancak “Nasıl olsa sünnet” deyip geçmemek gerekir. Çünkü, cemaatle namazın tek başına kılınan namazdan 27 kat fazla sevabı vardır.

Cemaatle namazın hikmetleri

 Cemaatle namaz kılmanın sayısız hikmeti vardır. Her şeyden önce cemaatle camide kılınan namazda müthiş bir huzur, huşû ve sükûnet vardır. Çünkü mekân sadece namaz için hazırlanmış, her şey ona göre dizayn edilmiştir. Namaz içinde huzuru bozucu, gönlü ve zihni dağıtıcı, insanı başka şeylerle meşgul edici bir unsur yoktur. Cami veya mescit, sakin, temiz, ahenkli bir ortamdır. Tek başına bu bile cemaatin önemini ortaya koymuyor mu?

Cami, mescit veya evde cemaatle kılınan namazın dışında yalnız başına kılınan namazları düşünün! Çevreden gelen insan konuşmaları, radyo ve televizyon sesleri, yemek kokuları gibi insanın huzurunu bozan, namazdaki huşûya engel olan nice unsur yok mu? Bir de camide müminlerle omuz omuza kılınan namazdaki lezzeti ve huzuru hayal edin!

Çok önemli bir başka hikmet, cemaatle namaz kılmada sorumluluğun imamda olmasıdır. Böylece namaz için çok önemli olan Kur’an’ı ve duaları doğru okuma, fıkıh kurallarını iyi bilme gibi konularda çok rahat hareket etmiş oluruz.
İmamlar bu konuda özel eğitim almış kimseler olduğu için elbette Kur’an’ı cemaatten daha düzgün okumakta, namazın hangi rüknünde nasıl hareket edeceğini daha iyi bilmektedirler. Ayrıca tâdil-i erkâna çok dikkat etmekte olduklarından huzurlu ve ihtimamlı bir namaz kılmış oluruz. Namazın en büyük afetlerinden olan hızlı ve baştan savma namaz kılmaktan kurtuluruz.

Cemaate devam edersek aynı zamanda namazı tam vaktinde kılmış oluruz. Böylece ‘en hayırlı amelin vaktinde kılınan namaz olduğunu’ belirten Peygamberimizin müjdesine kavuşuruz.

Nihayet namazı cemaatle kılmakla müminler arasında bir dostluk, bir dayanışma ve yardımlaşma meydana gelir. İnsanlar birbirini çok iyi tanır, dertleriyle dertlenir, sıkıntılarını paylaşırlar.

Rabbimiz, cemaatle istenen dilekleri, yapılan duaları daha fazla kabul eder. Çünkü herkes birbirinin duasına âmin der, birbirinin isteğine kuvvet verir. Hem birbirinden feyiz alır.
İşte bunlar ve daha bilemediğimiz nice hikmet, namazı tek başına kılınan namazdan 27 kat daha kıymetli yapmıştır. Tüm bunları bilerek cemaatle namazı nasıl ihmal edebiliriz?

Cemaatle namazın feyiz ve bereketinden hiçbir zaman mahrum olmayın. Şayet camiye herhangi bir sebeple gidememiş olsanız bile, eşiniz ve çocuklarınızla bir cemaat oluşturun. Eğer bir arkadaş grubuyla kalıyorsanız, yine bir cemaat meydana getirin ve bu sevabı kaçırmayın.

http://www.meydangazetesi.com.tr/omru-ebedlestiren-ibadet-cemaatle-namaz-makale,736.html


25 Haziran 2015 Perşembe

Vesveseler Niçin Gelir?

Vesveseler Niçin Gelir?

 
Vesveseler Niçin Gelir?

h.gultekin@meydangazetesi.com.tr
19 Haziran 2015, 01:52
                          
Kendinizi en mutlu hissettiğiniz zamanlarda bile beyninizde sanki bir kıymık var gibi hissettiniz mi hiç? Manevi bir iklime dalacağınızda birdenbire sizi huzursuz eden bir ürperti. Sevinçten havalara uçmanız gereken bir durumda, sizi aşağılara çeken bir duygu. Siz hissetmemiş olsanız bile bugün birçok insanın duygu ve düşünce dünyası bu gibi durumlarla altüst durumda. Nereden ve nasıl geldiğini bilemediği vesveseler birçoğumuzun hayatını karartabiliyor ve hem kendisi hem de çevresindekiler için gerçekten çekilmez bir hale gelebiliyor.
 
Dakikalarca abdest alanı mı ararsınız, yoksa bir türlü niyet edip namaza başlayamayanı mı? Veya temizlediği yeri defalarca temizleyen, düzensiz duran her şeye karşı aşırı hassasiyet göstereni mi? Bu ve bunun gibi vesveseler kimi insanlarda zamanla takıntı haline gelebiliyor ve insanı içinden çıkılması zor bir duruma sokabiliyor. Bunlar bir yana, bir de inandığımız kutsal değerlere dair gelen vesveseler vardır ki belki insana en ağır geleni ve en çok zorlayanı da bu olsa gerek.

Kaderin de bir payı var
 
Bu konuda bilmemiz gereken belki en önemli husus; vesveselerin, her insana bazı eksik ve boşlukları sebebiyle geldiği düşüncesinin yanlışlığıdır. Zira ibadetlerini yerine getiren inançlı insanlarda bile bu tür vesveselerin olması, bu yargının yanlışlığını gösteren en büyük delildir. Evet, her ne kadar bizim birtakım zaaflarımız ve boşluklarımız bizi vesveselere açık hale getiriyor olsa da meselenin bir de yaratılıştan getirilen ruh yapısı ve soyaçekimle ilgisini göz ardı etmememiz gerekir. Dolayısıyla vesveseye maruz kaldığımız zamanlarda suçun hepsini üzerimize almak yerine, varsa eksiklerimiz onları kapatmaya çalışmalı, geri kalanı ise kadere havale ederek ruhen sükûnete kavuşmalıyız.

Nasıl kurtuluruz?
 
1.Kimi vesveseler dinin özünü tam olarak anlamamaktan meydana gelir. Bir örnekle açıklayalım: Rabbimiz bizlere, abdest almamızı emretmiş. Abdestin hikmetlerinden biri de azalarımızın temizliğini sağlamak. Ancak bu hikmet, sanki abdestin farziyetinin asıl sebebiymiş gibi, kimi insanlar abdest organlarını defalarca yıkarlar. Oysa bunun yerine sadece bir veya iki avuç su, bu farziyeti yerine getirmeye kâfidir. Suyun, ilgili uzvu ıslatmış olması inşallah Rabbimizi razı edecektir. Bu açıdan vesveseli insanlar her bir organını bir-iki avuç suyla yıkasalar görecekler ki hem içleri rahat edecek, hem farzı yerine getirmiş olacak, hem de israfa girmemiş olacaklardır. Efendimizin, sadece birkaç tas (yaklaşık 4 lt.) suyla gusül abdesti aldığı bilgisi daima kulağımıza küpe olsun.

2.Vesveseler eğer başlangıç seviyesindeyse, henüz insanı fazla zorlamıyor ve insan, iradesiyle üstesinden gelebilecek bir vaziyetteyse o zaman büyüklerimizin bize tavsiyesine göre bu vesveselerin üzerine fazla gitmemek, gözünde fazla büyütmemek gerekir. Bunun için de daha ulvi şeyleri düşünüp, bu yüce hakikatler karşısında vesvesemizin aslında değer verilecek bir yanının olmadığını kendimize telkin edebiliriz.

3. Bu hususta tavsiye edilebilecek en önemli şeylerden bir tanesi de duadır. Dua, müminin silahı olduğu gibi aynı zamanda kalkanıdır da. Bela ve musibetlere karşı dua kalkanını iyi kullanan bir mümin, belanın gelmesine engel olamasa bile en azından etkisini azaltabilir. Gelen bela büyük bir tahribat verecekken, dua sayesinde belki bir sinek ısırığına dönüşebilir.

4. Vesveseye maruz kalan insanların çoğunun ihmal ettiği bir husus da tıbbi destek almaktır. Bilmemekten, vesveseye alışmış olup, onu bir rahatsızlık olarak görmemekten, günümüz tıbbının ulaştığı seviyeyle bu tür hastalıkların yüzde yüze yakın bir başarıyla tedavi edildiğinden haberi olmamaktan dolayı birçok insan senelerce bu ıstırabı çekmekte.

 
 
 
 

Dua Ve Mağfiret Ayı

Dua Ve Mağfiret Ayı


Dua Ve Mağfiret Ayı
          

On bir ayın sultanı mübarek Ramazan-ı Şerif’e tekrar kavuştuk, elhamdülillah. Cenab-ı Mevlâ müberra kitabımız Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:

“Ramazan ayı, insanlar için bir hidayet rehberi, doğru yolun ve hak ile bâtılı birbirinden ayırmanın apaçık delilleri olarak Kur’an’ın indirildiği aydır. Öyle ise içinizden kim bu aya ulaşırsa onu oruçla geçirsin. Kim de hasta veya yolcu olursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutsun. Allah size kolaylık diler, zorluk dilemez. Bu da sayıyı tamamlamanız ve hidayete ulaştırmasına karşılık Allah’ı yüceltmeniz ve şükretmeniz içindir.” (Bakara, 185)
İbn Acibe hazretleri bu ayet-i kerimeyi tefsir ederken şöyle diyor:

“Ramazan, kelime olarak ‘yakmak’ manasındadır. Bu aya Ramazan denmesi, o ayda tutulan oruç esnasında çekilen açlık ve susuzluğun hararetinden kalbin yanması sebebiyledir. Ramazan denmesinin bir diğer sebebi de, o ayda günahların yanıp temizlenmesidir.” (Bahrü’l-Medîd)

Yukarıdaki ayet-i kerimenin devamında Cenab-ı Mevlâ şöyle buyuruyor:

“Kullarım, beni senden sorarlarsa, (bilsinler ki) gerçekten ben (onlara çok) yakınım. Bana dua edince dua edenin duasına cevap veririm. O halde doğru yolu bulmaları için benim davetime uysunlar, bana iman etsinler.” (Bakara, 186)

Bu ayet-i kerimenin Ramazan-ı Şerif ayetinden hemen sonra gelişinin hikmetini büyük müfessir Beyzavî rh.a. şöyle açıklıyor:

“Allah Tealâ kullarına önce Ramazan orucunu emretti, onları tekbir ve şükür vazifelerini yerine getirerek sayıyı tamamlamaya teşvik etti. Peşinden de kendisinin onların bütün hallerini bildiğini, sözlerini işittiğini, dualarına icabet ettiğini ve amellerine karşılık verdiğini bildiren bu ayeti getirdi. Bunu önceki emri kuvvetlendirmek ve onu yerine getirmeye teşvik için yaptı.”

Yani Cenab-ı Mevlâ bizlere “emrimi yerine getirin, orucunuzu tutun, şükredin, dua edin, duanıza icabet ederim” diye buyuruyor. Ramazan ayı oruç ayıdır, namaz ayıdır, Kur’an-ı Kerim’i çokça okuma, fakirlere yardım etme, sadaka verme, itikâfa girme ayıdır. Salih amellerle Allah’a yaklaşma ayıdır. Bütün bu ibadetlerle Cenab-ı Mevlâ’dan isteme ve dua ayıdır. Fahr-i Kainat Efendimiz s.a.v. şöyle buyurmuştur:

“Ramazan ayının ilk gecesi gelince sekiz cennetin bütün kapıları açılır. Bu ay boyunca cennet kapılarından hiçbiri kapanmaz. Allah Tealâ bir nidacıya şöyle ilan etmesi için emir verir:

– Ey hayır arayan kişi, gel! Ey kötülükte ileriye giden kişi, bırak! Günahlarının bağışlanmasını dileyen yok mu, bağışlansın! Dilekte bulunan yok mu, dileği verilsin! Tövbe eden yok mu, tövbesi kabul edilsin!

Bu durum fecir doğup sabah oluncaya kadar böyle devam eder. Cenab-ı Hak her gece iftar vakti, azabı hak etmiş bir milyon kişiyi cehennemden azat eder.” (İbn Huzeyme, es-Sahîh, 1887; el-İsbehânî, et-Terğîb ve’t-Terhîb, 1726; Beyhakî, Şu’abu’l-îmân, 3608)

Ashab-ı Kiram’ın büyüklerinden Selman-ı Farisî r.a. anlatıyor:

“Allah Rasulü s.a.v. Şaban ayının son günü bize bir hutbe irad etti. Şöyle buyurdu:

– Ey insanlar! Büyük bir ayın gölgesi üzerinize düşmüş bulunuyor. O ay içinde bulunan Kadir gecesi bin aydan hayırlıdır. Cenab-ı Hak bu ayda oruç tutmayı farz ve geceleri ibadet etmeyi nafile kılmıştır. Kim bu ayda hayırlı bir haslet ile Allah Tealâ’ya yaklaşırsa, diğer aylarda bir farz eda etmiş gibi sevap kazanır. Yine bu ayda bir farzı yerine getiren diğer aylarda yetmiş farzı yerine getirmiş gibi sevap kazanır. Bu ay sabır ayıdır. Sabrın karşılığı ise cennettir. Bu ay yardımlaşma ayıdır. Bu ayda müminin rızkı artar. Kim bu ayda bir iftar ettirirse, bir köle azat etmiş gibi sevap kazanır ve günahları bağışlanır.

Bu sözler üzerine biz dedik ki:

– Ya Rasulallah! Hepimiz bir oruçluyu iftar ettirecek imkana sahip değil.

Allah Rasulü s.a.v. sözlerine şöyle devam etti:

– Oruçluya bir içim süt, bir içim su ve birkaç hurma vererek iftar ettirene de Allah Tealâ bu sevabı verir. Kim bir oruçlunun karnını doyurursa, Allah Tealâ onun günahlarını bağışlar. Yine onu benim Kevser Havuzumdan içirir ve ondan sonra hiç susuzluk çekmez. Oruç tutan kişinin sevabından bir şey eksilmeden, kazandığı sevap kadar da iftar ettiren kişiye sevap verilir. Bu öyle bir aydır ki, başı rahmet, ortası mağfiret ve sonu cehennemden azat olmaktır. Bu ayda kölesinin (hizmetçisinin, işçisinin) işini hafifleten kişiyi Allah Tealâ ateşten azat eder.

Bu ayda şu dört haslete sıkıca sarılın. Bunların ikisi ile Rabbinizin rızasını kazanır, ikisine ise her zaman ihtiyaç duyarsınız. Rabbinizin rızasını kazandıracak iki haslet şudur: Allah’tan başka ilah bulunmadığına şahadet etmek ve Allah’tan günahların bağışlanmasını dilemek. Her zaman ihtiyaç duyduğunuz iki haslet ise Rabbinizden cenneti istemek ve cehennemden ona sığınmaktır.” (Beyhakî, Şu’abu’l-Îmân, 3695; el-Münzirî, et-Terğîb ve’t-Terhîb, 1469)

Ramazan ayı kulluğa sarılıp bağışlanmayı bekleme zamanıdır. Efendimiz s.a.v. buyurmuştur ki:

“İman ederek ve sevabını yalnız Allah Tealâ’dan bekleyerek Ramazan orucunu tutan kişinin geçmiş ve gelecek günahları bağışlanır.” (Buharî, 38; Müslim, 760; Nesâî, 2203; Ebu Davud, 1372; İbn Mâce, 1641)

Ramazan-ı Şerif, içinde bir ömre bedel mübarek Kadir gecesini barındırır. Bu ayın son on gününde Kadir gecesini aramak, Cenab-ı Mevlâ’nın mağfiretine ihtiyacımızı, iştiyakımızı O’na arz etmektir. Esasen Ramazan boyu tuttuğumuz oruçlarla, kıldığımız namazlarla, verdiğimiz sadakalarla, okuduğumuz, dinlediğimiz Kur’an-ı Kerim’le Rabbimize olan ihtiyacımız arz ile birlikte irtibatımızı tazeler, yenileniriz.

Ramazan-ı Şerif’e kavuşturduğu gibi Rabbimiz bizi bayrama da ulaştırır inşallah. Fahr-i Kainat Efendimiz s.a.v.’in müjdesiyle, Cenab-ı Mevlâ bayram sabahı melekleri şahit tutarak “sevap olarak rızamı ve affımı veriyorum” diyerek kullarını sevindirir.

Rabbimiz, bizleri bu mübarek ayı hakkıyla ihya edip bayram sabahı rızasını ve mağfiretini bahşettiği kullarından eylesin. Bayramımız mübarek olsun.

Rabbimizin tevfik ve inayetiyle…

http://semerkanddergisi.com/dua-ve-magfiret-ayi/


24 Haziran 2015 Çarşamba

Ahmed Şahin - Sigara dumanı, suda serinleme, yemeğin tuzuna bakma orucu bozar mı?

Ahmed Şahin - Sigara dumanı, suda serinleme, yemeğin tuzuna bakma orucu bozar mı?


Ahmed Şahin
 
 
AİLE-SAĞLIK

 

Sigara dumanı, suda serinleme, yemeğin tuzuna bakma orucu bozar mı?


Ramazan'da tiryakinin sigara dumanı yutması orucu bozar mı sorusuna iki şekilde bakmak gerekiyor: Sigara dumanı ya kasti olarak yutulur, yahut da istemeyerek. İstemeyerek yutulursa orucu bozma söz konusu olmaz. Ama isteyerek ve kasten sigara dumanını kendine doğru çekip yutan kimsenin orucu bozulur. Bu sebeple tiryakilerin böyle dumanlı yerlerden uzak durmalarında mecburiyet derecesinde isabet vardır.

-Oruçlunun sıcaklarda su ile serinleme çarelerine gelince: Siyerdeki kayıtlarda görüyoruz ki, Resûl-i Ekrem (sas) Efendimiz bir oruç gününde sıcakların şiddetlenmesinden dolayı başına su döktürmüş, maruz kaldığı şiddetli sıcağın tesirini azaltmayı mahzurlu görmemiştir.

Hazreti Ömer Efendimiz'in oğlu Abdullah da başına ıslak mendil sarmış, yakıcı sıcakların meydana getirdiği şiddetli hararetin etkisini azaltmaya çalışmıştır.

Bunlar da gösteriyor ki, sıcakların şiddetlendiği anlarda başa su dökmek yahut ıslak mendil sarmak ya da başı akan musluğun altına tutup serinlemek caizdir, hatta mekruh da değildir.

Nitekim güneş altında ağır işlerde çalışan işçiler zorlandıkları anlarda başlarına su dökerler, ıslak şeyler sarınıp serinlemeye çalışır, dayanma gücü elde etmeye gayret ederler. Bu sırada su yutmak gibi bir hata meydana gelmedikçe bir mahzur da söz konusu olmaz.

Ancak Ebû Hanîfe Hazretleri'nin bir uyarısı var burada. Şöyle demiştir:

-Bu gibi serinleme tedbirlerinde oruçtan şikâyet mânâsı kastedilmediği takdirde mekruh dahi olmaz. Şayet oruçtan şikâyet gibi bir tavra girilirse bu görüntüler mekruh hale gelir.

-Ramazan'da iftar yemeği hazırlayan hanımların yemeğin tadına tuzuna dil ucuyla bakmaları orucu bozar mı? Bazı hassas hanımlar bu konuda şüpheye düşüp ‘orucumuza bir zarar geliyor mu acaba?' diye ısrarla sorma gereği duyuyorlar.

Bu konuda kısaca denebilir ki, dil ucuyla yemeğin tadına tuzuna bakılması halinde, dil ucundaki bulaşığın ağız içine dağılmasına fırsat vermeden, hemen anında dışarıya tükürülerek atılması gerekir ki, orucu bozma tehlikesi meydana gelmesin. Demek oluyor ki, bu gibi dil ucuyla tada, tuza bakmalarda boğazdan aşağıya, mideye doğru bir kırıntı ve bulaşığının gitmemesi şarttır!

Bununla beraber, iftar sofrasındakilerin yemeğin tadında, tuzunda bir eksiklik hissetmeleri halinde, bunu yemeği hazırlayanın oruçlu olmasının makul ve meşru bir sonucu olarak görmeleri gerekir, bir kusur saymamaları icap eder İslam terbiyesi gereğince.

-Gündüz acıkmamak için sahurda ihtiyaçtan fazla yemek, tıka basa mideyi doldurmak da mekruh bir tedbir sayılmaz mı?

Sayılır elbette. Çünkü orucun bir hikmeti de acıkmak, susamak, acıkanların, susayanların hâlini anlamaktır. Sahurda tıka basa yemek, gündüz de acıkma, susama gibi mahrumiyetlerden tümüyle kendini korumaya almak caiz olsa bile mekruh sayılır. Kaldı ki en sevaplı oruç, en çok acıkılıp susanılan oruçtur!

-Tükürüğü ağzında biriktirip yutma alışkanlığına girmek doğru bir tedbir midir? Bunu devamlı yapmak da mekruh sayılmaz mı?

-Evet, sayılır. Hatta sakız çiğnemek de aynı şekilde mekruhlardan sayılır.

Ancak çiğnenen sakızdan boğazdan aşağıya parçacıklar kaçarsa, yahut sakızda var olan şeker ve diğer tat mideye akar da içeriye gıda gitmiş olursa, oruç mekruh olmakla kalmaz, bozulur. Demek ki, tadı olmayan, parçaya bölünmeyen sakızı çiğnemek mekrûh olur. Tadı olan, yahut bölünüp içeriye parçası, tadı giden sakızı çiğnemek ise orucu bozar. Çünkü boğazdan aşağıya oruç bozucu bir şeylerin gitmesi söz konusudur bu çiğnemede.

-Bir mecburiyet olmadan oruca dayanma gücünü azaltacak derecede kan vermek, zor işlerde çalışmak da mekruhlardan sayılır. Çünkü kan aldırarak oruca dayanamayacak derecede zayıflamak, zor işlerde çalışarak oruca dayanıklılığı yok etmek de mekrûh işlerden sayılmıştır. Şayet mecburiyet yoksa tabii.
 
 
 
 

23 Haziran 2015 Salı

Ahmed Şahin - Unutarak ya da hata ile oruç bozmanın sonuçları!

Ahmed Şahin - Unutarak ya da hata ile oruç bozmanın sonuçları!


Ahmed Şahin
 
 
AİLE-SAĞLIK

 

Unutarak ya da hata ile oruç bozmanın sonuçları!


Orucun başladığı ilk günlerde ‘unutarak' yahut ‘hata' ile oruç bozmalara maruz kalınır. Bilhassa ilk günlerde maruz kalınan böylesi oruç bozmalar oruçluyu şaşırtabilir. Halbuki unutarak bozma ile hata ile bozmayı ayırıp hükümlerini bilse, ona göre hareket eder, bir endişe ve şaşırma da söz konusu olmaz.

Nitekim unutarak oruç bozmalarda hiçbir şey gerekmezken hata ile oruç bozmalarda kaza lazım gelir, o günkü orucu sonra yeniden tutmak icap eder.

İsterseniz çok karşılaşılan bu hata ile unutarak oruç bozmaları misalleriyle açıklayalım.

Mesela, oruçlu insan abdest alırken yahut gusül sırasında ağzına burnuna su çekerken boğazından aşağıya su kaçırmamaya dikkat etmesi gerekir. Ancak böyle dikkatine rağmen bir hata sonucu boğazından aşağıya su kaçırırsa bu hata ile bozma olur. Bu oruca yine devam eder. Ancak Ramazan'dan sonra ilk fırsatta hata ile bozduğu bu orucunu yeniden tutarak kaza eder. Borçtan kurtulur.

Demek oluyor ki oruçlu, abdest alırken yahut banyo yaparken dikkat etmeli, ağızdan burundan içeriye su kaçırmamalıdır. Şayet bir hata olur da boğazdan aşağıya su kaçırırsa oruca yine devam eder, ancak bu orucu bayramdan sonra yeniden tutarak kaza eder, böylece bozduğu orucun borcundan kurtulmuş olur.

Bundan dolayıdır ki gusülde ağız ve burun içini iyice yıkamak gerektiği halde, oruçlu iken fazlasına ihtiyaç duyulmaz. İçeriye su kaçmayacak şekilde yıkamakla yetinilir.

Hata ile oruç bozmaya ait başka misaller de verilebilir.. İftarda saatine bakan oruçlu:

-Oooo!. Vakit gelmiş de haberimiz yokmuş! diyerek orucunu açsa, yahut dışarıdan başka şehrin televizyondaki ezanını işiterek kendi şehrinin ezanı okunuyor zannederek orucunu açsa, sonradan anlaşılsa ki, saatine yanlış bakmış, işittiği ezan da başka şehrin ezanı imiş, vakit girmeden orucunu bozmuş.

İşte bu orucun da sonra kazası lazım gelir. Çünkü bu da hata ile bozulan oruçtandır.

Bunun sahurdaki misali de şudur.

-Henüz imsak girmedi zannıyla yemeye devam etse, halbuki yediği sıralarda imsak girip oruç başladığı sonradan anlaşılsa, o oruca da yine devam edilir. Ancak Ramazan'dan sonraki bir günde hata ile bozulan bu oruçta kaza edilerek borçtan kurtulma çaresi bulunulmuş olur.

Hata ile oruç bozmanın hükümlerine böylece baktıktan sonra bir de ‘unutarak' yani oruçlu olduğunu hatırlamayarak bozmanın hükümlerine de bakalım.

-Mümkündür ki, insan oruçlu olduğunu unutmuş, bir şey yiyor, yahut içiyor olsun. Böyle birinin yapacağı ilk iş, oruçlu olduğunu hatırladığı anda hemen yemeyi-içmeyi durdurup ağzındakini derhal dışarıya çıkarıp orucuna hiçbir şey olmamış gibi devam etmektir.

Çünkü unutarak bozulan oruçların kazası da lazım gelmez. Bir cezası da söz konusu olmaz. Rabb'imiz kulunu bağışlamaktadır unutarak bozmasını. Yeter ki hatırladığı anda hemen vazgeçsin yeme, içmeyi durdurup orucuna devam etsin.

- Şayet, unutarak oruç bozmadan sonra artık orucum bozuldu diyerek yemeyi sürdürürse işte tehlike o zaman söz konusu olur. Bu bilerek yemeye iki ay kefaret orucu tutması lazım gelir diyenler (az da olsa) vardır... Ancak kasıtlı yemediğinden kefaret gerekmez diyenler de çoğunluktadır.

Durum böyle tehlikeli olunca, dikkatli olmalı, orucu bozma gibi bir unutkanlığa düşmemeli, düşülmüş olursa hemen ağızdakini çıkarıp tutmayı sürdürmeli, orucum bozuldu diyerek yemeye devam etme gibi bir hataya düşmemeli, kaza etme borcunu yüklenmemelidir..

Özetleyecek olursak diyebiliriz ki:

1- Unutarak oruç bozmalara bir şey lazım gelmiyor. Hatırlayınca hemen vazgeçmek gerekiyor..

2- Hata ile oruç bozmalara ise gününe gün olarak kaza lazım geliyor..

Gelelim (unutarak değil, hata ile de değil) belki bilerek, kasten oruç bozmalara!

İşte büyük tehlike ve korkulacak durum burada.. Çünkü özürsüz oruç bozmalarda, kefaret yüklenmek söz konusu oluyor. Nefsine, şeytanına uyup imsaktan sonra, iftardan önceki oruç vakti içinde, başladığı orucunu özürsüz bozan adam artık bozduğu tek oruç için tam iki ay hem de hiç ara vermeden kefaret orucu tutma borcunu yüklenmiş olur. Ramazan içinde keyfî olarak orucunu bozduğu, ayın hürmetini ayaklar altına aldığı, yaratanına isyan bayrağı açtığı için böylesine ağır iki aylık oruç tutma cezasını yüklenmiş olur.

Şayet bu oruç bozmalar, iftara kadar dayanılması zor bir hastalık ve rahatsızlık gibi ciddi bir özürden dolayı olmuşsa, buna kefaret değil sadece kaza lazım gelir. Çünkü oruç bozma nefsine uyarak, keyfî şekilde olmamış, sıhhi bir zaruretten dolayı mecbur kalınarak gerçekleşmiştir.

Rabb'imiz ibadetlerimizi bilerek yapmayı nasip eylesin!
 
 
 

22 Haziran 2015 Pazartesi

Dr. Vehbi Karakaş - Ramazan Ayı Vesilesiyle Önemli Hatırlatmalar

Dr. Vehbi Karakaş - Ramazan Ayı Vesilesiyle Önemli Hatırlatmalar
        
Dr. Vehbi Karakaş
Ramazan Ayı Vesilesiyle Önemli Hatırlatmalar
Dr. Vehbi Karakaş
 
“Ramazan ayı, öyle bir aydır ki insanlığa rehber olan, onları doğru yola götüren ve hakkı batıldan ayıran en açık ve parlak delilleri ihtiva eden Kur’an o ayda indirilmiştir.” 
 
Sevgili Peygamberimiz buyurmuşlardır ki: "Ramazan geldiği zaman Cennet'in kapıları açılır, Cehennem'in kapılan kapanır, şeytanlar zincire vurulur, bağlanır." “Kim, faziletine inanarak ve karşılığını yalnızca Allah’tan bekleyerek Ramazan orucunu tutarsa, geçmiş günahları bağışlanır.” 
 
 “Oruçlu mü’minin ferahlayıp sevineceği iki an vardır: Birisi iftar ettiği zaman, diğeri de orucunun sevabıyla Rabbine kavuştuğu andır. Muhammed’in (aleyhissalatü vesselam) canı kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, oruçlunun ağız kokusu, Allah katında misk kokusundan daha güzeldir.”
 
“Kim yalan konuşmayı ve yalan-dolanla iş yapmayı terketmezse,  Allah o kimsenin yemesini, içmesini bırakmasına kıymet vermez.”
 
“Oruç günahlara karşı bir kalkandır. Sizden biriniz oruç tuttuğu zaman kötü söz söylemesin ve kavga etmesin. Şayet biri kendisine söver ya da sataşırsa: ‘Ben oruçluyum’ desin.”
 
“Cennette reyyan denilen bir kapı vardır ki, kıyamet günü oradan ancak oruçlular girecek, onlardan başka kimse giremeyecektir.”  “Kullarım Ben’i senden soracak olurlarsa, bilsinler ki Ben pek yakınım. Bana dua edenin duasına icabet ederim. Öyleyse onlar da davetime icabet ve Bana hakkıyla inanıp tasdik etsinler ki doğru yolda yürüyerek selamete ersinler.”
 
“Ramazan ayının son on gününde Rasülullah (sallallahu aleyhi ve selem) geceleri  ihya eder, ev halkını uyandırır, kendisini tamamen ibadete adardı.”  “Kim bir oruçluyu iftar ettirirse, oruçlu kadar sevap kazanır. Oruçlunun  sevabından da hiçbir şey eksilmez.”
 
Bir hadiste bildirildiğine göre de Allah Rasülü (sallallahu aleyhi ve selem), bir gün Hz. Sa’d İbni Ubade’nin yanına geldi. Hz. Sa’d derhal bir parça ekmek ve zeytin çıkarıp Rasülullah’a ikram etti. Efendimiz (aleyhi ekmelüttehaya) bunları yedikten sonra ona şöyle dua etti: “Evinizde hep oruçlular iftar etsin, yemeğinizi  iyiler yesin, melekler de duacınız olsun.”
 
 “Sahur yapınız, zira sahurda bolluk-bereket vardır.”
 
Rasulullah’dı. (s.av) “Rasüllullah (sallallahu aleyhi ve sellem) insanların en cömerdi idi. Onun en cömert olduğu anlar da Ramazan ayıydı. Cebrail (aleyhisselam), Ramazan’ın her gecesinde Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ile buluşur, karşılıklı Kur’an okurlardı. Bundan dolayı Rasülullah (aleyhissalatü vesselam) Hazret-i Cibril ile buluştuğunda, esen  rüzgardan daha cömert davranırdı.”
 
YARDIMLAR ZEKAT ADINA YAPILMALI
 
Sevgili kardeşlerim,
Ramazan ayı, oruç ayı, Kur’an ayı olmanın yanında, aynı zamanda yardım ve yardımlaşma ayıdır. Bu vesile ile çok önemli bir hususun altını çizmek istiyorum:
 
Yapacağınız bütün iyilikleri ve yardımları zekat adıyla yapınız. Yapacağınız yardımları, vereceğiniz paraları zekat adıyla yapar ve verirseniz bu tutum ve anlayış size şu güzellikleri kazandıracaktır:
 
1-Zekat adına verdiğinizde Allah namına vermiş olacağınızdan Allah sizden razı olacak, nimete şükretmiş sayılacaksınız, sevap kazanacaksınız.
 
2-Verdiğinizi zekat adına verirseniz, zekatı alan muhtaç adam, size karşı tabasbus yapmaya, eziklik hissetmeye mecbur kalmayacak ve izzet-i nefsi kırılmayacaktır.
 
3-Zekatı alan muhtaç adamın sizin hakkınızda yapacağı dualar makbul olacak.
 
Eğer yapacağınız iyilikleri, ikramları, vereceğiniz paraları zekat adıyla vermezseniz üç zararla baş başa kalmış olacaksınız:
 
1-Verdikleriniz, Allah rızası için verilmemiş olma ihtimaline binaen size sevap getirmeyecek, faydasız gitmiş olacaktır.
 
2-İyilik yapmak istediğiniz zavallı fakiri, minnet esareti altında ezmiş olacaksınız.
 
3-Zekatı alan kimselerin makbul duasından mahrum kalacaksınız.
 
Zekat veren insan kendisini Cenab-ı Hakk’ın bir dağıtma memuru bilmeli, kendisini mal sahibi zannedip de küfran-i nimete, nankörlüğe düşmemelidir.
 
ZEKAT VE SADAKA İLE İLGİLİ KUR’AN’DAN ÇIKARDIĞIMIZ ÖLÇÜLER DE ŞUNLAR
 
1-Zekat ve sadaka veren fakirden teşekkür beklememeli,  zekatını kabul ettiği için de asıl kendisi fakire teşekkür ve dua etmelidir.
 
2-Zekat verecek imkana sahip olanlar, usulüne uygun verdiklerinde Allah için verdikleri bir, yedi yüz olarak kendilerine dönecektir.
 
3-Verdiklerini başa kakmadan, eziyet etmeden verenlere ücretlerini Allah verecek, böyleleri ne korku ve ne de hüzünle karşılaşmayacaklardır.
 
4-Güzel bir söz ve bağışlama, arkasında başa kakma ve eziyet olan sadakadan daha güzel ve daha hayırlıdır.
 
5-Sadaka vermede riyakarlığı, ancak Allah’a ve ahiret gününe imanı olmayanlar yapar. Eziyet edilerek ve başa kakılarak verilen sadaka, batal olmuştur, sahibine hiçbir şey kazandırmaz.
 
6-Sadaka ve zekat temiz ve helal olan maldan verilmeli, hem de sadaka ve zekatı veren malın kötüsünü değil, kendine layık gördüğünden vermelidir.
 
7-Sadaka verme konumunda olanlara şeytan: “Verme, fakir olursun” der. Allah ise, “ver, korkma” der. İnsan şeytanı değil, Allah’ı dinlemelidir..  Mülkün sahibi şeytan değildir, Allah’tır. Allah, verdi mi Allah’ca verir. Kul, onun rızası yolunda verdi mi Allah onu, kat kat artırarak geri verir.
 
8-Başkalarına ders ve teşvik olsun diye, zekatı açıktan vermek daha faziletlidir. Riya olur korkusuyla da sadakayı gizli vermek efdaldir, daha hayırlıdır.
 
9-Muhtaçların menfaatini düşünerek zekat ve sadaka verenler, aslında kendilerine verdiklerini unutmamalıdırlar. Verdikleri, bir servet olarak kendilerine dönecektir.
 
10-Sadaka ve zekatlar, kendilerini ilim ve cihad için Allah yoluna adayan Kur’an öğrencileri ve iman hizmetinde bulunan kimseler için tahsis edilmelidir. Ticaretle meşgul olmayan ve utandıklarından dolayı da istemeyi beceremeyen böyle kimseler zengin zannedilip ihmale uğrayabilirler. Böyleleri aranmalı, bulunmalı ve gereği yapılmalıdır.
 
KUR’AN VE HADİSLERE GÖRE ZEKAT VERMEYENLERİ BEKLEYEN KORKUNÇ AKİBET
 
Şimdi gelin hep beraber Yüce Rabbimizin zekat vermeyenler hakkındaki dehşetli uyarılarını ve Sevgili Peygamberimizin bu husustaki hadislerini büyük bir dikkatle okuyalım. Bu uyarıları bir tehdit değil, Allah’ın zengin ve fakir kullarına gösterdiği şefkatin bir tezahürü olarak görelim. Uçuruma doğru gitmekte olan bir görme engelliyi bağırıp uyarmanız ona tehdit midir, şefkat mi? Şefkattir. Ateşten uçurumlara doğru giden manevi görme engellisi olan kimseleri de Yüce Rabbimizin uyarmasını elbette tehdit değil, şefkatin ta kendisi olarak görmeliyiz. İşte Rabbimizin uyarıları:
 
“Altın ve gümüşü (parayı ) biriktirip de onları Allah yolunda harcamayanları pek acıklı bir azapla müjdele. O gün bu paralar cehennem ateşinde kızdırılacak da onların alınları, böğürleri ve sırtları bunlarla dağlanacak ve, “İşte bu, kendiniz için biriktirip sakladığınız şeylerdir. Haydi tadın bakalım biriktirip sakladıklarınızı”! denilecek. 
Bir başka ayet-i celilesinde de şöyle buyurmaktadır:
 
“Allah'ın, kendilerine lütfundan verdiği nimetlere karşı cimrilik edenler, (zekat ve sadaka vermeyenler, hayır-hasenat yapmayanlar) bunun, kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Hayır o, kendileri için şerdir. Cimrilik ettikleri şey, kıyamet gününde boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah'a aittir. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.”      
Allah Rasulü Efendimiz de şöyle buyurmuşlardır:
 
“Allah kime mal verir de zekatını ödemezse, kıyamet gününde o mal, sahibine, gözlerinin önünde simsiyah iki benek bulunan gayet zehirli ve zehirinin etkisinden başı kel bir yılan şeklinde onun karşısına getirilip boynuna dolandırılır, sonra yılan onu avurtlarına alarak boğmaya başlar: 'Ben senin malınım, ben senin yığdığın stoklarınım." der.  Allah Rasulü Efendimiz bu sözünün arkasından yukardaki ayet-i celileyi  okuyarak işin ciddiyetini ortaya koymuştur.
 
SERVETİNİZİ VE SAĞLIĞINIZI KORUMAK İSTER MİSİNİZ?
 
Zekat ve sadakalar, bahçemizdeki ağaçlarda görünen fazla dallardır. Onlar budanırsa bahçe sağlığa kavuşacak, daha güzel ve tok meyveler vermesine sebep olacaktır. Dalların budanmasına izin vermeyen bahçesine zarar verir. Günün birinde de bahçeden de, meyveden de mahrum kalır. Servetini kaybeden, sıhhatini de kaybeder. Gerek servetimizi ve gerekse sıhhatimizi korumak istiyorsak Rasulullah Efendimizin şu sözünü kulaklarımıza küpe yapalım. Buyurmuşlar ki: “Servetinizi zekat vererek koruyun, hastalarınızı ve hastalıklarınızı sadaka ile tedavi edin, belaların defi için dua ile, (namazla Allah’tan) yardım isteyin.”
 
“Kalp amellerinin güneşi imandır, beden ile yapılan amellerin fihristesi namazdır, mal ile yapılan amellerin kutbu zekattır.”
 
Oruç bir zırh, bir kalkandır. Onu tutan korunur. Namaz, dinin direği ve kıvamıdır. Direk olmazsa, bına yıkılır. Zekat İslam’ın köprüsüdür. Zenginle fakiri birbirine bağlar, dost eder. İhtilalleri, anarşi ve terörü önler.
 
RAMAZAN AYINI AYLARIN SULTANI YAPAN OLAYLAR
 
1-Ramazan ayında oruç farz kılınmıştır,
 
2-Kur’an bu ayda inmeye başlamıştır,
 
3-Bu ayda semanın ve cennetin kapıları açılmaktadır,
 
4-Cehennemin kapıları kapanmaktadır,
 
5-Şeytanlar ve cinlerin azgınları bu ayda zincire vurulmaktadır,
 
6-Bin aydan hayırlı olan Kadir gecesi vardır,
 
7-Allah, samimiyetle kendisine yönelen kullarını bağışlamaktadır,
 
8-Ramazan ayında kılınan nafile ibadetlere farz sevabı,  farzlarına ise 70 farz sevabı verilmektedir.
 
Ramazan-ı Şerifiniz mübarek olsun. Ağzınız tatlı, yuvanız mutlu, iftar sofralarınız bereketli olsun. 
 
Tarih : 19.06.2015 Kaynak : Risale Ajans
 
 
 
 

20 Haziran 2015 Cumartesi

Babam ve uzaylı Zekiye

Babam ve uzaylı Zekiye

Babam ve uzaylı Zekiye

a.erkisi@meydangazetesi.com.tr
      
Onlar ninni söylemeyi bilmezler yavrum
Yaşı akar gözlerini silmezler yavrum
ANNE şefkat demek imiş BABA ise can
Hep birlikte gülmedikçe gülmezler yavrum…

Bu güzel dizelerin sahibi şair ve  aynı zamanda doktor olan çok sevgili Hüsamettin Olgun ne güzel anlatmış babalarımızı. Keşke bir şair olsaydım, babama söylenebilecek en güzel sözleri ben dökseydim sayfalara.

Bir baba düşünün geceleri size masallar anlatan, sabah kahvaltınızı sıkma portakal suyunuza kadar hazırlayan, okula gitmek üzere kapıyı açtığınızda ayakkabılarınızı boyayıp cilalamış halde hazır bulunduran. Bir baba düşünün sınavdan düşük not aldığınızda dizinde ağladığınız, evlenirken en zor ayrıldığınız. Elini bir tutmaya görelim dünya durur, kâinat susar; bulunduğumuz mekân cennete döner. Baba ocağı; en korunaklı kale, kötülüğün kokusu bile girmez içeri. Hayat uzak, bekleyen tüm tehlikeler uzak.

Annelik zor ama babalık da zor be! Onlar evlerimizin sessiz dertlileri. Sevinçleri yarım, hüzünleri yarım. Hep bir dert var yüreklerinde. Eve ekmek derdi, çocuğun okul derdi, giyecek derdi...

İstemedik ama yaşattık tüm hepsini. Bildiğimiz için gönülde gamla geldiklerini; kucağına atladık, yanaklarına yapıştık hafifletmek için yüklerini. Annelerimiz güler yüzle bekledi yollarını. Biraz duygusal oldu farkındayım, en çok da babam okuyacak diye telaşım; ondandır bir anımı anlatayım.

NE ÇEKTİN BE BABA!
İlkokul 1.sınıfta Almanya’dan yeni geldiğimiz için Türkçem çok iyi değildi. Sınıfta öğretmen bir anket dolduruyor.

Daha ilk soruda;
-Baban sağ mı?
-Sağ mı? Sağ ne demek ki? Babam sol mu desem acaba?
“Sağ ne demek” diye sorsam; yine gülecek, dur sormayayım bi düşüneyim. Ben bi tane sağ biliyorum kalemi tuttuğum elim!
-Kızım! Baban sağ mı? (Ya evet diyeceğim ya hayır)
-HAYIR ÖĞRETMENİM
-Öldü mü baban?
-Hı? Hayır öğretmenim!
- Kızım baban sağ mı değil mi? Nerede baban?
- Yok öğretmenim babam ölmedi. Balıkpazarı Kahvesi’nde kumar oynuyor!

Kumar! Babam hayatında oynamamış! Tavla, iskambil, okey vs. Bunların hepsini kolay yoldan kumar diye kodlamışım; kahvehanede oturan-oturmayan, oyun oynayan herkese kumar oynuyor diyorum. 
 
Tabii veli toplantısında babamın karşısına çıkıyor mesele.
-Kızınız sizin için kumar oynuyor dedi. 
Babam yine ve yeniden benim yüzümden eve başı önünde geldi.
Ah babam, ne çekti benden; Uzaylı Zekiye gibiydim vallahi. Üstelik bu sadece biri.

Gazetede yazacağımı duyunca; “Onun kompozisyonlarını ben yazardım. Nasıl yazacak şimdi?” demiş benim için duydum. Baba işte bizler hâlâ hata yapan küçük evlatları. Çok da haklı, hiç büyümedik ki biz hâlâ küçüğüz.

Neler öğretti ne değerler verdi bize şu kısacık hayatta.  

 Teşekkür ederim BABA; bize hakkı hukuku öğrettiğin için, bizi sevip sarmaladığın için, annem kadar geceleri uykusuz kaldığın, gözyaşı döktüğün için. Tabağımıza 2’şer zeytin 1 dilim peyniri pay ettiğin için. Kursağımızdan en tatlı en helal lokmayı geçirdiğin için…

Babalar gününün özel bir zamanı yok ki zaten. Senin her günün kutlu olsun…
Başta; iki babamın; çocuklarımın sevgilisi eşimin ve
Tüm dünya babalarının günü kutlu olsun.

GÖNÜL DOLUSU SEVGİLERİMLE… 
 


****************************
 
BABAM İÇİN HAZIRLADIĞIM SLAYTLI VİDEO... Celal
 
(Engelli Celal Çelik'in) Babacığım İsa Çelik'in Babalar Günü Kutlamam
 
 
 
 
 
 

Hekimoğlu İsmail - Sevinçliyim… Çünkü Ramazan geldi!

Hekimoğlu İsmail - Sevinçliyim… Çünkü Ramazan geldi!


Hekimoğlu İsmail
AİLE-SAĞLIK

Sevinçliyim… Çünkü Ramazan geldi!


Dikkat edilirse, yaratılan her şey itaat üzere yaratılmıştır. Gezegenler, güneş sistemine itaat eder; bulutlar, rüzgâra itaat eder; çocuk, ebeveynine itaat eder; memur amirine itaat eder… Kâinattaki her şey Allah'ın emrine itaat eder.

İmanda en önemli nokta, kulun Allah'a muhtaç olduğunu hissetmesidir. Çünkü her şey Allah'a muhtaçtır, Allah hiçbir şeye muhtaç değildir. İşte Müslüman, aczini anlasın diye oruç farz kılınmıştır. Hayat devam ediyor; İslamiyet hayat dinidir. İbadetlerin nefse ağır gelmesinin sebebi, nefsi şımartmaktır. Nefis kötülüklerin sebebidir. Onun için nefse yüz vermemek lazım; Firavun, hiçbir şeye muhtaç olmadığını söylüyordu. Firavuna verilen imkânlar başkasına verilse o da firavun olabilir.

Allah, Ramazan orucunu emretmiş; oruç tutan insanın her türlü imkânı elinden alınmış. Mesela aç olunca anlarız ki bizi doyuran var. Çünkü açlıkla tekâmülün bağlantısı vardır. Beden zayıfladıkça ruh güçlenir; oruç tutanın da nefsi diz çökmüş, kötülüklerden kurtulmuş. Birine kötü söz söylemek istese, oruç ona “Dur!” diyor.

Herkes mesleğine göre öğrencilik, çıraklık, askerlik… gibi merhalelerden geçmiştir, bunlar zordur. Fakat insanı güzel bir hayata hazırlayan da bu zorluklardır. Ben bunu askerlikte daha iyi anladım; yatak, yorgan yok; ayakkabıları yastık yaptık. Kaputa sarılıp yattık. Sabah, öğle, akşam sadece ekmek ve çorba; başka yok. Dedik, “Niye böyle?” Dediler ki, “Savaş zamanı size karyola getirecek değiliz. Çamurda yatabilirsiniz, yemek de bulamayabilirsiniz. Askerlik budur; daha zor günler de yaşayacaksınız. İşinize geliyorsa kalın, gelmiyorsa çıkın, gidin.” Dedikleri gibi de oldu; bir gün sahada atış yapacaktık, çadırları kurduk, öyle bir rüzgâr çıktı ki çadırlar yıkıldı dışarıda kaldık. Bir de yağmur başladı, sabaha kadar o çamurda, o yağmur altında oturduk.

İşte askerlik bizi nasıl zor şartlara hazırlıyorsa, Allah Ramazan'la bizi zor şartlara öyle hazırlıyor; sabrı, şükrü, kanaati, iktisadı, itaati öğretiyor, talim ettiriyor; sabır talimi, şükür talimi, irade talimi…

İrade, manevi dünyamızda bekleyen bir kabiliyettir. Ramazan gibi zorluklarda irade uyanır, “Ne olursa olsun ben oruç tutacağım.” der, güç kazanır, kötü alışkanlıklarından kurtulur.

İnsan acizdir, zayıftır; Allah'ın haram ettiği her şey insana zararlıdır. Bu sebepten oruç, sadece yememek içmemek değildir. Şuurlu Müslüman bir ömür boyu günaha karşı oruç tutan kimsedir. Yani göze oruç, dile oruç, ele-ayağa oruç tutturmak lazım. O zaman insan her türlü kötülüğü terk eder, her türlü iyiliğe talip olur.

Oruç aynı zamanda fiili duadır, hal diliyle “Allah'ım senin için aç kaldım, senin için bir ay müddetle haramları, mekruhları bıraktım, fiilen ilan ediyorum ki ben Müslüman'ım.” demektir. Allah'ın “Oruç tut!” emrine itaattir. “Alıştım, bırakamıyorum…” yok.

Ramazan ayı gelince hayalen İslam âlemini düşünürüm, yüz binlerce insan aç, susuz, bekliyor. Allah'a itaat ediyor. Yani yeryüzü bir ordugâh oldu. Allah Kumandan-ı Azam. Ben de o orduda neferim. “Ye” emri gelinceye kadar bir şey yiyemem.

Demek ki askeriyeden emekli oldum ama Allah'a askerliğim devam ediyor. Her insan bu dünyada bir askerdir. İşte Ramazan insana bu şuuru kazandırıyor.

Oruçla iradesini kuvvetlendiren Müslüman, kötü alışkanlıklarından kurtulmanın çaresini, yine iradesinden ve imanından alacak, günahlarına tövbe ede ede en yüksek makama çıkacak, aynen sahabe gibi...

Ramazan geldi! Recep ayında iman ağacımızın dalları tomurcuklandı, Şaban ayında tomurcuklar çiçek açtı, olgunlaşmaya başladı ve Ramazan ayında da meyvesini verecek.

Ramazan'da oruç tutan insan da maddî ve manevî organlarını oruca alıştırmış, onlar için günah kapısını kapatmış, haramlardan uzaklaşıp kalbine bağlanmış... Bilmeyerek veya beşer icabı bir günah işlese bin tövbe etmiş…

Ağacın her halini bir çekirdeğe yerleştiren Allah, oruç ibadetine de dünya ve ahiret saadetini yerleştirmiş.

Sevinçliyim, çünkü Ramazan geldi; manevi kazanç mevsimi! 
 
 
 

19 Haziran 2015 Cuma

Bire bin kazandıran hazine Teravih namazı

Bire bin kazandıran hazine Teravih namazı

 
Bire bin kazandıran hazine Teravih namazı

c.tokpinar@meydangazetesi.com.tr
19 Haziran 2015, 01:51
                          
 

Ramazan ayının çok güzel ve tatlı bir ibadeti olan teravih namazı, her rekâtına bin rekât sevap yazılan bir ibadettir. Çünkü Ramazan’da yapılan her salih amele bin kat sevap verilir.Teravih hem Ramazan gecelerini ihyâ etmeye hem de günahlarımızdan arınmaya vesile olur.

 Bu hususta Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyuruyor;
“Kim Ramazan ayının şeref ve faziletine inanarak, Cenab-ı Hakkın rızasını gözeterek Ramazan hatırası için teravih namazını kılarsa, geçmiş günahları affedilir.” (Buhârî, Savm: 69)
Teravih, sünnet-i müekkededir, yani Peygamber Efendimizin (s.a.v.) hiç terk etmediği sünnetlerdendir.
 
Maalesef ülkemizde bu namazın hakkı verilmiyor. İmamlarımızın çoğu çabuk okuyarak, hızlı kıldırmak için çırpınıyor. Yavaş kıldırırlarsa cemaatin gelmeyeceğinden korkuyorlar.
 
Oysa bir bilsek bunun faziletini…Öncelikle iki rekât kılmak daha faziletli, daha sevaplı. Selâmı iki tarafımızdaki hafaza meleklerine veriyoruz. Hatta bazı Allah dostları, sağ tarafa verirken peygamberlere, sol tarafa verirken de evliyalara selâm verdiğini söylüyor.
 
Teravih, haşir meydanında hesap görülürken terazimizin sevap kefesini ağırlaştıracak muhteşem bir ibadettir. Kim bilir, tam da sevaplarımız az geldiğinde, Cehennem korkusundan zangır zangır titrerken, kalbimiz heyecandan gümbür gümbür atarken; güzel, gökçek, dırahşan çehreli bir yiğit gibi teravih namazımız gelecek, hafif gelen sevap kefesine kurulacak ve bir anda her şey tersine dönecektir.
 
Hiç kimsenin hiç kimseye bir katkısı olmadığı o dehşetli günde bize şefaat edecek, elimizden tutacak olan teravihe niçin dört elle sarılmıyoruz?
 
Bizim en büyük derdimiz olan günahların affına vesile olacak olan teravih namazımızı, hasta, yorgun, uykusuz ve yolcuyken bile terk etmeyelim.
 
Teravih her yerde her zaman güzeldir. Ama camilerde, hususan büyük veya tarihî camilerde, bilhassa İstanbul’da Sultanahmet, Süleymaniye, Fatih, Eyüp Sultan gibi camilerde; Edirne Selimiye’de, Bursa Ulucami’de, Ankara Kocatepe’de, Şanlıurfa Dergâh Camii’nde, Adana Sabancı Camii’nde kılmak daha güzeldir.
 
Özellikle güzel sesli hafızların imamlığında kılmak, her biri farklı makamdaki salâvatları dinlemek, enfes ilâhîlerle coşmak insanı dünyadan koparıp lâhutî ve uhrevî âlemlere götürür. Böyle güzellikler varken, teravihin nurlu deryasından mahrum olmak doğru olur mu?
 
Tabii teravihin tüm faziletlerini, sevaplarını kazanmak, ancak beş vakit namazı kılmakla mümkün. Zira hiçbir sünnet namaz, farz namazın yerini tutamaz.
 
Unutmayın! Ramazan’da beş vakit namazla birlikte orucunu tutan, teravihini kılan, istiğfar, salâvat ve Kur’an’la meşgul olan kişi, bayrama erdiğinde annesinden doğduğu gün gibi tertemiz olacaktır inşallah.

Teravihte tavizsiz olalım
 
Teravihi hiçbir mazeret karşısında ihmal etmeyelim. Ne zaman ki bir gün kılmayıp ihmal ettiniz; ertesi gün nefis şunu söylemeye hazırdır:
-Canım ne olacak kılmasan? Dün de kılmamıştın. Hem zaten farz bile değil.
 
Bazen de çok masum bir mazeretle geliyormuş gibidir nefis. Gün boyu Allah yolunda bir hizmet için koşturmuşsunuzdur.
-Bugün teravihi kılmasan da olur. Zaten Allah’ın dinine hizmet için koştun. Onun sevabı sana yeter de artar bile, diyerek kandırmaya çalışır.
 
Teravihle ilgili yıllar önce nefsimle bir tartışma yaşadım. Bunu özet olarak yazmak istiyorum. Aramızda şöyle bir konuşma geçti:
 
-Ey nefis! Sakın ola bana teravih için bir bahaneyle gelme. Hiçbir sözünü dinlemem.

-Estağfirullah efendim, elbette senin gibi bir namaz sevdalısına ben ne diyebilirim? Ancak sünnettir, hasta veya yorgun olunca ne yapacaksın?

-Yine kılarım, teravih bu. Bire bin yazılıyor. Ya bir dahaki Ramazan’a erişemezsem?

-Ama ayakta duramazsanız?

-Direnirim, dururum. Ama duramazsam, oturarak kılmak da caizdir.

-Peki, Ramazan’da sık sık konferanslara gidiyor, namazı anlatıyorsun. Yolculukta kılmazsan bir şey olmaz. Zaten Allah için çalışıyorsun.

-Öyle mi? İnsanlara tavsiye ettiğimizi kendimiz yapmazsak doğru olur mu? Seyahatlerde çoğu kez gittiğimiz beldede fırsat oluyor, camide kılıyoruz. Pek azı yolculuk anına rastlıyor. O zaman da molalarda pekâlâ kılabiliyorum.

-Haklısın ama hiç değilse iftara gittiğin misafirliklerde kılmasan... Çünkü Allah yolunda çok tatlı sohbetler oluyor...

-Yine yanıldın nefis, Ramazan sohbetten çok ibadet zamanı. Hele hele boş geziler, eğlenceler, lüzumsuz sohbetler sevap yerine günah getirir. Misafirliklerde ya camiye gitmek gerekir ya da evdeki çoluk çocuk kim varsa cemaat yapıp yine teravihi kılmak lazımdır.

-Yani bu teravihi engelleyen hiçbir şey yok mu? Farzın bile bazen mazereti oluyor...

-Teslim olursan bahane çok. Ancak kim bahanelere aldırıp her gün en az 20 bin rekât sevabı kazandıran 20 rekâtlık teravihi ihmal ederse, adeta 20 bin adet beşibiryerde altını kaybetmiş olur. Bu yüzden hiç karşıma çıkma, beni kandıramazsın.
 
Bu tür uzun murakabelerden sonra nefsim anladı ki, boş yere uğraşmaya gerek yok, bu adam ikna olmaz. Sizlere de teravih konusunda tavizsizliği tavsiye ederim.
 
 
 
 

18 Haziran 2015 Perşembe

Hekimoğlu İsmail - Ben İslamiyet'i seçtim!

Hekimoğlu İsmail - Ben İslamiyet'i seçtim!


Hekimoğlu İsmail

Ben İslamiyet'i seçtim!


Bu dünya ve insan başıboş değildir, külli nizama tabidir. Külli nizam, Allah'ın Kur'an-ı Kerim ile kurduğu nizamdır. Her şey mükemmel yaratılmış; insanın yapısı ne kadar mükemmelse İslamiyet de o kadar mükemmeldir. Bunun için İslam'a uyan da mükemmel olur.

Bazı kimseler, başlarına bir felaket gelse hemen “Biz buna layık değildik.” diyor. Yani haşa Allah'ı sorguluyor, başına gelen hadise için “Bu bana haksızlıktır.” demek istiyor. İşte bu kimse, Esma-ül Hüsna'yı anlamamış demektir.
 
Geminin yolcuları kaptana güvenmezse, her dalgada gemi sarsıldıkça, yolcu ‘batacağız' diye endişelenir durur. Hâlbuki Allah, adildir.

Mesela kömür ocaklarına cürufu yani maden eritildikten sonra kalan kısmı doldurup ateş verirler. Maden mühendisi ocağın başında bekler. Eriyen madenler akmaya başlayınca mahiyetini açıklar: Bu kurşun, bu bakır, bu da demir. Yani ateş verirler ki, bakırla demir ayrışsın. İşte bu örnekte olduğu gibi, Allah bir ateş gönderir, kulunu imtihan eder. Bu hadiselerle herkesin mahiyetini ortaya çıkarır.
 
İnsan da çeşit çeşit hallerle şu dünyada tecrübe edilmektedir. Ya Allah'tan gelene inanır, razı olur, kurtulur ya da mahvoldum perişan oldum, diye isyan eder, hakikaten perişan olur.
Sebepler, sebepleri Yaratan'ı perdeler; her olay perde arkasında cereyan eder.

Fırtına, yağmur, çamur gibi zahiren çirkin görünen haller içinde neşvü nema olan istidat çekirdekleri vardır.

Tarla ekilir, tohumlar çamura gömülür, hiçbiri “Ben bulunduğum çuvalda rahattım, neden beni çamura attınız?” diye isyan etmez. Böylece topraktaki buğday çatlar, filiz verir, gün ışığına çıkar, sonra başak verir, bir iken sekiz olur. Hâlbuki çuvalda kalsaydı kuruyup gidecekti. Bakınız, zahirde eziyet gibi görünen şey nimete döndü.

İnsanların sefasıyla azabının çarpımı birbirine eşittir; Kur'an'da da her zorlukla birlikte bir kolaylık, her sıkıntıdan sonra da ferahlık olacağı bize müjdelenmiştir.

Bulutlar kararmadan
yağmurun yağmadığı gibi,
Çiftçi tarlasını ekmeden
ürün alamadığı gibi,
İmtihanlara girmeyenin
okulu bitiremediği gibi,
Çalışmayanın eve ekmek
götüremediği gibi,

Annenin dokuz ay yorgunluğu çekmeden bebek nimetine ulaşamadığı gibi,

Ateşte dağlanmadan demirin eğilmediği gibi, insan da eğer bazı sıkıntı ve zorluklarla karşılaşmazsa istidatları gelişmez, olgunlaşamaz, işe yarar duruma gelemez. Çağla acıdır, güneşte pişer, olgunlaşırsa tatlılaşır.

Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri buyurmuş ki: “Ümitvar olunuz. Şu istikbal inkılabatı içinde en yüksek gür seda, İslam'ın sedası olacaktır...”

İnsanız, her türlü felaket başımıza gelebilir de, gelmeyebilir de. Ümitvar olan hüsrandan kurtulur, hayattan tat alır ve en önemlisi Allah'ın emrini yerine getirmiş olur. Her mümin bu gerçeği anlarsa rahat eder.

Her şeyin dizgini Allah'ın elinde olduğuna göre, kula düşen vazife, İslamiyet'i yaşamak ve zuhur eden fırtınalarda Allah'a iltica edip teslim olmaktan ibarettir.

Her şey Allah'ın takdirindedir; Müslüman'ın en büyük hizmeti, hayatının her alanı için “Ben İslamiyet'i seçtim!” demektir. Kesilen ağacın kökünden çıkan filizler tekrar ağaç olur, meyve verir.
 
 
 

17 Haziran 2015 Çarşamba

Ahmed Şahin - Herkesin oruç tuttuğu Ramazan'da kimler tutmayabilir?

Ahmed Şahin - Herkesin oruç tuttuğu Ramazan'da kimler tutmayabilir?


Ahmed Şahin
 
 
AİLE-SAĞLIK

 

Herkesin oruç tuttuğu Ramazan'da kimler tutmayabilir?


Rabb'imiz sonsuz merhamet sahibidir. Bütün sene boyunca verdiği nimetlerine karşı serbest bıraktığı kullarını, sadece bir aylık oruç ibadetiyle mükellef kılmış, hem sıhhatlerini kazanmaları hem de sahip oldukları nimetlerin farkına varmaları için günahlarının affına sebep olacak bir aylık açlık imtihanına tabi tutmuş tüm mümin kullarını.

Bu açlık imtihanında irade zaafı göstermeyip oruçlarını tutanlar çok şey kazanırlar, hiçbir şey kaybetmezler. Tutmayanlar ise hiçbir şey kazanmazlar; ama (ebedi hayatları adına) çok şey kaybederler.

Bunun için nefse ve şeytana uymayan irade kahramanı müminler, Ramazan-ı Şerif'in şanına ait hürmeti çiğnemeyerek tüm Müslümanlarla birlikte oruç tutarlar, yine herkesle birlikte iftar ederler, bayrama da kulluk görevlerini yerine getirerek ulaşırlar. Böylece bir aylık irade imtihanından yüz akıyla çıkar, şükür duyguları içinde toplumla birlikte bayram yapar, mutluluk ve huzura ortak olurlar.

Bununla beraber, yine sonsuz merhamet ve şefkatin sahibi Rabb'imiz, kullarının oruç tutamayacak durumda olanlarını da ayırır, onlara oruçlarını ileride özürleri geçince tutma izni de verir.

-Kimler Ramazan'da herkes oruçlu iken oruçlarını tehir edip sonra tutma iznine sahip olan bu mazeretli masumlar? Bunları kısaca şöyle sıralayabiliriz.

1-En başta oruç tutacak erginlik yaşına erişmemiş çocuklar: Bunlar erginlik yaşına ulaşmadıkça oruç tutmakla yükümlü olmazlar. Tutarlarsa sevabı, onları alıştıranlara da şamil olur. Mükellefiyet yaşının son sınırı, on beş yaş denmişse de esas yükümlülük, kızlarda özel hal, erkek çocuklarda ihtilam olma durumunun başlamasıyla kesinleşmiş olur. Bu tespitler yapılamazsa on beş yaş son mükellefiyet yaşı olarak kabul edilir.

2-Oruç tutma gücünü kendinde bulamayan yaşlılar: Bunlar oruç tutmaları halinde halsizlikleri daha da artarak zor durumda kalacaklarsa tutmazlar. Bu yaşlıların maddi imkanı müsait olanları, tutamadıkları her oruç başına birer fitre verirler yoksula. Oruçlarını yoksula verdikleri bu fitre miktarı fidyelerle tutmuş sayılırlar. Her oruç başına bir fitre veremeyecek durumda olanlardan ise Rabb'imiz onu da bağışlar, borçlu da kalmazlar.

3-Yaşlı değil, fakat hasta olanlar: Oruç tutacak olurlarsa hastalıkları fazlalaşacak, sıhhatleri daha da bozulacaksa sıhhatine kavuşunca tutmaya niyet ederek beklerler. İyileşince tutarlar.

4-Hamile hanımlar: Taşıdıkları çocuklarına bir zarar geleceğini düşünüyorlarsa doğumdan sonraki müsait devrede tutmaya niyet ederek oruçlarını tehir ederler.

5-Doğumdan sonra çocuk emdirmekte olan anneler: Oruçlu iken sütün azalacağını, emen çocuğun ya da annenin zarar göreceğini düşünüyorlarsa oruçlarını tehir eder, sonra tutarlar.

6-Her ay belli günlerdeki özürleri başlamış bulunan hanımlar: Bunlar da oruçlarını bu halleri başlayınca bırakırlar; bitince başlarlar. Bu özürlerini başlatmamak için önceden ilaç almaya mecbur değiller.

7-Seferde (yolcu) olanlar: Oruç günlerinde doksan kilometreden az olmayan yolculuğa çıkmış bulunanlar, tutarlarsa sevaplısını tercih etmiş olurlar, tutmazlarsa verilen ruhsattan istifade etmiş sayılırlar, vebale girmiş olmazlar.

Ramazan'ın ilk günlerinde karıştırılan orucun başlama vakti olan (imsak) dakikası ile bitme vakti olan iftar dakikasını iyi tespit etmek gerekmektedir. Şöyle ki:

-Oruç, sabaha karşı takvimlerdeki imsak dakikasının girmesiyle başlar, akşam da iftar dakikasının girmesiyle biter. Bu giriş ve çıkış sınırları içinde oruçlu bulunan insan, yeme, içme gibi orucu bozucu hallerden kesinlikle uzak durur. Ancak unutarak orucunu bozacak olursa hatırladığı anda hemen ağzındakini dışarıya çıkarır, orucuna yine devam eder. Çünkü Rabb'imiz unutarak oruç bozmadan sorumlu tutmuyor kullarını.

Ancak unutarak orucunu yiyen insan, nasıl olsa orucumu bozdum diyerek yemeye devam etmemeli, hemen ağzındakini çıkarıp orucuna devam etmelidir. Hatırına geldiği halde orucum bozuldu diye yemeye devam eden adam, o orucu sonra tekrar tutmaya mecbur olur. Hatta kefaret cezası gerekir diyenler bile vardır. Onun için bu inceliğe dikkat etmek gerekmektedir.

Ramazan-ı Şerif boyunca bu gibi önemli meselelere dikkat çekmeye gayret edeceğim inşallah.
 
 
 

16 Haziran 2015 Salı

Ahmed Şahin - Nasıl bir af ve mağfiret ayına giriyoruz?

Ahmed Şahin - Nasıl bir af ve mağfiret ayına giriyoruz?


Ahmed Şahin
 
 
AİLE-SAĞLIK

 

Nasıl bir af ve mağfiret ayına giriyoruz?


Her Ramazan-ı şerifin başında, geçen seneki Ramazan'ımızın sonundaki hüzünlü hallerimi hatırlarım. Tamamlama mutluluğuna eriştiğimiz o Ramazan'ın son iftarında endişeli bir halde söylenmekten kendimi alamaz da derim ki:

–Acaba gelecek Ramazan'a da erişecek, bir orucu daha tutmaya muvaffak olacak mıyız? Rabb'imiz böyle bir mutluluk daha nasip edecek mi bize?

Hatta bu sırada biraz da ümitsizleşerek:

–Belki de ömrümüz vefa etmez, mutlu bir Ramazan'ı daha tutma saadetine erişemeyiz, diye de sızlanırım. Bir sene sonra bugün diyebiliyoruz ki:

-İşte Rabb'imizden bir mutlu Ramazan daha. İnşallah mükellefiyetlerini yerine getireceğimiz affımıza vesile olacak müjdeli bir Ramazan daha yaşayacağız.

Öyle ise buyurun, hep birlikte şimdiden şükredelim Rabb'imize. Bizi böylesi eşsiz af ve mağfiret fırsatlarıyla dolu bir mübarek aya daha ulaştırdığı için.

Unutmayalım, geçen Ramazan'ı birlikte yaşadığımız nice dost ve yakınlarımız yoktur bu Ramazan'da aramızda. Onlar yaşadıkları Ramazanlarının mükâfatını görmek üzere ayrılmışlar aramızdan. Biz de onlarla birlikte ayrılanlardan olabilirdik.

Ama Rabb'imiz lütfetmiş, bir Ramazan'a daha ulaşmamızı takdir buyurmuş. İşte bu lütfun şükrünü eda etmek için biz de niyetimizi kesinleştiriyor, ay boyunca kulluk görevimizi yerine getirmeye azm-ü cezm-i kastederek söz veriyor ve diyoruz ki:

-Rabb'imiz! Akşamları teravihlerimizi büyük bir aşk ile kılacak, geceleri sahurumuza aynı aşk ile kalkacak, gündüzleri orucumuzu da yine aynı sabır ve sebatla tutacağız. Ayrıca geçmişten getirdiğimiz bazı kötü alışkanlıklarımızı da terk ederek ay boyunca günah kirlerinden temizlenmiş müminler haline geleceğiz. Bunda azimli, cezimli ve kararlıyız. Şeytan vesvese verse de, nefsimiz zorluk çıkarsa da diyoruz ki:

–Ey bize vesvese verip şevksizlik telkin eden nefis ve şeytanımız! Size ne oluyor ki, oruç tutarken zorlanacaksınız gibilerden vesveseler vermeye yelteniyor, bize şevksizlik aşılamaya çalışıyorsunuz? Boşuna uğraşmayın. Biz biliyoruz ki sizin göreviniz de budur! Siz böylesine zorluk duyguları telkin edeceksiniz bize. Biz de karşı koyacak, uymayacağız sizin vesveselerinize. Bu da bizim imtihanımızdaki başarımızı teşkil edecektir.

Zaten ilk günlerden sonra öylesine rahat bir Ramazan günleri yaşayacağız ki, keşke bütün sene Ramazan olsa, ne kadar da rahat oluyor diyeceğiz. Nitekim geçtiğimiz her Ramazan'da da hep böyle dediğimiz gibi. Baştan iki üç günlük bir intibak zorluğu yaşarız; arkasından da öylesine mutlu ve huzurlu bir alışkanlığa ulaşırız ki, değerlendirmelerimiz hep aynı olur:

-Bedenimizdeki maddi ağırlıklar azaldı, sıhhatimizi kazandık, ruh gibi hafifledik, Ramazan'dan sonra da oruca devam etsek keşke, diye temennilerde bile bulunuruz.

Kaldı ki Ramazan'ın her gecesinde Rabb'imizin biz kullarına şu müjdeli hitabı da unutulacak gibi değildir. Bakın ne buyurur Rabb'imiz Ramazan ayı boyunca:

-Yok mu günah ve yanlışlarına tövbe istiğfar eden! Bekletmeden tövbe istiğfarlarını kabul edeyim?

-Yok mu ibadetlerini şevkle yerine getiren? Kat kat fazla sevap vererek mükafatlandırayım.

Biz de ay boyunca bu ilahi tekliflere: ‘Var ya Rab!' diyerek, el açıp dualar edecek, af ve mağfiretimizi ısrarla isteyeceğiz. Böylece sene boyunca maruz kaldığımız günah kirlerinden arınmaya yöneleceğiz bu özel ve güzel arınma ayı boyunca.

Müminlerin Ramazan-ı Şerif'i büyük bir aşk ve şevkle yaşamalarına sebep olan meşhur Ramazan hadisinin müjdesiyle bağlayalım bahsimizi. Bakın Rabb'imiz ne buyurur ay boyunca kulluk görevlerini yerine getiren itaatli kulları için:

-Kim sevabına inanarak Ramazan orucunu tutar, ibadet mükellefiyetlerini tam yerine getirirse, onun geçmişteki günahları, yaşadığı Ramazan hürmetine bağışlanır, günah kirlerinden temizlenmiş bir mümin olarak ulaşır bayrama!

Bize böyle beyaz bir sayfa açtıracak Ramazanlar dileğimizle.