30 Nisan 2014 Çarşamba

Yitik zamanların kazancı üç aylar ve önemi !!

Yitik zamanların kazancı üç aylar ve önemi !!

 

Milliyet blog da tevafuk ettiğim bir bayan öğretmenin çok güzel yazısı... paylaşmak istedim


 

Yitik zamanların kazancı üç aylar ve önemi !!


Yitik zamanların kazancı üç aylar ve önemi !!
 


Birçok müjdeleri içinde barındıran mübarek üç aylar, yitirilmiş zamanları kazanmak için en uygun günlerdir.

Başı ve sonu olan dar zamanlı bir yaşama sahiptir insanoğlu. Bazılarımız hayatın geçici olduğunun bilinciyle yaşarken, bazılarımız da geçiciliği fark edemeden yaşamına devam eder.

Fakat an gelir, geçiciliği fark eden insan, yitik zamanlar için hayıflanmaya başlar.

Mesela otuz altısındadır, kırk sekizindedir, ya da altmış dördündedir… Yaratıcıya olan sorumluluğunu fark ettiğinde. Zaman hızla ilerliyor, her gün bir adım daha bitiş çizgisine yaklaşıyordur.

Keşkeler başlar içinde; ah der keşke daha önce fark etseydim ve yaşamımı O’nun razı olacağı şekilde sürdürseydim..

Bitiş çizgisine yaklaştıkça, sorumluluğunu yerine getirmemenin huzursuzluğu da iyice yol alır içinde. Hesaplar yapar kendi kendine.. Dar zamanda, yerine getiremediklerini tamamlamaya gücünün yetmeyeceğini bilir.

Ve yine bilir ki; vakit çok işler değil, önemli işler yapma vaktidir. Bir günlük ibadetine; beş, on yıllık ibadet ömrüne sığdıracak özel günlere ihtiyacı vardır insanın. Dakikasına, onlarca günün sevabı verilecek ibadetler arar kendine.

İşte sonsuz merhamet sahibi Yüce Rabbimiz, yitirilmiş zamanları olanlar ve tüm kulları için bir kere, bir kere daha fırsatlar sunarak bizlere sonsuz rahmet kapılarını açar..

Sonsuz rahmet kapılarının açıldığı mübarek günlere en güzel örnek de; içinde bulunduğumuz üç aylar; Recep ayının başlangıcı, Şaban ayı ve Ramazan ayıdır.

Bu mübarek üç aylarla birlikte kaybettiği günler için üzülenlere, telafi etmek isteyenlere bir kez daha ışık doğar.

Recep ayının gelmesiyle birlikte, Hüzünle birlikte umut doğar insanların içine.


Recep ayı Allah’ın ayıdır. Önce Regaip kandili gelir.. Bu gece yalvarışın, yakarışın Rabbimize sunulduğu, rahmetin umut edildiği huzur ve müjdelerle dolu bir gecedir. Bu gece aynı zamanda,  Miraç, Berat ve Kadir gecesinin de müjdecisidir. Regaip gecesinden sonra gelen Miraç gecesi;
Bire karşı yüzlerin kazanılacağı, ellerin semaya açıldığı, umutların yeşerdiği, çaresizlere çare olan, içinde binlerce rahmet bulunduran gecelen biridir.


Bu önemli kutsal Miraç gecesinden sonra gelen, bir gece daha vardır ki; kalplerin imanla dolduğu, yine umutların yeşerdiği, gönüllerin ferahladığı Berat gecesi ( Berat Kandili) ; Berat Gecesi; bire bin yazılan gecelerden biridir. Yitik zamanları olanlar için adeta kazanç günleridir.

Daha sonra Kadir Gecesi; bu gece yitik zamanları olsun olmasın Yüce Rabbimizin hepimize sonsuz rahmetini bir kez daha sunduğu, bin kez daha hissettirdiği, alınların secdeye gittiği, ellerin semaya açıldığı, duaların kabul olduğu, bin aydan daha hayırlı gece..

Allah affeden ve bağışlayandır.

Üç aylar olarak bilinen Recep, Şaban ve Ramazan tevbelerin kabul olduğu, kalplerin nurla dolduğu, O’nun sonsuz af ve merhametinden bol bol yararlanılacağı umut edilen huzur ve müjdenin olduğu zamanlardır.

Bu gece ve günlerde bol bol tevbe edip elleri semaya kaldırmak, oruç tutmak ve namaz kılmak çok değerlidir. Rabbimiz üç aylarda ve daha başka gün ve gecelerde ( Cuma Günleri, seher vakitleri … gibi) özellikle kaybedilmiş günleri olduğunu düşünenler ve hepimiz için hep sonsuz merhamet ve rahmet kapılarını açmıştır.

Yeter ki bizler Rabbimize olan umudumuzu hiç yitirmeyelim.. Her daim onun sevgisini, yüreğimizde hissedelim, O’nun yolundan ayrılmayalım.

Hepimiz için aldığımız tek nefes bile çok değerli.. Yazılarımda hep ifade ettiğim gibi yine söylüyorum; Bizi bu kadar güzel yaratan, sevgisini esirgemeyen, sonsuz nimetle rızıklandıran Rabbimize sadece aldığımız tek bir nefes için bile şükretsek azdır..,



Değerli arkadaşlar,

Derler ki; gül bahçesine girenler, gül olmasa da gül gibi kokarlar. Ben de diyorum ki, kainatın en güzel gül kokusu bu mübarek üç aylarda O’nun yolunda devam eden ve edeceklerin olsun..

Ellerin semaya, dillerin duaya, alınların secdeye, gönüllerin Mevla’ya yöneldiği üç aylarınızı ve bu günlerdeki tüm mübarek gecelerinizi kutlar, Rabbimden hepimiz için güzellikler temenni ederim.

Mübarek ayların ulviyetini, yüreklerinde hisseden herkese selam olsun…

Sevgi ve ışıkla..


http://blog.milliyet.com.tr/yitik-zamanlarin-kazanci-uc-aylar-ve-onemi---/Blog/?BlogNo=248488#aCom



 

Çocuklar akıllı telefondan uzak tutulmalı

Çocuklar akıllı telefondan uzak tutulmalı

 
Çocuklar akıllı telefondan uzak tutulmalı

27 Nisan 2014 Pazar 20:31
 

Çocuklar akıllı telefondan uzak tutulmalı

 
 
Akıllı telefonlarda radyasyon etkisi daha yüksek olduğundan kemik yapısı gelişmemiş 12 yaş altı çocuklar bu cihazlardan uzak tutulmalı...
 
İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü'nden Prof.Dr. Esra Sağlam, 'Akıllı telefonların' daha yüksek radyasyon etkisi olduğunu, arama ve konuşma sırasında telefonu kulağa dayamamak gerektiğini söyledi. Prof.Dr. Sağlam, özellikle 12-13 yaş altındaki çocukların kemik yapısı tam gelişmediğinden beyin dokusuna daha çok etki yaptığını vurguladı.
 
Türk Radyasyon Onkolojisi Derneği'nin (TROD), Antalya'nın Serik İlçesi'ne bağlı Belek Turizm Bölgesi'ndeki Titanic Deluxe Otel'de düzenlenen 11'inci Radyasyon Onkolojisi Kongresi'nde, Türk Radyasyon Onkolojisi Derneği Genel Sekreteri ve İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü'nden Prof.Dr. Esra Sağlam, akıllı cep telefonlarının, beyin tümörü oluşturma risklerine ilişkin uyarılarda bulundu.
 
 
AKILLI TELEFONLARDA KANSER RİSKİ YÜKSEK
 
Günümüzde çok yaygın kullanılan 'Akıllı telefonların' öncekilere oranla daha yüksek radyasyon taşıdığını belirten Prof.Dr. Esra Sağlam, 'Akıllı cep telefonları' aracılığıyla en çok radyasyona maruz kalınan anların telefon çaldığında ve bir arama yapılırken kulağa dayama olduğunu söyledi. Prof.Dr. Sağlam, ahize açılması, kulaklık kullanılması ve arama yapılırken özellikle karşı taraf telefonu açmadan kulağa dayamamak gerektiğini kaydetti.
 
 
12-13 YAŞ ALTI ÇOCUKLARI TELEFONDAN UZAK TUTUN
 
Kendisinin kulaklık kullandığını, çok uzun süreli telefon konuşmalarından kaçınılması gerektiğini kaydeden Prof.Dr. Esra Sağlam, özellikle 12-13 yaş altı çocuklar için bu durumun çok daha büyük tehlikeler taşıdığını açıkladı. Prof.Dr. Sağlam, şöyle dedi:
 
"12-13 yaşa kadar çocukların telefonla konuşturulmaması gerekiyor. Çünkü beyinlerini daha hızlı etkiliyor. Son yıllarda belli beyin tümörlerinde artışlar görülmeye başlandı. Bu yaşların altındaki çocukların kemikleri oturmamış ve kafatası beyni tam korunamıyor. Çok zorunluysa ahizeyi açarak ya da kulaklıkla konuşturulmalı. Teknolojiyi daha akıllıca kullanmak gerekiyor."
 
Prof.Dr. Esra Sağlam, uzun dönemde tümör oluşmasına sebep olabilecek bu durumun, migren gibi tümör dışı hastalıkları da tetikleyebileceğini kaydetti.



http://www.dunyabulteni.net/aile-saglik/296472/cocuklar-akilli-telefondan-uzak-tutulmali

İkiniz de doğru dediniz

İkiniz de doğru dediniz



Ebu Cehil birgün Peygamber Efendimiz'e SAV:

"Beni Haşim'de senden daha çirkin suratlı biri gelmemiştir!" dedi.

Peygamber Efendimiz "Her ne kadar haddini aştınsa da, yine de doğru söyledin!" dedi.

Biraz sonra Hz. Ebubekir Peygamber Efendimiz'in yanına gelince:

"Ey güneş yüzlü Resul! Senden daha güzel, daha parlak bir yüz görmedim!" dedi.

Efendimiz SAV bunun üzerine "Ey aziz dost! Doğru söyledin !"dedi

Orada bulunanlar bu durum karşısında şaşırıp :

"Ey ulu Peygamber! Bu ikisi birbirine zıt seyler söyledi, Sen ikisine de "doğru söyledin ! dedin, bunun sebebi nedir? "diye sordular.

Peygamber Efendimiz SAV :

"Ben Allah'ın cilaladığı bir ayna gibiyim, bana bakan kendini görür" buyurdu.


Ahmed Şahin - Regaib Gecesi ve üç aylarda çok sorulan oruç, namaz soruları

Ahmed Şahin - Regaib Gecesi ve üç aylarda çok sorulan oruç, namaz soruları



AİLE-SAĞLIK Yazarlar Ahmed Şahin

Regaib Gecesi ve üç aylarda çok sorulan oruç, namaz soruları

 
 
Soru: Üç ayların başlangıcı olan Receb ayının ilk cuma gecesine Regaib Kandili denmektedir. Regaib ne demektir, nereden gelmektedir bu isim? Kısa da olsa bilgi verebilir misiniz?
 
 
Cevap: Normal zamanlarda cuma gecesi zaten mübarek bir gecedir. Bu mübarek geceye bir de üç ayların ilki olan Receb ayının ilk cuma gecesi olma özelliği de eklenince, iki mübarek vaktin birleşmesi gibi iki katlı bir kutsallık oluşmakta, böylece kaçırılmaması gereken bir mübarek gece manasında (Regaib Gecesi) meydana gelmektedir. Bu özelliğinden dolayı melekler bu geceye (Regaib Gecesi) adını vermişlerdir, rağbet edilmesi gereken kutsal gece mesajı vermişlerdir.
 
 
Soru: Üç aylar girince oruç tutmaya başlıyoruz. Ancak önce geçmişte tutamadığımız borç oruçlarımızı mı tutsak, yoksa ayın özelliğine ait nafile oruçlara niyet etsek de sonra mı borç oruçlarımızı kaza etsek diye tereddüt ediyoruz?
 
 
Cevap: Önce geçmişten kalan borç oruçların tutulması daha isabetli olur denebilir. Çünkü farz olan oruç borçlarından sorumlu olursunuz ama nafile oruçlardan sorumluluk söz konusu olmaz. Öyle olunca önce farz borçlarınızın sorumluluğundan kurtulmayı tercih edip sonra nafile sevabına niyetlenmenizde isabet var, demek yanlış olmasa gerektir.
 
 
Soru: Bazen erken sahur yapıp yatıyorum. Ancak gece uyandığımda susadığımı hissedince kalkıp su içiyorum. Bazıları, ‘niyet ettikten sonra bir şey yer içersen orucun bozulur’ diyorlar. Gece niyet ettikten sonra kalkıp bir şey yeme içme ile oruç bozulur mu?
 
 
Cevap: Gece ne kadar erkenden niyet edersen et oruç, imsak dakikası girince başlar. Bu sebeple, imsaktan önceki yeme içmeler orucu bozmaz. Çünkü oruç henüz başlamamıştır ki bozulmuş olsun. Bu itibarla, imsak başlamadan yeme içmenin serbest olduğu hatırlanmalı, boşuna vesveseye kapılmamalıdır.
 
 
Soru: Namazda secdeye kapandığımızda alnın zemine temasının farz, burnun temasının ise vacib olduğunu biliyoruz. Ancak erkeklerin başlarındaki takkenin ucu bazen alın üzerine iniyor, nitekim hanımların başörtülerinin de alınlarına yapışıp alnın zemine temasına mani olduğu gibi. Bu durumlarda alnı örten takke ve başörtüsü secdeye zarar veriyor mu? Secdede alnın çıplak olarak zemine temas etmesi gerekli değil mi?
 
 
Cevap: Alnın secdede zemine temas etmesi gereklidir. Mümkün oldukça alnın zemine temasını önleyen örtülerden alnı açık tutmalı, alın secde yerine çıplak olarak temas etmelidir. Ancak istek dışı durumlarda alınla secde arasına giren bu ince kumaş perdesinin secdeye mani olmadığı da (sahabelerin sarıklarının uçlarının alınları arasına girmesiyle secdeye mani sayılmadığından da) anlaşılmaktadır. Nitekim yerin sıcaklığından dolayı sarığın ucuna secde eden sahabeler de görülmüştür. Bununla beraber dikkatli olmak, bir mecburiyet olmadan alnı hep açık tutmak, alınla zemin arasına takke, sarık, başörtüsü gibi engelin sarkmasına fırsat vermemek daha isabetlisidir.
 
 
Soru: Namazda hanımların başlarını örtmelerinin farz olduğunu biliyoruz. Ayaklarını da başları gibi örtmeleri gerekli mi? Çorapsız namaz kılamazlar mı hanımlar?
 
 
Cevap: Namazda hanımların başlarını örtmeleri farzdır. Ancak ayaklarını örtmeleri aynı şekilde farz değildir. Bu sebeple çorapsız kılınan namaz sahihtir. El-yüz ve ayaklar açık kılınabilir. Yukarıdan aşağıya inen eteğin ucu ayakların üzerindeki aşık (elmacık) kemiklerine kadar iniyor, bu kemik çıkıntılarını örtüyorsa namaz için şart olan tesettürü temin ediyor demektir. Bundan aşağısını örtmesi ise sevap gereği olur, mecburiyet icabı sayılmaz.
 
 

29 Nisan 2014 Salı

Hikaye: Çatlak Kova

Hikaye: Çatlak Kova

 
 
 
Çin'de bir adam, her gün omzuna koyduğu sopanın iki ucuna astığı büyükçe kovalarla, çalıştığı eve su taşırmış. Adamın su taşıdığı kovalardan biri çatlakmış.

Sağlam kova içine doldurulan suyun tamamını eve ulaştırabilirken, çatlak kova yalnızca doldurulan suyun yarısını ulaştırabilirmiş. Bu durum aylarca devam etmiş. Adam her seferinde eve bir buçuk kova su taşıyabilmiş.

Kovalardan ise sağlam olanı görevini hakkıyla yerine getirmenin gururunu yaşarken, çatlak olan kova görevini yerine getiremediği için sürekli boynu bükük durmaktaymış.

Bir gün artık dayanamamış çatlak olan kova... Ve adama:

- Senden özür dilemek istiyorum! demiş.

"Neden?" diye sormuş adam. Kova:

- Aylardır gövdemde bulunan çatlak sebebiyle, görevimin sadece yarısını yerine getirebiliyorum. Sen ise benim bu kusurumdan dolayı emeğinin tam karşılığını alamıyorsun.

Adam "Lütfen kendini suçlama!" demiş, "Lütfen eve dönerken yolun kenarındaki çiçeklere bir bakın!".

Kova yol boyunca, yol kenarındaki güzel çiçekleri izlemiş... Sonra da çiçeklerin sadece yolun bir kenarında olduğunu farketmiş... Eve varıldığında ise yine eksik getirdiği sudan dolayı üzülmekteymiş...

Eve vardıklarında adam:

- Gördün mü? demiş kovaya... Yolda sadece senin tarafında çiçekler vardı. Ben senin kusurunu bilmekteyim, o yol kenarındaki çiçekleri de ben ektim. Senin kusurundur o güzel çiçeklere hayat veren...

Ben de o çiçeklerle her gün patronumun sofrasını süslemekteyim. Senin kusurun olmasaydı o güzel çiçekler yetişmezdi, patronum da evinde böyle bir güzelliği yaşayamazdı.


 

Onun anahtarı var

Onun anahtarı var


ANNE kızına sorar
- Beğendin mi dün seni istemeye gelen çocuğu ?
 

- Evet Anne

- Sen kolay kolay beğenmezdin.
- Bu beğenilmeyecek gibi değil ki. ANAHTARI var

- Ev'i mi yani ?
- Hayır.
- Arabası ?
- Hayır.
 

- o Zaman Bankada Kasa'sı...

- Hayıır , Hayııır. Olan varlığı 5 vakit kıldığı Namazı...
- Ne alaka Anahtar canım ?
 

- Aaaa bilmiyor musun ?
 

NAMAZ ; CENNETin Anahtarıdır.
Gözü yükseklerde !
Maksadı ; Allah'ın CEMALine'e erişmek, boşvermiş Dünya'yı.

-Nerden anladın canım ?
- Lisanından dökülen sözler İman kokuyordu.

Mesela ;
Beğendin mi beni dedim ?

Başını yerden kaldırdı ve dedi ki ;

''RABBİM siretini ve suretini yüreğime ISINDIRDI... ''




 
 

Bu resim şunlara bir ibret olsun

Bu resim şunlara bir ibret olsun





Bayatladı diye ekmeği atana,
Tabağında yemek artığı bırakana,
İki gün üst üste aynı yemeği yedim diye eşine bağıran erkeğe,
Annesinin hazırladığı kahvaltılığı beğenmeyip çöpe atıp okul kantinine
dadanan öğrenciye,

Eşinin evine çalışıp getirdiği erzağa bakıp burun kıvıran ev hanımına,
Önüne getirilen yemeği bağıra çağıra zorla yiyen evlada,

Lüks lokantalarda tabağındaki 150 gr. ete dünyanın parasını ödeyenlere,
Şu anki haline şükretmeyip isyan edenlere,
her zaman daha fazlasını isteyenlere,




İnsan olmayı unutan fertlere bir ders, bir nasihat, bir ibret olsun..!

Evet çok tüketen bir toplum olduk


 

Ahmed Şahin - Hayatımıza bir beyaz sayfa açabileceğimiz üç aylara giriyoruz!

Ahmed Şahin - Hayatımıza bir beyaz sayfa açabileceğimiz üç aylara giriyoruz!



AİLE-SAĞLIK Yazarlar Ahmed Şahin

Hayatımıza bir beyaz sayfa açabileceğimiz üç aylara giriyoruz!

 
 
Yarın başlayacak olan kutsal üç aylarımıza, Efendimiz’in (sas) okuduğu duasıyla başlayalım biz de:
 
 
-Allah’ım, mübarek kıl bize Receb ve Şaban’ı; affımıza vesile eyle ulaştıracağın Şehr-i Ramazan’ı!
 
 
-Neden Receb, Şaban ve Ramazan aylarına bu özel dua ile giriyoruz? Ne gibi eşsiz farklılıklar söz konusu bu aylarda?
 
 
Bu sorunun cevabını Bediüzzaman Hazretleri’nden dinleyelim isterseniz. Kısaca şöyle açıklıyor bu ayların kazandırdığı eşsiz ibadet sevaplarının farklarını ve sağladığı af ve mağfiretlerini:
 
 
-Her ibadet ve iyiliğin sevabı geçmiş aylarda on ise, Receb-i Şerif’te yüzü geçer, Şaban-ı Muazzama’da üç yüzü geçer ve Ramazan-ı Mübarek’te ise bine çıkar! Kadir Gecesi ise seksen sene nafile ibadet sevabını kazandıran bir eşsizliğe ulaşır!.
 
 
Demek ki üç ayların başından itibaren insanların heyecanlanarak yeni bir İslami dikkat ve hassasiyete girmeleri sebepsiz değildir.
 
 
İşte böyle özel farklılıklara sahip mübarek üç aylar bizlere bir daha kucağını açmış olacaktır yarından itibaren. Yeter ki bizler farkında ve şuurunda olalım böylesine özel ve güzel gün ve ayların.
 
 
Bu ayların inanmış insanlara sağladığı günahlarından arınma fırsatından dolayıdır ki, mahşerde günahkarların toplandığı yere doğru sürülen bazı insanları gören melekler soracaklar:
 
 
-Sizler üç aylara hiç erişmediniz mi, Ramazan’ı, Kadir Gecesi’ni hiç yaşamadınız mı ki günahlarınızdan arınamadınız da günahkarların bulunduğu yere sürülüyorsunuz?
 
 
Onlar diyecekler ki:
 
 
-Üç aylara da eriştik, Ramazan’a da ulaştık, Kadir Gecesi’yle de buluştuk. Ancak onların insanın sene boyunca maruz kaldığı günahlarını affettirecek değerde ve kutsiyette olduğuna ihtimal vermedik, özel bir ibadet ve itaat halinde istifadeye yönelmedik. Bu sebeple de günahlarımızla geldik buraya!..
 
 
Evet,  Receb ayı ile başlayıp Şaban ayı ile artarak devam eden af ve mağfiret coşması, Ramazan ayında en üst dereceye ulaşır, Kadir Gecesi’nde ise üç aylar boyunca kendini hazırlamış olan inanmış insan, İlahi affa tam nail olacak bir ruh yüceliğine kavuşur, seksen sene nafile ibadet etmiş kul sevabına yetişebilir. Bu sebeple de bayramda kendine tertemiz bir beyaz sayfa açarak yepyeni bir hayata devam etme bahtiyarlığına dahi kavuşması söz konusu olabilir.
 
 
Çünkü Rabb’imiz iman etmiş kulunun cehennemde azap görmesinden değil, cennette mükafata nail olmasından memnun oluyor. Bunun için de sebepler, vesileler hazırlıyor, bazı ayları günleri bazılarından üstün özelliğe sahip kılıyor ki, inanmış insanlar bu vesilelerle birazcık kendilerine çekidüzen versinler, yeni bir heyecan ve ümitle cennete layık bir hayata yönelsinler..
 
 
Bundan dolayıdır ki Efendimiz (sas) Hazretleri, üç ayların başlangıcı olan Receb ayında oruçlarını, namazlarını daha da çoğaltmış, Şaban ayında ise bu artışı bir kat daha ileriye götürmüş, böylece ümmetine Ramazan’daki umumi affa layık hale gelme örneği vermiştir.
 
 
  Bu sebeplerle bu aylar içinde samimi tövbe, istiğfarlar yapılarak daha şevkli bir ibadet hayatına başlanır. Tutulacak oruçlarla kılınacak fazla namazlarla, yapılacak hayır hasenatlarla sevabı daha çoğaltıp günahı daha da azaltma azmine girilir.
 
 
 Hatta kaza namazları, oruçları, kul hakları gibi sorumlulukları tümüyle ödeyip bitirme niyeti bile söz konusu olabilir. Ta ki Ramazan’daki umumi affa girmeye tam layık hale gelmiş olsun, bayramda da bir beyaz sayfa açarak başlasın yeni hayatına.
 
 
Ancak unutmamak gerek ki, bütün bu eşsiz fırsatlar, bu mübarek ayları ve günleri şuurluca değerlendirme iradesi gösterenler için söz konusu oluyor..
 
 
İşte bu duygu ve niyet ve içinde, Efendimiz’in (sas) tekrarladığı duasıyla giriyoruz üç aylarımıza biz de:
 
 
- Allah’ım mübarek kıl bize Receb ve Şaban’ı; affımıza vesile eyle ulaştıracağın Şehr-i Ramazan’ı!
 
 
 

Efkan Vural - Her şeye rağmen yaşamak çok güzel-14

Efkan Vural - Her şeye rağmen yaşamak çok güzel-14

 SEVGİLİ EFKAN HOCAM NAÇİZANE FAKİRİNİZ HAKKINDAKİ Yazı dizisine ŞÖYLE DEVAM ETMİŞ...  Allah razı olsun hocam... Bazen diyorum bunları ben mi yazmışım.

Bu yazılar bana Rabbimin ikramıdır.
Bendenizi kalem gibi kullanmakla şereflendiren Allah'a binlerce hamdolsun.

http://blog.milliyet.com.tr/her-seye-ragmen-yasamak-cok-guzel-14/Blog/?BlogNo=458761


Her şeye rağmen yaşamak çok güzel-14

Her şeye rağmen yaşamak çok güzel-14
 


Celal ÇELİK’in  hayata dair, ahlaki, dini ve felsefi düşünce ve yorumlarını beğeniyle  sunmaya devam ediyorum

Mutluluk

Mutlu olmak güzel bir araba/iş/eş demek değildir. Bunların hepsine sahip olsak bile gerçek mutluluk karşısındaki insanın gülmesine vesile olabilmektir.

Yeniden Bahar ve Ahiret Benzetmesi

Bahar, çocukluk gibidir. Baharın sonunda ağaçlar çiçek açar ve meyve verir. Yani o çocuk genç kız olur, gelinlik giyer ve çocuğu olur.

Yaz mevsimi gençliğe benzer. Sonbahar ihtiyarlık gibidir. Ve nihayet kış: ölüme benzer. Kışın kar, kefene benzer...

Kışın iskelet gibi olan ağaçlar, yeni gelen baharla yeniden dirilir. Allah bize bu yeniden dirilme ve sonraki hayatımızı her sene ispat ediyor ve düşünmemizi ve aklımızı kullanmamızı istiyor.... Ta ki ahirette yeniden dirilişimizde itiraz hakkımız kalmasın...

Bunları görüyoruz ama düşünmüyoruz hayret !

Allah imanımızı artırsın...

Yeterince şükretmiyoruz.

Şeytanın en büyük oyunu insanların şükretmemelerini sağlamaktır. Rabbimiz Kuran’da Şeytanın bu hilesini haber vererek bizi uyarıyor. Ama yine de bu uyarıyı unutup aldanıyoruz.

Halbuki her an Allah’a şükür için “Elhamdülillah” demeliyiz. Nasılsın denildiğinde iyiyim hamdolsun demeliyiz. Diyoruz demesine de kalpten şükür hisleriyle dolmuyoruz. Öyle bir gafletteyiz ki sahip olduğumuz şeyleri düşünmüyoruz.

Yürümenin ne büyük bir mucize ve nimet olduğunu ve her an şükretmeniz gerektiğini en iyi biz engelliler biliriz. Bazen bakıyorum insanların nasıl yürüdüklerine şaşırıyorum. Önce bir ayağını kaldırıp öne atıyor. Ağırlık öbür ayağına biniyor. Dengeyi bozmadan böyle devam ediyor.

Hele bazen maçlarda saygı duruşunu izliyorum. İnsan kıpırdamadan dimdik ayakta duruyor. Acaba bir sopayı dimdik ayakta durdurmak için kaç dayanağa ihtiyaç olurdu. İnsanın ağaç gibi yeraltında kökleri yok. Ey  yürüyebilen insanlar her ayağa kalktığınızda şükredin.

Ama bu mucizeye şükretmeyi Melun Şeytan bize unutturuyor. Çünkü bir şey sürekli olunca alışıyoruz ve böylece gaflete dalıp şükretmiyoruz. Hergün yediğimiz ekmeğin değerini ramazanda anlıyoruz. Aslında Rabbimizin orucu emretmesinin bir hikmeti de nimetlerin kıymetini anlamamızdır.

Sahip olduğumuz nimetlerin değerini anlayıp şükretmemizin bir yolu da hastane ziyaretidir. Ben emekli olduğumdan beri, pek çok kez hastanede yattım. Hastanede öyle hastalar gördüm ki halime şükrettim. Belki de bazıları da beni tekerlekli sandalyede görünce şükretmişlerdir.

Şikayete hakkımız yok. Bizim sahip olduklarımızı hayallerinde yaşatan nice insanlar vardır... Gözlerimin görmesine, konuşmaya ve müzik dinlemenin şükrünü nasıl yapsam?

Ben yürüyemediğim için üzülürken annesinin yüzünü görmeyi ve sesini duymayı hayal kuran binlerce genç var.

Halimize şükür …


Efkan Vural
 
                                   
(Devamı 02/05/2014 Cuma)


 

28 Nisan 2014 Pazartesi

Bakanlık Nargile Hakkında Açıklama Yaptı: "Ucunda Ölüm Var!"

Bakanlık Nargile Hakkında Açıklama Yaptı: "Ucunda Ölüm Var!"



Nargile 50 sigaraya denk! Şu an yılda en az altı milyon insan nargileden ölüyor!
 
Mantar gibi türeyen nargile kafelere yaptırım kararı alan Sağlık Bakanlığı, nargilenin yapısı konusunda rapor hazırladı....
 
Nargilenin sigaradan daha zararsız olduğunu kesin bir dille yalanlayan bakanlık, nikotin miktarı açısından bir nargilenin 50 adet sigaraya denk geldiğini açıkladı.
 
Nargilenin kalp ve damar hastalıkları, akciğer kanseri, diş eti hastalıkları, mesane kanseri, bronşit, yemek borusu kanseri, depresyon, yüksek tansiyon, Parkinson, ağız kanseri ve kısırlık gibi ciddi sağlık sorunlarına yol açtığı belirtildi. AIDS, tüberküloz, Hepatit C, bulaşma riskini ortaya çıkardığı bildirildi.
.
Nargile bir tütün ürünüdür.

Türkiye kamuoyu sigaranın hastalık yapıcı ve öldürücü etkilerini çok iyi bilmesine karşın nargile farkındalığı bir o kadar düşüktür. Nargile bir tütün ürünüdür ve bütün tütün ürünleri gibi kanser, kalp ve damar hastalıkları, serebrovasküler hastalıklar, solunum yolu hastalıkları gibi pek çok öldürücü hastalığa neden olduğu bilinmektedir. Dumanı sudan geçmesine rağmen yüksek oranda zehirli maddeler içerir ve akciğer kanseri, mesane kanseri, ağız kanserleri gibi hastalıklara yol açtığı bilimsel olarak kanıtlanmıştır.

1 Nargile 50 Sigara

Dünya Sağlık Örgütü’nün 2005’te yaptığı bir araştırmaya göre bir nargile seansında çekilen duman hacmi 50 sigaraya eşittir. Nargile dumanı, çok yüksek oranda zehirli ve uçucu kimyasallar içerir (formaldehit, asetaldehit, akrolein, metakrolein, propiyonaldehit). Nargile içerken çok daha uzun sürelere dumana maruz kalınır ve bu da KOAH olma riskini arttırır.
 
Aromatik tütünlerde bulunan şekerin yanmasıyla ortaya çıkan toksik maddeler ve bunların nikotinle olan etkileşimi nargilenin bağımlılık yapıcı etkisini arttırır. Tütün endüstrisinin özellikle gençleri hedef alarak nargile tütünlerinde şekerli ve aromalı katkı maddeleri kullandığı bilinmektedir. Maksat tütünün içimini kolaylaştırarak genç damak zevkine uygun hale getirmek ve yanı sıra bağımlılık yapıcı etkisini arttırmaktır.
 
Bulaşıcı Hastalık Tehlikesi

Nargile ayrıca hepatit, tüberküloz, herpes gibi çok çeşitli bulaşıcı hastalığın yayılmasına neden olur. Ortak kullanımda “sipsi” tabir edilen değiştirilebilir ağızlıklar kullanılarak hijyen sağlanmaya çalışılsa da gerçekte bir hastalık bulaşma riski azalmaz. Çünkü onlarca kişinin nefes alıp vermesinden dolayı marpucun içinde ve duvarlarında bir mikrop ve bakteri tabakası oluşur ve solunum yoluyla bir kişiden diğerine geçer.
 
Nargile, 1990’lı yılardan itibaren hızla yayılan ve ülkemizi de etkileyen küresel bir halk sağlığı problemi haline gelmiştir. Bu salgının yayılmasında nargile içimini kolaylaştırmak için eklenen aromatik katkı maddelerinin rolü büyüktür ve özellikle gençleri etkilemektedir.

6 Milyon İnsan Ölüyor ! Her yıl 6 milyon insan tütün kullanımına bağlı nedenlerden dolayı hayatını kaybetmektedir. Dünya Sağlık Örgütü, önlem alınmadığı takdirde bu sayının 2030 yılında 8 milyonu geçeceğini öngörüyor. Özellikle 90lı yıllardan bu yana popülaritesi artan nargile, ülkemizde de her gün daha fazla yaygınlaşan bir sorun halini almaktadır.

Duman Sudan Geçerek Temizlenmez

Nargile temel olarak baş, gövde, su haznesi ve hortumdan oluşur. Sudan geçerek soğuyan dumanın içimi kolaylaşır fakat genel kanının aksine sudan geçmesi tütünün zararlı etkileri-ni kesinlikle yok etmez. Mentol, likör, vanilya gibi tütününün sert tadını maskeleyen katkı maddeleri, aromatik nargilelerin gençler tarafından tercih edilmesinin en önemli etkenlerinden biridir.
 
Genellikle iki veya daha fazla kişi tarafından paylaşılarak içilen nargilenin dumanında ciddi oranlarda karbon monoksit,ağır metaller ve kanser yapıcı kimyasallar bulunur. Sigaranın sağlıklı bir alternatifi gibi sunulması yanıltıcıdır. Nargile tütününde bulunan arsenik, nikel, kobalt, krom ve kurşun gibi maddelerin miktarı sigaraya oranla çok daha fazladır.
.
#BuÜlkedeGıdaTerörüVar
 
Haberin Kaynağı:
 
 

 
 

‘Üçlü Filtre Testi’


sokrates1


Bir gün bir tanıdığı büyük filozof Sokrates’e rastladı ve dedi ki, “Arkadaşınla ilgili ne duyduğumu biliyor musun?”

“Bir dakika bekle” diye cevap verdi Sokrates. “Bana bir şey söylemeden evvel senin küçük bir testten geçmeni istiyorum. Buna ‘Üçlü Filtre Testi’ deniyor…”

“Üçlü Filtre?”

“Doğru,” diye devam etti Sokrates. “Benimle arkadaşım hakkında konuşmaya başlamadan önce, bir süre durup ne söyleyeceğini filtre etmek, iyi bir fikir olabilir. Birinci filtre ‘Gerçek Filtresi’: Bana birazdan söyleyeceğin şeyin tam anlamıyla gerçeği yansıttığından emin misin?”

“Hayır,” dedi bir süre duraklayan adam… “Aslında bunu sadece duydum ve…”

“Tamam,” dedi Sokrates. “Öyleyse, sen bunun gerçekten doğru olup olmadığını bilmiyorsun. Şimdi ikinci filtreyi deneyelim; ‘İyilik Filtresi’. Arkadaşım hakkında bana söylemek üzere olduğun şey iyi bir şey mi?”

“Hayır, tam tersi…”

“Öyleyse,” diye devam etti Sokrates. “Onun hakkında bana kötü bir şey söylemek istiyorsun ve bunun doğru olduğundan emin değilsin. Fakat yine de testi geçebilirsin, çünkü geriye bir filtre daha kaldı. ‘İşe Yararlılık Filtresi’. Bana arkadaşım hakkında söyleyeceğin şey benim işime yarar mı?”

“Hayır, gerçekten pek işine yaramayabilir…”

“İyi,” dedi Sokrates derin bir nefesin ardından. “Eğer, bana söyleyeceğin şey doğru değilse, iyi değilse ve işe yarar, faydalı bir şey de değilse bana niye söyleyesin ki?”

Bu Sokrates’in iyi bir filozof sayılmasından önce, aklı ile büyük itibar, saygı görmesinin sebebiydi. Aklı ile kendini ve dostlarını toplumsal travmalardan korumasını bildiği gibi, bu konuda örnek bir eğitmendi de..

Yakın ve sevdiğiniz herhangi bir arkadaşınız hakkında başıboş konuşmalar duyduğunuz her sefer bu üç filtre testini kullanınız. Hem ilişkinizi, hem saygınlığınızı korumanız için faydalı bir yoldur.


Alıntı



 

27 Nisan 2014 Pazar

Uzayda ezan sesi duyan astronot o anda yaşadıklarını anlattı


Uzayda ezan sesi duyan astronot o anda yaşadıklarını anlattı

26 Nis 2014 16:14 Samanyolu Haber
   

Uzayda 5 vakit namaz kılan Malezyalı astronot Dr. Sheikh Muszaphar Shukor, İstanbul'da yaşadıklarını paylaştı.

 

 
Uzay da yaşadıklarını anlatan ve genç beyinlere tavsiyelerde bulunan Shukor, uzayda ezan sesi duyduğunu söyledi.
 
 
Üstün zekalı çocuklar ve aileleri Malezya’nın ilk astronotu Dr. Sheikh Muszaphar Shukor ’un onur konuğu olduğu sempozyuma katıldı.
 
 
Uzaya çıktıktan sonra dünyaya ve hayata karşı bakış açılarının değiştiğini söyleyen Shukor, “Artık her şeyi sorun haline getirmiyorum. Açlıktan ölen çocuklar, evrensel sorunlar üzerine yoğunlaştım. Bu yüzden siyasetçilerin, politikacıların hepsinin uzaya gönderilmesi gerektiğini düşünüyorum.” dedi.
 
 
‘UZAYDA 5 VAKİT NAMAZ KILDIM’
 
 
Uzayda ezan sesini duyduğunu ve 5 vakit namazını da kıldığını söyleyen Shukor, “Ezan sesini duyduğumda çok şaşırdım. Çevremdekiler çok şaşırdılar. Belki bilmedikleri için duymamış olabilirler. Ama dediğim gibi Allah’ın büyüklüğünü orada hissettim, tekrar gitmek istiyorum. Elimden gelen çabayı göstereceğim. Uzay serüveninden sonra bazı arkadaşlarımızla bir araya geldik ve uzayda nasıl namaz kılınabileceği ile ilgili Müslümanlara yönelik bir kılavuz hazırladık.” ifadelerini kullandı.
 
 
HER ŞEYİMİ VERİRİM
 
 
Ortopedi cerrahı olduğunu ve haftada birkaç kez operasyon yaptığını anlatan Shukor, astroloji üzerine çalışmalarının da devam ettiğini söyledi.
 
 
Shukor, "Uzaya çıkmak manevi anlamda çok farklıydı. Orada, Allah'ın sanatını gördüğünüz zaman vücudunuz birden değişime uğruyor. Uzaya tekrar gitmek için hayatımı, işimi, her şeyimi veririm. Sadece gidiş bile olsa yine giderim" ifadelerini kullandı.
 
 
 
 
 

26 Nisan 2014 Cumartesi

Hekimoğlu İsmail - Bir bardak çayda da sünnet yaşanır...

Hekimoğlu İsmail - Bir bardak çayda da sünnet yaşanır...


Hekimoğlu İsmail
 

Bir bardak çayda da sünnet yaşanır...

 
 
611 senesinde Alak Sûresi inmeye başlayınca İslamiyet de gün ışığına çıktı. Kur’an 23 senede tamamlandığına göre sahabenin elinde Kur’an’ın tamamı yoktu. İslamiyet’in geçmişi de yoktu.
 
 
Peki o zamanki insanlar tarihi ve tamamı olmayan bu dine nasıl inandılar? Nasıl mallarıyla, canlarıyla, ilimleriyle İslam’a hizmet ettiler? Onlar Hazreti Muhammed’in (sas) hayatını beğendiler...
 
 
Tarih peygamberlerden evvelki devirleri de anlatıyor. Vahşet ve dehşet devirlerinin sona ermesi için peygamber gönderilmiştir. Her peygamber kendi devrinde tek kişidir. Bu peygamberlerin hazinesi, ordusu yoktu. Bir tarafta din düşmanları diğer tarafta peygamberlerin ulvi ahlakı ve yaşayışı… İşte bu sır, mıknatısın demiri çektiği gibi insanları kendine çekmiştir. Buradan anlaşılıyor ki, tek başımıza da olsak İslamiyet’i öğrenip, anlayıp, yaşamaya çalışacağız. Allah’ı dinlemeyen adamlar bizi nasıl dinlesin? Nasihatten vazgeçip, yaşayabildiğimiz kadar İslam’ı yaşayacağız.
 
 
Peygamberimiz’in tebliğ metodu evvela buydu… Bu sebepten bu zamanda bir Müslüman’ın en önemli vazifesi İslamiyet’i sevdirmektir. Bunun için sokaklara çıkmaya, uzaklara gitmeye gerek yok. Kendi evimizden bu işe başlayacağız…
 
 
Mesela hanımlar ziyaretime geldi. Her birinin kendine göre problemi var. Onlara dedim ki: “Sizler evinizde eşinizle, çocuklarınızla cennet hayatı yaşayabilirsiniz. Nasıl? Sünnet-i seniyyeye ittiba ettikçe… Riyâzu’s Sâlihîn alarak işe başlayın. Her bir hadis bir formül gibi hayatınızdaki problemleri çözmeye yeter.”
 
 
Âdetlerimizi İslam’a uydurmak, huyumuzu İslam’a uydurmak, prensiplerimizi İslam’a uydurmak hayatımızı güzelleştirir. Bizim hayatımızı beğenenler İslam’ı beğenir. Çok basit gibi görünse de hareketlerimizi Efendimiz’in (sas) yaptığı şekilde yapmanın ecri çok büyüktür. Mesela Hulusi Yahyagil ağabey buyurmuş ki: “Üstat Bediüzzaman yemek, içmek, yatmak hususlarında bile sünnete harfiyen ittiba ederdi.” Bir ziyaretinde çay içerken bardağındaki çayı tam olarak bitirmemiş. Üstat buyurmuş ki: “Kardaşım, sen sünnet bilmez misin?”
 
 
Ne günahı ne de sevabı küçük görebiliriz. Çünkü cehennemin yolu ilk günahla, cennetin yolu da ilk sevapla başlar. Mesela Nagazaki’ye atılan atom bombasıyla harap olan şehirleri, bombayı atan pilota gösteriyorlar, “İşte buraları sen harap ettin.” Pilot, “Bana verilen emirle sadece şu düğmeye dokundum.” diyor.
 
 
Pilotun yaptığı hareket çok küçük amma aşağıda binlerce insanın yaşadığı bir şehri bitiriyor. Bu misalden de anlaşılıyor ki, hiçbir şey küçük olduğu için küçümsenemez. Burada ittiba ettiğimiz basit bir sünnet veya nefsimize uyduğumuz basit bir olay, manevi dünyamızı çok etkiliyor. Kısa bir ömürde verimli bir hayat yaşamak isteyen sünnet-i seniyyeye ittiba etmelidir.
 
 
Biz Resulullah ile manen irtibat kurarsak, Resulullah da bizimle irtibat kurar.
 
 

25 Nisan 2014 Cuma

Efkan Vural - Her şeye rağmen yaşamak çok güzel-13

Efkan Vural - Her şeye rağmen yaşamak çok güzel-13


SEVGİLİ EFKAN HOCAM NAÇİZANE FAKİRİNİZ HAKKINDAKİ Yazı dizisine ŞÖYLE DEVAM ETMİŞ...  Allah razı olsun hocam... Bazen diyorum bunları ben mi yazmışım.

Bu yazılar bana Rabbimin ikramıdır.
Bendenizi kalem gibi kullanmakla şereflendiren Allah'a binlerce hamdolsun.

http://blog.milliyet.com.tr/her-seye-ragmen-yasamak-cok-guzel-13/Blog/?BlogNo=458413


Her şeye rağmen yaşamak çok güzel-13


Her şeye rağmen yaşamak çok güzel-13
 


Celal ÇELİK’in  hayata dair, ahlaki, dini ve felsefi düşünce ve yorumlarını beğeniyle  sunmaya devam ediyorum.

Düşünmek ibadettir

Geçenlerde biraz düşündüm. Düşündüklerimi paylaşmayı arzu ediyorum. İnşallah birlikte düşünelim ve tefekkür sevabı alalım.

Dünyayı geniş açıdan tefekkür ettim. Allah, her şeyi biz insanlar için yaratmış. Yılanın zehiri bile faydalı.

Antibiyotiklerde antiseptik olarak bir miktar zehir olduğunu biliyor muydunuz?

Hammaddesi su ve ot olan ineklerin karnındaki fabrikadan, insanın vücudunun ihtiyacı protein kaynağı süt üretiliyor.

Agaçlar çamurlu su içiyor, gübre yiyor, insana çeşit çeşit meyveler veriyor.

Allah denizde balıkları da insan için yaratmış.

Yaşama devam edebilmemiz için tatlı su kaynakları akarsuları akıtmış.

Yağmuru rahmet vesilesi kılmış.

Allah yağmur ve karı insan için tane tane yağdırıyor.

Yoksa, çığ şeklinde de yağdırabilirdi değil mi?

Tüm dünyayı nefes almamız için oksijenle doldurmuş.

Dünyaya ısı ve ışık kaynağı güneşi yaratmış. Milyonlarca yıldır yanmak maddesi bitmiyor.

Gece lambası yıldızları ve ayı yaratmış.

Dinlenmemiz için geceyi ve çalışmamız için gündüzü oluşturmak için, dünyayı kendi etrafında basket topu gibi döndürüyor.

Sıkılmayalım diye yazı, kışı, baharı yaratıyor.

Yeryüzünü bir sofra yapmış. Üzüm, kavun, portakal, elma, muz, hurma, şeftali.... Et, balık, tavuk, yumurta ...

Elsiz bir böcekle bize ipek giydiriyor... Zehirli bir böcekle bal sunuyor....

Tavuğun tornası yok, tezgahı yok, trak fabrika gibi fix yumurta çıkarıyor.

Daha bu liste çok uzar.

Bütün bunları düşünmeli ve Allah’a şükrederek ibadet etmeliyiz…


Meteorlar bize neyi anlatıyor?

Evrende her an hareket halinde olan irili ufaklı milyonlarca göktaşı (meteor)vardır. Bunların bir gezegen ya da yıldıza çarpması sonucunda oluşabilecek etkiyse, göktaşının büyüklüğüne göre değişmektedir. Bilim adamlarının araştırmalarına göre, her yıl bu göktaşlarından ortalama 50.000 tanesi Dünya’nın atmosferine girmektedir.

Yalnızca Dünya'ya özgü olan atmosfer tabakası, içerdiği oksijen sayesinde göktaşların sürtünmeyle alevlenmesini ve bu şekilde yere çarpıncaya kadar büyük kütle kayıplarına uğramasını sağlamaktadır. Bir başka deyişle atmosferin koruyucu etkisi sayesinde Dünya her gün yaşanması olası felaketlerden korunmaktadır.

Atmosferin bu koruyucu özelliği, yeryüzünde insanların ve diğer tüm canlıların yaşamını mümkün kılan çok hassas dengelere sahip yaratılış delillerinden biridir. Ancak bu koruyucu özellik, onu dev göktaşlarına karşı aşılmaz bir engel kılmamaktadır. Bu durum, aslında insanın ne denli aciz olduğunu ve Rabbimiz’in muazzam koruması olmasa Dünya üzerinde her an bir felaket yaşanabileceğini gözler önüne sermektedir.

Uzaydan gelebilecek çeşitli tehditlerle dolu böyle bir ortamda Dünya'nın göktaşlarından veya herhangi başka bir zarardan korunmuş olması da Allah ' ın ayetlerindendir. Bilindiği gibi gök cisimleri başka gezegenlere çarptığı takdirde, örneğin Ay'ın yüzeyine çarptığında dev kraterler açmaktadır. Oysa yalnızca Dünya'ya özgü olan atmosfer tabakası, içerdiği oksijen sayesinde göktaşların sürtünmeyle alevlenmesini ve bu şekilde yere çarpıncaya kadar büyük kütle kayıplarına uğramasını sağlamaktadır.


Dünya hayatı ve Cennet

Hepimiz biliriz ki, atamız Hz. Adem a.s. cennetten dünyaya indirildi. Ve eğer biz bu imtihanı kazanırsak yine asıl vatanımıza cennete döneceğiz. Bu yazdıklarımı arabada düşündüm. Nerden mi aklıma geldi?

Otobanda ilerlerken önümüzde tünel göründü. Tünele girerken 2963 metre yazıyordu. Neredeyse üç km. Tünele girdik, farlarımızı yaktık. Tünel içinde havalandırma boşlukları ve lambalar vardı. Üç km boyunca bu yazacağım şeyleri düşündüm.

Ben o tünelden geçerken, tüneli dünyaya benzettim. Bu dünya tüm genişliğiyle bir tünel, tünelden çıkınca geniş dünya ise cennet gibidir. Düşünün ki bu dünyada ki bir tünel ne kadar yer kaplar.
Dünya da cennetin yanında bir atom bile değildir. Aşık Veysel’in dediği gibi bu dünya, uzun ince bir yol, iki kapılı bir han… Tünelden çıkarken güneş ışığı gözümü kamaştırdı.
 
Gerçekten de o tüneldeki ışıkları dünyaya yani güneşe benzetirsek, tünelden çıkışa ise cennet diyebiliriz. Tünelin üstünü açsak, güneş ışığından tünelin ışıkları görünmez olur.
 
Dünyadaki bir çok insanın içindeki can sıkıntısı ise, tünelin darlığındandır. Tabi bu dünyayı ebedi sananları ben, tünelden çıkmayıp o tünele yerleşenlere benzetiyorum. Bu dünyanın geçici olduğuna inanıp ibadet eden müminler ise o boğucu tünelde havalandırma boşluklarında temiz hava alarak şarj olurlar ve can sıkıntısı yaşamazlar.
 
Önlerindeki far ışığında çıkışı bulurlar. Bu far ışığı Kuran-ı Kerim’dir. Ben de çoğumuz gibi Arapça Kuran okumayı bilmesem de, Kuran’ın Türkçe mealini defalarca sindire sindire okudum.
 
Efkan Vural
 
 
(Devamı 28/04/2014 Pazartesi)


 

Nezâket Üslûbuyla Konuşmak



Nezâket Üslûbuyla Konuşmak
Cenâb-ı Hak buyuruyor:
“Kullarıma söyle, sözün en güzelini söylesinler…”
(İsrâ, 53)

 
Rasûlullah (sav) buyurdular:
“Allah Teâlâ, bana farzların ikâmesini emrettiği gibi, insanlara lûtuf ve merhametle muâmele edip yumuşak söz söyleyerek, onların kalpleri arasında muhabbet filizleri yeşertmemi de emretti.” (Süyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr, I, 59/1695)
​​


--

NİHAT HATİPOĞLU - İslam ülkeleri ümit vermiyor

NİHAT HATİPOĞLU - İslam ülkeleri ümit vermiyor

NİHAT HATİPOĞLU
 
   

İslam ülkeleri ümit vermiyor



Müslüman ülkelerin halkları ve yöneticileri kendileriyle hesaplaşmak zorunda. Gidişat umut kırıcı.
 

Kaos, iç mücadeleler, teknolojiyi iyi kullanamama, kendini yenileyememe, gelişmiş ülkelerle yarışta hantal duruma düşme, şahsi menfaatler, küçük olsun benim olsun zihniyeti, durumu idare etme hastalığı, adam kayırma ve benzeri hastalıklar İslam ülkelerini dünyadaki yarışta geri bırakıyor.
Müslüman ülkeler bu utandıran manzaradan sıyrılıp gelişmek zorundalar.

Ayaklarındaki prangaları kırmak zorundalar.

Şehirlerini daha yaşanır yapmak zorundalar.


 Sağa-sola savrulmuş olmaktan kurtulmak zorundalar. Evlatlarına karanlık ve geri kalmış bir hayat yerine, dev hamlelerle kendilerini yenileyen bir coğrafya sunmak zorundalar. Aksi halde bu vebalin altından kalkamazlar. Suriye'de kan dökülüyor.

Mısır'ın hali iç yaralayıcı. Darağaçları asrın en büyük katliamı için kurulmuş durumda.

Afganistan'ın, Irak'ın, Libya'nın, Sudan'ın hali malum. Afrika ülkelerinde Müslümanlar Budist yamyamlara yem oluyorlar. Filistin asrın kanayan yarası. Nedense bütün bombalar bizim coğrafyamızda patlıyor.

Tezgâhlar, ayak oyunları, tuzaklar, siyaset dışı siyasi hamleler, kısacası canımıza okuyacak her kirli oyun bizim coğrafyamızda.
İngiltere'deki, Fransa veya İsviçre'deki olağan hayat, rahat ve hatta meşru çizgideki konforlu yaşam neden bizde yok?

Oradakilerin iki beyni, on kulağı, beş kolu yok. Zekâ seviyeleri inanın bizden çok düşük.

Çok rutin ve yeknesak bir hayatları var. Ama sistemleri oturmuş, düzen iyi işliyor. Adam kayırmıyorlar, disiplin, disiplin ve yine disiplin.

Mesele bu kadar basit. Nedense bize gelince, aşılmaz bir anafora dönüşüyor bu iş.

Kutlu doğum günlerinde; insanlığın aşılamaz ve aşılamayacak önderi ve yüz akı olan Hz. Muhammed'i (s.a.v.) hatırlarken bir muhasebe ortamı oluştursun diye bu satırları yazdım. Çünkü Yüce Kuran "hatırlat" buyuruyor. "Düşün, tefekkür et" buyuruyor. "İbret al" buyuruyor. "Karanlık ve aydınlık bir olur mu" buyuruyor. Ne yazık ki biz bu buyrukları bizim dışımızdakilere yapılmış gibi anlıyoruz.
Birkaç küçük öneride bulunayım istedim bu kutlu günlerde. Belki duyan bir kulak bulabilirim diye.


a) Müslüman halklar özgürlüğü istemeliler:

Seçimle gelip seçimle giden yönetimler için direnmeliler. Aşiret, kabile, mezhep devletlerinden, seçimle gidip- gelen devlet yönetimine gitmeliler. Bunun mücadelesini vermeliler.

Belki uzun sürecek ama, yol budur.

Ve seçerken de elbette imanlarına uygun yönetimleri tercih etmeliler. Adil, merhametli, dışa açık, yenilemeye meyilli, ülkelerini ıslah eden, çevre kirliliğinden beyin kirliliğine kadar her olumsuzluğu düzelten iktidara müsaade etmeliler. İslam ülkeleri hâlâ aşiret ve kabile mantığıyla yönetiliyor - Türkiye bu kuralın dışındadır hamd olsun


b) Yas kültüründen vazgeçmeliler:

Kendimize acımaktan vazgeçmeliyiz. Geçmiş kahramanlıklardan şeref duymalıyız ama orada durmamalıyız. Dünde kalanlar, orada bütün haşmetiyle orada kalmalı ama biz bugüne bakmalıyız. Kendimize acımakla yıllarımız geçiyor. c) Disiplin ve kurallar işlemeli:

Kurallarımız adamına göre uyarlanıyor.

İnsanlarımız kurallara göre davranmıyor. "Burası Türkiye, her şeyin yolu var" önyargısı kırılmalı. Yüce Kuran "İnsan için çalışmasının karşılığı vardır" buyuruyor (Necm suresi; 39). Çalışmazsan, gayret etmezsen sadece duayla düzeltemezsin. Tedbirini al, gayret et, sonra tevekkül edip duanı yap.


d) Müslüman ülkeler birliği kurulmalı; Bugün adı olup ciddiyeti olmayan İslam Birliği'nden bahsetmiyorum elbette. İslam ülkelerindeki yazarlar, gazeteciler böyle güçlü birliklerin oluşmasına zemin hazırlamalı.

Kutuplaşan dünyada kutuplaşmamak lazım belki ama bir kutup oluşturmadan da var olamazsınız. Güçlü olamazsanız, güçlüler sizi idare eder. Birbirinize vurdurur.

Menfaatlerinizi sömürür. İslam ülkeleri bencillikten vazgeçmeli, ortak düşünmeli,ortak menfaatlerde birleşmeli.

Hatta bu çizgiye gelmeyeceklere yaptırımlar uygulanabilmeli. Tabii bu ülkelerde halkın özünden gelecek insanlar yönetimde veya söz sahibi olabilseler bu cümlelerin bir anlamı olur.


e) İslam ülkeleri parlamentosu kurulmalı:

İslam ülkelerine verilecek kontejanlarla, siyasi bütün partilerin temsil edildiği bütçesi olan, yaptırım gücü olan, saygınlığı olan, medyası olan, belki ileride ordusu olacak olan ve günümüzdeki etkisiz, yetkisiz İslam Birliği'nden çok farklı oluşumlar kurulmalı.

 
Son söz: Çocuklarımıza iyi bir yarın sunmak zorundayız. ilerlemek zorundayız.

Teknolojide, bilimde, samimiyet ve çalışkanlıkta, disiplin ve güçte kuvvetli olmayanların dünyaya verecekleri mesaj ciddiye alınmaz.
Dinimiz bütün ilerlemelere, gelişmelere kapıyı açıyor. Biz o kapıyı çok gaddarca ve zalimce örtüyoruz.

Kutlu doğumda sadece Efendimiz'i (s.a.v.) konuşmak yetmez. Belki bu konuları konuşmak,müslümanların yaralarına parmak basmak , esasen Efendimiz'i (s.a.v.) konuşmak ve anlamak demektir. Hz.Peygamber ufacık Medinesinden nasıl; Gassandan irana,Suriye'den Mısır'a, küçük büyük yüzlerce merkeze davetini iletebilecek kadar büyük bir mekanizmayı harekete geçirebiliyorsa biz de onca gücümüzü bir araya getirmeliyiz.

Sinerek, sindirilerek, ufalarak, geri adım atarak,hoş görünmeye çabalayarak dünyadaki güçleri bozamayız. İslam ülkeleri bir uyanabilse aslında bütün dengeler değişecek ama..!
 

***
 
Kuran İslamı kavramı
 

İlk mealcilik hareketini İngilizlerin İslam ülkelerine enjekte ettiğini biliyoruz.

Batı oryantalizminin hedefi; "Hz. Muhammed'siz (s.a.v.) bir din ve hadissiz bir yaşam"dır. Hayattan Hz. Peygamber'i (s.a.v.) uzaklaştırmaya çabalamışlardır, Hz. Peygamber'i (s.a.v.) etkisizleştirip, bütün dinlerden derleme yeni bir din çıkarmak ve Hz.
Musa, Hz. İsa veya Hz.

Muhammed'den (s.a.v.) birine inanmak yeterlidir.

Dilediğini seç! Noktasına meseleyi getirmek istemişlerdir. "İbrahimi dinler" faaliyetinin nihai hedefi budur.

Hz. Peygamber'i (s.a.v.) tarihin tozlu sayfalarına hapsedip hayattan silmek.

Bunu yapabilmek için de sinsi bir şekilde Kuran-ı Kerim'i istismar etmişlerdir. "Kuran'daki İslam", diyerek, "Kuran İslamı" diyerek sahih sünneti ve sahih hadisleri ortadan kaldırmaya çalışmışlardır. "Bütün hadisler uydurmadır" diyerek hadisleri ve sünneti hayattan silmeye çabalamışlardır.

Kuran İslamı veya Kuran'daki İslam her müminin tereddütsüz kabul edeceği bir kavramdır.

İmanı olan her mümin bu kavramın altına imzasını atar. Kuran'sız İslam olur mu? Kim bunu söyleyebilir.

Kuran ebedi vahiydir.

Harfine dokunulmamış, şeytanlardan ve şeytanlaşmış beşerden korunmuş bir rahmettir. Yeryüzünde Kuran-ı Kerim'i tartışmış bir Müslüman var mı?

Ama bu kavramı asıl hedefinden çıkarıp sinsi bir ideolojinin basamağı yapmaya çabalayanlar, bu sözün arkasından şunu söylüyorlar:

Kuranı Kerim ortada. Hadislere, Hz. Peygamber'in (s.a.v.) sözlerine, mesajlarına esasen Hz. Muhammed'in (s.a.v.) kendisine ne ihtiyaç var ki! Bize Kuran yeter.

Hz. Muhammed'e (s.a.v.) gerek yok. O'nsuz bir din düşünün!

Dert bu. Mesele bu.

Hedef bu. İşte bu nedenle bizler, Kuran'daki İslam kavramının doğru olduğunu, ama yanlış amaçla istismar edildiğini söylüyoruz.
Çünkü biliyoruz ki; Hz.

Muhammed'siz (s.a.v.) bir Kuran iddiası, esasında Kuran'ı inkâr demektir.

Kuran-ı Kerim in tümünü inkâr demektir. Hem Kuran'a inanacaksın ve hem bize Kuran'ı ileten büyük Peygamber'i (s.a.v.) yok sayacaksın. Bu ne yaman bir çelişki bu nasıl bir akıl tutulması? Bu imanın İslam'da yeri olur mu?

Hz. Peygamber'siz (s.a.v.) bir İslam isteyenler onun içindir ki namazları üçe indirmiş, cuma namazı yerine cuma vakti Allah'ı tesbih etmek yeter demiş, ayetleri keyiflerine göre yorumlayıp fitneye düşmüş ve hatta düşürmüş bidat ve hurafe ehline dönüşmüşlerdir.
Kuran-ı Kerim'e karşı işlenebilecek en büyük tahrifat elbette budur.

Sahih hadisleri ortadan kaldırdığınızda, Kuran-ı Kerim'i hevesinize, zevkinize, keyfinize göre yorumlayabilirsiniz. Dini, din olmaktan çıkarırsınız.

Unutulmasın ki Kuran'ın ilk tefsiri, yorumcusu yine Hz. Muhammed'dir (s.a.v.).

Hadisler de Kuran'ın tefsiridir.

İslam dinini tahrif ve tahrib etmek isteyen ve Kuran-ı Kerim'i tartışma konusu yapmak isteyenlerin yol haritası; önce hadisleri, sonradan Hz.Peygamberi Müslümanların hayatından silmek şeklindedir. Bu çirkin ve ürkütücü yolun sonunda, Kuran-ı Kerim ayetlerinin çoğunu tarihsel olarak ilan edip Kuran'ı etkisizleştirmek hedefi vardır. Kısacası, oyunun ve tuzağın farkındayız.

Dilerim ki, İslam adına konuşmak sorumluluğu olanlar da bu tuzağın farkında olurlar ve gerek vaaz ve gerekse de hutbelerle halkımızı uyarırlar.
 

***
 
 
Her cuma aynı uyarı (Üç emir üç yasak)


Cuma günleri, hutbenin sonunda okunan ayeti çoğunuz bilirsiniz.

Emevilerin adil halifesi Ömer bin Abdülaziz zamanından beri hutbenin son bölümünde cuma namazını kıldıran hatip, Nahl suresinin 90. ayetini okur. Bu ayet,müminleri üç konuya teşvik ederken üç konudan da sakındırır.

Ayetin meali şöyledir:

"Şüphesiz ki Allah adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder.
Hayasızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar.
O düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.
"

Ayetteki üç emir şunlardır:


1- Adaleti emreder (Adalet kötülüğün zıddıdır, zulmün karşılığıdır.)


2- İyilikle davranmayı emreder (Ayette bu kelime ihsan olarak geçer. İhsan hem iyilik ve hem de Allah'ı görürcesine ibadet etmek anlamına gelir. İyilik ederken Yüce Allah'ı görürcesine iyilik etmek anlamını çıkarabiliriz ayetten.)


3- Yakınlara yardım etmeyi emreder (Her zengin ve güç yetiren yakınına iyilik ederse, yakınların yoksulları muhtaç olmaktan kurtulurlar).


Ayetteki üç yasak ise şöyledir:


1- Hayasızlıktan sakınacaksınız (Çirkin davranışlardan ve utanmazlıktan sakınacaksınız.)


2- Fenalıktan kaçacaksınız (Zorbalıktan, yüreği vicdanı yaralayan davranışlardan sakınacaksınız).


3- Haddi aşmayacaksınız (Fenalıkta aşırı gitmeyin.


Başkasının mahremine girmeyin.

Hak ve hukuku çiğnemeyin.) Şayet sadece cuma günleri okunan bu ayeti yaşayabilseydik birçok sıkıntıyı aşabilirdik.

Bazı tefsirciler , bu ayeti Kuran-ı Kerim'in tüm emir ve yasaklarının bir özeti sayarlar.

 

NOT: Önümüzdeki perşembe akşamı üç ayların ilk kandili olan REGAİP Kandili'dir. O gece ATV'de olacağız. Sizleri ekran başına bekleriz. O gece hem duamızı yapacak ve hem de kandili konuşacağız. Rabbımız dilerse.
İnşaallah.
 

 
 

24 Nisan 2014 Perşembe

Hikaye: Çakmak ateşi

Hikaye: Çakmak ateşi



Trende yan yana oturduğumuz adam. Karşımızdaki delikanlıya nutuk çekiyor ve;

- Sigara efkâr dağıtır, diyordu. Yak bi tane.

Çocuk, adamın kendisine uzattığı sigarayı kibarca reddederek:

- Sağ olun, diye cevap verdi. Kullanmıyorum.

- Amma yaptın ha, dedi adam. Yoksa annen mi kızar?

Bu lâflar, çevremizdeki yolcuların gülüşmelerine yol açmış. benimse fena halde canımı sıkmıştı. Uyumak niyetiyle kapattığım gözlerimi aralayarak delikanlıya baktım.

20-22 yaşlarında olmalıydı. Son derece temiz bir ifadeye sahip olan yüzü adamın söylediklerinden sonra hafifçe kızarmıştı.
Adam:
- Herhalde sen aslan sütü de kullanmazsın, diye devam etti. Kullanmazsın değil mi? Delikanlı, onun içkiden bahsettiğini anlamıştı. Bu sefer susmayıp

- İçki haramdır, dedi. Elbette kullanmıyorum.

Konuşmaları, benim olduğu kadar, ayakta seyahat eden yolcuların da dikkatini çekmiş olmalıydı. Herkes kulak kesilmiş, onları dinliyordu.

Adam:
- Peki, dedi. Ya Milli piyangoya ne dersin? Hani şu televizyonda reklâmları olan.

- O da aynı şey, dedi delikanlı. Yâni o da bütün kumarlar gibi haram.

Adam, alaycı bir ifadeyle:
- Amma tutucu bir insansın be kardeşim, dedi. O haram, bu haram. Milli Piyangonun Milli Takımdan ne farkı var ki?

Çocuk yine susmayı tercih etti. Ancak sıkıldığı her halinden belli oluyordu. Adam ise, aklı sıra onu köşeye kıstırmış ve perişan etmişti. Bir kahraman edasıyla, sigarasının dumanını çocuğa doğru üflerken.

- Cehennem korkusundan dünyanın bütün zevklerinden mahrum kalıyorsunuz, dedi. İş mi sizin yaptığınız ?

Dayandığım yerden doğrularak adama baktım. Bu sefer bana dönerek,

- Ne dersin dostum dedi. Haklı değil miyim? Hepimiz az çok yanmayacak mıyız? Üstelik hep beraber olduktan sonra, ne var korkacak? Sinirlerim iyice tepeme çıktı.

- Gerçekten cesur bir insanmışsınız, dedim. Sahi yanmaktan korkmuyor musunuz?

- Korktuğumu söyleyemem, dedi. Elle gelen düğün bayram değil mi?

Böyle diyerek koltuğuna biraz daha gömüldü ve cam kenarındaki sigarasına doğru uzandı. Paketin yanında duran çakmağı ondan önce alarak ateşledim ve,

- Buyurun, dedim. Yakın. Paketten büyük bir pozla çıkarttığı sigarasını, çakmaktan âdeta fışkıran aleve doğru uzatırken,

- Hayır, dedim, sigaranızı değil, parmağınızı uzatın.

- Anlayamadım, dedi. Neden parmağımı uzatacakmışım?

- Cehennemde yanmaktan korkmadığınızı, bundan daha iyi nasıl gösterebilirsiniz, dedim. Doğrusu hepimiz merak ettik.

Adam ne diyeceğini şaşırmış ve bir saattir işleyen çenesi, âdeta tutulmuştu. Yerinde bir müddet kıvrandıktan sonra,

- İneceğim istasyona geldim. diyerek ayağa kalktı ve kalabalığı yararak gözden kayboldu.

Çakmağın bende kaldığını adam gittikten biraz sonra fark ettim. Bunu, karşımdaki delikanlı da görmüş ve gülmeye başlamıştı.

Çakmağı ona doğru uzatırken.

- Sigara içmiyorsun ama çakmak sende kalsın, dedim. Artık onu nerede kullanacağını biliyorsun.

Cüneyd Suavi