31 Mart 2016 Perşembe

İSLÂM BARIŞ VE SEVGİ DİNİDİR

İSLÂM BARIŞ VE SEVGİ DİNİDİR

AYET : BAKARA SURESİ – 208.AYET

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ ادْخُلُواْفِي السِّلْمِ كَآفَّةً وَلاَ تَتَّبِعُواْ خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ إِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُّبِينٌ:

MEALİ :

     “Ey iman edenler, hep birden barışa girin. Şeytanın adımlarına tabi olmayın. Çünkü o sizin apaçık bir düşmanınızdır.” (BAKARA SURESİ – 208. AYET)

      İslâm Arapça bir kelime olup sözlükte: Barış, anlaşma, boyun eğme, itaat etme, ihlâs, samimiyet gibi anlamlara gelmektedir. Aynı kelime barışa kavuşmak, barışa girmek, selam vermek anlamlarını da ihtiva eder.

İslâm, Allah’a boyun eğmek demektir. Özel anlamı itibariyle ise; Hz. Peygamber (SAV)’in getirdiği dinî hükümlerin ilâhî mesaj ve öğretilerin tümüdür.

Tevhit esasına dayalı İslâm dini “mahlûkata merhamet ve yaratıcıya itaat” olarak özetlenebilecek yapısıyla hem hak ve adalet ölçüleri içerisinde huzurlu bir hayat tesis etmiş, hem de kişinin yaratıcısının rızasını kazanarak ebedî saadeti elde etmesini sağlamayı amaçlamıştır. Bu dinin örnek ve önderi Hz. Muhammed (SAV)’dir. Onun en bariz özelliği rahmet peygamberi oluşudur. Taif yolculuğunda kendisine yapılan bunca işkence ve hakaretlere rağmen rahmet, sevgi ve barışta zirve olduğunu göstermiş, ellerini kaldırarak şöyle yalvarmıştır: “Allah'ım! Taif halkını helak etme, ben kuvvetimin zafiyetinden sana şekvada bulunuyorum.”

Etrafındaki insanlara hiçbir zaman sevgisizlik göstermemiştir. Çocukları sevmiş, yaşlılara, hayvanlara merhamet göstermiş, susuzluktan ölmek üzere olan hayvana su verenin cenneti kazandığını, bir kediye haksızlık edenin de cehennemsi bir hayata gittiğini ashabına haber vermiştir. “Yaratılanı yaratandan ötürü seven” O yüce insan, kız çocuklarını diri diri kumlara gömecek kadar gaddar bir güruhtan her şeyini din kardeşine feda edebilen bir sevgi toplumu meydana getirmiştir.

O, savaşta bile hadde tecavüz etmemeyi, kimseye zulmetmemeyi; çocuklara, yaşlılara ve kadınlara asla dokunmamayı, düşmana ait dahi olsa hayvanları telef etmemeyi, meyveli ağaçları kesmemeyi emreden rahmet peygamberi idi. Onun savaşı imha değil, ihya gayelerini taşırdı. O, savaşı bile rahmete dönüştüren bir Allah elçisiydi.

O, hep güler yüzlü idi. Karşısındakine daima güven telkin ederdi. Meşhur Yahudi âlimi Abdullah b. Selam, onun mübarek yüzünü gördüğünde; “Bu yüz yalancı yüzü olamaz.” diyerek Müslüman olmuştu. Bir müminin din kardeşini güler yüzle karşılamasını dahi ibadet ve hayır telakki etmiştir.

Bir adam Hz. Peygamber (SAV)’in yanına gelerek sordu:“Ya Rasûlallah, bana öyle bir tavsiyede bulunun ki, onu yaptığımda Allah da insanlar da beni sevsin!”

Peygamberimiz (SAV) buyurdular ki: “Kalbini Allah'a yönelt. Her işinde Allah'ın emirlerini ölçü al, Allah seni sevsin, halkın elindekine göz dikme halk da seni sevsin.”



Peygamberimiz (SAV), kâmil imanın kaynağını yine sevgiye bağlamakta ve şöyle buyurmaktadır:

“Sizden biriniz nefsi için sevdiğini mümin kardeşi için de sevmedikçe gerçek mümin olamaz.” 
     Başka bir hadisi şerifte ise şöyle buyurur:

“Allah'a yemin ederim ki; sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de gerçek iman etmiş olamazsınız. Yaptığınızda birbirinizi seveceğiniz bir şey öğreteyim mi? Aranızda selamı yayınız.”

Rahmet Peygamberi (SAV),insanlara önce kendisi selam verir; büyük-küçük herkesle konuşur biriyle el sıkıştığı zaman elini ondan evvel çekmezdi.

Şüphesiz selam, insanın karşı taraftakini tanıması ve ona değer vermesinin bir tezahürüdür. Selam veren insan bu haliyle selam verdiği kimseyi bir karartı ya da çalı gölgesi saymamakta, en azından onu kendisi gibi görmekte, bu duygu ve düşüncesini karşı tarafa verdiği selam yoluyla açmaktadır. Ve kendisine selam verilen kimse de benzer bir şekilde mukabelede bulunmakla, kendisine selam veren kimseye değer verdiğini onu kendisi gibi bir insan olarak tanıdığını belirtmiş ve ona teşekkür etmiş olmaktadır. Birbirini tanıyan ve değer veren bu iki insanın anlaşması artık çok kolaydır. Birbirini anlayan insanların karşılıklı sevgi ve saygı duymamaları için de hiçbir sebep yoktur.

Sevgi sevdirir, kolaylaştırır. Nice çekilmez işler, durumlar vardır ki, sevgi sayesinde zevke dönüşür. Mesela; bir insanın başka birisine hizmet etmesi, bir ücret karşılığı olmaksızın işlerini görmesi bir nevi köleliktir ve tahammülü çok zordur. Hele bu ömür boyu sürecek bir şey ise. Ama birbirine sevgi ve muhabbetle bağlı olan aile efradı arasında bu tür hizmetler ömür boyu yapılır ve bu fertler tahammülsüzlük göstermezler. Kadın kocasına hizmet eder; koca da aynı şekilde onun ihtiyaçlarını karşılamak için bin bir zorluğa katlanır ve hiçbir zaman bunu bir angarya kabul etmez. Hele anne, yavrusuna olan sevgisi ve annelik şefkati sayesinde hiçbir kimsenin yapamayacağı fedakârlıkları yapar. Anne yavrusunun altını temizlerken burnunu çevirip yüzünü buruşturmaz.



Peygamberimiz (SAV)’in on sene gibi kısa bir müddet içerisinde hükmettiği alan 1,5 milyon km. kare’yi geçmişti. Buna rağmen her iki ordudan, yaklaşık 250 insan hayatını kaybetmişti. Bu, Hz. Peygamber (SAV)’in yaptığı savaşların gerçekten bir rahmet ve hidayet savaşı olduğunu gösterir.

İslâm, istila, sömürü ve tecavüz için yapılan savaşları tanımamıştır. Savaşa ancak Müslümanların can ve mal güvenliğini temin etmek, hak ve hürriyetlerini sağlamak, İslâm’a ve İslâm ülkelerine yönelik saldırıları önlemek amacıyla başvurulabileceğini hükme bağlayan İslâm Peygamberi (SAV)’in şu emirlerini hatırdan çıkarmamak gerekir: “Ey insanlar! Düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyin. Allah'tan afiyet (esenlik ve barış) dileyin. Fakat düşmanla karşılaşınca da sabredin ve bilin ki, cennet kılıçların gölgesi altındadır.”

Peygamberimiz (SAV), barışa büyük önem vermiştir. Hudeybiye Barış Antlaşması, görünüşte maddeleri itibariyle Müslümanların aleyhine olmasına, Ashab-ı Kiram’ın karşı gelmesine rağmen Peygamber Efendimiz (SAV), Müslümanların Kâbe’yi ziyaretini engelleyen müşriklerle sulh antlaşmasının altına imza atmıştır.

Tarihî bir hakikattir ki, İslâm’ın yayıldığı en önemli devre, Kureyşlilerle Müslümanlar arasında yapılan Hudeybiye antlaşmasını takip eden barış yıllarıdır. Bu barış devresi, iki yıl sürmüştü.

Tarihçiler bu iki yıl içerisinde İslâm’ı kabul edenlerin sayısının, İslâm’ın başlangıcından itibaren yirmi yıla yaklaşan müddet içerisinde Müslüman olanların sayısından daha çok olduğunu kaydederler. Bu ilgi çekici tespit İslâm düşüncesinin savaşı değil barışı aradığını ortaya koymaktadır.

Hz. Peygamber (SAV) her savaş öncesi şu duayı yapardı: “Ya Rabbi! Biz senden bu ülkenin, bu ülke halkının ve bu ülkedeki her şeyin iyiliğini isteriz. Bu ülkenin ahalisi ve içindeki her şeyin kötülüğünden sana sığınırız.”

Haksız yere bir insan öldürmenin bütün insanları öldürmek kadar günah, buna mukabil bir insanı sevgiye barışa kazandırmanın da bir o kadar sevap olduğunu Müslümanlara öğreten Hz. Muhammed (SAV), Mekke'yi fethettiğinde yıllarca kendisine işkence ve eziyet eden Mekke halkını affetmiş, barış ilan etmiştir. Peygamber efendimiz (SAV),bu davranışı ile “zulmedene zulmedilir.” mantığının doğru olmadığını öğretmiş, büyüklüğün affetmekle kazanılabileceğini göstermiştir.

Medine-i Münevvere’de asırlardır kavgalı olan Evs ve Hazreç kabilelerini birbirlerine kardeş yapan, aralarında barış ve sevgi tohumu yeşerten, temel dayanağı barış ve sevgi olan İslâm dini olmuştur.

Peygamber efendimiz (SAV), sevgi sonucunda elde edilecek manevî mükâfatı şöyle müjdelemiştir: “Allah'ın öyle kulları vardır ki; Peygamber ve şehit olmadıkları halde, Allah katındaki mekânları sebebiyle, Peygamberler ve şehitler onlara gıpta ederler.” Ashab-ı Kiram sordular: “Onların kim olduğunu bize bildirir misin?” Peygamberimiz (SAV) buyurdu: “Onlar, aralarında bir kan bağı ve mal alış verişi olmadığı halde yalnız Allah rızası için birbirlerini seven müminlerdir. Allah’a yemin ederim ki, onların yüzleri nurlarından ötürü pırıl pırıldır ve nurdan tahtlar üzerindedirler. (Kıyamet gününün dehşet verici korkuları ve elemleri içerisinde) insanlar korkarken onlar korkmayacak, insanlar üzülürken onlar kederlenmeyecektir. İyi biliniz ki Allah dostlarına ne korku vardır ve ne de mahzun olacaklardır.”

Şüphesiz barış ve sevgi, asr-ı saadet ruhunu yakalamakla mümkündür. Rahmet Peygamberi Hz. Muhammed (SAV)’in mesajları, yıldız insan sahabelerin ruhu iyi kavranılıp hayata yansıtıldığı her dönemde sevgi, saygı, barış ve mutluluk elde edilmiştir. Peygamberi mesaj ve sahabe ruh geriye itildiği dönemlerde kavga ve nefret ön plana çıkmıştır. Öncelikle bu konudaki eksikliğimizi telafi etmeliyiz.


KAYNAK : DİYANET AYLIK DERGİ
 
 
 

ARKADAŞI OLMAYAN KİMSE GARİPTİR!..

ARKADAŞI OLMAYAN KİMSE GARİPTİR!..

Hazret-i Ali (Radıyallahü anh) buyurdu ki: "Hayırlı arkadaş edinin çünkü onlar hem dünyada hem ahirette yardımcıdırlar. Garip kimdir biliyor musunuz, arkadaşı olmayan!"

Bizler insanız ve bir arada yaşamak mecburiyetindeyiz. Onun için iyi arkadaşlar edinmeliyiz. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

"Cenâb-ı Hak bir kuluna hayır murad ettiği zaman ona hayırlı arkadaşlar nasip eder."

Hazret-i Ali (Radıyallahü anh) buyuruyor ki: "Hayırlı arkadaş edinin çünkü onlar hem dünyada hem ahirette yardımcıdırlar. Garip kimdir biliyor musunuz, arkadaşı olmayan!"

"Bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim" demiş ecdât. Kötü arkadaş yılandan da tehlikelidir. Yılan sokarsa acı verir, sancı çekersin, çok zehirli ise hayatını kaybedersin. Biz zaten dünyaya ebedi kalmak için gelmemiştik. Ama kötü arkadaş dünyamızı da perişan eder, ahretimizi de...

Bazı arkadaşlar gıda (hava, su, yiyecek) gibidir, onsuz olmaz. Bir kısmı ilaç gibidir, lüzûmunda aranırlar. Bir kısmı da hastalık gibidir ki uzak durmakta yarar var.

Peki arkadaş seçerken nelere dikkat etmeli?

Bir kere dostunuz akıllı olmalı. Aptallar iyilik yapayım derken zarar verir.

Anadolu'da çok anlatılır, adamın biri ayı ile arkadaş olur. Gezer dolaşır, yorulurlar. Adam ben biraz yatacağım diye işaret eder, ayı tamam gibilerden kafa sallar. Olacak bu ya bir sinek adama musallat olur, ayı arkadaşını rahatsız etmesin diye eliyle kovar. Yine gelir, yine kovar. Bakar sineği öldürmedikçe kurtuluş yok. Yerden irice bir taş alır ve adamın alnına konunca...

Ortalık kan revan... İyilik yaptı güya!

Dindar olmalı. Dinimizin emirlerine uymayanlar, haramlardan sakınmayanlar en büyük kötülüğü kendine yapar. Kendine hayrı olmayanın, başkalarına ne hayrı olur?

Ahlâklı olmalı. Kıyamet günü ameller tartılacak, İmanlı birinin sevap kefesi ağır gelirse kurtulacak. Diyelim günâhı ağır bastı, azabını çekmek üzere cehenneme sürüklenecek ki o zor anda ufacık bir hayra, bir sevaba nasıl da ihtiyaç duyar. Sağa sola bakınır, tutunacak bir dal (şefaatçi) arar. Fahr-i Kâinat (sallallahü aleyhi ve sellem) buyuruyor ki:

"Kıyamet gününde terazinin hayır kefesinde güzel ahlâk kadar ağırlığı olan bir ibâdet yoktur!"

Bu nimete kavuşabilmek için iyi huylularla birlikte olmak lâzım. Hiç kimse insana arkadaşı kadar tesir edemez, ne anası, ne babası, ne de hocası...

Dünyaya kıymet vermemeli. Maddeye düşkün olanlar sizi menfaat uğruna satabilir ki devrimizde dünya tamahı had safhada...

Sözün kısası; kötü arkadaş insanı dünyada rezil rüsva eder, ahirette ise cehenneme sürükler...

M.SAİD ARVAS



30 Mart 2016 Çarşamba

Bu tür İYİLİKlerimizi artıralım

Bu tür İYİLİKlerimizi artıralım

Buhari’deki hadis-i şerifte özetle deniyor ki:

Eski ümmetlerden üç kişi yolculuğa çıkarlar. Geceyi geçirmek üzere bir mağaraya girince dağdan bir kaya parçası yuvarlanarak mağaranın ağzını kapatır. “Bizi bu kayadan ancak iyi amellerimizi dile getirerek Allahü teâlâya yapacağımız dua kurtarabilir” derler.
İçlerinden biri şöyle dedi:

Anam-babam çok yaşlı idi. Onları doyurmadan çoluk çocuğumu ve hayvanlarımı doyurmazdım. Bir gün, odun toplamak için uzaklara gitmiştim. Geç vakte kadar da dönemedim. Akşam içecekleri sütü, getirdiğimde anamla babam uyumuşlar. Onlara sütlerini içirmeden önce çoluk çocuğumun ve hayvanlarımın karınlarını doyurmazdım. Çocuklar da, yanımda ağlıyorlardı. Çanak elimde tanyeri ağarıncaya kadar onların uyanmalarını bekledim. Anamla babam uyanıp sütlerini içtiler. (Ya Rabbi bunu senin rızan için yapmışsam buradan bizi kurtar)

Kaya biraz açıldı. Fakat çıkmak mümkün değildi.

İkincisi, her türlü imkan varken çok sevdiği amcasının kızı ile zina etmediği ve kıza verdiği 120 dinar altını almadığı olayı hatırlayıp, (Ya Rabbi, bunları senin rızan için yapmışsam bizi buradan kurtar) dedi.

Kaya biraz daha açıldı. Ancak yer çıkabilecekleri kadar değildi.

Üçüncüsü şöyle dedi:

Çalıştırdığım işçilerden biri ücretini almadan gitmişti. Ben de onun ücretini ürettim. Bundan birçok mal meydana geldi. Bir müddet sonra bana gelip ücretini istedi. (Şu gördüğün develer, sığırlar, koyunların hepsi senin ücretinden üremiştir, al götür) dedim. O da (benimle alay etmiyorsun ya) dedi.

Ben de (hayır, alay etmiyorum, doğrusu bu) deyince, malların hepsini alarak götürdü. Bana hiçbir şey bırakmadı. (Ya Rabbi bunu senin rızan için yapmışsam, içinde bulunduğumuz şu beladan bizi kurtar.)

Bunun üzerine kaya tamamen açıldı. Onlar da mağaradan çıktı. (Buhari)


Aslıhan Erkişi - Ahde Vefa

Aslıhan Erkişi - Ahde Vefa

 
Aslıhan Erkişi

a.erkisi@meydangazetesi.com.tr
25 Mart 2016, 02:15


Tarkan gerek konserlerinde gerekse (çok az sayıda katılmış olsa da) misafir olduğu televizyon programlarında Türk makam müziğinin seçkin eserlerine hep yer vermiştir. (Halk arasında sanat müziği dense de ben ‘Türk makam müziği’ demeyi daha uygun buluyorum. Zira değerli üstad Cinuçen Tanrıkorur’un dediği gibi “Sanat müziğinde halk mı yok, halk müziğinde sanat mı yok?”) Neticede Tarkan’dan uzun yıllardır beklediğimiz bir albümdü. Tarkan’ın 25. sanat yılında ‘Ahde Vefa’ ismindeki albümü raflarda yerini aldı. Sadece raflarda mı; içerisinde Latin Amerika ve Ortadoğu ülkelerinin yanı sıra Almanya, Fransa, Hindistan, Kanada, Mısır gibi tam 35 ülkede iTunes dünya müziği sayfasında yer aldı. Haklı bir başarı. Albüm kapağı çok klas. Tasarımda abartıdan kaçılmış, hatta tek kostümle tamamlanmış. Sade ve asil...

Altyapısını beğenmedim
İçlerinde neo-klasik döneme ait Hacı Arif Bey’in Olmaz İlaç Sine-i Sad Pareme isimli bir eseri var. Münir Nurettin Selçuk’tan tutun Yıldırım Gürses’e Sadettin Kaynak, Selahaddin İçli’ye birçok değerli bestekârın eserlerini yorumlamış. İçlerinde en beğendiğim, en güzel yorumlamış olduğu, sesine ve tarzına yakışır eser, bestesi Erol Sayan’a ait olan ‘Kadehinde Zehir Olsa’ şarkısı. Fakat albümün altyapısını ne yalan söyleyeyim beğenmedim. TRT’nin 90’lı yıllarını hatırlattı. Pop müziğinin zirvede, makam müziğinin yerlerde olduğu dönemleri. Hani isim Tarkan olunca çok zirvede bir altyapı ummuştum ama olmadı.Tarkan’ın kendine has bir üslubu var. Yorumundaki samimiyetine, kelimelerin tek tek anlaşılır olmasına, ses renginin artık ziyadesiyle oturmuş, fevkaladeliğine yazık olmuş. Daha sade, daha modern bir aranje olabilirdi. Olmamış ama sağlık olsun.

Tarkan, sanat müziğini sevdirir

Yılın erkek saç modasını Tarkan’dan takip ettiğimiz yıllarımız oldu. Teen age gruplarının saçları aynı modele dönmeye başladı mı anlıyorduk ki Tarkan yeni bir saç stili yapmış. Tarkan ne yapsa, ne taksa, ne giyse, nereye gitse, ne söylese, nasıl söylese, aynısını yapan bir nesil hatırlıyorum. Sanatın ve sanatçının toplumlar üzerindeki gücüne hep inanmışımdır.

Tarkan, toplumsal duyarlılığı da olan gerçek bir star. O yüzden, hadi halkın kullandığı dille söyleyeyim, sanat müziğine yeni bir heyecan getireceğine, sayesinde gençlerin sanat müziğini seveceğine ve bu albümdeki tüm eserlerin hit olacağına, bilinir hale geleceğine inanıyorum. İnanıyorum fakat gündem buna müsaade etmeyecek gibi de görünüyor.

Her gece başka bir olayla uyuyup bambaşka bir gündemle uyanıyoruz. Farkındamıyız? Her gün şehit gelmeye devam ediyor. Acı, gözyaşı, felaketler bitmiyor ülkede. Coğrafi olarak cennet ülkemde demokrasi, fikir özgürlüğü ve huzur olsaydı da şu şarkıları gönül rahatlığıyla dinliyor olsaydık keşke.

Gönül huzurunun olmadığı yerde gönül ne şarkı görür ne de türkü. Bugün “Ahde Vefa” dedik. Bu vesileyle Âşık Veysel ve kültürümüze büyük hizmetleri olmuş; Muzaffer Sarısözen’i rahmetle anmış olalım.

 
 
 
 

29 Mart 2016 Salı

Canan Karatay'dan bir formül daha!

Canan Karatay'dan bir formül daha!

 

AYDIN'ın Nazilli İlçesi'nde düzenlenen 7'nci Kültür Sanat ve Edebiyat Festivali'nde konuk olan Prof. Dr. Canan Karatay, sağlıklı yaşamın yolları hakkında ipuçları verdi, "Turp yiyin turp gibi olun. Fındık fıstık yiyin fıstık gibi olun" dedi.


 
Canan Karatay'dan bir formül daha!

 
 
Nazilli İlçesi'nde düzenlenen 7'nci Kültür Sanat ve Edebiyat Festivali'ne katılan Prof. Dr. Canan Karatay, Nazilli Belediyesi Mehmet Yüzügüler Kültür Merkezi Tiyatro salonunu dolduran hayranlarına uzun yaşamın sırlarını anlattı.

Tıp Fakültesi'nden mezun olduğu günden bu yana şekerin en tatlı zehir olduğunu anlattığını hatırlatan Prof. Dr. Canan Karatay, kendisine inananlar ile birlikte 'Çocuğuma şeker verme' kampanyası başlattıklarını söyleyerek, "Ne yaparsanız yapın ama sağlıklı olmak istiyorsanız hayatınıza şekeri ve ekmeği sokmayın.

Ekmek ve şeker vücudunuzdaki tüm hastalıkların baş kaynağıdır. İstediğiniz kadar yağ yiyebilirsiniz, istediğiniz kadar doğal olanından sebze meyve yiyebilirsiniz, istediğiniz kadar da protein ile beslenebilirsiniz.

Ama ne olursa olsun içinde karbonhidrat barındıran meyve sularından, şekerli ve gazlı içeceklerden, ekmeğin her türlüsünden uzak durmalısınız. Unutmayın ki bir bardak kolada 22 paket toz şeker bulunuyor. İnsülün direncinden kurtulmak istiyorsanız yoğun egzersizler aşırı sporlar yapmanıza gerek yok. Her gün 20 dakika yürüyün yeter. Ayrıca bir insan vücudu iki öğün yemek ile sağlıklı kalır. Üç öğün yemek ile hastalıklar ortaya çıkar. Turp yiyin turp gibi olun. Fındık fıstık yiyin fıstık gibi olun" dedi.

Canan Karatay konuşmasının ardından izleyicilerin sorularını yanıtladı. Nazilli Belediye Başkanı MHP'li Haluk Alıcık, Canan Karatay'a teşekkür ederek çiçek verdi ve Nazilli'de misafir etmek istediklerini belirtti.
Murat GÜRKAN / NAZİLLİ (Aydın) (DHA)
 
 
 

 

Zaman hızlandı mı?

Zaman hızlandı mı?


İlgili hadis rivayeti uzuncadır. Bir kısmı şöyledir: “Deccal kırk yıl yaşar. Onun bir yılı bir ay; bir ayı bir hafta; bir haftası bir gün; bir günü saat; bir saati ise,  hurma ağacının bir yaprağının ateşte yandığı miktar kadardır. İki mescid(Mescid-i haram ve mescid’i Nebevi) hariç her yere  gider.” (bk. Taberanî/el-Kebir,24/169; Kenzu’l-ummal, h. no: 38779).

“Zaman öyle yaklaşır/peş peşe gelir/hızlanır ki, bir sene bir ay, bir ay bir hafta, bir hafta bir gün, bir gün bir saat, bir saat bir ateş kıvılcımı kadar olur” manasında kısa bir rivayet de vardır. (bk. Tirmizi, Zühd,24)

Zamanın yaklaşmasını, ilmin noksanlaşması, mala olan düşkünlüğün çoğalması, fitnelerin olması şeklinde açıklayan bir hadis de vardır. (bk. Buhari, Edeb, 39; Müslim, İlim,11-12, Ebu Davud, Fiten 1)

******************

EVET HAKLISINIZ ZAMAN GERÇEKTEN HIZLANDI!

Her birimiz zamanın eskiye nazaran hızlandığı konusunda konuşup duruyoruz.
Bunun sadece geçen zamanın bizde yarattığı yanlış algı olduğunu zannediyoruz.
Çünkü realitede bir  günü hala 24 saat yaşıyoruz değil mi?

Evet bir gün hala 24 saat, fakat dünyanın çekirdeğinin dönüş hızı bir diğer deyişle rezonansı 7.4 hertz (devir/sn) hızdan 12Hz. hıza ulaşmış durumdadır.

Yani daha basit anlaşılması açısından yaşadığımız bir gün 24 saati 16 saat olarak hissediyoruz.

Dünyanın içinde bulunduğu  frekans titreşimi arttıkça diğer frekans titreşimleri arasında daha büyük genliklerde salınma eğilimi oluşmaya başlar.
Bu dünyanın rezonans artışı diğer bir ifadeyle nabız atışıdır.

2000 den sonra hızlandı ama 21 aralık 2012 den sonra daha da hızlandı.
Mayalıların kıyamet tarihi doğrumuydu ki...
ki hala daha da hızlanıyor.
 
http://yesilpinar333.blogspot.com.tr/2013/02/evet-haklisiniz-zaman-gercekten-hizlandi.html
 
 
 

28 Mart 2016 Pazartesi

Şehit düşen Yüzbaşı yaralı olduğunu saklamış!

Şehit düşen Yüzbaşı yaralı olduğunu saklamış!

 
Mardin'in Nusaybin ilçesinde terör örgütü PKK'ya yönelik operasyonda şehit olan Jandarma Yüzbaşı Halil Özdemir'in, 24 Mart'ta teröristlerle girdiği çatışmada yaralandığı, raporlu olmasına rağmen silah arkadaşlarını yalnız bırakmayıp askerlerinin başında operasyona katıldığı öğrenildi.
 
 
Şehit düşen Yüzbaşı yaralı olduğunu saklamış!


Resimli Elbiseyle Namaz Kılınır mı?

Resimli Elbiseyle Namaz Kılınır mı?

 
Hüseyin Gültekin - [İslami Hayat]

h.gultekin@meydangazetesi.com.tr
25 Mart 2016, 08:18


 Evde resim bulundurmak helâle yakın mekruhtur. Namaz kılanın başı üzerinde, önünde, hizasında, sağında-solunda veya secde yerinde canlı resmi bulunması mekruhtur; arkasında bulunursa mekruh olup olmayacağında ihtilaf edilmiştir.
 
Namaz kılan kişinin cebindeki paralarda bulunan ufak resimler mekruh sayılmaz.
Resimli elbisenin üzerinde onu örten başka bir elbise bulunursa resim örtüldüğü için o elbise ile namaz kılmak mekruh değildir.

Elbisenin üzerindeki canlı resmi kuş kadar olursa mekruhtur. Daha küçük olursa mekruh değildir. Gömleğin cebinin üzerinde kabartma şeklinde bulunan küçük hayvan resmiyle namaz kılmak mekruh olmaz.

Cansız eşya resimleri mekruh değildir. Çünkü İbni Abbas’a resim yapmanın hükmü sorulduğunda şu cevabı vermiştir: “Eğer mutlaka yapman lazım geliyorsa hiç olmazsa ağaç ve cansız eşya resmi yap!”

Canlılardaki harikalar: İnsan beyni


Cenab-ı Hak, varlığı bir mucize olarak yaratmış insanoğlunu da onu araştırmakla vazifelendirmiştir. Canlılar üzerinde yapılan her bir keşif, Allah’ın büyüklüğünü biraz daha tanımamıza yardımcı olur.
 
Yaratılış mucizelerinden biri de vücudumuzun idare mekanizması olan beynimizdir. Küçük bir et parçasına yüklediği vazifeler ve onu adeta nakış nakış işlemiş olması O’nun yüceliğini gösteren en büyük delillerdendir. Şimdi, beynimizin sahip olduğu özelliklere kısaca bir göz atalım:

Beynimiz yaklaşık 1400 gramdır ve %75’i sudan meydana gelir.

Beynimizde yaklaşık 100 milyar sinir hücresi (nöron) vardır. Bazı sinir hücreleri iki metreden daha uzundur.

Sinir hücrelerinin birbiriyle 100 trilyon bağlantısı (sinaps) vardır.

Bir sinir hücresi saniyede 200 elektriksel atım (impulse) gönderebilir.

Sinirsel atımlar saniyede 360 kilometrelik hıza sahiptir.

Sinir hücrelerinin toplam uzunluğu 780 bin kilometredir.

İnsan beyni, beden ağırlığının %2-3'lük kısmını oluşturur fakat vücuttaki oksijenin %20'sini, glikozun %15-20'sini ve kanın %15’ini tüketir.

Bu kadar küçük bir alanda bu mucizeleri yaratan Allah bize şöyle buyuruyor: “Şu halde insan bir baksın neyden yaratıldığına!” (Târık Sûresi, 86/5)

İlginç bir soru


İmam Ebu Hanife’nin de bulunduğu bir mecliste birisi şöyle bir soru sordu: "Bir adam ki, cenneti istemez, cehennemden korkmaz, ölü eti yer, rükûsuz-secdesiz namaz kılar, görmediğine şahitlik eder, fitneyi sever, hakkı istemez, bu adam kâfir midir, mü’min mi?"

Mecliste bulunanlar hep bir ağızdan: "Bunlar kâfir sıfatıdır, böyle bir adam kâfirin ta kendisidir." dediler. Ebu Hanife hazretleri ise susuyordu. "Ey İmam sen ne dersin?" dediler.

İmam-ı Azam, "Bunlar mü’min sıfatıdır, böyle biri mü’minin ta kendisidir" dedi. “Nasıl olur, mü’min cenneti istemez, cehennemden korkmaz mı?" diye itiraz ettiklerinde Ebu Hanife tek tek açıkladı:

"Hakiki mü’min, cenneti değil onun sahibini ister; Cehennem’den değil onun sahibinden korkar; sizin ölü eti dediğiniz ise balıktır. Görmediğine şahitlik eder, çünkü Allah´ı görmez ama O’na kesin inanır.

Rükûsuz-secdesiz kıldığı namaz cenaze namazıdır. Fitneyi sever, çünkü fitneden maksat mal ve evlattır, (Kur’an’da, mal ve evladın mü’minler için bir fitne -imtihan- olduğu belirtilmiştir); hakkı istemez, çünkü haktan kasıt ölümdür, mü’min de olsa ölümü temenni etmez."
 
 
 
 
 

27 Mart 2016 Pazar

Aslıhan Erkişi - Soğuk ama mutlu

Aslıhan Erkişi - Soğuk ama mutlu

 
Aslıhan Erkişi

a.erkisi@meydangazetesi.com.tr
18 Mart 2016, 08:00

Danimarka 2016 yılının en mutlu ülkesiymiş. Haberi okuyunca haliyle yaşadığım ülkenin kaçıncı sırada olduğunu merak ettim. O da ne! 78. sıradayız! Nasıl olur?
İlk beş sırayı Kuzey Avrupa ülkeleri almış. Geçenlerde oralardaydım, buz gibi memleketler. Güneş hanım, yazın bile nazlana nazlana çıkıyormuş.  Soğuk! Başlı başına mutsuzluk sebebi ama bu ülkeler güçlü sosyal güvenlik sistemine sahipmiş. Eşitsizlik sorunu yok denecek kadar azmış. Barış, birbirine saygı varmış. Eski dostların bile birbirine düşman edildiği, selamı bile kestiği ülkeme inat, tanıdık tanımadık herkes sokakta selamlaşıyormuş bu ülkelerde.
Yolsuzluk olmadığı için bu ülkelerde büyük bir güven varmış. En uzaklarda, 77. sırada iç savaşla, açlıkla, bulaşıcı ölümcül hastalıklarla boğuşan Somali. Biz onun bile gerisinde kalmışız. Somali’den daha mutsuzmuşuz. Şaşırdım. Acaba orada, “Aman canım bana ne, ben cebime bakarım”  aymazlığı mı yok acaba? Ülkemin yarısının böyle düşünme ihtimalini bile kabul edemiyorum.
Onların Ömer’leri var
Peki, bizim neyimiz eksik bu ilk 5 ülkeden? Her şeyimiz var,  petrolün, doğalgazın yanı başında, türlü nimetlerle sarılıyız, ama fakiriz. Osmanlıyız, hoşgörü medeniyetiyiz ama hep saldırganlık, küfür, hakaret bizde. Niye onlarda bombalar patlamıyor, hendekler kazılmıyor, şehit haberleri gelmiyor, insanların mallarına hukuksuz el konulmuyor, eleştiri hoşgörülüyor?
Çünkü, onlar ekmek gibi su gibi olmazsa olmaz sınırı koymuşlar. Ne o? “Temel insan hakları ve demokrasi.” Onların Ömer’leri hata yaptığında, “Seni kalemimizle, eleştirilerimizin kılıcıyla düzeltiriz” diyebiliyor belki. Ya biz? diyebiliyor muyuz?

Toplu iğne
Hepsi bir tarafa, mutluluğun tanımı herkese göre değişir. Ben mutluyum. Çocukken en büyük hırsızlığın toplu iğne çalmak olduğunu söyleyen bir anneanneye sahip olduğum için.

Ve mutluyum, çocuklarıma ilk bunu öğretebildiğim için. Mutluyum, en büyük günahın iftira olduğunu bildiğim için. Dianne Dengel’in “Mutluluğun Resmi” adını verdiği tablosu var ya, işte bana oradaki mutluluk yeterdi eğer ülkede aklanmaya çalışılan tecavüz vakaları olmasaydı, masum insanlara kasteden bombalar patlamasaydı, çocuklar denizlerde boğulmasaydı, anne babalar evlat acıları yaşamasaydı.
Örtün üstümü, ölem ben
Mutluluğun resmini çizebilirsiniz ama hiçbir fırça bu acıları resmedemez. Hiçbir tuvale sığmaz yaşanan bu acılar. Tecavüze uğrayan küçük bedenlerin hesabını verebilir misiniz Ulu Divan’da? Suda boğulan yavrunun? Kahpe bir bombayla evladını yitiren anne babanın? Bırakın resmetmeyi, acılarını bile paylaşamıyoruz. Nasılsa bizim başımıza gelmedi öyle değil mi? 

Hidayet Türkoğlu cumhurbaşkanı danışmanı,
Yılmaz Morgül fenomen,
Tuğçe Kazaz filozof ya... 
Gündem bu...“Örtün üstümü, ölem ben” derdi rahmetli dedem.

 
 
 
 

26 Mart 2016 Cumartesi

NEDEN DÜNYA HAYATINI TERCİH EDİYORUZ?

NEDEN DÜNYA HAYATINI TERCİH EDİYORUZ?


Facebook arkadaşım öğretmen Gülümce Yıldız hanımdan güzel bir yazı:

 

Hepimiz yaratılış gayemizin kulluk olduğunu ve bir imtihandan geçtiğimizi biliyoruz..

Bilmeyen olduğunu zannetmiyorum..

Ancak kimimiz her yaşanılan anda Allah rızasını gözetirken, kimimizde önceliği dünya hayatına veriyoruz..

Oysaki Cenab-ı Allah ayetinde; 
 
"Dünya hayatı sadece oyun ve oyalanmadir.Ahiret ise Allah'tan korkanlar için elbette daha hayırlıdir. Hala akıllanmiyacakmisiniz?"(en'am süresi 32) buyuruyor..

Gün içerisinde bir çok olay yaşıyoruz.. hepimizin belli amaçları var..ev, okul, iş arasında günler gelip geçiyor..
 
Diyeceksiniz ki, yaşadığımıza göre hedeflerimizin olması yanlış mı?
Tabii ki değil.. ancak hırs yapmak yanlış..
Allah rızasının önüne, dünya işlerini geçirmek yanlış..
Bizim amacımız kul olmak..

Örneğin bir iş adamı düşünün..namaz kılmıyor..

Kendine göre bir çok sebepleri var; yorgundur, vakti yoktur, sabah erkenden kalkıp namaz kılmak zordur..vs..
Ancak yarın iş için seyahate çıkması gerektiğinde; uçağa binmek için sabahın beşinde kalkar.. kalkabilir değil mi? çünkü o onun görevi ve gitmesi gerekiyor..
Peki namaz kılması görevi değil mi? bunun için erkenden kalkamaz mı?
Hayır efendim kalkamaz.. çünkü o nefsinin sesini dinliyor.

Şimdi gelelim yukarıdaki sorunun cevabına..

İnsanın Allah rızasına uygun bir yaşam idam ettirme çabasında olmamasının tek nedeni: nefsine yenilmesidir.
Pekii nefsimizi nasıl yeneceğiz?

Cenab-ı Allah'ın her yaptığımızı gözetlediğini ve bir gün tüm yaşamımızla tekrar herkesin önünde karşılşacağımız gerçeğini hiç aklımızdan çıkarmamamız gerekiyor..

Kullandığımız tek bir kelime dahi çok çok önemli..
Ben bunu söylersem, Rabbim incinir mi? O'nun rızasına uygun mu diye düşünmeliyiz..
Bu dünya gerçekten üç günlük..ve göz açıp kapayana kadar geçiyor.
Yarın ne olacağımız, hangimizin sağ çıkacağı belli değil..ve bizler sadece burada yapıp, ettiklerimizle ebedi hayatı kazanacağız..

Sözün özü; Allah her an bizimle ve biz imtihan oluyoruz.. bize düşen her ne yaşarsak yaşayalyaım hep Allah'ın rızasını gözeten olmak.. 

 

Gülümce Yıldız (İlk yayın: 13-04-2012 )

21-04-2013 Sevgi ve ışıkla efendim..
 
 
 
 
 

25 Mart 2016 Cuma

İSMAİL GÜNEŞ ve MUHSİN BAŞKAN

İSMAİL GÜNEŞ ve MUHSİN BAŞKAN



 Alo Ben İsmail Güneş. Hatırladınız mı beni ? İHA'dan Gazeteci İsmail..
25 Mart'ta Muhsin başkanla düştük...
Düşerken yüreklere de düşmüştük...

Yerimi tespit edemediniz mi? diye sormuştum
Bağırdım 'Erhan Abi Erhan Abi' diye
Erhan abiden ses yok,
Muhsin başkanım, yok

Yüksel abim oturuyor öyle koltuğunda
Kimseden ses yok, burada ses yok
Ses var, sadece fırtına sesi
Bir de benim sesim

Bilmediğim bir dağın zirvesindeyim
Gözlerinin önündeyim, yardım istiyorum
Her yeri arıyorum.
Arıyorum ki gelip hepimizi bulsunlar
Ölmeden canım yavrularıma kavuşayım diye
Arkadaşlarımı da yavrularına kavuşturayım diye çok uğraştım

Maraş dağlarında saatlerce bekledim, şarjım bitti
Üşüdüm, çok üşüdüm, ayağım kırıktı sadece
Çenem ne zaman kırılmış bilmiyorum
Bağırdım duymadınız mı?

Aklımda bir sürü soru var neden bulmadınız, neden dondurdunuz beni ?
Neden beklediniz ?
Niye bekleyenlerimizin yüreğini yaktınız?

7 yıl geçti hala yerimizi bulamadınız mı?
Ne zaman bulacaksınız bizi,kalplerinizdeki adaleti?
Burası çok soğuk
Ben İsmail Güneş'



Cemil Tokpınar - “Ekmeksiz yaşarım hürriyetsiz yaşayamam”

Cemil Tokpınar - “Ekmeksiz yaşarım hürriyetsiz yaşayamam”

 
Cemil Tokpınar

c.tokpinar@meydangazetesi.com.tr
25 Mart 2016, 08:00
 
 Önceki gün asrımızın büyük İslâm âlimi, fikir ve mücadele adamı Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin 56. vefat yıldönümü idi.

Bediüzzaman, 1878 yılında Bitlis’in Hizan kazasının Nurs köyünde başlayıp 23 Mart 1960’ta Urfa’da sona eren 82 yıllık bereketli ömründe muhteşem hizmetler gerçekleştirmiştir.

Henüz çocukluk ve gençlik yıllarında iken ilim, ibadet ve mücadelede destansı başarılar kazanan Bediüzzaman, bugün cihana yayılan iman ve Kur’an hizmetini olağanüstü zor şartlarda başlatmıştır.

25 yılda 600 bin nüsha


Osmanlı Devleti’nin son, Türkiye Cumhuriyeti’nin de ilk yıllarını yaşayan Bediüzzaman, dindarlara olağanüstü zulüm ve baskıların yapıldığı bir dönemde dine hizmet etmeyi başardı.

Onun Risale-i Nur ismini verdiği eserleri yazmaya başladığı yıllarda dinî kurumlar kapatılmış, alfabe değişikliğiyle eski kültürle irtibat koparılmış, tamamen dünya odaklı bir yönetim ve toplum tesis edilmeye çalışılmıştı.

1925’te Şeyh Said Hadisesi bahane edilerek Van’dan Isparta’nın Barla kazasına sürgün edilen Bediüzzaman, burada özellikle iman esaslarını izah ve ispat eden Risale-i Nur Külliyatı’nı yazmaya başladı. Kur’an harfleriyle yazılan bu eserler, matbaada bastırmak yasak olduğundan, elle yazılarak çoğaltıldı. Elden ele dolaşan ve ülkenin her tarafına ulaşan bu Risaleler, 25 yılda tam 600 bin nüsha çoğaltıldı.

Risaleleri okuyanlarda muhteşem bir iman aşkı, dine hizmet gayreti, yepyeni bir ahlâk ve fazilet yarışı başlıyordu.

Çile ve ıstırap insanı


Bugün Sulh Ceza Hâkimlikleriyle yapılan haksızlıklar, o zaman İstiklâl Mahkemeleriyle yapılıyordu. İlerleyen yıllarda ülke büyük bir hapishaneye dönmüş, ahlâk ve fazileti savunan ne kadar insan varsa cezalandırılmıştı. Makam, mevki ve maddî imkânları kullanan, maneviyattan mahrum dünyevî hayatı kabul etmeyenleri idam, hapis ve sürgünle cezalandıran yöneticiler, Bediüzzaman Hazretleri’nin hizmetlerini önlemek için olağanüstü zulüm ve baskı uyguladılar.

“Ekmeksiz yaşarım, hürriyetsiz yaşayamam” diyen bu özgürlük âşığını, 35 yıl boyunca gözetim ve denetim altında tuttular.

Eskişehir, Denizli ve Afyon’da toplam 40 ay hapsettiler. Buralarda soğuk, açlık, zehirleme, hücrede tutma gibi işkenceler yaptılar. Bütün bunlara rağmen hapiste bile eser yazmaktan geri durmadı.

Ömür boyu tam 21 defa çok aşırı dozda zehir vererek öldürmek istediler. O durumda bile namaz ve dua ile Rabbine iltica eden Üstad Hazretleri, çok acı çekmekle birlikte Allah’ın lütfuyla ölümden korundu.

O ağır şartlara ve bütün sıkıntılara rağmen ümitsizliğe düşmüyor, talebelerine ümit aşılamaktan geri durmuyordu.

Aksiyon hayat  tarzıydı

Said Nursî Hazretleri ilim, iman, ihlâs, takva, dua, ahlâk gibi konularda zirveleştiği gibi, “cihad, tebliğ, hizmet” diye özetleyebileceğimiz aksiyonu hayatının en önemli görevi kabul etmiştir. 14 asırlık İslâmî ilimlerin bir özeti olan Risale-i Nur’u yazmakla yetinmemiş, onun yayılması için muhteşem formüller üretmiştir.

Siyasetle asla ilgilenmemiş, ancak devrin idarecilerine mektup yazarak uyarmaktan ve tavsiyelerde bulunmaktan da çekinmemiştir.

Talebelerini hep iman hizmeti etrafında bir ve kardeş olmaya çağırmış, siyasî tercihler yüzünden bölüp parçalanmaktan da şiddetle sakındırmıştır:

“Sakın, sakın, dünya cereyanları, hususan siyaset cereyanları ve bilhassa harice bakan cereyanlar sizi tefrikaya atmasın. Karşınızda ittihad etmiş dalâlet fırkalarına karşı perişan etmesin, ‘El-hubbu fillâhi ve’l-buğzu fillâh’ (Allah için sevmek, Allah için buğzetmek) düstur-u Rahmânî yerine (el-iyazü billâh) ‘El-hubbu fissiyaseti ve’l-buğzu fissiyaset’ (siyaset için sevmek, siyaset için buğzetmek) düstur-u şeytanî hükmedip, melek gibi bir hakikat kardeşine adâvet ve elhannâs gibi bir siyaset arkadaşına muhabbet ve taraftarlıkla zulmüne rıza gösterip cinayetine mânen şerik eylemesin.”
 
 
 
 
 

24 Mart 2016 Perşembe

Hayat Nur Artıran - DÜNYANIN DÜĞÜNÜ VAR

Hayat Nur Artıran - DÜNYANIN DÜĞÜNÜ VAR

Hayat Nur Artıran hanımefendinin etkinliklerinin duyurulduğu "Aşk Bir Davaya Benzer" Facebook grubu yöneticisi öğretmen Sevcan Vatansever hanımın enfes paylaşımı

 
Bahar mevsiminin güzelliğini zevk ettiğimiz bu günlerde Muhterem H. Nur Artıran Hanımefendinin BAHAR mevsimi ile ilgili makalesinin sizlerle paylaşmak istedik.
Gönül dünyamızda bahar nefesi ile nice bahar çiçeklerinin açmasını niyâz ederiz.

 Aşk olsun...
 


Hayat Nur Artıran - DÜNYANIN DÜĞÜNÜ VAR
 
 

 BAĞLAR, BAHÇELER ÇEYİZ HAZIRLIYOR

Cenâb-ı Hakk buyurdu ki: “Çiçekleri boya, fırça olmadan boyadık. Onlara güzel kokular bağışladık.” “Yeryüzünün bütün sırları, İlkbahar mevsiminde kendini gösterir, meydana çıkar. Kış mevsiminde ölenler tekrar dirildiler. Artık kıyameti inkar edenlere itibar kalmadı”
Hz. Mevlânâ

Her biri ayrı ayrı makamlarda öten kuşların, renk renk, çeşit çeşit çiçeklerin, sıcak güneşli günlerin, doğanın dirilişinin gizli habercisi olan soğuk kış günlerini, çiçek çiçek, lâpa, lâpa yağan karları, gerilerde bıraktık. Şimdi gönül bahçemizde açılan yeni goncalarla vuslat heyecanını yaşıyor büyük ümitlerle İlkbaharın keyfini çıkarıyoruz. Sıcak yaz günlerinde neler yapacağımızı düşünürken bir yandan da çeşitli tatil hayalleri kuruyoruz.

Canlanan doğanın heyecanı, sevinci, kâinatın en önemli bir parçası olan insanların da, rûhlarında farklı bir coşku ve yaşama sevinci yaratmaktadır. Bu dünya değirmeninde bir avuç ilâhi buğday olan insanın, hakiki mânâda rûhunun derinliklerinde yaşadığı bahar heyecanını ve coşkusunu, herkes kendi anlayışı ve idrâki içerisinde en iyi şekilde yaşayabilmek için gayret göstermektedir.

Soğuk kış günlerinin veda edip, İlkbahar’ın büyük bir sevinçle bizlere merhaba demesiyle birlikte her yıl görsel ve yazılı medyada da çeşitli uyarıcı yayınlar başlar. Çok değerli uzmanlarımız bahar mevsiminin insan psikolojisi üzerinde çok büyük etkileri olduğunu, bu konunun önemini, dikkat edilmesi gereken hususları, uzun, uzun anlatırlar. Yiyeceklerimizi, içeceklerimizi, giyeceklerimizi, tüm insani duygularımızı en iyi şekilde yönlendirmeye çalışırlar.

Bu yapılan uyarılara katılmamak baharın gelişini ciddiye almamak elbette mümkün değil. Birçoğumuzun normal bir mevsim değişikliği olarak kabul ettiği İlkbaharda ki bu dirilişi, gönül gözüyle izleyerek canlanan her zerrenin hakikatini gören, onlardan gelen ilâhi sesleri duyarak büyük bir heyecana kapılan Hz.Mevlânâ’da bu ilâhi coşkunlukla, Mesnevi’de, Divân-ı Kebir’de bahar mevsiminde gizlenen ilâhi sırları açıklamış; Dîvân-ı Kebir’de elliden fazla baharla ilgili gazel söyleyerek, hakiki mânâda gönlümüzün, rûhumuzun baharını yaşamanın yollarını bizlere en açık bir şekilde göstermiştir.

Hz.Pir’imiz; Mevsimlerin kraliçesi olan bahara karşı daha fazla duyarlı olmamız, tabiatın dirilişine biraz da mânâ gözüyle bakmamız, yeşeren her canlının bize sevgiliden haberler getirdiğini unutmamamız için, her zaman ki ilâhi coşkunluğuyla bizleri uyarmıştır. Çiçeklerle süslenmiş her bahar dalını, sevgiliden haberler getiren bir dost olarak tasvir ederek, bu değerli dostun, O eşsiz sevgiliden getirdiği haberleri de, ledünni bir şarap olarak bizlere ilâhi bir şiir demeti şeklinde, Dîvân-ı Kebîr’inde ve Mesnevi’de sunmuştur.

Hz.Pir’e göre yaratılan her şey canlıdır ve kendi lisan-ı halleri ile insanoğlunu Hakk’a davet etmektedirler. Bahar mevsiminde ise bu davet çok açık ve net olarak herkesin anlayacağı, göreceği bir şekilde yapılmaktadır. Baharla birlikte topraktan başını kaldıran her canlı hiç bir ayrıcalık yapmadan tüm insanlık âlemine Hakk’a giden yolların kapılarını açarak, onlara geldikleri yerlerin hikmet dolu sırlarını anlatırlar. Hz.Pir’imiz konuyla alâkalı olarak Dîvân-ı Kebir ve Mesnevide bulunan çeşitli beyitlerde şöyle buyurmuştur:

“Toprak emindir ona ne ekersen hâinlik etmez ektiğini fazlasıyla biçersin fakat; Bahar mevsimi Cenâb-ı Hakk’tan ferman getirmedikçe toprak içindeki sırları asla dışarı vurmaz” [1]

Önceleri “Kış mevsimi geldi yaprakları döktü diye şikayetler ediyordun. Şimdi kalk da gül bahçesine gel! Bahar’ın gelişiyle kış mevsiminin nasıl bozguna uğradığını, kaçıp gittiğini gör! Gök gürlemesinden davul seslerini duy! O sesler “Dünyanın düğünü var; bağlar, bahçeler çeyiz hazırlıyor” demek istiyor. Gel, gel de pâdişahın meclisini gör; toprağın nasıl neşelendiğini, güldüğünü seyret !”[2]

“Geçen sene kış mevsiminin korkusundan kaybolup giden yeşilin güzelleri, güller, reyhanlar, şebboylar, karanfiller ve daha sayılmayacak kadar çok çiçekler sanki kıyamet koptu da yeniden dirildiler. Bu sene hepsi de yüz kat daha güzel, daha hoş kokularla geldiler. Gül yüzlü güzeller ötelerden, yokluk âleminden oynaya oynaya geldiler. Bu gelişten gökyüzü memnun oldu da, onların ayaklarına yıldızlar serpti” [3] “Bahar mevsimi gelip de her şey yeniden canlanınca benim gönlüm çiçeklerle süslenmiş her dalı, gizli sevgiliden haberler getiren bir dost olarak görür de, sevgilimin vûslatını arar, sevgilime doğru koşar gider” [4] “Baharın getirdiği sevgi havası ile bir çok yılanlar, birbirine yâr olur, Gül dikenle barışır, dost olur. Allâh’ın lütfû, ihsanı, bahçeyi güllerle, çiçeklerle süsler, ihtişamlı bir padişah haline getirir. Her an bahçeden elçi gibi bir hoş koku gelir de; “Ne duruyorsunuz; İlkbahar geldi; dostları bahçeye çağırın !” diye seslenir. Bahçe içten içe kendi sırrını, kendinde bulunan gizli kuvveti sürükler; yürür, gider, yol alır da sana derki : “Ey insan ! Sen de içten içe yol al. Sende gizli bulunanı bul, ona doğru yol al da, sen de canlan, senin de canına can gelsin” Her fidanın sırrı toprağın içinden baş kaldırır yücelir. Göklere doğru yükselen, boy atan mi’rac eden ağaçlar, sanki bahçelerde göklere uzanan merdivenler koymuşlardır. Duygulu ve imanlı kişiler yerlerde sürüklenmesinler, göklere çıksınlar diye onları da mi’raca davet etmektedirler.” [5]
 

 Bağlar bahçeler baharın hasretiyle sararıp solmuştu ötelerden “Dost elçisi olarak gelen neşeli İlkbahar gelişiyle bizleri çok sevindirdi; Yerimizde duramıyoruz; kararsızız, mestiz, âşığız, mahmuruz! Ey göz; Ey gönül çerağı ! Siz de hasret kaldığınız çemen güzellerini, yeşillik dilberlerini artık beklemeyiniz; onların hepsi de geldiler. Haydi; onları görmek için bahçeye çıkın! Çıkınız bahçelere, çıkınız çayırlıklara; çemenliklere gayb âleminden tanımadığınız garip kişiler geldiler, bahçelere kondular. Gelenleri karşılamak, onlara “Hoş geldiniz!” demek, hatırlarını sormak âdettendir! Görmüyor musunuz ? Gül ötelerden kokular getirdi, güzel renkler getirdi. Bahçe de gülün gelişini kutlamak istiyor! Diken beraber yaşayacağı güler yüzlü efendisinin yüzünü seyretmek için süslendi güzelleşti. Sanki kıyamet koptu da geçen sene Aralık ayında çürüyüp gidenler, Ocak ayında donanlar, ölüp gidenler, kutlu ilkbahar gelince dirildiler, topraktan baş çıkardılar. Meyveli dallar, ötelerden canlılara yararlı armağanlar getirdikleri için neşe ile nazlanmadalar! Meyvesi olmayan kökler eli boş geldikleri için utandılar da yaprakların arkasına saklandılar. Madde âleminde böyle olduğu gibi, mânâ âleminde de can ağaçları böyle olur. İyi ağaç, verimli ağaç belli olur, meydana çıkar, mânevi meyveler verir. Kötü ağaç da verimsiz, bahtsız, zavallı bir halde kalır” [6]

Can gözünü açıp bu olup bitenleri görme vakti geldi. “Kış görevini tamamlayıp geçti gitti. İlkbahar geldi.Yeryüzü yemyeşil oldu. Herkes neşeli bir hal aldı. Gel sevgilim gel; lâleler arasıda gezme zamanı geldi. Ağaçlara bak ; hepsi de sarhoşlar gibi darmadağın, hepsi de başlarını sallayıp durmada! Seher rüzgârı bir efsun okudu da, gül fidanları yerlerinde duramaz oldular, neşe ile oynamaya başladılar! Nilüfer yasemine; “şu kıvranmayı seyret” dedi. Çiçekler de yeşilliğe “Allah’ın lûtfû, ihsanı geldi, her taraf süslendi güzelleşti” dedi. Nergisin gözlerini kırparak “ibret alacağımız zaman geldi!” sözünü duyan menekşe de, sümbül gibi gönlünü Hakk’a verdi ve o duygunun heyecanı ile secdeye kapandı. Baharla her yer öylesine güzelleşti ki, sanki benzeri olmayan büyük bir ressam fırçayı eline aldı da, yaptığı resimlerle dağın, ovanın, bağın, bahçenin güzelliklerini belirtti. Gafillerin gözleri önünde onları bir bir sergiledi. Bu güzel resimleri yapan, bu şaheser tabloları ortaya koyan eşsiz ressamın nûrundan benimde rûhum mest oldu. Ben O eşsiz ressama kurban olayım. Bahçelerde bulunan diğer varlıklar gibi ilâhi kudret karşısında mest olan, kendinden geçen söğüt başını sallayarak dünyayı yeniden dirilten o eşsiz, o pek büyük yaratıcı hakkında acaba ne söyledi ? Uzun boylu selvi de acaba ne gördü de, bu görüşle uzadıkça uzadı, büyüdükçe büyüdü” [7]

İlkbahar elinde çiçek sepetiyle gülücükler içinde geldi ”Bahçeye neşeler veren gül, yüzünü yanağını tozlardan, kirlerden arındırmış, gömleğini yırtmış gülüyor dikenlerin verdiği acılara, kederlere sabrediyordu! Âdeta; “Ey insanoğlu: Bana bak; bana bak ta örnek al, sen de benim gibi ol!” demek istiyordu” [8] “Görünüşte gül ile diken birbirine aykırıdır muhaliftir. Fakat bu aykırılık biri iki gören göze aittir. Aslında aykırılık yoktur. Hepside O’nun bahçesinin mahsulüdür. Gül bahçesi diken ile gülü ayrı gören gözü gördü de şaştı kaldı, bu ikiliğe çok güldü” [9]

Gül açıldığı zaman sana derki: “Ben dikenle beraber bulunduğum için neden gama düşeyim? Neden kendimi gama salayım? Zaten ben gülmeyi o kötü huylu dikenin arkadaşlığına katlandığım için kazandım, ben güzelliğimi onun yüzünden elde ettim. Dikkatle bak da gör ki; yapraklarımı bir bir koparsanıza da yine de gülmeyi bırakmam. Yapraklarımın rengi de solmaz” [10] Bahar’ın gelişiyle birlikte “Gülerek neşeyle yerden başını kaldıran gül: “Sabır ferahlığın anahtarıdır” diye seslenir. Bahar da yeşeren her dal: Zorluk yok! Bak ben sabrettim inciler gibi hoş meyveler vererek huzurunuza geldim der” [11] Görünürde “Bir boyacı yokken, gelinleri süsleyen kadın da ortalıkta görünmezken, gül o güzel rengini, o hoş kokusunu nereden aldı da parıl parıl parlamaya, gizlilik perdesinden yüz göstererek gülmeye başladı” [12] “Aslında Cenâb-ı Allah güle gizlice bir şey söylemişte onu çok güldürmüş. Sadece gül’e mi söylemiş ? benim gönlüme de söylediği şeylerle gönlümü gülden yüzlerce kere daha gülücü neşeli bir hale getirdi”[13]

Bahar mevsiminde ”Güllere; “içinizdeki gizli sırları dökün, gönlünüzde Hakk sevgisine ait ne varsa onları açığa vurun! Mağara dostu ile halvet zamanı geldi dendi ! Bu ilkbahar mevsiminde duyguların içinizde kalması doğru değildir” diye emir verildi. Can kuşu; “Yâ Hû” deyince, kumru “Kû, Kû; nerede, nerede ? Onun kokusunu bile alamadın, sana bekleyiş hissesi düştü!” demeye başladı. Bu arada, bahçede bulunan çınar ağacı üzüme yüzünü çevirdi de “Ey hep yerlere baş koymuş secdeye kapanmış üzüm! Kendinde güç bul, ayağa kalk da etrafına bak; her şey yeniden dünyaya geldi! Dünya gelinler gibi süslendi, güzelleşti! Senin gözün bir şey görmüyor” dedi. Üzüm; “ben kendi isteğimle, kendim secdeye kapanmadım! Beni O secde ettiriyor” dedi. Elma, kendisini bir şey zannederek bir davaya girişti : “Benim Cenâb-ı Hakk’a karşı zannım iyidir; O her şeyi yerinde ve güzel yaratır” diyerek benliğe kapıldığı için,”Bakalım elma sözünde duruyor eziyetlere katlanıyor mu, Allah’tan gelen belâlara sabrediyor mu ?” diye Cenâb-ı Hakk tarafından imtihan edilmek istendi. O yüzden herkes onu taşlamaya, başına taşlar yağdırmaya başladı. Elma gibi taşlanan başına belalar gelen kişi de, Hakk’a gerçekten bağlı er kişi ise atılan taşlardan şikayet şöyle dursun, güler, neşelenir. Çünkü o taşlar padişahlar padişahından geliyor” [14]

Dostlar; hep birlikte bahçede ki elma’nın hatırını soralım. ”Selvi ağaçlarının yanına gidelim. Yüz üstü yatmış uyuklamış bahtımızı sevgilinin bahtı gibi uyandıralım. Bahçedeki çimen garipleri nasıl bir hileye baş vurarak ayaksız olarak koşarlarsa bizde hem ayağımız bağlı hem de adım atarak o garipler yurduna gidelim. Toprak bedenden baş kaldıran, kurtulan rûhun adı “ Akan yürüyüp giden” mânâsına gelen “Revan”dır. Biz de dizi bağlı canı tutalım, onların menzillerine kondukları yere götürelim. Ey yaprak; elbette bir kuvvet buldun da dalı yarıp çıkabildin, ne yaptın da zindandan kurtuldun? Hadi söyle, söyle de bizde beden hapishanesinden kurtulmak için senin yaptığını yapalım. Ey selvi; Yerden baş kaldırdın, yüceldin. Seni yaratan sana ne seyir gösterdi? Bilelim de bizde seyredelim. Ey gonca; Gülün rengine boyanıp çıktın, dikenle dost olup kendinden geçerek buralara kadar geldin. Geldin ama nasıl geldin? Söyle de ne yaptınsa bizde onu yapalım. Bu hoş beyaz anber rengin ve kokun nereden geldi ? O anber kokusu hangi semtten geliyor? Bu evin kapısı nerede, göster de bizde o kapıya hizmet edelim. O kapının kulu kölesi olalım. Ey bülbül! Senin feryâdına acıdılar, imdadına koştular. Ben senin feryâdına kul olayım köle olayım. Sen gül yüzünden neşelisin. Ben senin ötüşlerinden neşeliyim. Ben bu ihsana nasıl şükredebilirim? Ey insan sende aklını başına al da, gül bahçesinden gelen çeşitli sırları duy! Harfsiz, sesiz, sedasız söylenen hakikatleri işit! Ey bülbül bende anlattığın o aşk masalını anlayabilirsem, sende sazına başka bir düzen ver, güzel seslerinle beni başka türlü mest et” [15]

“Ah ! nerede gül bahçesi ? Nerede gül bahçesindeki güllerden aşk kokusunu alacak burun, o sözleri işitecek kulak”[16] “Sende kulağından gaflet pamuğunu çıkar. Bahçedekilerin konuşmalarını dinle! Çok yakınında bulunan lâlelerden ve çok uzaklardaki dağlardan gelen sesleri duy” [17]

“Fakat sen yaprakların el çırptığını göremezsin Onların çıkardıkları neşe seslerini zikirlerini tesbihlerini duyamazsın; bunları duymak için can kulağı, gönül kulağı gerek baş kulağı değil. Aklını başına alda baş kulağını yalana faydasız sözlere tıka ; tıka da can şehrini aydınlanmış olarak gör. Hz. Muhammed’in mübârek kulağı dünyada ki bütün seslerin sözlerin sırrını iç yüzünü duyduğu için Cenâb-ı Hakk Kur’ân’da o eşsiz varlığa “Kulağın tâ kendisi” diye buyurmuştur. O aziz Peygamber baştan başa kulaktır gözdür” [18]

“İlkbahar mevsimi kanatlarında binlerce renkler bulunan tavus kuşu gibi salına salına gelince, her tarafı gelin gibi süsledi güzelleştirdi. “Bahar’a: Sen nerelerden çıkageldin diye sorduğum zaman “Ben ötelerden onun güzellik bahçesinden geldim” diye cevap verdi. Sonra bana dedi ki: “ Canlar zevke dalsınlar diye şarap getirdim. Çiçekler getirdim. Hastaların iyileşmeleri için ilaçlar getirdim, macunlar getirdim” [19]

“Baharın bu neşeli gelişi, Rahmetler saçmağa şifalar dağıtmağa başladı. Süs çiçekleri Hz.Ali’nin Zülfikâr’ı gibi parıl parıl parlamaya koyuldu. Yeryüzünün her zerresi gökyüzünden gebe kalmıştı. Dokuz ay doldu da o yüzden hepside kararsız bir halde kıvranmaya başladı. Nar çiçeği düğümlerle doldu. Kat kat oldu. Dere, rüzgarın yaptığı ufak dalgalarla zırhlara büründü. Ova menekşelerle kaplandı. Dağ lâlelerle süslendi. Çiçekler öpüşme zamânı geldi diye dudaklarını açtılar. Gülümsemeye başladılar. Selviler birbirleriyle kucaklaşmak için kollarını açtılar. Gökyüzü de yıldızlarla süslenmiş bir gül bahçesi gibi. Fakat o gönül gül bahçesini görünce, yüzünü bulutlarla örttü ve gönülden çok utandı. Diken “Ey halkın ayıplarını örten ALLAH” diye gece gündüz yalvarıp duruyordu. Duası kabul edildi de dikenlikten çıktı, gül oldu. Diken iken gül yanaklı, hoş kokulu bir dilber haline geldi. “Kış mevsiminde ölenler tekrar dirildiler. Artık kıyameti inkar edenlere itibar kalmadı” Allah’ın canlar bağışlayan lûtfu yardım etti de “Bahçenin Ashâb-ı Kehf’i uykudan uyandı. Ey ölüyken dirilen ağaçlar, otlar, çiçekler! Siz, kış mevsiminde neredeydiniz? Uykularınızda rûhların gittiği yerde değimliydiniz? Sizler her gece duyguların uçup gittiği yerde, her gece rüyalarda görülüp seyredilen varılıp beklenen yerdeydiniz. Şu görünen beş duygu ile görünmeyen beş duygu her gece usanmış yorulmuş, melûl, mahzûn bir halde ayaklarını sürükleyerek o âleme giderlerde seher vakti canlanmış olarak koşa koşa kalkar yine bu âleme gelirler” [20]

“Bağlar bahçeler çiçeklerle süslensin; kuşlar kanatlansın uçsun diye gönlü sevgi ile, merhametle dolu olan ilkbahar da, işte böyle nazlı bir gelin gibi eteklerini sürüyerek salına salına ötelerden gelir. Yarattıklarındaki güzellikleri göremeyen körlerin, sözünü duyamayan gönül sağırlarının bu inatlarına rağmen, ilkbaharın güzellikleri içinde kendini gizleyen sevgili, insanları hayran bırakmak, canlara can katmak için çeşitli güzellikler içinde kendini gösterir”[21]
 

 Sevinin, neşelenin, gülün, eğlenin, baharın duvağı açıldı o hoş sevgili yüzünü gösterdi “ Bağın bahçenin perişanlığı geçip gitti. Güzel yüzlü güller dikenlere doğru gitmedeler. Aşığın “Eyvah” diye diye söylenmesi, sızlanması boş yere değildir. İşte vuslat ordusu yola düşmüşte, O “Eyvah”lara çare bulmaya geliyor. Çekinme açıkça söyle, şu bedene ait istekler sonbahar gibi kaçıp gidince, bahar gibi olan Hakk’ın sıfatları geliyor. Ey beden bahçesinin müflisleri sonbahar yolunuzu kesmişti, varınızı yoğunuzu almıştı. İlkbahar sultanı ihsanlarda bulunmak, elinizden çıkanları tekrar bağışlamak için yollara düşmüş de geliyor. [22]

Ben baharın yollara düşüp gelişine “Eyvah”lara çare oluşuna mest olup kaldım. “Aslında bahar, bağlarda ve bahçelerde kıyametin kopmasıdır; torağın içinde gizli olan sırların açığa çıkmasıdır, meydana vurulmasıdır. Çin güzellerinin gönüllerini göstermesidir. Yeryüzünde yeşeren her dal gizli bir dille bizlere diyorlar ki : “İnsan isen, eğer sende bir gönül varsa göster! Senin gönlün, insanlığın, ne zamana kadar bu beden balçığı içinde gizlenecektir “Kış mevsiminde bağların bahçelerin duası ; “Allah’ım! Ancak sana ibadet ederiz!” sözüdür. İlkbaharda ise; “Ancak Sen’den yardım dileriz” niyazıdır. “Allah’ım ancak sana ibadet ederiz !” demekle bir şey dilemeye, lûtûf istemeye geldik; bizi soğuk kış günlerinde, hazanlar içinde daha fazla bekletme! Artık zevk ve neş’e dirilik kapısını aç!... Onun “Allah’ım ancak Sen’den yardım dileriz!” deyişi ise, “meyvelerin çokluğundan, ağırlığından dallarım kırılacak! Ey yardımı istenen, yardım eden Allah’ım; Sen beni koru!” demek isteyişidir! “[23] “Yerden biten baş kaldıran her ağaç ve yaprak şunu söylerler: Hocam ne ekersen ancak onu biçersin” [24]

“Eğer ALLAH’ın yer yüzü bahçelerinde başaklar bitmezse salkımlar yeşermese; Allah’ın yer yüzü geniştir !denilebilir miydi. Fâni ve gelip geçici olan bu yer yüzü bile çeşitli ekinler meyveler çeşitli mahsuller vermekten vazgeçmediğine göre, yeryüzünden daha çok geniş olan mânâ âlemi nasıl olurda mahsul vermez. Bu dünya toprağının mahsulü hadsiz hesapsızdır. Bir tanenin bile en az mahsülü yedi yüzdür. Buna dikkat et de öbür tarafın mahsulünün ne kadar olacağını sen anla” [25]

“Ey gönül ; Şu Baharı seyret ! Bu hal, gerçekten de bir kıyamet ! Bütün yıl iyi kötü ne ekildiyse Bahar mevsiminde onlar bitmekteler, kendilerini göstermekteler! Bahar diyor ki: ”Ey can! Sen, nefesini bir tohum gibi bil; iyi tohum ek de, karşılık olarak şu kara topraktan sana güzel fidanlar baş kaldırsın, bitsin!” Gerçekten de gizli şeyler, gizli sırlar, kıyamet kopmuş gibi meydana çıktı. Ey güzeller güzeli; Ey efendimiz; Ey sahibimiz; Ey eşsiz sevgili! Sen ne diye kendini gizlersin artık? Zaten sen de, yarattığın, dünyayı süslediğin eserlerinle ortadasın, Baharla birlikte açıkça görünmedesin!” [26]

İlkbahar gelince toprakta ve topraktan baş kaldıran her şeyde gördüğün o coşkunluk nedir, biliyor musun ? Benim aşk meyhanecim yer yüzüne bir yudum aşk şarabı döktü de ondan Kimi duygusuz donuk bir şekilde görürsen, bil ki; bu dünya’ya bu dünya işlerine âşık olmuş, kendini ona vermiştir. Sen onun işine bakma; Sen benim işime bak! Yeryüzünün bütün sırları ilkbahar mevsiminde kendini gösterir, meydana çıkar! Benim baharım gelince de, benim sırlarım gönülden baş kaldırır, yeşerir. Yeryüzünün gül bahçeleri, yeryüzü dikenleri ile örtülür! Halbuki benim gül bahçem açılınca benim hiç dikenim kalmaz. Sonbaharda sararıp solanlara, hasta olanlara ilkbahar bir şerbet içirir; fakat benim ilkbaharım gelince benim hastalığım baş gösterir. Soğuk soğuk esen sonbahar rüzgarı nedir bilir misin? Senin inkârının nefesidir! İlkbahar mevsiminde esen hoş kokulu tatlı rüzgar nedir? Benim imanım, ikrar nefesimdir” [27] “Ey dost şu dünyada gördüğün çiçekli güzel kokulu bahardan başka gizli bir bahar daha var. O bahar ay yüzlüdür bu gördüğün bahardan daha güzeldir daha hoştur. O bahar temiz, ârif, kâmil insanların gönüllerinde gizlenmiştir”[28]

Şimdi benim bu anlatacaklarımı can kulağıyla dinle de ne demek istediğimi daha iyi anla; “Sûfinin biri, mânevi neşe bulup içinin açılması, gönlünün ferahlaması için, güllerle dolu bir bahçeye gitmiş, bir köşeye çekilmiş, yüzünü dizine koymuş, sûficesine murâkabeye varmıştı. O sûfi murâkabe esnâsında gönlüne kapanmış, derinlere dalmıştı. Anlayışsız bir kişinin onun uyur gibi halinden canı sıkıldı da; Ne uyuyorsun ? dedi.” Gözünü aç da güllere üzüm çubuklarının haline, çiçek açmış ağaçlara, yeşermiş çiçeklere bak. Allah’ın emrini duy. Cenâb-ı Hakk Kur’an’da Allah’ın rahmet eserlerine bakınız diye buyurmuştur. Sen de başını dizinden kaldır da şu rahmet denizine yüzünü çevir. Sûfi; Ey kendi heva ve hevesine kapılmış kişi dedi. Allah’ın en güzel eseri gönüldür. Gönüldedir. dışarıda bulunanlar ise ancak eserlerin eserleridir. Bağlar, bahçeler, çiçekler, güller, bütün yeşillikler canın tâ içindedir. Dışarıda gördüğün güzellikler, onların akar sularda görünen akisleri hâyalleri gibidir. Su içinde görülen o ağaçlar suya aks eden hâyali bir bağdır. Onlar suyun güzelliği ile, oynar dururlar. Asıl bağlar, bahçeler, çiçekler, meyveler gönüldedir. Ama onların hoş akisleri, hâyalleri, şu topraktan meydana gelen, şu balçığa vurmuştur. Eğer bu dünyada ki gördüğün bağlar bahçeler, gönül âlemindeki neşe selvisinin aksi olmasaydı, Cenâb-ı Hakk bu hâyal âlemine aldanma yurdu demezdi. Ne mutlu o kişiye ki; ölmeden evvel öldü de, onun rûhu bu bağın bahçenin hakikatından bir koku aldı” [29]

İşin özü mânâsı şu ki; “Gül bahçesi ârif’in gönlüdür. Orada irfan çeşmeleri akar durur. Ârif ve kâmil kişilerin Allah’ı hamd edişleri, övüşleri gül bahçesinin bahar mevsimine hamdetmesine, ona şükranlarını arz etmesine benzer! Bu hamdin bu şükrün bahçede yüzlerce belirtisi görülmekte yüzlerce âlameti sezilmektedir.Baharın geldiğine kaynaklarda şahittir; fidanlarda, çayır çimenlerde şahittir.Gül bahçesi de o renk renk açan çiçeklerde şahitdir” [30] Ne yazık ki; “Şu zamanda “İlkbahar gibi olan kâmil ve arif insanlar artık görünmez oldular. Dünyada akan mânâ ırmağının suyu kesildi. Ey ilkbahar ! Göklerden ötelerden bize su gönder de şu dünya değirmeni dönsün” [31] “ Ey insan sende gayret et İlkbahar gibi ol da, bağlara bahçelere gezmeye çıkan güzeller sana gelsinler, sende eğlensinler! Çünkü bu güzeller kışın soğukluğundan kaçarlar. İlkbahar olamıyorsan bari yaz ol; sıcaklara dal ateşler içinde kal! Çünkü o güzellik, o işve olmayınca insan pek çirkin pek değersiz görünür”[32] “Eğer sen her dem kendini bahar mevsimi gibi hissetmiyorsan mutlu ve neşeli değilsen gül yığınına benzeyen bedenin neyin anbarıdır ? Gül yığını senin canındır. Düşüncede gül suyuna benzer. Gül suyu gülü inkar ediyor. İşte sana çok şaşılacak bir şey !”[33]

Şaşkınlık bir türlü değil ki; Ben de can baharının hasretinden şakınım. “Ey Baharın nefesi, Ey Baharın hoş kokularını getiren rüzgârı, Ey Bahar mevsimi! Sen bize ötelerden “Can Baharından” haber ver. Senin çiçeklerinin kokularından, renklerinden, hafif, hafif sallanışlarından anlıyorum ki, sen de “Can Baharından” mest olmuşsun!” [34] “Yâ Rabbî! Bugün bize gelen bu hoş koku, Hakk’ın sırlarının hareminden esip geliyor. Keremin lûtfun bağlara bahçelere yeni elbiseler giydirdi. Hastalara şifa yurdundan ilaçlar geliyor. Bahçedeki bütün ağaçlar namaza durmuşlar, kuşlarda tesbih çekmedeler. Menekşeler rukû’a varmış, iki büklüm olmuş yokluktan varlık alemine gelenlerin hepsi de, neden var olduklarını,niçin yaratıldıklarını bilmiyorlar. Sanki var oluştan ötürü mest olmuşlarda nereden geldiklerini unutmuşlar” [35] Şunu iyi bil ki; “Şimdi senin görmüş olduğun bu bağlar bahçeler su ile değil, aşk ateşi ile yeşermiş gelişip boy atmışlardır” [36]

“Fakat nerede aşk bağında gezmeğe çayıra çemene basmaya lâyık ayak ? Nerede selviyi yasemini seyretmeye lâyık göz” [37]

Peygamber Efendimiz buyurmuştur ki: “Ey ashabım, ey benim dostlarım; sakın, ilkbahar serinliğinden ürkerek bedenlerinizi örtmeyin. Çünkü ilkbahar rüzgârı, ağaçlara yaptığı te’siri bedenlerinize de, canlarınıza da yapar. Fakat sonbahar soğuğundan kaçının; çünkü sonbahar soğuğu, üzüm bağlarına yaptığını size de yapar. Bu hadisi rivâyet edenler, mânâsını zâhire; görünüşe göre vermişler, bunu da yeterli bulmuşlardır. Bu kişilerin, candan hadisin rûhundan haberleri yoktur. Onlar hadisin dışında kalmışlar,içine girememişlerdir. Onlar,dağı görmüşler de, dağdaki madeni görememişlerdir. Hadiste bahis buyrulan sonbahar, nefstir, nefsin isteğidir. Akıl ile can da ilkbaharın tâ kendisi, sonsuzluktur. Şu halde hadisin mânâsı şöyle yorumlanır : Velilerin pâk, temiz nefesleri bahar gibidir. Yaprakların, filizlerin hayatıdır. Bu sebeple yumuşak olsun, sert olsun, velilerin sözlerini dinlemekten örtünüp kaçınma. Onlara kulak ver; o ilahi sözler senin dinine destek olur. Sıcak da söyleseler, soğuk da söyleseler onları hoş gör, o değerli sözleri can kulağıyla dinle ve yerine getir. O sözleri yerine getir de, şu dünya hadiselerinin çeşitli etkilerinden, sıcağından, soğuğundan, yakıp kavuran cehennem azabından kurtul! O mübarek sözlerin soğuğu da sıcağı da ilkbahardır. Hayattır. O sözler gerçekliğin, tam inancın, kulluğun özüdür, mayasıdır. O nefeslerle can bahçeleri dirilir, gerçek hayata kavuşulur. O nefeslerle gönül deryaları incilerle dolar” [38]

Ey müminler artık sevinin neşelenin! Tâbi olduğunuz Peygamber sizi esirlikten kurtardı; selvi gibi süsen gibi baş kaldırın hür olun.Sizde her an yeşermiş, güzelleşmiş, çeşit çeşit çiçeklerler süslenmiş gül bahçesi gibi size bu lûtuflar da bulunan suya dilsiz dudaksız şükredin. Selviler, yeşillikler, çiçekler, güller dilsiz dudaksız olarak suya ve ilk baharın adaletine şükredip dururlar! Ne de zarif kıymetli elbiseler giymişler, eteklerini sürükleyerek, neşeli neşeli kendinden geçmiş gibi hoş bir hâlde oynamadalar ve her tarafa anber kokuları saçmadalar! Onların her cüzü her parçası bahar padişahından gebe kalmışlar; bedenleri meyve incileri ile dolmuş taşıyor. Sanki evlenmeden kendisine dokunulmadan Hz.İsa’ya gebe kalmış Meryemler gibi susmadalar. Lâf ettikleri yok, fakat hâl dilleri ile, gönül dilleri ile çok fâsih, çok mânalı,lâtif sözler söylüyorlar. Bahar mevsiminde her ağacın sayısız yaprakları , her çiçeğin, her yeşilin,hatta ağaçlarda neşeli neşeli öten kuşlar,böcekler hepsi hepsi lisan-ı halleri ile konuşmadalar; hepside konuşma gücünü güneşten, Hakk’ın nurundan almadalar” [39]
 

 Gördüğün “Bu ağaçlar toprak altında ki insanlara benzerler. Ellerini topraktan dışarıya çıkartarak halka yüzlerce işaretler ederler, kulağı olana anlayana nice sözler söylerler, nice nasihatlar ederler. Yemyeşil dilleri ile, up uzun elleri ile toprağın gönlünden sırlar açarlar. Ağaçlar kış gelince başlarını kazlar gibi su içine çekerler. Onlar soğuklarda çirkinleşmiş, kargalaşmışken ilk bahar gelince çiçeklerle, yaprak ve meyvelerle süslenir, güzelleşir, tavus haline gelir.Allah onları kış mevsiminde hapseylemişti; hapiste sıkılmışlar kargaya dönmüşlerdi. Allah acıdı da bahar gelince onları tavus haline getirdi. Kış onları öldürdü ama, bahar gelince hepsini de diriltti. Yapraklarla çiçeklerle süsledi.

Allah’ı inkar edenler derler ki; bu hal yani ağaçların yapraklarının dökülmesi, sonra tekrar yapraklanması, eskiden beri olagelen tabii bir haldir.Bunu ne diye kerem sahibi Allah yarattı diyelim. Onların körlüğüne rağmen Cenâb-ı Hakk dostlarının gönüllerinde de mânevi bağlar bahçeler bitirir. Gönüllerde mânevi kokular saçan her gül, onlar duymasalar görmeselde Küll’ün sırlarından haberler verir durur” [40]

“Nûrdan bir tavan gibi olan gökyüzüne bir kere bakmayı yeter bulma, tekrar tekrar bak ! Orada bir yarık, bir noksan görebilir misin. Madem ALLAH sana; “tekrar tekrar bak”! diye emretti, sende bu gökyüzüne, yıldızlarla süslenmiş bu nurdan tavana, kusur bulmak isteyen ve noksanlık arayan bir kişi gibi, tekrar tekrar bak. Yıldızlarla süslenmiş gök yüzüne defalarca baktığın gibi şu yer yüzünü, şu kara toprağı görmek bilmek, güzelliğini, özelliklerini anlayıp beğenmek için ne kadar çok bakmak gerekiyor ? Yer yüzünün saf olanını tortusundan, iyisini kötüsünden, temizini kirlisinden ayırt edebilmek için, ne kadar çok uğraşmak, ne kadar çok çalışmak, kendini zorlamak lâzımdır?

Şu kara toprağın, şu yer yüzünün başına gelenleri bir düşün. Kış mevsiminin ve sonbaharın çeşitli imtihanları, yazın kavurucu sıcağı, sonra ALLAH’ın merhmeti gereği can bağışlar gibi kara toprağı dirilten ilkbahar. Rüzgarlar, bulutlar, yağmurlar, şimşekler, hep bu gelip geçici şeyler toprağı uyandırmak, içindeki tohumları yeşertip başkaldırmalarını, meydana gelmelerini sağlamak içindir.

Boz renkli toprağın cebinde la’l gibi, taş gibi değerli değersiz ne varsa hepsini meydana çıkarması içindir. Şu gamlı kederli suratı asık kara toprak; Allah’ın hazinesinden, kerem deryasından her ne çaldı ise, her neyi koynunda sakladı ise takdir polisi ona; doğruyu söyle, ne çaldın, ne götürdün, onları birer birer açıkla der. Hırsız yani toprak “ Hiçbir şey almadım, hiç bir şey çalmadım” der. Polis onun bu sözüne inanmaz, onu sımsıkı yakalar, çekiştirir durur. Polis ona bazen şeker gibi tatlı sözler söyler, bazen onu asar ona en kötü işkenceleri yapar. Böylece; kahırla lütûf arasında, korku ile ümit ateşinin tesiri ile toprağın koynunda gizlediği Hakk’ın lütûf hazinesinden çalınmış şeyler çeşitli bitkiler, meyveler, çeşitli mâdenler hâlinde meydâna çıkar.

O bahar mevsimleri Hakk polisinin lütfû’dur, ihsanıdır. Sonbaharlarda yine Hakk’ın toprağı ürkütmesi, korkutması, hırpalamasıdır. Kış mevsimi ise toprağın mânevi olarak çarmıha gerilmesidir. Sanki ona “Ey gizli hırsız meydan çık” denilmesidir. İşte bu kara toprakta olup biten şeyler, topraktan yaratılan bizim bedenlerimizde olup biter. Hakk yolunda olup nefsi ile savaşan kişinin de zaman olur gönlü ferahlar, zaman olur daralır, derde düşer, şüphelerle kıvranır.

Çünkü su ve balçıktan yaratılan bedenlerimiz cân ışıklarını inkar eder o ışıkların hırsızıdır. Bu yüzdendir ki, Hakk teâlâ hârareti, soğuğu, ağrıyı, sızıyı, hastalığı, derdi bizim bedenlerimize yüklemiştir. Korku, açlık, mal noksanlığı, sakatlık, bütün bunlar değerli geçer akçe olan “can”ın meydana çıkması içindir.Bu korkutmalar, bu vaadler, hep birbirine karışmış iyi ile kötünün ayırt edilmesi içindir” [41] Kendi beden varlığını oturup düşündün mü ? “İlk baharda hiç taş yeşerir mi ? Sen de toprak ol da, senden de renk renk güller yetişsin. Yıllardır gönüller inciten, kalpler kıran taş oldun; ne olur denemek için olsa bir zaman da toprak ol”[42]

Sen topraktan da aşağı mısın ? Toprak bahar gibi bir yâr bulunca ondan yüz binlerce nûr elde eder, çiçeklenir. O ağaç, yâri olan baharla buluşunca onun hoş havasından, sevgisinden ötürü, baştan ayağa çiçeklerle donanır. Bahar mevsiminde çiçeklerle süslenen o toprak, güz mevsimi gibi soğuk uygunsuz bir yâr görünce, yüzünü ve başını yorgan altına çeker gizlenir. O zaman ağaç sana derki; kötü huylu bir yâr ile karşılaşmak belâya uğramaktır. Öyle soğuk biri yanıma gelince onun varlığını hissetmemek için uykuya dalarım.Uyuyayım da Ashab-ı Kehf’den olayım, mağarada ki uyku mağarada haps olup kalmak Dikyânus’a hizmet etmekten daha iyi. Bilgi ile irfân ile uyumak, yâni uyuyanın bilgili ve hikmet sahibi bir kişi ile arkadaş oluşu, rûhani uyanıklıktır. Fakat duygusuz, bilgisiz ile oturup konuşan uyanık kişiye yazıklar olsun o kişiye acımak gerekir.[43]

“Bu âlemde dört mevsim vardır. Her mevsimde öbürüne zıt ! Dört düşmanla ayrı ayrı savaşmaya can ve güç sensin. İlkbaharımız sen gel de bir birine zıt olan bütün mevsimler yansın, yok olsun. Senin güzelliğin baharın hükmünü yürütsün. Dünyada yalnız ilk bahar kalsın”[44]

“Ben bütün ölülerin dirilip kalktıkları bu bahara, kıyâmete öyle şaştım, öyle şaştım kaldım ki; artık söz söyleyemiyorum; sözü bitireceğim! Zaten gönlümdeki düşünce ve duyguları anlatmama da imkan yok!.. Sus! Sus da, bahçedeki kuşlardan, ötelerden, gayb âleminden gelen haberleri dinle!” [45]

“Gökten su indiren odur. Sonra biz onunla her türlü bitkiyi çıkarırız o bitkilerden bir filiz ondanda büyüyüp birbirinin üstüne binmiş taneler başaklar çıkarırız. Hurma tomurcuklarından sarkan salkımlar üzümler zeytin ve nar bahçeleri bitiririz.

Bunlardan kimi birbirine benzer kimi benzemez. her birinin meyvesine bir ilk meyve verdiğinde bir de tam olgunlaştıkları zamana bakın ! Elbette bütün bunlarda iman edecekler için alınacak bir çok dersler vardır” [46]



Kaynakça



[1] Şefik Can. Mes.clt.1. 55

[2] Şefik Can. Div.Keb. Clt.1. 412

[3] Şefik Can. Div.Keb. Clt.1. 362

[4] Şefik Can. Div.Keb. Clt.1. 303

[5] Şefik Can. Div.Keb. Clt.1.73

[6] Şefik Can. Div.Keb. Clt.2. 487

[7] Şefik Can. Div.Keb. Clt.1. 441

[8] Şefik Can. Div.Keb. Clt.3. 969

[9] Şefik Can Div.Keb.Clt.4.Rubailer 611

[10] Şefik Can Mes.clt.3.3258

[11] Şefik Can.Div.Keb.Clt.2.820

[12] Şefik Can.Div.Keb.Clt.1.429

[13] Şefik Can Mes.clt.3.4129

[14] Şefik Can. Div.Keb. Clt.1. 441

[15] Şefik Can.Div.Keb.Clt.2.739

[16] Şefik Can Div.Keb.Clt.2.822

[17] Şefik Can. Div.Keb. Clt.3.1215

[18] Şefik Can. Mes. clt.3. sayfa 20

[19] Şefik Can. Div.Keb.Clt.2.705

[20] Şefik Can. Div.Keb.Clt.1.298

[21] Şefik Can. Div.Keb. Clt.3.1365

[22] Şefik Can Div.Keb. Clt.1.300

[23] Şefik Can. Div.Keb. Clt.3.1024

[24] Şefik Can Div.Keb. Clt.1.297

[25] Şefik Can.Mes. clt.4.1760

[26] Şefik Can. Div.Keb. Clt.3.1335

[27] Şefik Can. Div.Keb.Clt.2.879.

[28] Şefik Can. Div.Keb. clt.1.63

[29] Şefik Can.Mes.clt.2. 1358.

[30] Şefik Can.Mes.clt.4.1767.

[31] Şefik Can.Div.Keb.cilt.1.134

[32] Şefik Can. Div. Keb. clt.2. 858

[33] Şefik Can.Mes.clt.6.1826

[34] Şefik Can.Div.Keb.Clt.3.1335

[35] Şefik Can.Div.Keb.Clt.1.348

[36] Şefik Can.Div.Keb.clt.1.394

[37] Şefik Can Rubailer 883

[38] Şefik Can. Mes. Clt.1.2046

[39] Şefik Can.Mes. clt.6. 4542.

[40] Şefik Can .Mes.clt.1.2014

[41] Şefik Can.Mes.clt.2.2947

[42] Şefik Can.Mes.clt.1.1911

[43] Şefik Can.Mes.clt.2.33

[44] Şefik Can. Div. Keb.Clt.1.357

[45] Şefik Can. Div.Keb. Clt.3.947

[46] En’am suresi 99 ayet
 


 https://www.facebook.com/groups/1404198146460217/1731371220409573/?comment_id=1731405433739485&notif_t=like