28 Şubat 2019 Perşembe

GERÇEK TÖVBE VE İSTİĞFAR NASIL OLMALIDIR?

GERÇEK TÖVBE VE İSTİĞFAR NASIL OLMALIDIR?


 0

Gerçek tövbe ve istiğfar nasıl olmalıdır? Nasıl edilmelidir? Tövbenin kabul olması için neye dikkat etmeliyiz? Sadece “Tövbe ettim” demek yeterli midir? Abdülkâdir Geylânî Hazretleri bakın ne buyuruyor…
Abdülkâdir Geylânî Hazretleri buyurur:
“Tevbe et, Allah yoluna uymayan fiil ve hareketlerden vazgeç. Aynı zamanda, tevbende de sebât et. Mesele sadece tevbe etmek değildir. Sadece tevbe etmiş olmak, işi halletmez. Asıl mesele, tevbede sebât etmektir. Nitekim bir ağaç dikmekte esas olan da, ağacı dikmek değildir. Asıl mesele, dikilen ağacı büyütmek, meyve verir hâle getirmek ve dâimî bir sûrette güzel meyve vermesini temin etmektir.”
İnsanoğlunun -beşeriyet îcâbı- günah ve kusurlardan tamamen sâlim kalması düşülemez. Nitekim peygamberler dışında hiçbir insan, mutlak sûrette mâsum değildir; az veya çok günah işlemekle karşı karşıyadır. Hattâ peygamberler dahî zelle işleyerek beşerî acziyeti tatmışlardır. Bunun vicdânî ıztırâbı ile tevbe ve istiğfar hâlinde yaşamışlardır. Böylece ümmetlerine, günaha düştüklerinde nasıl davranmaları gerektiği hususunda numûne olmuşlardır.
Mutlak üstünlük ve hatasızlık, yalnızca Cenâb-ı Hakk’a âittir. Acziyet, noksanlık ve kusurdan münezzeh olan ve müteâl yani idrâk ötesi bir mükemmellik sahibi olan, yalnızca Cenâb-ı Hak’tır.
HATA YAPANLARIN EN HAYIRLISI
Bunun içindir ki bir hadîs-i şerîfte;
“Her insan birçok hatâ yapabilir. Fakat hatâ yapanların en hayırlısı, çokça tevbe edenlerdir.” buyrulmuştur. (İbn-i Mâce, Zühd, 30/4251)
Kulun, günahından hattâ gafletinden suçluluk hissetmesi bir irfan, Rabbinden af dilemesi de bir vicdan borcudur.
Her amelde olduğu gibi tevbenin kabûlü için de ihlâs, yani samimiyet şarttır. Bunun en büyük alâmeti ise nedâmet/pişmanlık ve gözyaşıdır. Nitekim Hazret-i Mevlânâ:
“Nedâmet ateşiyle dolu bir gönülle ve nemli gözlerle duâ ve tevbe et! Zira çiçekler, Güneş’li ve ıslak yerlerde açar!”buyurmuştur.
ALLAH’A DÖNÜN AMA NASIL?
Cenâb-ı Hak da âyet-i kerîmede:
“Ey îmân edenler! Samimî bir tevbe ile Allâh’a dönün…” (et-Tahrîm, 8) buyurmaktadır.
Samimî tevbe hususunda ilk numûne, Hazret-i Âdem -aleyhisselâm- olmuştur. İşlediği bir zelle dolayısıyla zevcesi Havvâ Vâlidemiz’le birlikte Cennet’ten Dünya’ya indirilmişlerdir.
Hazret-i Âdem -aleyhisselâm- Serendib’e, Havvâ Vâlidemiz de Cidde’ye gönderilmiş ve canhıraş bir tevbe içinde kırk sene birbirlerinden uzak, garip, yalnız ve bîçâre kalmışlardır. Onların bu tevbesi “nasuh tevbe”nin ilk misâlini teşkil etmiştir.
Tevbe eden biri de düşünmeli ki, nasıl dünyada kendilerinden başka hiçbir insan yokken Hazret-i Âdem ile Havvâ Vâlidemiz yegâne sığınak, barınak ve dayanak olarak Cenâb-ı Hakk’ı bilip O’ndan mağfiret dilemişlerse, bu hâlet-i rûhiye ile ilâhî rahmet kapısına ilticâ etmek îcâb eder. Uçsuz bucaksız bir okyanusta tek başına kalan veya karanlık bir ormanda yolunu kaybeden biri nasıl can havliyle; “Aman yâ Rabbi, beni kurtar!” derse, nasûh bir tevbe de böylesine canhıraş bir yakarışla Cenâb-ı Hakk’a sığınmayı gerekli kılar.
Yani Rabbimiz, sırf dilde kalan değil, nedâmet ateşiyle gönül kandilini yakan, makbul davranışlarla samimiyeti ispat edilen bir tevbe arzu ediyor. Öyle ki tevbe esnâsında ılık gözyaşlarıyla ilâhî rahmet kapısına sığınılmalı, sonrasında ise günah ve kusurlar, bir daha dönülmemek üzere terk edilmelidir.
Ayrıca; “…İyilikler, kötülükleri giderir…” (Hûd, 114) âyet-i kerîmesi muktezâsınca, sâlih amelleri artırarak mânen temizlenmeye de gayret edilmelidir. İşte bu azim ve gayretle yapılan bir tevbe gerçek tevbedir.
Bu şekilde samimiyeti ispat edilmeyen bir tevbe ise, yine bir başka tevbeye muhtaçtır. Yani dil; “Yâ Rabbi, tevbe, beni affet!” derken, kişinin hâl ve davranışları bu söyledikleriyle âhenk teşkil etmiyorsa, aynı günah ve kusurlar işlenmeye devam ediliyorsa, işte bu hâl, Hazret-i Mevlânâ’nın ifadesiyle “sözün maskarası” olmaktan ibarettir.
Cenâb-ı Hak bu hâle düşmekten îkaz sadedinde şöyle buyurmaktadır:
“Ey insanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının! Ne babanın evlâdı, ne evlâdın babası nâmına bir şey ödeyemeyeceği günden çekinin! Şüphesiz, Allâh’ın vaadi gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve o aldatıcı (şeytan), Allah hakkında (O’nun affına güvendirerek) sizi kandırmasın!” (Lokman, 33)
Kaynak:Altınoluk Dergisi, 2019 – Ocak, Sayı: 396, Sayfa: 032

http://www.islamveihsan.com/gercek-tovbe-ve-istigfar-nasil-olmalidir.html



27 Şubat 2019 Çarşamba

ÜÇ AYLAR NE ZAMAN?

ÜÇ AYLAR NE ZAMAN?


 0

Üç Aylar nedir? Üç Aylar’ın önemi nedir? Üç Aylar’da yapılacak dua ve ibadetler neler? Üç Aylar ne zaman başlıyor? Üç Aylar’ın başlangıcı ve mübarek günler…
Dini hayatımızda “ Üç Aylar” diye bilinen çok feyizli ve bereketli bir maneviyat mevsimine bir kez daha girmek üzereyiz. 7 Mart perşembe gecesi Regaib Kandili’dir. 8 Mart çarşamba günü ise Üç Aylar’ın ilki olan Recep Ayı’nın birinci günüdür.
ÜÇ AYLAR’IN İSİMLERİ
Üç Aylar kameri takvime göre RecepŞaban ve Ramazan aylarıdır. Mübarek Üç Aylar rahmet dalgalarının coştuğu manevi huzur ve sükûnun kalplere indiği, ilahi rahmetin taştığı aylardır.
Bu aylar girince, müminlerin kalplerini manevi bir hava kaplar, ruhları şenlenir. Bu mübarek aylar içerisinde öyle feyizli ve bereketli geceler vardır ki, Cenab-ı Hakk’ın rahmeti ve huzuru bu gecelerde müminler üzerine yağmur gibi yağar.
ÜÇ AYLAR DUASI
Üç Aylar girdiği zaman Hz. Peygamber şöyle dua ederdi:
  • Üç Aylar Duası Arapça:
اَللّهُمَّ بَارِكْ لَنَا فيِ رَجَبٍ وَ شَعْبَانَ وَ بَلِّغْنَا رَمَضَان
  • Üç Aylar Duası Okunuşu:
“Allahümme barik lenâ fi Recebe ve Şaban. Ve belliğnâ Ramazân.”
  • Üç Aylar Duası Anlamı:
“Ey Allah’ım; Recep ve Şaban’ı bize mübarek kıl, bizi Ramazan’a kavuştur.”
ÜÇ AYLAR’IN ÖNEMİ VE FAZİLETİ
Hz. Peygamber; başka bir hadis-i şeriflerinde ise; “Recep Allah’ın ayı, Şaban benim ayım, Ramazan da ümmetimin ayıdır.” buyurarak bu ayların manevi feyzine işaret buyurmuşlardır.
Ülkemizde de asırlardır bir “Üç Aylar” geleneği oluşmuş; Ramazan’a hazırlık Recep Ayı’nın gelmesiyle başlar hale gelmiştir.
REGAİP KANDİLİ NE ZAMAN?
Üç Aylar mübarek gecelerle doludur. Recep Ayı’nın ilk cuma gecesi, Regaib gecesi, 27. gecesi Miraç gecesidir.
7 Mart perşembe gecesi idrak edeceğimiz Regaib gecesi ise; Cenab-ı Hakk’ın ilahi ihsan, rahmet ve manevi hediyelerinin diğer zamanlardan daha çok tecelli etmesi ve samimi kalplerle Allah’a yönelenlerin affedilme ümitleri vesilesiyle, Müslümanlar tarafından heyecanla beklendiği ve gönülden arzu edildiği için Recep Ayı’nın ilk cuma gecesine “Regaib Kandili” denmiştir. Regaib Kandili, Recep ayının 27. gecesindeki Miraç ve Şaban Ayı’nın 15. gecesindeki Berat kandillerini, Ramazan Ayı’nı, Kadir Gecesi’ni ve Ramazan ve Kurban bayramlarını müjdeleyen mübarek bir gecedir.
Recep ayı içerisinde bulunan bir başka mübarek gecede Miraç gecesidir. Miraç gecesi; Allah’ın Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed’i (s.a.v.) Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya götürdüğü ve oradan da göklerin derinliklerine yükselttiği gecedir. Cenab-ı Hakk’ın Hz. Peygamber’e büyük hakikatlerin ilahi sırlarını gösterdiği, vasıtaları kaldırarak ilahi vahye muhatap kıldığı, müminlere namazın farz kılındığı ve biz Müslümanlar için de İlahi lütuflarla dolu olan bir gecedir.
ÜÇ AYLAR’IN İKİNCİSİ
Üç Aylar’ın ikincisi olan Şaban Ayı ve onun içerisinde bulunan Berat gecesi de Müslümanlarca kutsal sayılmış, bu gecenin diğer gecelerden farklı bir şekilde geçirmesi tavsiye edilmiştir. Hz. Peygamber Şaban ayına ve bu ayın 15. gecesi olan Berat gecesine ayrı bir önem vererek onu ihya etmişlerdir.
ÜÇ AYLAR’IN ÜÇÜNCÜSÜ
Üç Aylar’ın sonuncusu olan Ramazan Ayı ve onda bulunan Kadir Gecesi’nin ise dini hayatımızda ayrı bir yeri ve önemi vardır.
Kaynak: Diyanet

http://www.islamveihsan.com/uc-aylar-ne-zaman.html?doing_wp_cron=1551169175.2966799736022949218750



ALLAH’IN SEVGİSİ NASIL KAZANILIR?

ALLAH’IN SEVGİSİ NASIL KAZANILIR?


 0

Allah’ın (c.c) sevgisi nasıl kazanılır? Allah’a (c.c) daha yakın bir kula olmak için neler yapmalıyız? Allah’ın (c.c) sevgisini kazanmanın yolları…
Cenâb-ı Hak buyuruyor:
“(Rasûlüm!) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.” (Âl-i İmrân, 31)
Rasûlullah (sav) buyurdular:
“Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Her kim bir dostuma düşmanlık ederse, ben ona karşı harb ilân ederim. Kulum, kendisine emrettiğim farzlardan, bence daha sevimli herhangi bir şeyle bana yakınlık sağlayamaz. Kulum bana (farzlara ilâveten işlediği) nâfile ibadetlerle durmadan yaklaşır; nihâyet ben onu severim. Kulumu sevince de (âdeta) ben onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. Benden ne isterse, onu mutlaka veririm, bana sığınırsa, onu korurum.” (Buhârî, Rikak 38)
ALLAH’IN (C.C) SENGİSİNİ KAZANMAK İÇİN NELER YAPMALIYIZ?
Allah Teâlâ tarafından sevilmek, dinimizin bizi ulaştırmak istediği en yüce hedeftir. Her hedefe ulaşmanın yolları olduğu gibi bu büyük sonuca erebilmek için yapılması gerekli işler ve takip edilmesi lüzumlu izler de vardır.
Allah Teâlâ’nın kulunu sevdiğinin ilk belirtisi, kulun Hz. Peygamber’e uyması, onun izinden ayrılmaması, gerek inanç gerekse amel olarak Muhammedî çizgiyi gücü yettiğince takip etmeye çalışmasıdır. Allah’ı gerçekten seven herkes, üsve-i hasene olan Hz. Peygamber’e uyar. Peygamber’e uyan herkesi de Allah sever. Böyle bir çizgiden uzak kalanlar için Allah sevgisi de Allah tarafından sevilmek de kuru bir iddia olmaktan başka bir anlam taşımaz.
Peygamber (sav) şöyle buyurdu:
Allah Teâlâ bir kulu sevdiği zaman Cebrâil’e:
“Allah filanı seviyor, onu sen de sev!” diye emreder. Cebrâil de o kulu sever, sonra gök halkına:
-Allah filanı gerçekten seviyor; onu siz de seviniz! diye hitâbeder.
Göktekiler de o kimseyi severler. Sonra da yeryüzündekilerin gönlünde o kimseye karşı bir sevgi uyanır. (Buhârî, Bedü’l-halk 6, Edeb 41, Tevhîd 33; Müslim, Birr 157)
Her Güne Bir Esma-ül Hüsna (Allah’ın En Güzel İsimleri)
el-Bâsıt: Açan, genişleten, bollaştıran, zaman zaman kulunu imtihan etmek, ya da bir sıkıntıdan kurtarmak, rahmet etmek için hazinelerinin kapılarını açan, kulunu darlıktan çıkarıp, huzura erdiren, kulunun yaptığına, bire bir değil, fazlasıyla, arttırarak, karşılık veren demektir.
ALLAH TEÂLÂ’NIN KULUNU SEVMESİ
Allah Teâlâ’nın kulunu sevmesi demek, o kul için hayır murad etmesi, ona hidâyet ve nimet vermesi demektir. Allah Teâlâ’nın buğzetmesi de kulun azgınlığını artırıp azâd etmesi demektir. Gök halkı veya semâ ehli, meleklerdir. Başta Cebrâil (as) olmak üzere meleklerin bir kulu sevmesi, o kul için dua ve istiğfarda bulunmaları anlamına gelir.
Kaynak: Altınoluk Dergisi (2g1d)

http://www.islamveihsan.com/allahin-sevgisi-nasil-kazanilir.html



26 Şubat 2019 Salı

HOCALI SOYKIRIMI

HOCALI SOYKIRIMI


 0
Tarihler, 26 Şubat 1992’yi gösteriyordu. Daha sonradan ‘Hocalı Soykırımı’ diye anılacak ve tarihe kara bir leke olarak geçecek olan hâdise o gün yaşandı. Katliamın üzerinden seneler geçti ancak acısı hâlen unutulmadı. Bu vahim hâdisenin sene-i devriyesinde, katledilen masumlar anılıyor. Peki, Azerbaycan’ın Karabağ bölgesindeki Hocalı kasabasında 26 sene evvel bugün neler yaşandı? Hocalı’da ne oldu? Hocalı Soykırımı nedir? Hocalı Soykırımı’nda kaç kişi öldü? Hocalı Soykırımı’nı kabul eden ülkeler hangileri? İşte ayrıntılar…
Haber: Murat Karadeniz
Karabağ münâkaşası 1988-1989 seneleri arasında Karabağ’da bazı yerlerde nüfusun çoğunluğunu oluşturan Ermenilerin bağımsızlık için referandum düzenleyip bağımsızlık kararı almasıyla başladı. İki toplum arasında cereyan eden çatışmalar ve sokak gösterileri Azerbaycan ile Ermenistan arasında büyük bir gerilime sebep olmuş ve yüzbinlerce insan vuku bulan hâdiseler sebebiyle yaşadığı topraklardan göç etmek zorunda kalmıştı.
Ermenistan’da yaklaşık 40 bin kişinin katıldığı gösteri sonrası da Ermenistan’ın Karabağ’a saldırması çatışmaları sıcak savaşa dönüştürdü.
SSCB’nin dağılma aşamasının hızla sürdüğü o devirde, ordunun çoğunluğunu Ermeni askerler oluşuyordu. Ermenilerin dışında, Rus askerler de Karabağ’daki alayda görevliydi.
Dağlık Karabağ için Azerbaycan ve Ermenistan arasında 1988’de başlayan Karabağ Savaşı sürerken, Ermeniler bölgenin mühim kasabası olan Hocalı’ya ilerlemeye başladı.
HOCALI’DA NE OLDU?
Ermeni güçlerinin 1991’in sonlarına doğru ablukaya aldığı Hocalı, 936 kilometre karelik alana sahip, 2 bin 605 âilenin, toplam 11 bin 356 kişinin yaşadığı bir kasabaydı. Aralık 1991’de Karabağ’ın başşehri olarak kabul edilen Hankendi şehrini işgal eden Ermenilerin bir sonraki hedefi, bölgenin tek havaalanına sahip ve stratejik önem taşıyan Hocalı’yı ele geçirmekti.
Hocalı’nın etrafındaki bütün köy ve yolları tek tek ele geçiren Ermeni güçleri, kasabanın diğer illerle karayolu bağlantısını kesti. Hocalı’nın diğer bölgelerle tek ulaşım bağlantısı olan helikopter ulaşımı, 28 Ocak 1992’de, Şuşa Ağdam seferini yapan helikopterin Ermeniler tarafından vurulmasıyla ortadan kalktı. Bu hâdisede, çoğunluğu kadın ve çocuklardan oluşan 44 sivil hayatını kaybetti.
HOCALI SOYKIRIMI’NDA NELER YAŞANDI?
Ocak ayının başlarından itibaren elektrik enerjisi de kesilen Hocalı’nın savunması, sadece hafif silahlarla silahlanmış yerel savunma güçleri ve az sayıdaki milli ordu askerlerinden ibaretti. 25 Şubat 1992’den itibaren Hocalı’ya saldırıya başlayan Ermeniler, bölgede bulunan Sovyet Ordusu 366. Zırhlı Alayı’nın bütün araçlarını kullanarak, şehri iki saat boyunca top ve tank ateşine tuttu. Saldırıdan bir gün sonra ise hâfızalardan senelerce silinmeyecek olan “Hocalı Soykırımı” yaşandı.
HOCALI SOYKIRIMI’NDA KAÇ KİŞİ ÖLDÜ?
Azeri resmî kaynaklarına göre, Hocalı Katliamı’nda savunmasız haldeki 83 çocuk, 106 kadın ve 70’den fazla yaşlı dahil olmak üzere toplam 613 kişi öldürülmüş, toplam 487 kişi ağır yaralanmıştır. 1275 kişi ise rehin alınmış ve 150 kişi ise kaybolmuştur. Cesetler üzerinde yapılan incelemelerde cesetlerin birçoğunun yakıldığı, gözlerinin oyulduğu, başları kesildiği görülmüştür. Hamile kadınlar ve çocukların da maruz kaldığı tespit edilmiştir. Esirler senelerce uluslararası kurumlardan gizli olarak köle gibi çalıştırıldı. Hatta esir kadınların fuhuşa zorlandığı haberleri alındı.
Olay Azerbaycan tarafından “Xocalı Soyqırımı” (Hocalı Soykırımı), “Xocalı Faciəsi” (Hocalı Faciası) şeklinde adlandırılırken Ermenistan tarafından “Hocalı Hadisesi” gibi terimlerle ifade edilir. Dünyanın çeşitli dillerinde ve ülkelerinde de Hocalı Katliamı benzeri ifadeler kullanılır.
HOCALI SOYKIRIMI’NI KABUL EDEN ÜLKELER  VE KURULUŞLAR
  • Azerbaycan
  • Cibuti
  • Meksika
  • Pakistan
  • Kolombiya
  • Çek Cumhuriyeti
  • Bosna-Hersek
  • Peru
  • İslam İşbirliği Teşkilatı Parlamentolar Birliği
  • Honduras
  • Sudan
Türkiye Hocalı’da yaşananları henüz soykırım olarak tanımıyor.
Hocalı Soykırımı’nı Katliam olarak tanımlayan ABD eyaletleri
  • Massachusetts
  • Teksas
  • New Jersey
  • Georgia
  • Maine
  • New Mexico
  • Arkansas
  • Oklahoma
  • Tennessee
  • Pensilvanya
  • Batı Virginia
  • Connecticut
  • Florida
  • Arizona
  • Utah
DÜNYA BASINI HOCALI SOYKIRIMI’NI NASIL VERDİ?
“Ermeniler Hocalı’ya saldırdılar. Bütün dünya tanınmaz hale getirilmiş cesetlere tanıklık etti. Azerbaycanlılar çok sayıda insanın öldürüldüğünden haber vermekteler.” Krua l’Eveneman dergisi (Paris), 29 Şubat 1992
“Ermeni askerleri binlerce aileyi yok etmiştir.” Sunday Times gazetesi (Londra), 1 Mart 1992
“Ermeniler Ağdam’a doğru giden orduyu kurşun yağmuruna tutmuştur. Azeriler 1200 kadar ceset saymış. Lübnanlı kameraman, ülkesinin zengin Ermeni Taşnak lobisinin Karabağ’a silah ve asker gönderdiğini onaylamıştır.” Financial Times gazetesi (Londra), 9 Mart 1992
“Birçok insan çirkin hale getirilmiş, masum kızın sadece kafası kalmış.” Times gazetesi (Londra), 4 Mart 1992
“Video kamera kulakları kesilmiş çocukları gösterdi. Bir kadının yüzünün yarısı kesilmişti. Erkeklerin kafa derisi soyulmuştu.” İzvestiya gazetesi (Moskova), 4 Mart 1992
“Binbaşı Leonid Kravets: Ben şahsen tepede yüz civarında ceset gördüm. Bir erkek çocuğun kafası yok idi. Her tarafta acımasızca öldürülmüş kadın, çocuk ve ihtiyar vardı.” İzvestiya gazetesi (Moskova), 13 Mart 1992
“Ağdam’da bulunan yabancı gazeteciler Hocalı’da öldürülmüş kadın ve çocuklar arasında kafa derisi soyulmuş, tırnakları çıkarılmış 3 kişi görmüşlerdir.”  Le Monde gazetesi (Paris), 14 Mart 1992
SON SÖZ
İnsanlık adına kara bir leke olan bu tür hâdiselerin tekrarlanmaması, müsebbiplerinin unutulmaması ve her platformda dile getirilmesi elzemdir. Kardeş ülke Azerbaycan’a ve kültürel bağlarımızın olduğu tüm ülkelere destek vermek tarihi ve vicdânî bir sorumluluktur. Başta Hocalı kurbanları olmak üzere tüm şehitlerimizi rahmet ve duâlarla anıyoruz.

http://www.islamveihsan.com/hocali-soykirimi.html



MEKKE’NİN FETHİNDEN SONRA GENEL AF İLAN EDİLMESİ

MEKKE’NİN FETHİNDEN SONRA GENEL AF İLAN EDİLMESİ


 0

Mekke’nin fethinden sonra neden genel af ilan edildi? Hz. Muhammed’in (a.s.) Mekke’de genel af ilan etmesi onun hangi yönünü gösterir? Mekke’nin fethi ve genel af…
Peygamber Efendimiz, kendine yönelik olarak işlenen bütün suçları hiç tereddüt et­meden yürekten affederdi. Lakin, umuma karşı işlenen suçlar için hakkı tutup kaldırın­caya ve hak sahibinin hakkını alıncaya kadar, onu kimse sakinleştiremezdi.
Mekke fethedildiğinde Kureyşliler, Mescid-i Harâm’a dolmuş, haklarında verilecek hükmü bek­liyorlardı. Allâh Resûlü, sâdece oradakilere değil, bütün in­sanlığa şâmil olan şu cihanşümûl hutbesini îrâd buyurdu:
“Allâh’tan başka ilâh yoktur. Yalnız O vardır. O’nun hiçbir nazîri ve şerîki yoktur. Allâh, vaadini yerine getirmiş, kuluna yardım etmiş ve bütün düşmanlarımızı dağıtmıştır. Kâbe hizmeti ve hacılara su dağıtma işi dışında bütün eski gelenek ve görenekler, mal ve kan dâvâları, bugün şu iki ayağımın altındadır.
Ey Kureyşliler!
Allâh, sizden câhiliyet gurûrunu, babalarla, soylarla (övünüp) kibirlenmeyi giderdi. Bütün insanlar Âdem’den, Âdem de topraktan yaratılmıştır.
(Efendimiz, bu ifâdelerin ardından şu âyet-i kerîmeyi okudu:)
«Ey insanlar! Doğrusu Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve sizi (kibre kapılıp da övünmeniz için değil)birbirinizle tanışasınız diye milletlere ve kabîlelere ayırdık. Allâh katında en üstün olanınız, muhakkak ki O’ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz ki Allâh, bi­lendir, her şeyden haberdardır.» (el-Hucurât, 13)” (İbn-i Mâce, Diyât, 5; Ahmed, II, 11; Tirmizî, Tefsîr, 49/3270)
TARİHİN EN BÜYÜK AFFI – MEKKE’DE GENEL AF
Artık Mekke-i Mükerreme, Hudeybiye’nin bir müjdesi olarak, af, sulh, emniyet ve hidâyetin içiçe olduğu rûhânî bir fetihle asıl sâhiplerine, yâni ciğerpârelerine sînesini açmıştı. Bin bir ıztırap, zulüm ve meşakkatlerle dolu Mekke hasreti de artık sona ermişti. Yılların hüznü sürûra inkılâb etmişti. İşte bunun büyük bir şükrânesi olarak, târihin en büyük affını sergi­lemek üzere Allâh Resûlü Mekke halkına:
“–Ey Kureyş topluluğu! Şimdi benim, sizin hakkınızda ne yapacağımı sanırsınız?” diye sordu.
Kureyşliler:
“–Biz Sen’in hayır ve iyilik yapacağını umarak; «Hayır yapacaksın!» deriz. Sen, ke­rem ve iyilik sâhibi bir kardeşsin! Kerem ve iyilik sâhibi bir kardeş oğlusun!..” dediler.
Bunun üzerine Hazret-i Peygamber:
“–Ben de Hazret-i Yûsuf’un kardeşlerine dediği gibi:
«…Size bugün hiçbir başa kakma ve ayıplama yok! Allâh sizi affetsin! Şüphesiz O, merhametlilerin en merhametlisidir.» (Yûsuf, 92) diyorum. Haydi gidiniz, artık serbestsiniz!” bu­yurdu.
Bir diğer hitâbında da:
“–Bugün merhamet günüdür. Bugün Allâh’ın, Kureyşlileri İslâmiyet’le güçlendire­ceği, üstünleştireceği bir gündür.” buyurdu.
TULEKA NEDİR?
Bunun netîcesinde, fetihten önce birçok Müslümanın malına ve cânına kıymış olan kimseler bile, hidâyet şerefine erdiler. Allâh Teâlâ, Kureyş müşriklerini Resûlü’nün eline düşürmüş, ona boyun eğdirmişti. Resûlullâh da onları affetmiş ve serbest bırakmıştı. Bu sebeple Mekkelilere “Tulekâ”, yâni “âzâd edilenler” adı verildi.[1]
Fahr-i Kâinât Efendimiz’in en büyük arzusu, hiçbir fert hâriçte kalmamak şartıyla bütün insanların Müslüman olmalarıydı. Mekke’nin fethinden sonra güç ve kuvvetin zirvesinde olduğu bir anda, vaktiyle kendisine her türlü zulüm ve işkenceyi revâ gören insanlardan intikâm alabilecek durumda olmasına rağmen bunu yapmayıp umûmî af îlân etmesi, Hakk’ın nazarıyla mahlûkâta bakış tarzının hârikulâde bir tezâhürüdür.
Yıllardır alay, hakâret, zulüm ve düşmanlıktan başka bir şeye şâhid olmayan Mekke, o gün sergilenen büyük bir af bayramıyla târifsiz bir muhabbet ve merhamet tecellîsi yaşıyordu.
İSLAM DÜŞMANLARINA AF
Uhud Harbi’nde Hazret-i Peygamber’in amcası Hazret-i Hamza’nın ciğerini hırsla dişleyen Hind de Mekke’nin Fethi günü îmân ederek umûmî affa mazhar oldu. Allâh Resûlü, kelime-i tevhîdin şânı hürmetine onu da bağışladı.[2]
Ebû Cehl’in oğlu İkrime, sayılı İslâm düşmanlarındandı. Mekke’nin fethinden sonra Yemen’e kaçmıştı. Hanımı, Müslüman olarak onu Hazret-i Peygamber’in yanına getirdi. Âlemlere rahmet olarak gönderilen Allâh Resûlü, İkrime’yi memnûniyetle karşılayarak:
“–Ey göçmen süvârî, hoş geldin!” buyurdu ve Müslümanlara karşı yaptığı zulmü yü­züne vurmayıp onu da affetti. (Hâkim, III, 271/5059; Vâkıdî, II, 851-852)
Hebbâr bin Esved de İslâm düşmanlarının önde gelenlerinden idi. Mekke’den Medîne’ye devenin üzerinde hicret ederken kasten Hazret-i Peygamber’in kızı Zeyneb’i mızrağıyla vurarak deveden aşağı itmişti. Hazret-i Zeyneb hâmile olduğundan çocuğunu düşürmüş ve ağır bir şekilde yaralanmıştı. Bu yara daha sonra vefâtına sebep olmuştu. Hebbâr, bunun gibi daha birçok suç işlemişti. Mekke’nin fethinden sonra kaçtı ve ele geçirilemedi. Resûlullâh Medîne’de ashâbıyla oturduğu bir esnâda huzûr-i saâdete gelerek Müslüman olduğunu bildirdi. Hazret-i Peygamber onu da affetti. Ona hakâret edilmesini ve târizde bulunulmasını yasakladı.[3] Çünkü Kur’ân-ı Kerîm’de:
(Ey Resûlüm!) Sen af yolunu tut, bağışla, uygun olanı emret, câhillere aldırış etme, onlardan yüz çevir!”buyruluyordu. (el-A’râf, 199)
Hazret-i Peygamber, canlı bir Kur’ân idi. Kur’ân ahlâkı da en güzel bir şekilde O’nda sergileniyordu. Kendine yönelik olarak işlenen bütün suçları hiç tereddüt et­meden yürekten affederdi. Lâkin, umûma karşı işlenen suçlar için hakkı tutup kaldırın­caya ve hak sâhibinin hakkını alıncaya kadar, onu kimse sâkinleştiremezdi.
Nitekim Mekke’de kâbına varılmaz, cihânşümûl bir affın sergilenmesi yanında, bâzı ıslâh olmaz hâin müşriklerin de görüldükleri yerde ümmetin menfaati için öldü­rülmeleri husûsunda emr-i Peygamberî sâdır olmuştur.[4]
Dipnotlar:
[1] Bkz. İbn-i Hişâm, IV, 32; Vâkıdî, II, 835; İbn-i Sa’d, II, 142-143.
[2] Vâkıdî, II, 850.
[3] Vâkıdî, II, 857-858.
[4] Ebû Dâvûd, Cihâd, 117/2683; Nesâî, Tahrîmü’d-Dem, 14.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hz. Muhammed Mustafa 2, Erkam Yayınları

http://www.islamveihsan.com/mekkenin-fethinden-sonra-genel-af-ilan-edilmesi.html?doing_wp_cron=1550223376.1296930313110351562500