31 Aralık 2014 Çarşamba

Facebook'a yazdığım bir durum güncellemesi

Facebook'a yazdığım bir durum güncellemesi



1983'te Ankaranın en iyi koleji Yükseliş Kolejini kazandığım zaman neden ben demedim.
1991'de üniversiteyi kazandığımda neden ben demedim.
1994'te emekli olduğum Karele girince neden ben demedim.
Daha neler neler...
Şimdi bana inşallah cenneti kazandıracak bu hastalık için neden ben dersem Allah bana nankör der...
Bugünüme binlerce elhamdülillah..




 

Ahmed Şahin - Bir yılbaşı muhasebesi..

Ahmed Şahin - Bir yılbaşı muhasebesi..


Ahmed Şahin
 
 
AİLE-SAĞLIK

Bir yılbaşı muhasebesi..


Efendimiz (sas) Hazretleri bir hadislerinde şöyle uyarıda bulunmuştur:

–İki nimet vardır ki insanlar kıymetini bilmiyorlar. Biri sıhhatleri, diğeri de harcadıkları boş vakitleri!

Evet, hem sıhhatin hem de harcadığımız hayatın kıymetini tam olarak bildiğimiz ve değerlendirdiğimiz söylenemez. Bu gafletin farkına ancak bu hayatı kaybettikten sonra varacağız anlaşılan..

Nitekim bizim gibi bu hayatı yaşayıp da gidenlerin bulunduğu mezarlığa varıp onlara desek ki:

-Sizin bitirdiğiniz hayatı şimdi bizler yaşıyoruz burada. Ne tavsiye edersiniz bizlere orada?.

Gazali Hazretleri berzahtakilerin verecekleri cevabı şöyle anlatır. Diyecekler ki:

-Bizler hayatımızı tam değerlendiremedik, siz bari aldanmayın, sayılı günlerinizi haramlardan, günahlardan korunarak, sevaplarla ibadet ve itaatle değerlendirerek, hesabını verebileceğiniz bir hayat yaşayarak gelin buraya. Şunu unutmayın ki, gafilce ve dalgınca tüketilen bir hayat, burada derin pişmanlıklar getirmektedir sahiplerine. Biz bu acı pişmanlığı olanca derinliğiyle yaşıyoruz burada. Siz bari düşmeyin bizim düştüğümüz gaflete de, kendinizi hesaba çekerek yaşayın, hesabını vereceğiniz bir hayatla gelin buraya!.

Ne dersiniz mezarlıklardan yükselen bu hayatın değerini bilme uyarılarına?

Bağdad’ın meşhur vaizi İmam-ı Şibli de bunu ifade etmekte kürsüden tekrar ettiği şu sözleriyle cemaatine:

-Ey Müslümanlar! Ahirette büyük hesaba çekilmeden önce dünyada hayatınızın değerini bilin, kendinizi hesaba çekerek yaşayın bu hayatınızı!..

Şibli’nin ısrarla ifade ettiği ‘hayatın değerini bilin, kendinizi hesaba çekerek yaşayın bu hayatı’ ikazını düşünen cemaatinden biri sorar:

-Her konuşma başında ‘kendinizi hesaba çekerek yaşayın bu hayatınızı!’ buyuruyorsunuz.

Biz burada kendimizi hesaba çekerek yaşarsak orada hesaba çekilmeyecek miyiz? Ya da hesabımız kolay mı olacak?

İmamın cevabı ümit kırıcı değil, ümit verici olur. Der ki:

-Burada hayatını hesaba çekerek yaşayan, orada hesabını vermekte zorlanmaz. Mutlaka bir karşılığı olur.

Bu cevabı düşünmeye başlayan soru sahibi, ahirette hesabını veremeyeceği şeyleri dünyada yapmamaya karar verir, kendini hesaba çekerek yaşamaya başlar.

Vefat ettikten sonra rüyasında gördüğü hocasına da çok merak ettiği sorusunu hemen şöyle sorar:

-Sen der, dünyada kendini hep hesaba çekerek yaşar, bizlere de kendimizi hesaba çekerek yaşamamız için ikazlarda bulunurdun. Hesabın kolay oldu mu orada? Nasıl geçti hesabın? İmam-ı Şibli şöyle cevap verir:

-Melekler beni hesaba çekmek üzere karşıma geçtikleri sırada korkudan titremeye başladım. Bu titreme sırasında Rabb’imden bir hitap geldi:

-Ey meleklerim, o kuluma hesap sormayınız. Çünkü o yaşadığı hayatın hesabını yaparak geldi buraya! Verilemeyecek hesabı yoktur onun!.. Şibli Hazretleri, sözünü şöyle bağlar:

-Siz de der, hayatınızı hesaba çekerek yaşayın, hesabını veremeyeceğiniz bir hayatla gelmeyin buraya. Göreceksiniz sizin de hesabınız kolay olacaktır. Belki size de o kulum hesabını yaparak geldi buraya denecektir!

Ne dersiniz burada hayatını hesabını yaparak yaşamaya? Biz de harcadığımız yılın sonunda ve harcayacağımız yılında başında kendimizi şöyle bir hesaba çeksek de hayatımızı baştan sona bir gözden geçirsek mi? Hatalarımızı, kusurlarımızı hatırlayarak gönülden tövbe istiğfarlar yaparak bir hayat muhasebesi yapsak mı? Yılbaşı bu hesabın tam vakti mi? Yeni bir yıla yeni bir hayat anlayışı ve hesapla girsek mi?

Yoksa boş mu ver? Hayatımızdan bir sene daha kaybettiğimiz halde, sanki bir sene daha kazanmış gibi, vur patlasın çal oynasın düşüncesizliğine düşenlere biz de katılarak, malum tekerlemeyi biz de mi tekrarlasak, “Ayağını sıcak tut başını serin, hayatını yaşa, düşünme derin.” mi desek?

Unutmamak gerek ki, burada hayatını hesaba çekmeden yaşayanların orada hesabı çok çetin olmaktadır.

Kendimizi hesaba çekerek yaşayacağımız yıllar dileğiyle. a.sahin@za­man.com.tr
 
 
 
 
 

İsmail Aybey - ASIM'IN NESLİ


İsmail Aybey - ASIM'IN NESLİ

 
Bu yazının eklenme Tarihi : 30 Aralık 2014 Salı
Okunma Sayısı: : 29
Yazı Boyutu: 10 Pt 12 Pt 14 Pt 16 Pt
Yazar: İsmail Aybey
Toplam Yorum:
Yorum Ekle
 
 
Aralık Ayının son haftası, İstiklal Marşı şairimiz Mehmet Akif ERSOY’un ölüm yıldönümü olması hasebiyle Akif’ten ve onun hayali olan Asım’ın neslinden çok söz ediliyor.
 
            Akif’in “Çanakkale Şehitlerine” şiirinde şöyle bir kesit var:
            Asım’ın nesli... diyordum ya... nesilmiş gerçek:
            İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek.
 
            Peki, kimdir bu Asım? Sembolik bir isim mi? Bir kahraman mı? Ya da Mehmet Akif’in çokça zikrettiği “Asım’ın neslinden” kastedilen nedir?
 
            Evimde bulunan, Akif’in eserlerinin toplandığı SAFAHAT kitabını tekrar gözden geçirdim. Mehmet Akif’in “ASIM” adında uzun bir manzum şiiri var. SAFAHAT’ın içinde 6. kitap olarak yer almış. 100 sayfadan fazla uzunca bir şiir. İşte bu şiirde Mehmet Akif, “Asım’ın nesli” dediği ideal Türk gençliğini anlatmaktadır.
 
Konuyla ilgili uzun araştırmalar yapan Asım YAPICI, Asım’ın neslini şu şekilde özetliyor: “Asım’ın nesli derken iman, irfan, fazilet ve bilgi ile donanmış; karakterli, ahlaklı, kişilikli; vatanına, milletine ve dinine sahip çıkan, dahası bunları yüceltmek için tüm imkanları seferber eden bir gençlikten bahsediliyor.”
 
İstiklal Şairimiz Mehmet Akif, kendisini vatanına milletine adamış büyük bir şahsiyettir. Vatanını, dinini, milletini her şeyden üstün tuttuğunu gerek yaşantısında, gerekse eserlerinde görmek mümkün. Milletin geleceği olan gençlerin de bu şuurda yetişmesini istemiştir.
 
            SAFAHAT kitabında, Mehmet Akif’in Asım’ın Nesli diye hayal ettiği neslin, sadece şiirinde geçen hayali bir kahraman olmadığından, bir sahabe olan Asım İbni Sabit’ten (r.a) de bahsediliyor. “Arıların koruduğu sahabe” olarak ünlenmiş sahabenin hayat hikayesi çok manidardır. Şöyle anlatılır:

 
Peygamberimiz (sav) kabilelerine İslam’ı öğretmek üzere öğretmen talebinde bulunan kişilerle beraber, aralarında Asım bin Sabit’in de bulunduğu 10 kişilik bir eğitici heyet gönderir. Ancak Reci denilen bir subaşında bu öğretmen sahabeler topluluğu Lihyanoğulları’nın saldırısına uğrarlar. Lihyanoğulları’nın amacı onları esir edip Kureyş’e satmaktır.
 
Bu nedenle onları sağ ele geçirmeye çalışıyorlardı. Fakat Asım, teslim olmamaya kararlıdır. O yiğitçe şöyle haykırıyordu: ‘’Ben müşriklerin himayesini ömrüm boyunca kabul etmemek üzere yeminliyim. Vallahi bu kâfirlere asla teslim olmam. Allah’ım Resulullah’ı durumumuzdan haberdar et.’’ Bir taraftan da ok fırlatıyordu. ‘’Ben ne diye çarpışmayayım. Gücüm kuvvetim yerinde, oklarım yanımda, yayımın kirişi kalın, enli temrünler sebebiyle kayıp gitmekte. Ölüm hak, dünya boş ve geçicidir. Takdir edilen elbette başa gelecektir. İnsanlar er geç Allah'a dönecektir.”
 
 
ARILARIN KORUDUĞU SAHABE
 
Bu kahraman sahabe birçok müşriki yere serdikten sonra, şehit olacağı esnada şu duayı yaptı: “Allah’ım Senin dinini korumaya çalıştım. Sen de cesedimi müşriklerden koru.” Müşrikler Hz. Asım’ın başını alıp Sülafa adındaki bir kadına satmak istiyorlardı. Sülafa Asım’ın kafatası ile şarap içmeye yemin etmişti.
 
O gün orada mevcut bulunan on sahabeden yedisi şehit oldu, üçü esir edildi. Müşriklere Âsım bin Sâbit'in başını kesmek istediler. Fakat Allah-ü Teâlâ, Hz. Asım bin Sâbit'in duasını kabul buyurdu ve mübarek cesedine müşrikler el süremediler.
 
Allahü teâlâ bir arı sürüsü gönderdi. Bulut gibi Âsım bin Sâbit'in üzerinde durdular. Hiç bir müşrik yanına yaklaşamadı. “Bırakın akşam olunca arılar onun üzerinden dağılır, biz de başını alırız” dediler.
 
Akşam olunca Allahü teâlâ hiç bulut yok iken bir yağmur gönderdi. Görülmemiş bir yağmur yağdı. Sel geldi ve Âsım bin Sâbit'in cesedini alıp götürdü. Cesedin nerede olduğu bilinemedi. Ne kadar aradılarsa da bulunamadı. Bunun için müşrikler Âsım bin Sâbit'in hiçbir yerini kesmeye muvaffak olamadılar. Bu olaydan sonra Âsım bin Sâbit anılırken, "Arıların koruduğu kimse" diye anılmaya başladı.
 
Evet Sevgili Okur. Mehmet Akif’in hayal ettiği gençliğin temelinde, arıların koruduğu sahabe Asım bin Sabit olabilir mi? Safahat’ta bu şekilde bir bağ kurulmuş.
 
Selam olsun Allah için can veren o yiğitlere. Selam olsun vatanı, milleti, bağımsızlığı için toprağa düşen şehitlere. Selam olsun İstiklal Şairimiz Mehmet Akife. Selam olsun Asım’ın nesline.

Sağlıcakla kalın.
 
 
 
 
 

30 Aralık 2014 Salı

Haftanın Hikayesi: ÜÇ İHTİYAR

Haftanın Hikayesi: ÜÇ İHTİYAR
 
 
 
 Bir kadın, kapıdan dışarı çıktığında, bembeyaz sakallı üç ihtiyarın kendi evinin önünde oturduklarını görür.
'Ben sizi hiç tanımıyorum, der...
Ama aç ve susuz olmalısınız... Lütfen içeriye gelin de sizlere bir şeyler ikram edeyim...'
'Evin erkeği içerde mi?' Diye sorar adamlar.
'Hayır, der kadın. Şu an evin dışında.'
'O evde olmadığı sürece bizim bu eve girmemiz mümkün değil...' diye cevap verirler. 

 Akşam olup kocası eve döndüğünde kadın olanları anlatır.
'Peki, onlara söyleyebilir misin, der adam. Ben evdeyim artık, bu eve gelebilirler...'
Kadın dışarı çıkıp bu kişileri içeri davet eder.
Ama bu defa da;
'Hepimiz aynı anda içeri girmeyiz' der yaşlı adamlar.
Kadın öğrenmek ister;
'Niye giremezsiniz?..'
İhtiyarlardan biri açıklar:
'Onun adı ZENGİN, der bir arkadaşını göstererek.
Diğeri BAŞARI...
Ben ise SEVGİ...'
Sonra ekler; 'Şimdi içeri gir ve kocanla konuş. Hangimizi evinizde istersiniz?..'

 Kadın içeri girip söylenenleri kocasına anlatır. Adam duyduklarıyla neşelenerek;
'Ne güzel, der. Madem öyle, Zengin'i içeri çağıralım ve evimizi zenginlikle doldursun...'
Karısı itiraz eder;
'Canım, niçin Başarı'yı çağırmıyoruz?'
Bu sırada, evin diğer köşesinde bulunan gelinleri konuştuklarını duyar. Koşarak gelir ve kendi fikrini söyler;
'Sevgi'yi çağırsak daha iyi olmaz mı? Evimiz sevgiyle dolar!..'
'Gelinimizin teklifini dikkate alalım, der adam karısına... Dışarı çık ve bizim misafirimiz olması için Sevgi'yi davet et.'

 Kadın dışarı çıkar ve yaşlı adamlara sorar;
'Hanginiz Sevgi idi? Lütfen içeri gel ve misafirimiz ol...'
Sevgi ayağa kalkar ve eve doğru yürümeye başlar. Fakat diğer iki yaşlı adam da onu takip ederler... Kadın şaşırmış bir halde Zengin ve Başarı'ya sorar;
'Ben sadece Sevgi'yi davet ettim, siz niye geliyorsunuz?'
Zengin ve Başarı bir ağızdan cevap verirler: 

 'Eğer Zengin'i ya da Başarı'yı davet etmiş olsaydın diğer ikisi dışarıda kalırdı. Ama sen Sevgi'yi davet ettin... O nereye giderse biz de ardından oraya gideriz. Çünkü nerede Sevgi varsa, orda Başarı ve Zenginlik de vardır!..
 
 
 
 

MUSA EFENDİ’NİN GAYR-İ MÜSLİM KOMŞUSU

MUSA EFENDİ’NİN GAYR-İ MÜSLİM KOMŞUSU



 Ticaret­te helâlin­den kazan­maya dik­kat edip, ona haram karış­tır­mamanın ehem­miyet ve bereketini, mer­hum pederim Mûsâ Efen­di -kud­dise sir­ruh- şu hâdise ile an­latır­dı:


“Gayr-i müs­lim bir kom­şumuz var­dı. Son­radan müs­lüman ol­muş­tu. Bir­gün ken­disine hidâyete eriş sebebini sor­duğum­da şun­ları söy­ledi:

«– Acıbadem’de tar­la kom­şum Rebî Mol­la’nın ticaret­teki güzel ah­lâkı vesilesiy­le müs­lüman ol­dum. Mol­la Rebî, süt satarak geçimini temin eden bir zât­tı. Bir ak­şam vak­ti bize gel­di ve:

“– Buyurun, bu süt sizin!” dedi.

Şaşır­dım:

“– Nasıl olur? Ben siz­den süt is­temedim ki!” dedim.

O has­sas ve zarif in­san:

“– Ben far­kın­da ol­madan hay­van­larım­dan birinin sizin bah­çeye girip ot­ladığını gör­düm. Onun için bu süt sizin­dir. Ay­rıca o hay­vanın tahav­vülât dev­resi (yediği ot­ların vücudun­dan tamamen izâlesi) bitin­ceye kadar sütünü size getireceğim…” dedi.

Ben:

“– Lâfı mı olur kom­şu? Yediği ot değil mi? Helâl ol­sun!..” dediy­sem de Mol­la Rebî:

“– Yok yok, öy­le ol­maz! Onun sütü sizin hak­kınız!..” deyip hay­vanın tahav­vülât dev­resi bitene kadar sütünü bize getir­di.

İş­te o mübârek in­sanın bu dav­ranışı beni ziyâdesiy­le et­kiledi. Neticede gözüm­deki gaf­let per­delerini kal­dır­dı ve hidâyet güneşi içime doğ­du. Ken­di ken­dime:

“– Böy­le yüce ah­lâk­lı bir in­sanın dîni, muhak­kak ki en yüce bir dîn­dir. Böy­lesine zarîf, hak-şinâs, mükem­mel ve ter­temiz in­san­lar yetiş­tiren dînin doğ­ruluğun­dan şüp­he edilemez!” dedim ve kelime-i şehâdet getirip müs­lüman ol­dum.»”




Ahmed Şahin - Toplumda öfkesini yenerek sabredenler

Ahmed Şahin - Toplumda öfkesini yenerek sabredenler


Ahmed Şahin
 
 
AİLE-SAĞLIK
 

Toplumda öfkesini yenerek sabredenler


Ayetlerde, hadislerde ısrarla sabırlı olma tavsiye edilmekte, insana musallat olan öfkeye ancak sabırla karşı konabileceği uyarısı da yapılmaktadır.

Maneviyat büyükleri de öfkeyi yenmek için hep aynı çareyi tekrarlamışlar. Sabır, sabır, sabır demişlerdir. Neden öfkeye karşı bu kadar sabır?

Çünkü öfkenin istilasına uğrayan insanda akıl gider, akılsız kimse durumuna düşebilir. Öfkeli anlarında her yanlışı yapmaya müsait hale gelir.

Hatta öfkelinin öyle bir anı olur ki, Allah korusun, namluyu hedefine doğrultup gözünü kırpmadan tetiği çekerek bir Allah binasını yerle bir edebilir. Sonrası? Sonrası ömür boyu pişmanlık ve gözyaşı... Ama bu pişmanlık ve gözyaşı öfkeye uymanın açtığı büyük yarayı tedavi etmez. Öfkesine uyan insan bunun acısını dünyada da çeker, ahirette de.

Bunun için öfkelenen insan, kendi kendine uyarılarda bulunmalı, öfkenin her türlü yanlışı yaptıracak bir aşırı duygu olduğunu hatırlayarak sabırla buna karşı koyabileceğini düşünmelidir.

Nitekim öfkeli haliyle bilinen bir adam gelerek:

-Ya Resulallah, bana öyle bir amel haber ver ki onu yapınca cehennemden kurtulup cennete layık hale geleyim, diye sorması üzerine Efendimiz (sas) Hazretleri şu manidar cevabı verir:

- Sen kapıldığın öfkeni sabırla yener de bir yanlış davranışta bulunmazsan, cehennemden kurtarıp cennete layık edecek amel işlemiş olursun! Yeter ki öfkeni yenecek sabra sahip ol! Öfkene uymaktan kendini koru!

Kendisini öfkelendiren olaylara maruz kalan insanın düşünmeye ihtiyacı her zamankinden fazla olmalıdır. Çünkü düşünen insan, önce kendi kusurlarını hatırlar, bu defa gönülden tövbe istiğfar ederek bir bakıma rahatlar, yine ben kazanıyorum hissiyle gerginliğini azaltıp dayanma gücünü çoğaltır.

Ancak kendi kusurunu hiç düşünmeyen insan ise gerginliğini azaltamaz, dayanma gücünü de artıramaz.

Bundan dolayı hep hikmetli konuşan Lokman demiş ki:

-Güler yüzlü ol, hiddetlenme! Faydalı iş yap, zararlı söz söyleme. Kendi kusurlarını düşünüp tövbe, istiğfar eyle, yine ben kazanıyorum de, kaybedenlerden olma!

Rabbimiz ayetlerinde öfkesini sabırla yenen kullarını övmekte, yendikleri öfkelerinden dolayı da cennete layık amel işlemiş olduklarını haber vermektedir.

Resulü Ekrem (sas) Efendimiz ise, öfkesini sabırla yenenleri gerçek pehlivan olarak tarif ederken şöyle bir misal vermektedir:

-Pehlivan güreşte rakibini yenen değildir. Asıl pehlivan, öfkesini yenerek zararlı bir şey yapmaktan kendini koruyan kimsedir!

Bir yol kenarında toplanan gençlerin büyük taşları kaldırarak kuvvet gösterisinde bulunduklarını gören Efendimiz (sas) Hazretleri onlara yaklaşarak buyurmuş ki:

- Bu taşlardan çok daha ağır bir yük haber vereyim mi size?

-Ver ya Resulallah, demişler. Şöyle buyurmuş:

-Hücuma geçen öfkesini bir hata yapmadan sabırla yenen kimse, sizin kaldırdığınız şu ağır taşlardan çok daha ağırını kaldıran kimse demektir.

Evet, öfkesini yenen kimse, en ağır yükü kaldıranlardan çok daha ağırını kaldırmış olmaktadır yendiği öfkesiyle.

Bundan dolayı mümini tarif eden Efendimiz (sas) Hazretleri şöyle buyurur:

-Hayret edilir müminin haline! Çünkü mümin bir musibete maruz kalsa sabreder kazanır. Bir nimete nail olsa şükreder yine kazanır! Sabırlı şükürlü haliyle mümin hep kazanır hiç kaybetmez!

Şurası da unutulmamalı ki, sabrın en değerlisi de, aile içinde gösterilen sabırdır. Çünkü aile içindeki sabır, sadece kendi nefsi için değil ailenin diğer fertlerini de korumak için gösterilen sabırdır. Rabb’imiz imanlı bir yuvanın huzurunun bozulmasını istemediğinden sabır gösterip yuvayı ayakta tutanlara, sayılamayacak kadar sevaplar ihsan etmektedir. Yeter ki imanlı ailenin mutlu yuvasını korumak için sabır kahramanlığı gösterilsin, imanlı neslin yetişmesi için gerekli olan feragat ve sadakat örnekleri de toplumda yok olmasın.

-Fatebiru ya ülil ebsar! Düşünün ey basiret sahipleri!
 


 

Tesbihat ve duayı hiç ihmal etmeyin

Tesbihat ve duayı hiç ihmal etmeyin 
                               
                                
Sen bir yerde ücretli olarak çalışsan, akşama kadar birçok işi görüp yorulduktan sonra, işveren ücretini vereceği zaman almadan gider misin?         
                         
     Bazı kimseler, namaz kıldıktan sonra tesbih ve duâyı terk ederek, Allah´ın huzurundan ayrılıyor. Oysa tesbihat ve dua, özellikle sabah namazından sonra çok daha önemli ve faziletlidir. Hem tesbihattaki kelimeler, namazın özü ve çekirdekleridir.  

     Tanıdığım bir gencin namazdan sonra duâ etmeden sohbete daldığını görünce dedim ki: 

     — Sen bir yerde ücretli olarak çalışsan, akşama kadar birçok işi görüp yorulduktan sonra, işveren ücretini vereceği zaman almadan gider misin?  

     Böyle bir şeyi kesinlikle yapmayacağını söyledi. 

     — Ama, sen namazını kıldın. Vazifeni yerine getirdin. Resûlullah, namazdan sonra tesbihat yapanın bütün günahlarının affolacağını söylüyor. (Tirmizi, Dua: 3695) Allah da her zaman ve her an af ve mağfiret, lütuf ve ihsan kapısını açmış, adetâ ‘Dile Benden ne dilersen’ diyor. Sen de davranışınla, ‘Hayır, ben hiçbir şey istemiyorum’ diyorsun. Bu doğru mu?” dedim, hak verdi. 

     Evet, namazını kılıp hazır Allah´ın huzurundayken bir şey istemeden çekilip gidenleri, ücretini almayan işçiye benzetiyorum. Aslında tesbih ve duâ karşılığında Allah´ın bizlere verdiği ücret değil.

Çünkü biz ücretimizi peşin olarak almışız. Dünyaya gelişimiz, insan ve Müslüman oluşumuz, nâil olduğumuz vücut, sağlık nimetleri hiçbir ibadetle karşılığı verilemeyecek kadar büyük ücretler.

Tesbih ve duâmız karşısında nâil olacağımız nimetler ise, tamamen bir ikram, bir ihsan, bir lütuftur.  

     Tesbih ve duayı terk ederek, bu ikram ve ihsan denizinden mahrum olmamak gerekir.                           
                                

KAYNAK : Sabah Namazına Nasıl Kalkılır? - Cemil Tokpınar                                


29 Aralık 2014 Pazartesi

Haftanın Kuran-ı Kerim mesajları – 27


Haftanın Kuran-ı Kerim mesajları – 27


 


1 - Hadid sûresi 9. âyet

 

Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için, o has kuluna açık açık âyetler indiren O’dur. Muhakkak ki Allah size karşı raûfdur, rahîmdir (son derece şefkatlidir, merhamet ve ihsanı boldur).

 

***************

 

2 - Tahrim sûresi 6. âyet


Ey iman edenler! Kendilerinizi ve ailenizi, yakıtı insanlarla taşlar olan o müthiş ateşten koruyun. Onun başında kaba yapılı, sert ve şiddetli melekler olup onlar asla Allah’a isyan etmez ve kendilerine verilen bütün emirleri tam yerine getirirler.

 

***************

 

3 - Zümer sûresi 52. âyet


Hâlâ şunu anlamadılar mı ki Allah dilediği kulunun nasibini bollaştırır, dilediğinin nasibini ise daraltır. Elbette bunda inanacak kimseler için alacak ibretler vardır.

 

***************

 

4 - Furkan sûresi 7. âyet


Yine: "Ne oluyor bu Peygambere, böyle Peygamber mi olur: Yemek yiyor, çarşı pazarda dolaşıyor! Bari yanında heybetli bir melek olsaydı da etrafındaki insanları korkutup uyarıda bulunsaydı!"

 

*****************

 

5 - Ahzab sûresi 31. âyet

 

Ama kim Allah ve Resulüne itaat eder, güzel ve makbul işlere devam ederse ona da mükâfatını iki misli verir ve ona cennette kıymetli bir nasip hazırlarız.

 

******************

 

6 - Nahl sûresi 91. âyet

 

Antlaşma yaptığınız zaman, Allah’a karşı verdiğiniz sözü yerine getirin. Allah’ı kendinize kefil kılarak pekiştirdikten sonra yeminlerinizi bozmayın. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızı bilir.

 

********************

 

7 - Rad sûresi 35. âyet

 

Allah’a karşı gelmekten sakınanlara va’dolunan cennetin durumu şudur: Onun içinden ırmaklar akar, yemişleri ve gölgeleri devamlıdır. İşte bu, Allah’a karşı gelmekten sakınanların sonudur. İnkâr edenlerin sonu ise ateştir.

 

********************

 

8 - Maide sûresi 40. âyet

 

Bilmez misin ki göklerin ve yerin hükümranlığı Allah’a aittir. Dilediğini cezalandırır, dilediğini affeder; Çünkü Allah her şeye kadirdir.

 

********************

 

9 - Rad sûresi 41. âyet

 

Bizim arzı (yeri) alıp onu uçlarından nasıl eksilttiğimizi görmüyorlar mı? Allah öyle hükmeder ki onun hükmünü denetleyecek hiç bir merci yoktur. O, hesabı çabuk görür.

 

*******************

 

10 - Cumua sûresi 6. âyet

 

De ki: "Ey kendilerine Yahudi diyenler! İnsanlar arasında yalnız kendinizin Allahın dostları olduğunu iddia ettiğinize göre, bu iddianızda tutarlı iseniz, haydi hemen ölmeyi temenni edin de bir an önce O’na kavuşun.

 

 

 

 

 

                                                                                                        

Sahip olduğumuz hazinenin farkında mıyız?

Sahip olduğumuz hazinenin farkında mıyız?
 
 
 
Kadının biri, cömert olduğu söylenen yaşlı bir bilgeye gidip:
 
- Bu şehirde benden fakir insan yok!. demiş. Bana biraz yardım eder misiniz?
 
Bilge adam, kadının kucağındaki bebeğin bir ipeği andıran yanaklarını okşayıp öptükten sonra:
 
- Demek fakirsin!. demiş. Hem de çok fakir. Ama karşılıksız yardım yapmak, âdetim değil!. Eğer yardım istiyorsan, çocuğunun parmağını satman gerekir..
 
Kadın, önce deli olduğunu sanmış bilgenin. Daha sonra da, kötü bir şaka yaptığını... Ama adam ciddî görünüyormuş.
 
Kadına bir kese altın uzatıp:
 
- Ayak parmağına da razıyım!. demiş. Zaten cerrah olduğumdan, ona acı çektirmem
Kadın, bütün kanını donduran bu teklif üzerine kaçmayı düşünürken, adam:

- Sadece tırnağını söksem de olur! diye devam etmiş. Biliyorsun zamanla yenisi çıkar.

Kadın, bu ruh hastasına daha fazla dayanamamış. Ve kapıyı çarpıp uzaklaşırken, adam onun arkasından:

- Nasıl bir fakir olduğunu anlayamadım!. diye bağırmış. Kucağındaki hazinenin tırnak kadar bir parçasını, bir kese altına değişmiyorsun!


Bazen o kadar başka şeylere yoğunlaşır ,kafamızdan sürekli olarak o düşünceleri geçiririz ki,elimizde var olan zenginliklerin farkında bile olmayız.

Sağlık gibi.. Evlat gibi. .Ana baba,kardeş gibi...


 

Bal ve tarçın karışımının mucizevi faydaları ve bu karışım nasıl yapılır?

Bal ve tarçın karışımının mucizevi faydaları ve bu karışım nasıl yapılır?


Bal ve tarçın karışımının mucizevi faydaları ve bu karışım nasıl yapılır?
 

Bizi yaratan Allah, verdiği hatsallıkların çaresini de doğada bize vermiş. Eğer biz verilen çareleri doğru olarak kullanabilirsek, her hangi bir sorun yok.

Bu yazımızda Bal ve Tarçın’ın faydalarından, yarattığı mucizelerden bahsedeceğiz.

Tarçın ve Bal karışımı nasıl yapılır? Bu karışımın faydaları nelerdir?

Tarçınlı bal tek kelime ile mucizevî doğal bir ilaç. Kanserden kilo vermeye, kalp hastalıklarından kolesterole, soğuk algınlığından cilt enfeksiyonlarına kadar iyileştiremediği hastalık yok gibi...

Hindistan'da bir geleneksel tıbbi tedavi yöntemi ile balın yanık tedavisindeki etkisin kıyaslandığını ve 1 haftanın sonunda balla tedavi edilen yanıkların %91, diğer yöntemle tedavi edilenlerin %7 oranlarında enfeksiyon riskinden korunduğunu biliyor muydunuz?

İlaç firmaları bu bilgilerin yayılmasından hoşlanmayacak, çünkü tarçınlı bal düzenli kullanıldığında pek çok ilaçtan daha sağlıklı ve daha etkili bir ilaç.

Önce karışımın nasıl yapıldığına bir bakalım.

Önce bir bardak suyu kaynatıp, sıcak suya tarçın koyarak ve demlenmeye ve soğumaya bırakmak gerekiyor. Kaynar suya sakın bal koymayın. Sıcak su baldaki enzimleri öldürüyor. Su oda sıcaklığına geldiğinde tarçının iki katı kadar bal ekleyin. Yatmadan bardağın yarısını için ve diğer yarısını sabaha bırakın.

Bu veya normal bal-tarçın karışımının faydalarına gelince:

Bal ve tarçın karışımının pek çok hastalığı iyileştirdiği biliniyor. Bir yan etkisinin olmaması da çabası. Şekerli olmasına rağmen doğru miktarda alındığında diyabet hastalarına dahi zarar vermiyor. Batılı bilim insanlarının araştırmalarına göre:

Bal ile toz tarçını karıştırın ve kahvaltıda kızarmış ekmekle yemek en güzel beslenme şekillerinden.

 Bu beslenme şekli, kolesterolü düşürür ve muhtemelen kalp krizini önlermiş. Tarçınlı balın düzenli olarak tüketilmesi kalp vuruşlarını güçlendirirmiş. Bildiğiniz gibi yaşlandıkça atar damarlar ve toplardamarlar esnekliklerini kaybediyor ve tıkanıyor. Tarçınlı bal ise damarları yeniden canlandırıyor.

Arterit hastalar bir fincan sıcak suya iki yemekkaşığı bal ve bir çay kaçığı toz tarçın koyarak faydalı bir içecek hazırlayabilirler. Günlük olarak içilirse kronik arterit hastaları dahi iyileşebilir. Kopenhag Üniversitesi'nde yapılan bir araştırmada 200 hastalarını kahvaltıdan önce bir kaşık bala yarım çay kaşığı tarçın ile tedavi eden doktorlar 73 hastanın tümüyle ağrıdan kurtulduğunu, bir ay içerisinde ağrı yüzünden hareket edemeyen hastaların hemen hepsinin ağrı çekmeksizin yürümeye başladığını görülmüş.

İki yemek kaşığı toz tarçın ile bir yemek kaşığı balı ılık suya ekleyerek içmek, idrar yolundaki mikropları öldürüyormuş.

Kim bilebilirdi ki? İki yemek kaşığı bal ve üç yemek kaşığı toz tarçın 450 gram çay kolesterol hastasına verildiğinde iki saat içerisinde kandaki kolesterol oranının %10 azalacağını! Günde üç kez alındığında kronik kolesterol dahi tedavi edilebiliyormuş. Günlük olarak yenen bal ise kolesterol şikâyetlerini azaltıyormuş.

Sık ya da ağır soğuk algınlığı şikâyeti olanlar bir kaşık ılık bal, çeyrek kaşık toz tarçınla üç gün boyunca birer kez alınırsa,  çoğu kronik öksürüğü ve soğuk algınlığını tedavi edebilir, sinüsleri temizleyebilirmiş.

Tarçınlı balın boğaz ağrısını iyileştirdiği ve boğaz ülserini kökünden kazıdığı da söyleniyor.
Hindistan ve Japonya'da yapılan araştırmalar tarçınlı balın midede oluşan gazları önlediğini gösteriyor.

Tarçınlı balın günlük tüketimi bağışıklık sistemini güçlendiriyor ve vücudu bakteri ile virüs saldırılarından koruyor. Balın düzenli tüketimi akyuvarları güçlendirerek bakteriyel ve viritük hastalıklara karşı direnci artırıyormuş.

İki yemek kaşığı bala serpilen toz tarçının yemek yemeden önce alınması asitliliği önlüyor ve en ağır yemekler dahi sindirilebiliyormuş.

İspanyol bir bilim insanı baldaki doğal bir bileşenin grip mikrobunu öldürdüğünü ve hastayı gripten kurtardığını kanıtladı.

Bal ve toz tarçın ile hazırlanan çay düzenli olarak içildiğinde ileri yaşın etkilerini azaltıyormuş.

Çay yapmak için dört yemek kaşığı bal, bir çay kaşığı tarçın ve üç fincan kaynamış su kullanılıyor. Günde 3-4 kez 1/4 fincan içildiğinde, cildi taze ve yumuşak tutar ve yaşlanmayı önlermiş.

Boğaz ağrıdığında ya da gıdıklandığında bir kaşık bal yemek, boğazdaki rahatsızlık geçene dek 3 saatte bir tekrarlanınca, ağrı ve gıdıklanmanın geçtiği bilimsel olarak kanıtlandı.

Üç yemek kaşığı bal ve bir çay kaşığı toz tarçını karıştırıp, yatmadan önce sivilcelerin üzerine sürerek yatınız ve ertesi gün ılık suyla yıkayınız. İki hafta her gün uygulanırsa sivilceleri kökünden sökermiş.

Bal ve toz tarçını etkilenen bölgelere eşit miktarda uygulamak egzama, mantar ve her türlü cilt enfeksiyonunu iyileştirirmiş.

Her gün sabahları kahvaltıdan yarım saat önce, boş mideye ve geceleri yatmadan önce bir bardak kaynamış suyun içine bal ve toz tarçın koyup düzenli içilince, obezite sorunu yaşayanlarda bile kilo verebiliyorlarmış.

Japonya ve Avustralya'da yapılan araştırmalar mide ve kemik kanserinin başarıyla tedavi edilebildiğini gösteriyor. Bu kanser çeşitlerinden muzdarip hastalar günde bir yemek kaşığı bal ve bir çay kaşığı tarçını üç parçaya bölerek bir ay boyunca almaları gerekiyormuş.

Yakın zamanda yapılan araştırmalar gösteriyor ki baldaki şeker vücudun güç kazanmasına yardımcı oluyor. Bal ve toz tarçın tüketen yaşlılar daha zinde ve esnek olduklarını ifade ediyor.

Her gün diş fırçaladıktan sonra ve öğleden sonra 15.00'te alındığında bir haftada vücut direnci artıyor.
Güney Amerikalılar sabahları bir çay kaşığı bal ve tarçın konmuş suyla gargara yapıyor böylece nefesleri gün boyu güzel kokuyormuş.

Günlük olarak sabah ve akşamları bal-tarçın ikilisini almak duyma kaybını giderebiliyormuş.
Gördüğünüz gibi her an elinizin altında bulunan bu gıdaları almak ve faydalarından yararlanmak herkesin elinde.


http://blog.milliyet.com.tr/bal-ve-tarcin-karisiminin-mucizevi-faydalari-ve-bu-karisim-nasil-yapilir-/Blog/?BlogNo=468124



 

Allah'a Giden Yollar

Allah'a Giden Yollar


 
 
Büyük alim ve mutasavvıf Necmeddin-i Kübra hazretlerinin meşhur sözüdür:
“etturûku ilellahi bi adedi enfâsil helâik”
 
Yani: “Allah’a giden yollar, canlıların aldığı nefesler adedincedir.”

İnsanlar, yaşadıkları coğrafyadaki ihtiyaca ve zamanın gereksinimlerine göre İslam’a hizmette bir rota çizerler. Bunu çizerken, ayrıca kendi yaşadıkları toplumun kavmi özelliklerinin ve alışkanlıklarının etkisinde kalırlar. Bazen de bu etkilenmeyle birlikte sanki insanı Allah’a götüren sadece ibadetler ve dualarmış gibi zannedilir.

Hâlbuki Kuranı Kerim’i okurken görürüz ki Allah’ın rızasına ve kurbiyetine eriştiren yollar tarif edilirken sosyal alana tekabül eden taraf en büyük dilimi oluşturmaktadır. Kendi nefsimiz de dahil olmak üzere ailemize, çevremize hatta bütün bir mahlukata karşı vazifelerimiz çok büyük önem arz etmektedir.

Peygamber efendimiz de, “İman yetmiş küsur şubedir. Bu şubelerin en üstünü “La İlahe İllallah” sözü, en alt tabakası, yoldaki eza veren şeyleri gidermektir. ” (Müslim, İman, 58) buyururken Allah’ a giden yolun mahlukata şefkatten ve iyilikten geçtiğini ifade etmiştir.

Beşeri hayatımızda, insanlarla olan ilişkilerimizde, çoğu zaman önemsemediğimiz bazı şeyler vardır ki asıl Allahu Zülcelal’in hoşnutluğu bu davranışlardadır.

Birisinin yüzüne gülümsemek, hüzünlü birinin derdine ortak olmak veya sıkıntılı bir insanı dinlemek veyahut kendi iç âlemimizde şeytani dürtüleri, Allah için köreltmek ve nefsin o yöndeki baskılarına boyun eğmemek…

İmanın en büyük tezahürü olan güzel ahlakın esasları da bunlar değil midir?

Evet, eğer siz muhtaç birisine karşı cimriliğinizi yeniyorsanız; cesaretin gerekli olduğu yerde korkaklığınızı yeniyorsanız; metin olmanız gerektiği yerde aczinizi yeniyorsanız; öfkelendiğiniz zaman, sabrı ve vakarı gösterebiliyorsanız, evet, bunların tümü Allah’ın rızasına eriştiren yollardır.

Tanımadığınız bir kimseye yardım ederken, düşmekten kurtarırken veya kaldıramayacağı bir yükü kucaklayıp sırtına koyarken veya yetişemeyeceği bir şeyi alıp uzatırken veya bir probleminin çözümüne yardım ederken yahut herhangi bir işini görürken… Evet, bunları yaparken, ruhunuza bir hafiflik geldiğini, vücudunuzun boşlukta bir yük taşır gibi olduğunu hissettiniz mi?

Ruhunuzun yükseklere doğru sevinçle kanat çırptığını ve içinize gizli bir neşe dolduğunu hissetiniz mi? İşte bu, Allah’a vasıl eden yoldur!

Allah u teâla el-Berr’dir. Yani mutlak ve sınırsız iyilik ve ihsan onun ismidir. Yeryüzünde iyilik yapan her kul da Rabbinin himayesi altına girer ve mükafata kavuşur.
 
 
 
 
 

28 Aralık 2014 Pazar

Sâde Hayat İmandandır


Sâde Hayat İmandandır

Cenâb-ı Hak buyuruyor:
"Sonra, o gün, size verilen nimetten elbette hesaba çekileceksiniz." (Tekâsür, 8)
Rasûlullah (sav) buyurdular:
"İslâm'ın dosdoğru yoluna ulaştıran ve geçimi yeteli olup da buna kanaat eden kimse, ne kadar mutludur!" (Tirmizî, Zühd, 35)



--
​​

27 Aralık 2014 Cumartesi

Hekimoğlu İsmail - İslam nizamının içinde kalmaya gayret etmeliyiz

Hekimoğlu İsmail - İslam nizamının içinde kalmaya gayret etmeliyiz


Hekimoğlu İsmail
 
AİLE-SAĞLIK
 

İslam nizamının içinde kalmaya gayret etmeliyiz


Teşebbüh kelimesi şebih kökündendir; benzemek manasına gelir. Her zaman zayıf olan kuvvetli olana benzemek ister.

Müslüman için, ilim ve teknik hariç başkalarına benzemek zafiyettir. Çünkü İslamiyet hayat dinidir; antitez değil, tezdir. Yaşanmalıdır; nazariyede kalmamalıdır.

Mesela robotu programlamışlar, insan gibi namaz kılabilir ama sevap alamaz çünkü ne yaptığını bilmiyor. Bazı insanlar da başkalarını taklit ediyor, fakat ne yaptığını bilmiyor. Milyarlarca insanın içinde her türlüsü bulunabilir.

Bediüzzaman Hazretleri, teşebbüh ve taklit hastalığına yakalananlara şöyle seslenmiştir: “Ey uykuda iken kendilerini ayık zannedenler! Umûr-u diniyede müsamaha veya teşebbühle medenîlere yanaşmayın. Çünkü aramızdaki dere pek derindir; doldurup hatt-ı muvasalayı temin edemezsiniz. Ya siz de onlara iltihak edersiniz veya dalâlete düşer, boğulursunuz.”

Hiçbir milletin hayatı düz çizgi değildir, grafik çizgisi gibi kırık çizgilerden oluşur; yükselir, iner böyle devam eder. Bu sebepten Müslümanların İslamiyet’e uymayan tarafları grafik çizgisinin aşağı inmesidir.

Bazı arkadaşlar uyumlu olmak için kıyafetlerini, yaşayışlarını Avrupa’nın görgü kitaplarına göre düzenlediler. Bu taklit, ileriye gitti; misafirlikte, bayramlarda birbirlerine viski ikram ettiler. Onların torunları şimdi plajlarda, barlarda geziyor. Bir milletin uyuması ne kadar korkunçsa aynı milletin gardırop medeniyetiyle uyanması da o kadar korkunçtur. Görünüş itibarıyla onlara benzemek, fiili olarak benzemeye de sebep olur. Mesela, ayyaşa içki haramdır desek; “Niye haram olsun, paramla aldım.” diye cevap verir. Çünkü Hıristiyanlıktan gelen bir müsamaha onu dedirtti. Onlar içiyor ya!

Her günahtan küfre giden bir yol vardır. Bu mesele baraja benzer. Baraj, iplik kadar su kaçırırsa yıkılacak demektir. Kur’an-ı Kerim’de üzerinde en çok durulan konulardan birisi, Müslümanların inanç ve şahsiyetlerini korumaları meselesidir. Müslümanlar birbirlerini tanırsa, selam artar, “Allah seni selamette tutsun.” demek duadır, “Aleykümselam” diyerek karşılık vermek duadır, dolayısıyla müminlerin selamlaşması rahmettir, bu da imanın artmasına vesile olur.

Bir misal vereyim; Berlin’de caddede yürüyordum. Yanımda bir Alman vardı. Karşı kaldırımda, tesettüre çok dikkat etmiş, güvenli adımlarla yürüyen bir hanımı gören Alman, parmağıyla işaret ederek, “Şu hanım Müslüman!” dedi. Nasıl ki gemileri bayrağından tanıyoruz; İngiliz gemisi, Arap gemisi, Türk gemisi gibi. Başörtüsü de Müslüman kadının bayrağıdır. Bayrağını başında taşıyor. Onu gören “Bu Müslümandır!” der. Müslüman ancak Müslüman’a benzer.

Biz Avrupa medeniyetine karşı değiliz, Avrupalılaşmaya karşıyız; ilimde, teknikte onlarla beraberiz.

Asr-ı saadette de böyleydi. Mescid-i Nebevi, önceleri yatsı ve sabah namazı vakitlerinde hurma dalları ve yaprakları yakılarak aydınlatılıyordu. Bir cuma gecesi, Temim ed-Dari (ra), mescidi kandiller yaktırarak aydınlatmış, Peygamberimiz (sas) bunu öğrenince ona, “Sen İslam’ı nurlandırdın. İslam’ın mescidini süsledin. Allah da seni dünyada ve ahirette nurlandırsın.’’ demiştir.

Müslümanlar ecnebileri bilim ve teknikte örnek alacaklarına, yaşama tarzında taklide kalkışınca tanınmaz olduk. Koca bir medeniyetin müsveddesi bile kalmadı ortada.

Beşiktaş’ta Barbaros’un heykeli var. Bir heykele baktım, bir de etrafındaki kalabalığa. Bugünlerde o heykel canlansa, yılbaşı için ağaçlara asılmış kandilleri görüp, “Eyvah, İstanbul’u yine ecnebiler basmış!” der, kılıcına sarılırdı.

Nice dedeler buralarda “Allah” diye inledi. Nice torunlar kim bilir nerelerde amel defterlerini karartıyorlar. Dedemiz başka yazdı, biz başka yazdık. Dedemiz başka okudu, biz başka okuduk. Selamımız değişti, bakışımız değişti; dedemiz gibi bakamadık.

Onlar haramı helali ayırırken, biz harman ettik. Nurun kandillerini bıraktık, narın kandillerine meylettik. Çünkü her insan kaygan zemindedir. Ayağını sağlam basmazsa kayar, gider.

İslamiyet başlı başına bağımsız bir dünya nizamıdır. Her şey o nizama tabidir. Müslüman, İslamiyet’i yaşamakla mükelleftir.

Her hadise, dua vaktinin geldiğini gösterir. Eğer ufuklar simsiyah bulutlarla kaplanmışsa, gökten zift yağacaksa, Allah’a sığınmayı yüreğimizde hissetmek vaktidir.
 
 
 

26 Aralık 2014 Cuma

NİHAT HATİPOĞLU - Aşırı güven bir felakettir

NİHAT HATİPOĞLU - Aşırı güven bir felakettir

Abdülkadir Geylani ile bir an
  •    

Aşırı güven bir felakettir