31 Ekim 2016 Pazartesi

DOSTLUK

DOSTLUK
 

‘Dostluk’, bir şeyi sevmek, ona yakınlık duymak, onun olmasını istemektir.

 

‘Dostluk’ kelimesinin Arapça’daki tam karşılığı ‘Meveddet’tir. Konuşma esnasındaki telaffuz farklılığından dolayı ‘Müveddet’ olarak da söylenir.

 

‘Vedûd’ kelimesi de, mümin kullarını ve kendisini tesbih eden diğer yarattıklarını ‘çok seven’ anlamında Allah (c.c.)’ın güzel isimlerinden biridir.

      

‘Meveddet’ bu anlamda kız ismi olarak da müslüman çocuklarına konur.

Kur’an-ı Kerim’de buyuruluyor:

“ İnanıp faydalı işler yapanlar için Rahman, (gönüllerde) bir sevgi yaratacak (onları herkese sevdirecektir).”  (192) 

 

Bu konuda şu hadis rivayet edilmiştir:

Allah bir kulu severse Cebrail’e: " Ben onu sevdim, sen de onu sev!’ diye seslenir. Cebrail, gök halkına ünleyerek (Allah’ın buyruğunu) duyurur. Sonra dünya halkının gönüllerine onun sevgisini indirir. İşte Yüce Allah’ın (inanıp yararlı işler yapanlar için Rahman bir sevgi yaratacaktır) sözünün anlamı budur.”  (193) 

 

Aile, anne, baba ve çocuk sevgisi her ne kadar bozulması mümkün olmayan bir derecede ise de, zamanla kazanılan vefalı yar ve samimi olarak bağlanan dostluklarda da başka bir güzellik vardır.

 

Dünyada dostluk olmasaydı herkesin tek başına bir kenara çekilmesi, kimsenin kimseyi tanımaması ve kimse ile konuşmaması gerekirdi. Bu ise insan yaratılışına ters bir durumdur. Çünkü insan konuşup, sohbet edip, birlikte yaşamaya uygun olarak yaratılmıştır. Dünyanın lezzetlerinden biri de dostlarla sohbet ve muhabbet etmek, sevinç ve kederleri paylaşmaktır. ‘Sevinçler paylaşıldıkça artar, kederler paylaşıldıkça azalır’ sözü son derece yerinde bir sözdür. İşte bunun gerçekleşmesi için de dostluklara ihtiyaç vardır.

 

Hayatta yaşadığımız üzüntü ve kederlerimiz sırasında bize güç ve teselli verecek ve acılarımızı paylaşacak dostlarla muhabbetin yararını ve lezzetini kim inkâr edebilir? Ancak yapacakları sohbetlerinden manevi bir lezzet ve yarar göremeyeceğimiz kişilerin sohbetinde bulunmak ise, boşa vakit geçirmekten ve ömür sermayesini zarar olarak tüketmekten başka bir şey değildir.

 

Sadık bir dostun bulunması gereğini hisseden ve böyle birisini aramakta olan kişi seçeceği insanı şu ölçülere göre incelemelidir. Kişinin küçüklüğünden beri anne ve babasına nasıl davrandığına bakmak gerekir. Onun çocukluk ve gençlik çağı bilinmiyorsa içinde bulunduğu durum dikkatle incelenmelidir. Eğer o kimse nefsanî arzular peşinde koşuyor, akıl ve ilâhi kanunlara aykırı ne yaptığını bilmeyen bir şekilde dalıp gitmişse böyle bir kişiyi özverili dost bilip bundan sadakat ve bağlılık beklememelidir.

 

Bu yolla kişinin gerçek yüzünü öğrenmek mümkün olmazsa: “Kişi dostunun dini üzeredir. (Bir kişi hakkında hükme varmak için) sizden biriniz (o halde) o kişinin dost (arkadaş) olduğu insan (lar)a baksın.”  Hadis-i şerifinin tavsiyesine uymak gerekir. Yani o kişinin dost ve arkadaşlarına bakılır. Onların hal ve hareketleri kontrol edilir, onlarla olan ilişkilerine bakılır. Eğer onlarla olan sözlerini ve ahitlerini yerine getiren, haklarını gözeten bir kişi olduğu ortaya çıkarsa dostluk yapmaya uygun birisi olduğu anlaşılır.

 

Bu dünyada dostluk ve sadakat elbisesine bürünmüş nice kurtlar ve dost görünümünde nice düşmanlar vardır. Böyle yılan huylu ve şeytan ruhlu kimselerden olabildiğince korunmak gerekir. Çünkü bu tür insanlar, yalnızca insanın dünya varlıklarını değil din ve ahiretini bile yağma ederler.

 

Ahlâk bilginlerine göre dostluk iki türlüdür:

1. Tam bir sadakatle, hiçbir şahsi çıkar gözetmeksizin yapılan dostluk.

      

2. Çıkar kazanmak veya bir zarardan kurtulmak için yapılan dostluk.

 

Birinciler her halde güvene layık olurlar. Ama sadakat özelliğini yarar elde etmeye veya bir zarardan kurtulmaya araş yapan ikinciler, güvene layık olamazlar. Bazen de dostluk, hem hal ve davranış ve hem de fikir ilişkileri ile ortaya çıkar. Bu tür dostluklar bazen ciddi dostluklara geçerse de çoğunlukla var olması o hal ve fikirlerin devamına tabidir. Bir fayda veya zevkin son bulması ile bozulur. Ama görüş birliği ve taraftarlıktan doğacak dostluklar ise meclis kapısının iç tarafında kalır.

 

“ Dostunun uğradığı musibet ve bela karşısında feryat etmek sabretmekten; kendine isabet eden bir musibete karşı ise sabretmek feryat etmekten daha güzeldir.”  Sözü sadık olan dostun her yönden kendi nefsine tercih olunmak, dostluğun ve mürüvvetin şartı olduğunu anlatmak üzere söylenmiş düşünen insan sözlerindendir.

 

Samimiyet ve kalp temizliğine sahip olan dost kalpten tepki göstermez ve düşmanlık beslemez. Bazen gücenip, alınganlık gösterse de bunun etkisi saf su üzerine yazılmış yazı gibi çok uzun sürmez.

 

Şurası da unutulmamalıdır ki, her görüşülen insanla dostluk bağı kurmaya çalışmak, doğru değildir. Çünkü bunun yönetimi ve gerçekleşmesi oldukça zordur. Çok sayıda dost ile görüşeceğim diye koşan kimse yorulur, bunu tam olarak başaramaz. Zaman içinde eski dostlarını ihmal edeceği için onların bir kısmını kaybettiğini görür. Bunun için çok iyi seçim yapmak gerekir. (194)

 

                       Dost Edinilecek Kimsede Aranacak Özellikler

      

Dost edinilecek kimsede aşağıdaki özelliklerin bulunmasına dikkat edilir:

 

                                             1. Akıllı olmak

        

Dostun akıllı, iyiyi ve kötüyü birbirinden ayırmasını bilen deneyimli kimse olması gerekir. Zira akılsız kimsenin dostluk ve arkadaşlığından hayır gelmez. Onunla geçen zaman boşuna kaybedilmiş demektir.

 

                                        2. Güzel Ahlâklı Olmak

       

Kötü ahlâklı kimseden zarardan başka bir şey beklenemez. Çünkü Peygamber (s.a.v.) : “ İyi ahlâklı kimselerin yanına varmak güzel kokular satan bir kimsenin yanına varmak gibidir. Ya koku alırsın, yahut o sana koku sürer veya güzel kokulardan gönlün ruhun açılır, ferahlık duyarsın. Kötü kimselerin yanına varmak da, körük çeken kimsenin yanına varmak gibidir ki, ya kıvılcım sıçrar üstünü yakar veya oranın isi pası seni rahatsız eder.”  buyurarak , iyi ahlâklı insanlardan her zaman iyilik; kötü ahlaklı insanlardan da mutlaka kötülük geleceğini beyan buyurmuşlardır.

 

                                    3. Fasık ve Facir Olmamak

 

Günahları işlemekte direnen kimsede Allah (c.c.) korkusu kalmaz. Böyle kimseler, nefis ve şeytanın esiri olduklarından şekilden şekle girer, kişiliklerini kaybederler. Arkadaşı ve dostu fasık veya facir olan kimse de onun işlediği  günahlarda yanında olacağından, artık işlenen o kötülüklere kendisi de alışmaya başlar ve onları normal görür ve böylece kendi ayağı da kaymış olur. Onun için böyle kimselerden hayır gelmeyeceğinden onlarla dostluk kurmak doğru değildir.

 

                                      4. İtikadı Sağlam Olmak

      

Sapık inançlara ve düşüncelere sahip kimsenin dostluğundan hayır gelmez.

Olabildiğince bu kimselerden de uzak durmak gerekir.

 

                                   5. Tamah ve Hırs Sahibi Olmamak

      

Dünyaya hırs ve aç gözlülükle bağlanan kimse, kendi çıkarları için her türlü kötülüğü yapabilir, dostunu yarı yolda bırakabilir. Böyle kimseler, dostları için asla özveride bulunmayı ve onlara yardımcı olmayı düşünmezler. (195)

 

                     Müslümanların kâfirleri dost edinmesi yasaktır

      

Kur’an-ı Kerim’de buyuruluyor: 

" Ey inananlar, benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olan kimseleri dost edinmeyin. Onlar size gelen gerçeği inkar ettikleri, Rabbiniz Allah’a inandığınızdan dolayı Elçiyi ve sizi (yurdunuzdan) çıkardıkları halde siz onlara sevgi iletiyorsunuz. Benim yolumda cihad etmek ve benim rızamı kazanmak için (yurdunuzdan) çıktığınız halde içinizde onlara sevgi (mi) besliyorsunuz? Oysa ben sizin gizlediğiniz ve açığa vurduğunuz her şeyi bilirim. Sizden kim bunu yaparsa doğru yoldan sapmış olur.”  (196)

 

Bu ayette açıkça görüldüğü gibi, Allah (c.c.), müslümanların kendilerinin ve Allah (c.c.)’ın düşmanlarını dost edinmeleri ve onlara karşı sevgi beslemelerini yasaklamış ve böyle bir yanlışa düşenlerin doğru yoldan saptığını bildirmiştir. Bu uluslarası ilişkilerde önemli bir konudur. Dostluk ve sevgi ile ticari ve ekonomik işbirliği veya alış-verişi birbirine karıştırmamak gerekir. Müslümanlar ehl-i kitap (Hristiyan ve Yahudiler) ile alış-veriş yapabileceği gibi başka dinlere mensup insanlarla da alış-veriş yapabilirler. Ancak bütün bunlar, onların dost edinilemezler.

 

İmam Gazali (r.a.) der ki:

‘ Bütün insanların hikayesi ağaçlara, otlara benzer: Bazı ağaç ve otlar vardır ki, meyvesi yoktur ama gölgesinden yararlanılır. Kimi insanlar da bunlara benzer ki onların yanlı dünyalarından yararlanılır, ahirete yararları yoktur.

      

Kimi ağaçlar ve otlar vardır ki, gölgesi yoktur ama meyvesi vardır. Bunun gibi kimi insanların dünyasından yaralanılmayıp ahirete yönelik olarak onlardan yararlanılır.

      

Kimi ağaç ve otlar vardır ki, hem gölgesi ve hem de meyvesi vardır, yararlanılır. Bunun gibi, kimi insanların hem dünyasından ve hem de ahirete ait işlerinden yararlanılır.

      

Kimi ağaç ve otlar vardır ki, ne gölgesi ne de meyvesi vardır. Hiçbir yararı olmadığı gibi zararları da görülür. Buna benzer kimi insanların da ne dünyasından ve ne de ahiretinden yararlanılmadığı gibi zararlarından başka bir şey görülmez.’ (197)

 

                                    Dost Edinmenin Kuralları

 

1. Dost ve arkadaş olduğu kimsenin, adını, babasının, ailesinin, şehrinin, mahallesinin adlarını sormak, onu yakından tanımak.

 

2. Sevdiği kimseye, sevdiğini bildirmek.

 

Ashab-ı Kiram ((r.a.)’dan bir zat Peygamber (s.a.v.)’e gelerek dedi ki:

-  Falan kişiyi çok seviyorum. Resûlullah (s.a.v.) ona sordu:

-  Peki bu sevgini kendisine bildirdin mi?

-  Hayır, bildirmedim, dedi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) buyurdu.

 

“Ona git, kendisini sevdiğini bildir.”  Sahabi gidip sevdiği kimseye sevgisini    

bildirdi. O da ‘Ben de seni seviyorum, sana karşı muhabbet duyuyorum.’ dedi.

Hemen geri gelip durumu Resûlullah (s.a.v.)’e anlatınca şöyle buyurdu:

“Sen, sevdiğin kimse ile olacaksın. Bunun karşılığında beklediğin sevap da kesinlikle senindir.”

 

3. Sevdiği kimsenin yüzüne güleryüzle bakmak.

      

4. Sevdiği kimseyi ziyaret etmek. Ziyaretin sıklığı veya ziyaret edilecek yerin en uygunu seçilmelidir. Çok sık yapılan veya uygun yer seçilmeden yapılan ziyaretler karşıdaki kimsede isteksizlik doğuracağı gibi arası çok açılan ziyaretler nedeniyle de dostlar arasına uzaklık gelebilir. Uygun yer ve zamanda yapılan ziyaretler, dostlar ve insanlar arasında sevginin ve dostluğun kurulmasına ve gelişmesine yardımcı olur.

 

5. Yapılan ziyaretten sevap beklemek.

      

6. Ziyaretine gelen dostuna elinden geldiğince ikram etmek.

      

7. Ziyaretine gelen arkadaşının hizmetinde bulunmak.

      

8. Dostlar arasında gerçekleşen ikram ve hediyeleri geri çevirmemek.

      

9. Hazırda bulunan yiyecek ve içecekleri hiçbir külfete katlanmadan dostuna ikram etmek.

     

10. Dostunun ziyaretine giderken uygun giyim ve kuşam ile gitmek.

     

11. Dostunun kendisine yaptığı ikramı hoş karşılamak, değerli bulmak.

     

12. Arkadaşına yapılan ikram ve hediyeleri gözünde büyütmemelidir.

     

13. Sevdiği arkadaşının düşmanlarına sevgi göstermemelidir.

     

14. Arkadaş öldükten sonra, onun yakınları ile ilgiyi kesmemelidir.

     

15. Bir kimseyi sevmek veya ondan uzaklaşmak istediği zaman, daha sonra pişman olmamsı için, doğrulukları ve deneyimleri ile bilinen akıllı kimselere danışmalıdır.  (198)

 

 

(192) Meryem sûresi,  19/96.

(193) Buhari, Edeb,41; Müslim, Birr,157.

(194) Tasvîr-i Ahlâk, A. Rıfat.

(195) İslâm Ahlâkı ve Seleften Örnekler, O. Karabulut.

(196) Mümtehine sûresi, 60/1.

(197) İhya, İmam Gazali.

(198) Mecmau’l-Adab, Sûfi Zade.

 
KAYNAK:BU YAZI AŞAĞIDAKİ WEB SİTESİNDEN ALIMMIŞTIR.

http://www.islamahlaki.com/default.asp?kat_no=563

--
.

ECDADIMIZA NE KADAR BENZİYORUZ?

ECDADIMIZA NE KADAR BENZİYORUZ?

Dün: Bir işe niyet ettiğimizde “İnşallah” derdik...
Bugün: “Yapacağım-edeceğim” diyoruz.


¥
Dün: Her işe “Bismillah” ile başlardık...
Bugün: “Allah yokmuş gibi” yaşıyoruz (haşa)!

¥
Dün: Her güzellik karşısında “Maşallah” çekerdik...
Bugün: “Vay beee!” çekiyoruz.

¥
Dün: Hayretimizi “Allah Allah” diye ifade eder, hayretimiz derinleştiğinde“Fesübhanallah” derdik...
Bugün: İngiliz ağzıyla, “Vaavv yaaa!” diyoruz...

¥
Dün: Her adımımızı, “Tevekkeltü Alellah” diyerek atar, tevekkülü hayat felsefesi yapardık...
Bugün: Ne tevekkülden eser var, ne hayat felsefesi kaldı; sözün tam anlamıyla “yuvarlanıp gidiyoruz!”


Baktığımızı görmüyoruz, ikram edilen güzellikleri yaşamıyoruz; abuk-sabuk diziler, yarışmalar, tartışmalarla ömrümüzü heba ediyoruz!

¥
Dün: Kızınca, “Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh” der, daha fazla kızarsak“Hasbünallah” diyerek Allah’ı vekil ederdik...
Öfkemiz bile zikir kokardı...
Bugün: En basit gerekçelerle hakaretler savuruyor, karakter zaafımızı 140 karaktere gömüp sağa-sola sözde ayar çekiyoruz!

¥
Dün: “Neüzübullah” çekerek her türlü şerden Allah’a sığınırdık...
Bugün: Belânın üzerine yürüyor, en küçük meseleyi kavga sebebi yapıyor, sürekli birbirimizle dalaşıyoruz.

¥
Dün: Haddimizi bilir, “Haddini bilmek gibi irfan olmaz” derdik...
Bugün: Başkalarına hadlerini bildirmeye çalışıyoruz.

¥
Dün: Abdestli yatağa girer, kalkar kalkmaz yine abdest alır, yere abdestsiz basmayı toprak anaya saygısızlık olarak görürdük...
Bugün: Bırakınız toprağa abdestli basmayı, namazdan namaza bile abdest almaya üşeniyoruz.

¥
Dün: Her namazda masivadan sıyrılır, “iftitah tekbiri”yle birlikte özgürleşirdik...
Bugün: Namazı ihmal ediyoruz. Kılsak bile dünyayı sırtımızdan indiremiyor, kapitalizmin ve modernitenin dayatmalarını arkaya atıp kendimizi özgürleştiremiyoruz.

¥
Dün: “Selamı yayınız” diyen Resulüllah hürmetine selam verir, “tebessüm ediniz” tavsiyesi ışığında birbirimize gülümserdik...
Bugün: Rahmet duası içeren Müslümanca selam yerine, “günaydın-tünaydın” gibi anlamsız kelimeler kekeliyor, surat asıyoruz...
 

Ayrılırken “Allah’a emanet” ettiğimiz insanları “esen kal” diyerek esintiye savuruyoruz!
 

Ölüye “rahmet-mağfiret” dileyeceğimize, yakınlarına “başsağlığı”diliyoruz...
“Nur içinde yatsın” duasını unuttuk, “ışıklar içinde” yatmasını temenni ediyoruz! “Uhrevi” kelimeler yerine dünyevi kelimeler uydurup kullanıyoruz.
¥
Dün: Yüz yüze görüşür, uzun uzun muhabbet eder, rastlaştığımızda birbirimize hal-hatır sorar, münasebetlerimizi sıcak tutardık...
Bugün: “Whatsap”tan, “Facebook”tan, “Twitter”den attığımız soğuk mesajlarla birbirimizi kaybediyoruz.

¥
Dün: Beğendiğimiz şeyleri “mübarek”, “muhterem”, “muhteşem”, “mükemmel”, “muazzam”, “müthiş”, “fevkalâde”, “âlâ”, “âliyy-ül âlâ” diye nitelerdik. Kelime dağarcığımız doluydu...
Bugün: Hepsine birden yamuk ağızla “süppeeerrr” deyip geçiyoruz!

¥
Dün: Harca besmele katar, yüzyıllara meydan okuyan âbideler (Sinan eserleri misal) yapardık...
Bugün: Harca hile-hurda katıyoruz. Bu yüzden, modern teknoloji kullanmamıza rağmen inşa ettiğimiz binalar yıkılıyor.

¥
Dün: Edepliydik. “İlle edeb” der,evlerimizin duvarlarına “Edeb yahu!”levhaları asardık...
Bugün: “Edeb”in yanı sıra “hayâ”yı, “ar”ı, “namus”u da unuttuk!

¥
Dün: Nezakette zirvede idik: Muhatabımıza asla “sen” demez, bizden yaşça ve mevkice büyük olanlara, “zatiâliniz” diye hitap ederdik...
Bugün: Yaşlılara, mevki-makam sahiplerine bile “sen” diye hitap ediyor, tanımadığımız insanlara “abla”, “abi”, “amca”, “dayı”, hatta bizden büyüklere (kızlar dâhil) “oğlum” diye hitap ediyoruz: Ortalığı kaba-sabalık götürüyor...

¥
Şimdi gelin siz söyleyin bre dostlar: Ecdadımıza ne kadar benziyoruz?

Yavuz Bahadıroğlu
 

 



30 Ekim 2016 Pazar

ADAM ANLATIYOR, AVUKAT DİNLİYOR

ADAM ANLATIYOR, AVUKAT DİNLİYOR

Bir adam anlatıyor ve bir avukat dinliyor:
 

Karımı 1998'in sonbaharında kaybettim...Yedi senelik evliliğimizin iki senesini kanser tedavisi için hastanelerde geçirmiştik.
 

Karım , her evlilik yıl dönümümüzde ikimizin fotoğrafını çerçeveler, "Bunlar bizim hayatımızın gölgeleri" derdi..

Öldüğünde, yedi tane resmimiz vardı. 97'in bir gecesinde onu aldattım .Oysa ona sürekli onu ne kadar çok sevdiğimi ve sonsuza kadar sadık kalacağımı söylerdim....

 Ölmeden iki hafta önce yine aynı şeyi tekrarladım. Tuhaf bir gülümsemeyle baktı bana ve sadece "Biliyorum" dedi.

İzmir'e kar yağdığı gün, yani bir ay önce, evdeydim. Fotoğraflarımıza bakıyordum yine... Her çerçevenin altında bir harf olduğunu ilk kez o gün fark ettim. A.R.K.A.S.I.N. Gerisi için yılları yetmemişti.


Ama sanırım "Arkasına bak" yazmaya filan niyetlenmişti.

Hemen çerçevelerin arkasına baktım. Hiçbir şey yoktu. Sonra birşey dürttü beni, hepsini teker teker söktüm. İnanabiliyor musunuz, her birinin arkasından bir mektup çıktı!


Geçirdiğimiz her sene için sevgi dolu sözler yazmıştı. 1997'deki resmimizin içinden çıkan zarf ise simsiyahtı. Ve içinden şu sözler çıktı:

"14 Mart 1997 / Gözlerin bana başka birine dokunmuş gibi baktı / Söylemene gerek yok, biliyorum..."


2002'deyiz. Onu kaybedeli 4, aldatalı 5 yıl oluyor.
İçim acıyor şimdi. Çünkü kadınlar biliyor, hissediyor..

Sadece paylaşmak istedim. Sana boş gözlerle bakıp seni seviyorum diyenin sevgisinden şüphe et. Çünkü;
 

Aşk sessiz, sevgi dilsizdir .

Gerçektende hissediliyor, yanında yakınında olmasa bile...


Kilometrelerce uzağında olsa bile, sevmesini bildikten sonra varlığıda yokluğuda hissedilebiliyor.

 



29 Ekim 2016 Cumartesi

AZİM

AZİM

Japon çocuğun tek hayali çok ünlü bir karateci olmaktı.


Fakat ailesi buna izin vermezdi.

Bir gün talihsiz bir kaza sonucu çocuk sol kolunu kaybetti.
Ailesi çocuğun moralinin çok kötü olduğunu görünce ona bir karate hocası tuttu.
 

Hoca ilk dersinde çocuğa karsısındakini sağ koluyla tutup üstünden savurmayı gösterdi. Hatta ikinci, üçüncü ve sonraki bütün derslerde hep ayni hareketi yapıyorlardı.
Çocuk bir gün hocasına "hocam ben çok sıkıldım, artık başka hareketlere geçsek" dedi.

Hoca ise bunu kabul etmeyerek dünyada bu işi en hızlı yapan kişi olmadıkça bitirmeyeceğini söyledi.

Çocuk o kadar hızlanmıştı ki, hocasını bile göz açıp kapayıncaya kadar yerden yere vuruyordu.
 

Bir gün hoca elinde bir kağıtla geldi kağıtta çocuğun gençler karate şampiyonasına katılabileceği yazıyordu. Çocuk çok şaşırdı.
Ertesi gün salonda ilk rakibinin karşısına çıkacakken heyecanla hocasına sordu, "hocam bu iş nasıl olur? Ben sadece tek hareket biliyorum kesin kaybederim".

Hocası ise "sen sadece hareketi yap" cevabını verdi.
 

Çocuk ringe çıktı ve hareketiyle rakibini eledi. Hatta tek hareketle finale kadar çıktı.

Finalde karşısında kendisinin iki katı birisi vardı. Önce çok korktu ama gene bildiği hareketi yaparak son rakibini de yendi ve şampiyon oldu.
 

Sevinçle hocasının yanına koştu ve sordu "hocam nasıl olur anlamıyorum, sadece bir hareket biliyorum, tek kolluyum ve şampiyon oldum".
 

Hocası çocuğa baktı ve dedi ki, "senin yaptığın hareket karatedeki en zor hareketlerden biridir. ..
 

Ve bir tek savunması vardır o da, rakibin sol kolunu tutmak".
 

"Hayatta imkansız diye bir şey yoktur"




28 Ekim 2016 Cuma

CUMA GÜNÜNÜN SÜNNETLERİ

CUMA GÜNÜNÜN SÜNNETLERİ

Cuma gününün 20 sünneti ve edebi vardır.
Bunlar şunlardır:


Cumayı Perşembeden karşılamalıdır.
Meselâ; yeni ve temiz elbiseyi hazırlamalı, işleri bitirip Cumayı ibâdetle geçirmeye gayret etmeli.
Cuma gecesi (perşembe akşam - ay takvimine göre önce gece sonra gündü yaşanır.) ehli ile gusül abdesti almalı. Her ikisine köle azat etmiş gibi sevap verilir.

Cuma günü, Cuma namazı için gusül abdesti almalı.

Başı tıraş etmeli. Sakalın bir tutamdan fazlasını ve tırnakları kesmeli ve beyaz giymeli.

Cuma namazına mümkün olduğu kadar erken gitmeli.

Ön safa geçmek için, cemâatin omuzlarından aşmamalı.
Câmide namaz kılanın önünden geçmemeli.
Erken gidip birinci safta yer almalı.


İmam minbere çıktıktan sonra hiçbir şey söylememeli, ezanı da tekrar etmemeli.

Namazdan sonra, Fâtiha, Kâfirûn, İhlâs, Felak ve Nâs sûrelerini 7 defa okumalı.

İkindiye kadar câmide kalıp, ibâdet etmeli.
Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından anlatan âlimlerin dersinde bulunmalı.


Cuma günü duânın kabul olduğu vakti aramalı, bunun için hep ibâdet etmeli.

Cuma günü çok salevât-ı şerîfe getirmeli.
 

Kur'ân-ı kerîm ve Kehf sûresini okumalı.
Az veya çok sadaka vermeli.
 

Ana-babayı veya bunların ve sâlih Müslümanların ve evliyânın kabirlerini ziyaret etmeli.
 

Ev halkının yemeklerini bol ve tatlı yapmalı.
Çok namaz kılmalı, namaz borcu olanlar kazâ namazlarını kılmalı.
Cuma gününü, ibâdetle geçirmeli.
İkindiden sonra, seccade üzerinde elinden geldiği kadar; "Yâ Allah! Yâ Rahman! Yâ Rahîm! Yâ Kavî! Yâ Kâdir!" deyip, sonra duâ etmelidir.

 Türkiye Takvimi
 





27 Ekim 2016 Perşembe

Neydi hayatı yaşamak?

Neydi hayatı yaşamak?

Yaş olmuş 30, 40, 50 .. ne fark eder ki  .. Allahdan uzak bir ömür geçiyorsa.. bedbaht olmuş bir yaşamdır..
demiştik..



Bulunduğumuz ortamda hemen yanı başımızda kalabalık bir grup sohbet ediyor
Rahatsız edercesine sesli..
İçlerinden birisi..
Ben diyor;  sanki rüya aleminde yaşıyordum.
Yıllarca çocuk bak büyüt, okut.. neyse ki rüyadan uyandım 
Artık bundan sonra hayatımı yaşayacağım.

Neydi hayatı yaşamak? 
 
Günü gün etmek, emekliliğin tadını çıkarmak mıydı?
Çocukları  büyütünce  yaşam bize ait mi oluyordu..
İnsanın kendine zaman ayırmaya başlaması her gün bir yerde gezip yemek yemesi.. rüyadan uyanmak değil.. tam manası ile rüyada olmaktır..

Okumuyoruz dostlar.. 
İlmimiz yok..
 
İlim sahibi olsak bilmez miyiz Peygamber efendimiz as 'ın ''İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar '' sözünü..
Düşünmez miyiz? akletmez miyiz
Yarın ahiret var.. 
Bütün gün televizyon izlesek, değişik mekanlarda gezsek
eğlensek.. ALLAH adına bir salih amel işlemesek.. emirleri yerine getirmesek..
 
Ne deriz acaba o çok zorlu günde?
Emekliydim yorulmuştum, dinlenmeyi  boş boş gezmeyi günümü gün etmeyi kendime hakmı gördüm deriz..
Ya da miskin miskin oturup ölümü mü bekledim deriz? 
Oku, Yaradan Rabbini adıyla ''Oku '' buyuran Rabbimiz sormaz mı
Neden okumadın? neden öğüt almadın diye..
 ALLAH bildiriyor Kuranda..

Onlar orada: "Rabbimiz! Bizi çıkar da yapmakta olduklarımızdan farklı olarak salih amel işleyelim" diye feryad ederler. Size öğüt alacak olanın öğüt alabileceği kadar bir ömür vermemiş miydik? 
Size uyarıcı gelmişti. Artık tadın (azabı); zalimler için hiçbir yardımcı yoktur. Fatır suresi- 37 
 
Bilmiyorduk diyebilir miyiz?
Her gün gazete okurken, tv başında haber izlemekle saatleri geçirirken, elimiz duvarda asılı Kurana gitmiyorsa..
Açıp da içini benden ne istiyor Rabbim demiyorsak..
Evet biz gerçekten de rüyadayız.. !!

Dua edelim son nefes gelmeden yöneliş olsun.
Tevbe edelim yeni başlangıçlar için..
Nasıl istiyorsa güzel ALLAHımız öyle yaşayalım inşaAllah

O gün bahane yok.. 
Mezarlıklar.. emekliğini bekleyip de dini yaşayacak
olanlarla dolu..
 
Işık olsun, idark olsun inşaALlah.. 
Her nereden okunuyorsak..

MİSVAKIN ÖNEMİ

MİSVAKIN ÖNEMİ

Bugün, modern tıbbın diş sağlığı konusunda ortaya koymaya yeni başladığı tedavi usullerini, İslamiyet 14 asır önce öğretmiştir.


Diş sağlığına büyük bir fayda temin eden misvak, gayet basit ve en iyi diş temizleme vasıtasıdır. Dişlerin çürümesini önlemek için misvak kullanmak çok faydalıdır.

Larousse İllustre Medical isimli tıp kitabında diyor ki:

(Bütün diş macunları ve tozları, dişlere zarar verir. En iyisi, sert bir fırçadır. Önce, dişleri kanatırsa da, korkmamalıdır. Diş etlerini kuvvetlendirir ve artık kanamaz.)

Bu şekildeki diş temizliğini sağlayan en iyi vasıta misvaktır. Diş macunları, ağızdaki faydalı ve zararlı bütün mikropları öldürürken, misvak sadece zararlı mikropları öldürür. Misvak abdestin sünnetidir,

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Misvak kullanarak kılınan namaz, misvaksız kılınan namazdan 70 kat üstündür.) [İ. Neccar]

(Cebrail aleyhisselam, misvak kullanmayı o kadar tavsiye etti ki, misvakın farz olacağından korktum.) [İbni Mace]

(Ağzınız Kur’an yoludur, misvakla temizleyin.) [Ebu Nuaym]

(Peygamberlerin beş sünneti: Hayâ, hilm, hacamat, misvak, güzel koku.)[Taberani]

(Misvak erkeğin fesahatini [konuşma güzelliğini] artırır.) [İ. Adiy, Hatib]

(Misvak; ağzı temizler, görmeyi keskinleştirir, diş etlerini güçlendirir, dişleri beyazlaştırır ve çürümeyi önler, hazmı kolaylaştırır, mideye sıhhat verir, balgamı keser, hasenatı artırır. Misvak kullanan, Allahü teâlâyı razı eder, melekleri sevindirir.) [Ebu Nuaym]

Misvakın faydaları 30’dan fazladır. En aşağısı sıkıntıyı giderir, en iyisi de ölürken şehadet getirmeyi hatırlatır. Misvak, ölümden başka her derde şifadır. Sırat üzerinde yürümeyi de kolaylaştırır, yaşlanmayı da yavaşlatır.
 

Misvak ağzı temizler, gözü cilalandırır, ağız kokusunu ve kirini giderir, dişleri beyazlatır.
Diş etlerini kuvvetlendirir.
Yemeği hazmettirir, balgamı keser.
Namazın sevabını artırır.
Kur'an-ı kerim yolu olan ağzı temizler.
Ağız kokusunu güzelleştirir, fesahati artırır, mideyi takviye eder, şeytanı perişan eder, sevabları çoğaltır, safrayı keser.
Baş damarlarını yatıştırır, ağrısını dindirir ve ruhun çıkmasını kolaylaştırır.

Misvak erak ağacından olur. Erak ağacı bulunmadığı zaman zeytinden de yapılır. Nar dalından misvak olmaz. Yeni alınan misvakın ucu hafifçe çekiçle dövülünce tel tel ayrılır.
Dinimizislam.com

 



26 Ekim 2016 Çarşamba

DOĞRULUK

DOĞRULUK
 
‘Doğruluk’, bütün ahlâki özelliklerin kendisinde toplandığı ve yüksek derecelerin kaynağı olan yüce bir ahlâktır. Arapça’daki karşılığı, ‘Sıdk’ ve ‘Sadakat’ kelimeleridir.
 
‘Sıdk’, peygamberlerin (a.s.) sıfatlarından biridir.
 
Allah (c.c.), müslümanların doğru olmalarını emrederek onların, taşkınlıklardan ve aşırılıklardan uzak durmalarını istemiştir:
“Öyleyse emrolunduğun gibi dosdoğru ol; (sen de) ve seninle beraber tevbe edenler de (hep doğru olun), aşırı gitmeyin! Zira O, (sizin) yaptıklarınızı görmektedir.” (177)
 
Mümin veya münafık, cennetlik veya cehennemlik olan insanlar, bununla birbirinden ayırt edilir. Din binasının temeli olan sıdk,  insanlar arasında peygamberlik derecesinden sonra ikinci derecedir. Çünkü Yüce Allah: “Kim Allah’a ve elçisine itaat ederse, onlar Allah’ın nimet verdiği peygamberler, sıddıklar, şehid (gerçeği söyleyen alim)ler ve salihlerle beraberdir. Onlar ne güzel arkadaştır” (178) buyurmuş ve iman, İslâm ve sabır sahiplerinin sıdk ehli olduğunu duyurmuştur: “Yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz iyilik değildir. Asıl iyilik o (kimsenin iyiliği)dir ki Allah’a, ahiret gününe, meleklere ve kitaplara inandı; sevdiği malını, yakınlara, yetimlere, yoksullara yolda kalmışlara, dilencilere, boyunduruk altında bulunan (köle ve esir)lere mal verdi, namazı kıldı, zekat verdi. Anlaşma yaptıkları zaman anlaşmalarını yerine getirenler, sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabredenler, işte doğru olanlar onlardır. (Allah’ın azabından) korunanlar da onlardır.”(179)
 
Bu âyet, bu ibadet ve amelleri ihlas ile yapanların sıdk ve takva sahibi olduklarını ve sıdkın İslâm ve iman makamı olduğunu açıkça ifade etmektedir. Cenâb-ı Hak, gönderdiği peygamberlerinden her şeyden önce sıdk ve ihlas ile davranacaklarına dair söz aldığını bildirmektedir: “Biz peygamberlerden (verdiğimiz elçilik görevini yapmak ve hak dine davet etmek hususunda) kuvvetle ahidlerini almıştık. Senden, Nûh’tan, İbrahim’den, Mûsa’dan ve Meryem oğlu İsa’dan (evet) onlardan sapasağlam söz almıştık.” (180) Başka bir ayette de: “Ki Allah, sadıkları sıdklarıyla mükafatlandırsın, ikiyüzlülere de dilerse azap etsin yahut tevbelerini kabul buyursun.”(181)buyurmuştur.
       
Peygamber (s.a.v.) buyurdu: “Doğru sözlülük iyiliğe götürür, iyilik de cennete götürür. Adam doğru söylerse Allah katında Sıddıklar derecesine çıkar. Yalan söylemek kötülüğe, kötülük de cehenneme götürür. İnsan yalan söyler (durur da), sonunda Allah (c.c.) katında yalancı diye yazılır.” (182)
 
Hz. İbrahim’in: 'Sonra gelen milletler içerisinde benim için bir sıdk dili (doğrulukla anılma) koy. (insanlar beni doğrulukla ansınlar ' (183) diye dua ederek sonra gelen kuşaklar içinde kendisinin sıdk (doğruluk) ile anılmasını dilediğini bildirmiştir. Son elçisi Hz. Muhammed (s.a.v.)’e de girdiği her yere doğrulukla girmeyi ; çıktığı her yerden doğrulukla çıkmayı dilemesini emrederek: “De ki: Rabbim beni (girdireceğin yere) doğruluk girdirişiyle girdir, beni (çıkaracağın yerden) doğruluk çıkarışıyla çıkar (beni nereye göndereceksen hoş bir şekilde oraya girdir ve çıkacağım yerden de hoş bir şekilde çıkar), bana katından yardım eden bir delil var.” (184) 
 
“İnananlara Rableri katında kendilerine bir (sıdk) doğruluk kademesi olduğunu müjdele.” (185)
 
“Takva sahipleri cennetlerde, ırmakların kenarındadır. Güçlü padişahın huzurunda sıdk (doğruluk) koltuklarında memnunluk içindedirler.” (186) âyetiyle de inanıp güzel işler yapan müttekîlerin (Allah’tan korkanların) Rab’leri katında, doğruluk makamında bulunacaklarını müjdelemiştir.
 
Doğruluk, bütün dinî amellerin direğidir. Doğru olmayan ve ibadetlerinde ihlas bulunmayanların amelleri kendilerine bir yarar sağlamaz. Yüce Allah (c.c.) buyurmuştur: “Bu sadıklara, doğrulukların fayda sağlayacağı gündür. Onlar için altlarından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetler vardır. Allah onlardan razı olmuştur, onlar da O’ndan razı olmuştur. İşte o büyük başarı budur.” (187) ve yine buyurmuştur: “Doğruyu getiren ve onu doğrulayanlar, işte korunanlar onlardır.” (188)  Bu âyet-i kerime, İslâm dininin doğruluktan ibaret olduğunu vurgulamaktadır. Çünkü sıdk (doğruluk) getiren peygamber ve sıdk’ı doğrulayan müminler, korunanlardır. Peygamber sıdkı  getirdiğine göre, demek ki din sıdktan yani, doğruluktan ibarettir. Çünkü Peygamber’in getirdiği dini Allah Teâlâ, doğruluk ile adlandırmıştır.
 
Müslümanın ahlâki görevlerinden biri de sıdk ve sadakattir. Nerede olursa olsun daima doğru sözlü olmak, asla yalan söylememek, doğruluktan ve adaletten ayrılmamaktır.
       
Kur’ân-ı Kerim’in bir çok yerinde takva sahiplerinin özellikleri sayılır. Bunların başında doğruluk ve verilen sözde durmak gelir. Yüce Allah buyurur: “Ancak sağduyu sahipleri öğüt alır. Onlar, Allah’ın ahdini yerine getirirler ve anlaşmayı bozmazlar.” (189)
 
Cenâb-ı Hak, bu ayetlerde ayrıca, kendisine karşı duyulan güçlü bir sadakatin, insanın hak olan bir tavır ve tutum karşısında tereddüde kapılmasını engellediğine ve kişiye kararlı bir tavır kazandırdığına da dikkat çekmektedir. Eğer insan güçlü bir iman ve teslimiyete sahipse, bu içten sadakat duygusu, onun kararsızlığa düşmesini önleyecek ve nefsini yenmekte ona sürekli yardım edecektir.
 
Sadakat’in Müslümanlara kazandırdığı bir başka önemli özellik de, birbirlerine olan güven ve sevgileridir. Bu sevgi ve güvenin temelinde, Allah (c.c.) yolunda gösterdikleri ‘ciddi çaba’ ve Rabbimize olan sadakat ve bağlılık yer almaktadır.
 
Sözde sıdk, başağın kökü üzerinde dimdik ve dosdoğru durması gibi dilin de söylediği sözde öyle doğru olmasıdır. Amellerde (eylemlerde) sıdk: işlerin Allah’ın (c.c.) buyrukları üzerinde olması ve buyruklara uymasıdır. Hallerde doğruluk, kalp ve beden işlerinin, ihlas bakımından bir olmasıdır.
 
Büyük tasavvufçular diğer halleri olduğu gibi  doğruluk halini de değişik tarzlarda ve herkes kendi meşrebine göre açıklamıştır.
 
Ahmed b. Hudravayh: ‘Allah’ın kendisiyle beraber olmasını isteyen, sıdk’a sarılsın. ‘Çünkü Allah (c.c.), sadıklarla beraberdir.’ (190) demiştir.                 
     
İşte yukarıda sayılan âyet-i kerime ve hadis-i  şeriflerden de anlaşılacağı üzere, müslümanın görevlerinin ve ahlâkının başında doğru olmak gelir. İnancında, ibadetlerinde, her türlü işinde doğru olmak onun en büyük özelliğidir. Müslüman, doğru olmakla hem Allah’ın (c.c.) hoşnutluğunu kazanmış olur, hem de toplumda güven, itibar ve sevgi tohumlarının yeşermesini sağlamış olur.
  
Şair doğruluğu ne kadar güzel dile getirmiş:
 
İnsana sadakat yakışır, görse de ikrah,
Doğruların yardımcısıdır Hz. Allah.
    
                               Neden Doğru Olmak Gerekir?      
 
Doğru olmanın ve doğruluktan ayrılmamanın gerekliliğini büyük İslâm ahlâkçısı Maverdî şöyle açıklamaktadır:
 
İnsan şu dört gerekçeden dolayı sürekli doğru olmalı ve doğru kalmalıdır:
1. Akıl: Her şeyden önce sağlam akıl, insanı güzel olan eylemlere çağırır ve kötü olan eylemlerden de uzaklaştırmak ister. Sıdk da güzel bir ahlâk olduğu için akıl sıdkın gereğine inanır ve insanı ona götürmek ister.
 
2. Din: İlâhi din de sıdkın gerekli olduğunu ve yalancılığın tehlike ve zararlarını bildirir. Çünkü din, sağlam aklın sakıncalı gördüğü eylemlere izin vermez. Hatta din, yalancılığın sakıncaları konusunda, aklın gerekli gördüğünü de, daha ilerisini öngörür. Çünkü din herhangi bir yarar sağlasa veya bir zararı ortadan kaldırsa bile yalanı sakıncalı görür. Akıl da yarar sağlamayan veya zararı engellemeyen şeyi sakıncalı görür. 
 
3. Kişilik: Sağlam karakterli kişilik de insanı doğruluğu yönlendirici ve yalancılığa engeldir. Bu da insanın kötü görülen eylemleri yapmasını engeller.
 
4. Doğru tanınma isteği: İnsanlar, bulundukları toplumda ‘doğru kişi’ olarak tanınmak ve bilinmek isterler. Bununla kişi öyle bir konuma gelir ki, hiçbir sözü yadırganmaz ve kendisine asla pişmanlık gelmez. 
 
Denilmiştir ki: ‘Başvuru kaynağın hak olsun, onu çekip alma yerin sıdk olsun. Hak, yardımcıların en kuvvetlisi, sıdk ise yakınların en faziletlisidir.’ (191)
 
                                     Peygamber (s.a.v.)’in Sıdkı
 
Peygamber (s.a.v.)’in ahlakının en güzellerinden birisi de sıdk, sadakat (doğru sözlü) olmasıdır. O gerek peygamber olmadan önce ve gerekse Peygamberlik geldikten sonra, hiçbir zaman sıdk ve sadakatten ayrılmamış, peygamberliğini ilan ettiği zaman kendisini tanıyanlardan hiçbir kimse O’na ‘yalancı’ dememiştir. Aksine O’nun bu çağrısını sindiremeyenler, O’nun duyu organlarında bir arıza meydana geldiğine, yahut O’nun büyülendiğine inanmışlardı.
 
(177) Edebü’d-Dünya ve’d-Din, Maverdi, s.255.
(178) Buhâri ve Müslim.
(179) Şuârâ sûresi, 42/84.
(180) İsrâ sûresi, 17/80.
(181) Yûnus sûresi, 10/2.
(182) Kamer sûresi,  54/54-55.       
(183) Mâide sûresi, 5/119.
(184) Zümer sûresi, 39/33.
(185) Ra’d sûresi, 13/19-20.
(186) Bakara sûresi, 2/153,249.
(187) Hûd sûresi, 11/112.
(188) Nisâ sûresi, 4/69.
(189) Bakara sûresi, 2/177.
(190) Ahzâb sûresi, 33/7.
(191) Ahzâb sûresi, 33/24.
 
 
KAYNAK:BU YAZI AŞAĞIDAKİ WEB SİTESİNDEN ALIMMIŞTIR.

--