Ashâb-ı Kehf, putperest bir hükümdar olan Dakyanus devrinde Tarsus’da yaşamış, îman ve tevhîd mücâdelesi vermiş olan sâlih gençlerdir. Zalim kral Dakyanus’un Ashâb-ı Kehf’e karşı sunmuş olduğu puta tapma teklifine karşı o bir avuç imanlı gencin cesaretlerini hiç kaybetmeden verdiği muhteşem cevap ve 300 yıllık ölümsüz uykunun hikmeti…
Ashâb-ı Kehf’in adedi hakkında Kur’ân-ı Kerîm’de sarîh bir ifâde bulunmamakta: «Onlar birtakım gençlerdi» buyrulmaktadır. Bu ise, kıssada asıl vurgulanmak istenen husûsun, onların isimleri, sayıları ve memleketleri değil, bilhassa o sâlih kulların sâhip oldukları ihsan duygusu ve Allâh katında kıymetlerini artıran kalbî yapıları olduğunu göstermektedir. Putperestliğe karşı îman ve tevhîd mücâdelesinin sergilendiği bu ibret ve hikmet dolu kıssada, ölümden sonra tekrar dirilişin bir numûnesi de ortaya konulmakta, böylece insanoğlunun pekçok ilâhî hakîkatleri idrâk etmesi murâd edilmektedir.
Kral Dakyanus’un yakınlarından birtakım gençler olan Ashâb-ı Kehf, tevhîd akîdesinde olmaları sebebiyle, putperest ve zâlim krallarının zulmünün son bulması için dâimâ Cenâb-ı Hakk’a gözyaşlarıyla duâ ve niyazda bulunurlardı. Fakat zâlim kral, gurur ve kibrinin netîcesinde gün geçtikçe îmansızlık ve zulmünü artırarak tanrılık iddiâ edecek kadar ileri gitti. Bununla da kalmayarak, artık tevhîd akîdesinde kim varsa, onları toplatıp ağır işkencelere tâbî tutarak şehir girişlerine astırmaya başladı.
Bu arada yakınları olan Ashâb-ı Kehf’in de mü’minlerden olduğunu öğrendi. Hiddetle onları huzûruna çağırttı. Kendilerini tehdîd etti. Ancak onlar, îmânın ebedî zevkine varmış olduklarından, bu tehditler karşısında aslâ korkmadılar ve zâlim hükümdara tavır koyarak, hakîkati yüzüne karşı söylemekten çekinmediler. Allâh Teâlâ, onların bu durumlarını şöyle beyân buyurur:
نَحْنُ نَقُصُّ عَلَيْكَ نَبَأَهُمْ بِالْحَقِّ إِنَّهُمْ فِتْيَةٌ آمَنُوا بِرَبِّهِمْ وَزِدْنَاهُمْ هُدًى
“(Ey Rasûlüm!) Biz Sana onların başından geçenleri gerçek olarak anlatıyoruz. Hakîkaten onlar, inanmış gençlerdi. Biz de onların hidâyetini artırdık.” (el-Kehf, 13)
وَرَبَطْنَا عَلَى قُلُوبِهِمْ إِذْ قَامُوا فَقَالُوا رَبُّنَا رَبُّ السَّموَاتِ وَاْلأَرْضِ لَنْ نَدْعُوَ مِنْ دُونِهِ إِلَهًا لَقَدْ قُلْنَا إِذًا شَطَطًا
“Onların kalblerini metîn kıldık. O yiğitler (zâlim hükümdarları karşısında) ayağa kalkarak dediler ki: «Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir. Biz, O’ndan başkasına ilâh demeyiz. Yoksa saçma sapan konuşmuş oluruz.»” (el-Kehf, 14)
هؤُلاَءِ قَوْمُنَا اتَّخَذُوا مِنْ دُونِهِ آلِهَةً لَوْلاَ يَأْتُونَ عَلَيْهِمْ بِسُلْطَانٍ بَيِّنٍ فَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرَى عَلَى اللهِ كَذِبًا
“Şu bizim kavmimiz Allâh’tan başka ilâhlar edindiler. Bâri bu ilâhlar konusunda açık bir delil getirseler. (Ne mümkün!) Öyle ise Allâh hakkında yalan uydurandan daha zâlimi var mı?” (el-Kehf, 15)
ZALİM KRAL DAKYANUS’A KARŞI GENÇLERİN MUHTEŞEM CEVABI
Gençler, Dakyanus’un, putlara tapmaları hakkındaki ısrarlı teklifleri karşısında da şöyle dediler:
“−Bizim bir ilâhımız vardır ki, O’ndan başkasını ilâh tanımayız. Biz yerlerin ve göklerin Rabbini bırakıp da kulların yaptığı cansız taş parçalarına aslâ tapmayız. Senin teklifini kabûl etme ihtimâlimiz sonsuza dek yoktur! Hükmün ne ise, onu yapabilirsin!”
Onlar böylece, önce Mûsâ -aleyhisselâm-’a karşı müsâbakaya çıkan, sonra da îmanla şereflenen sihirbazların, Firavun’a karşı îmân metâneti ve asâleti ile sergiledikleri tavrın bir benzerini, zâlim kral Dakyanus’a karşı göstermiş oldular.
Sihirbazlar da kendilerine îman nasîb olduktan sonra Firavun’un tehdîdi karşısında:
“−Senin fiilin bize bir zarar veremez! Çünkü biz, nasıl olsa Rabbimize döndürüleceğiz! Dilediğini yapabilirsin!”demişlerdi.
Hükümdar Dakyanus, îmanlı gençlerin bu cesur tavrı karşısında son derece hiddetlendi. Kendilerine daha evvel vermiş olduğu bütün rütbeleri söktürdü. Ardından da:
“−Siz gençsiniz; kendinize yazık etmeyin! Yaptıklarınızdan vazgeçmeniz için size üç gün mühlet veriyorum! Düşünün, taşının; kurtulmayı mı, yoksa sizi helâk etmemi mi tercîh ediyorsunuz?” deyip tehdîd etti. Sonra onları kendi hâllerine bırakarak Ninova’ya gitti.
Hükümdarın vermiş olduğu bu mühlet, Ashâb-ı Kehf için âdeta bir lutf-i ilâhî oldu. Onlara zâlim hükümdarın şerrinden kurtulmak için zaman kazandırdı. Cenâb-ı Hakk’ın rahmet ve nusretini uman bu sâlih gençler, yanlarında bir de köpek olduğu hâlde şehirden kaçarak bir mağaraya saklandılar. Mağarada evlerinden getirdikleri yiyecekleri yiyor ve gece gündüz Cenâb-ı Hakk’a ibâdet ederek O’na sığınıyor, ilticâ hâlinde:
“Rabbimiz! Bize tarafından rahmet ver ve bize, (şu) durumumuzdan bir kurtuluş yolu hazırla!” diyerek yalvarıyorlardı.
Rivâyete göre Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de, hicret esnâsında gizlendiği Sevr Mağarası’nda bu duâ ile Cenâb-ı Hakk’a ilticâ etmiştir.
ASHAB-I KEHF’İN HİCRETİ
Nitekim sâlih amelleri, ihlâsları ve yaptıkları bu duâ hürmetine rahmet dolu nusret-i ilâhî Ashâb-ı Kehf’i kuşattı. Bu sırada zâlim Dakyanus, Ninova’dan dönmüş ve onların durumlarını öğrenmişti. Hemen peşlerine düşerek saklandıkları mağarayı buldu. Hiddetinden nasıl bir cezâ vereceğini düşünürken Allâh Teâlâ, onun aklına mağaranın ağzını kapatmayı getirdi. Daha fazla düşünmeden askerlerine:
“−Derhal mağaranın girişini kapatın! Açlık ve susuzluktan ıztırapla ölsünler; mağara onların kabirleri olsun!” diye emretti.
Böylece kendine göre onları diri diri gömmüş olacaktı. Ancak bilmiyordu ki, Hazret-i Mûsâ’yı Firavun’un sarayında büyütüp onun şerrinden koruyan Allâh, Ashâb-ı Kehf’i de Dakyanus’un şerrinden muhâfaza etmekteydi.
300 YILLIK ÖLÜMSÜZ UYKU
Nitekim “muhâfaza edenlerin en hayırlısı” olan Cenâb-ı Hak, Ashâb-ı Kehf’i sonsuz rahmetiyle kuşattı ve onları 309 sene mağarada canlı olarak uyuttu.
Hazret-i Mevlânâ -kuddise sirruh- der ki:
“Gâfiller arasında bulunup onların in’ikâsını almaktansa uyumak daha evlâdır. Cenâb-ı Hak, Ashâb-ı Kehf’i fâsıkların arasından ayırarak onların kalblerini gafletten korumuştur.”
Âyet-i kerîmede buyrulur:
وَتَرَى الشَّمْسَ إِذَا طَلَعَتْ تَزَاوَرُ عَنْ كَهْفِهِمْ ذَاتَ الْيَمِينِ وَإِذَا غَرَبَتْ تَقْرِضُهُمْ ذَاتَ الشِّمَالِ وَهُمْ فِي فَجْوَةٍ مِنْهُ ذلِكَ مِنْ آيَاتِ اللهِ مَنْ يَهْدِ اللهُ فَهُوَ الْمُهْتَدِي وَمَنْ يُضْلِلْ فَلَنْ تَجِدَ لَهُ وَلِيًّا مُرْشِدًا
“(Ey Rasûlüm! Orada bulunsaydın) güneşi görürdün ki, doğduğu zaman mağaralarının sağına meyleder; batarken de sol taraftan onlara isâbet etmeden geçerdi. (Böylece) onlar (güneş ışığından rahatsız olmaksızın) mağaranın bir köşesinde (uyurlardı). İşte bu, Allâh’ın âyetlerindendir (O’nun azametinin bir nişânesidir). Allâh kime hidâyet ederse, işte o, hakka ulaşmıştır. Kimi de hidâyetten mahrum ederse, artık onu doğruya yöneltecek bir dost bulamazsın!” (el-Kehf, 17)
وَتَحْسَبُهُمْ أَيْقَاظًا وَهُمْ رُقُودٌ وَنُقَلِّبُهُمْ ذَاتَ الْيَمِينِ وَذَاتَ الشِّمَالِ وَ كَلْبُهُمْ بَاسِطٌ ذِرَاعَيْهِ بِالْوَصِيدِ لَوِ اطَّلَعْتَ عَلَيْهِمْ لَوَلَّيْتَ مِنْهُمْ فِرَارًا وَلَمُلِئْتَ مِنْهُمْ رُعْباً
“Kendileri uykuda oldukları hâlde sen onları uyanık sanırdın. Onları sağa sola çevirirdik. Köpekleri de mağaranın girişinde ön ayaklarını uzatmış yatmakta idi. Eğer onların durumlarına muttalî olsa idin, dönüp de onlardan kaçardın ve gördüklerin yüzünden, için bir korku ile dolardı.” (el-Kehf, 18)
ASHAB-I KEHF UYANDIRILDI
Cenâb-ı Hak, Ashâb-ı Kehf’i uyandırdığında, onlar mağarada çok az bir zaman kaldıklarını zannettiler. Âyet-i kerîmelerde buyrulur:
وَكَذلِكَ بَعَثْنَاهُمْ لِيَتَسَاءَلُوا بَيْنَهُمْ قَالَ قَائِلٌ مِنْهُمْ كَمْ لَبِثْتُمْ قَالُوا لَبِثْنَا يَوْمًا أَوْ بَعْضَ يَوْمٍ قَالُوا رَبُّكُمْ أَعْلَمُ بِمَا لَبِثْتُمْ فَابْعَثُوا أَحَدَكُمْ بِوَرِقِكُمْ هذِهِ إِلَى الْمَدِينَةِ فَلْيَنْظُرْ أَيُّهَا أَزْكَى طَعَامًا فَلْيَأْتِكُمْ بِرِزْقٍ مِنْهُ وَلْيَتَلَطَّفْ وَلاَ يُشْعِرَنَّ بِكُمْ أَحَدًا
“Böylece Biz, aralarında birbirlerine sormaları için onları uyandırdık. İçlerinden biri:
«–Ne kadar kaldınız?» dedi.
(Kimi):
«–Bir gün, ya da günün bir parçası kadar kaldık.» dediler.
(Kimi de) şöyle dedi:
«–Rabbiniz, kaldığınız müddeti daha iyi bilir. Şimdi siz, içinizden birini şu gümüş paranızla şehre gönderin de, baksın, (şehrin) hangi yiyeceği daha temiz ise, size ondan erzak getirsin; ayrıca dikkatli davransın (gizli hareket etsin) ve sakın kimseye sezdirmesin!” (el-Kehf, 19)
إِنَّهُمْ إِنْ يَظْهَرُوا عَلَيْكُمْ يَرْجُمُوكُمْ أَوْ يُعِيدُوكُمْ فِي مِلَّتِهِمْ وَلَنْ تُفْلِحُوا إِذًا أَبَدًا
“Çünkü onlar, eğer size muttalî olurlarsa, ya sizi taşlayarak öldürürler veya kendi dinlerine çevirirler ki, o zaman ebediyyen iflâh olmazsınız.” (el-Kehf, 20)
İçlerinden bir tanesi, şehre erzak almaya gittiğinde elindeki asırlar önceye âit paraları görenler, onun bir define bulduğunu zannederek hükümdara şikâyet ettiler.
Zamanın yeni hükümdarı ise, sâlih bir kişi idi. Etrafındakilere dâimâ güzel nasihatte bulunur, onları tevhîde dâvet eder, “ba’sü ba’de’l-mevt”ten, yâni kıyamet koptuktan sonraki yeniden dirilişin sırlarından bahsederdi. Fakat teb’asının câhilleri, öldükten sonra dirilmeyi şüphe ile karşılar, bir türlü inanmazlardı. O da buna çok üzülür ve Cenâb-ı Hakk’a:
“Yâ Rabbî! Bu kavme inkâr ettikleri hakîkat husûsunda bir tecellî göster!” diye yalvarırdı.
Nihayet Ashâb-ı Kehf’ten olan genci karşısında görünce, sevinçle bunu etrafındakilere îlân ederek aradığı tecellînin tahakkuku sebebiyle Cenâb-ı Hakk’a hamd etti. Ardından Ashâb-ı Kehf’in yanlarına giderek onları ziyâret etti. Böylece ilâhî hikmet ve ibretler tezâhür etti. Bundan sonra Cenâb-ı Hak, Ashâb-ı Kehf’in ruhlarını kabzetti.
Ashâb-ı Kehf, îmânlarında sebat gösterip zulümlere katlanmaları, Allâh yolundan ayrılmamaları ve bu uğurda hicret etmelerinin bir bereketi olarak Kur’ân-ı Kerîm’de tekrîm buyrulmuştur. Öyle ki, bu kıssa dolayısıyla Kur’ân-ı Kerîm’deki bir sûreye bu sâlih kişilerin sıfatı verilmiş, ona “Kehf Sûresi” denmiştir. Bu sûrede Ashâb-ı Kehf’ten başka ehemmiyetli kıssalar da bulunmakla birlikte, sûreye bu ismin verilmesi, bu kıssanın husûsî ehemmiyetini ifâde etmektedir.
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, cuma günü Kehf Sûresi okunduğunda, bunun diğer cumaya kadarki günahlara keffâret olacağını bildirmiştir. (Süyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr, I, 98) Bu sûre; îman mücâdelesi, ba’sü ba’de’l-mevt, Mûsâ-Hızır kıssası, azamet-i ilâhiye tecellîleri gibi devamlı hatırda tutulması gereken mühim mevzûları ihtivâ ettiği için Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, her hafta okunmasını tavsiye etmiştir.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Nebiler Silsilesi-3, Erkam Yayınları
http://www.islamveihsan.com/ashabi-kehf-kissasi.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder