Ya öğrenen ol, ya öğreten ama üçüncüsü olma!
Öğrenen ol ki; hayat boyu zihnin genç ve diri kalsın. Her öğrendiğin yeni bilgiyle, şuur ve idrâkin yeni bir hediyeye mazhar olmuşcasına çocuklar gibi bayram etsin. İlim; hem dünya hem âhiret için öyle faziletlidir ki, sahibinin dimağında bayram sevinçlerini iktizâ eder. İşte bu lezzetin ârifi olan eski asırların âlimleri; aylar süren yolları bir tek bilgiye ulaşmak için kateder, devrin en büyük hocasının önünde diz çökmek için can atarlarmış.
Öğrenen ol ki; evden ilim öğrenmek için çıktığın andan dönünceye kadar, hadîs-i şerîfte belirtilen, “Allah yolunda olma”nın sevabı ve mertebeleri ile şereflen. Bir şeyden lezzet alma miktarın, onun hakkındaki bilginle doğru orantılıdır. Daha çok bil ki, daha şuurlu, daha huşûlu ibadetlerin olsun. Daha çok tanı ki; daha çok sev, gül devrinde yaşamış nice güzel insanı… Daha çok derinleş ki; gönül âleminde sûfîce yolculuk yapıp sana Hakk’a giden visâl yolları sunulsun.
TEFEKKÜR ETMENİN FAZİLETİ
Daha çok düşün; göz perdesinin ardındaki hakikatleri de aydınlansın yolun. Seriyy-i Sakatî Hazretleri’nin “bir saat tefekkürün, bir sene ibadetten hayırlı olduğu” müjdesiyle hayretlere düşsün zihnin… İslâm’ın akla verdiği ehemmiyeti gördükçe, artsın senin de ilmî mülâhazaların…
Öğrenen ol ki; zihnin Hak ile meşgul olunca mâlâyânî, vesvese ve boş işleri terk etsin. Sen ki âlemdeki bütün mahlûkâtın kendisine müsahhar kılındığı mükerrem insansın! Zihnin, onun-bunun söylentilerinden, yaptıklarını konuşmaktan, insanların cehâlet ile atılmış adımlarını resmetmekten yorulur. Zâhirî ve bâtınî ilimlerle düşünce dünyan dolsun ki, orada ibadetlerin aşk ve şevkini kıran bâtıl, seni alıkoymasın.
İLİMDEKİ SIR
Öğrenen ol ki; yere adım atarken zarifçe basmayı telkin et kendine… Çünkü Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; “ilim tâlibinin ayaklarının altında meleklerin kanatları”[1] olduğunu bildirmiş.
Çevrene bir bak! Suyun içindeki ateşte, nebâtâtın yetişip büyümesinde, hayatta ve ölümde, yaptığımız duâda, aldığımız nefeste, nazarımızı değdirdiğimiz her bir saniyelik karede bile kaç ilim sırrı gizli, müşâhede et. Sadece aklın değil, kalbin de iştirâk etsin, bu tefekkür sevincine…
Öğreten ol ki; Rasûl-i Ekrem’in “Peygamberlerin vârisleridir.”[2] dediği zümreye dâhil olmak için adım at!. İyilik ve hayır yolunda gözlerin hep en yüksekte, adımların da en önde olmak için yarışanlardan olsun. Peygamberlerden kalan bu mîrasa avuçlarını çatlatırcasına açıp, gönlüne dolan bu mirası başkalarına muhabbetle dağıt. Paylaştıkça devleşen bu kıymetli hazinenin tadı ile dünya ve âhirette lezzetlen.
İLMİN VE ANLAYIŞIN ARTMASI
Öğreten ol ki; âyet-i kerîmede geçen “…Eğer bilmiyorsanız, ehl-i zikre danışın!”[3] buyruğundaki, “müşârun ileyh: işaret edilen kişi” sen ol!.. Öğreten ol ki; “Bana bir harf öğretenin, kırk yıl kölesi olurum!” derken Hazret-i Ali -kerramallâhu vecheh-, oradaki köle olma durumunun sadece “vefâ” ya da “borç ödeme” duygusunu değil, aynı zamanda büyük bir sevgiyi kastettiğini idrâk et!..
Tâliplerinin bakışlarında sana olan muhabbeti gördükçe, ilminin bir meyvesi olan “Allah için sevmenin tadı” akacak öğrencilerinin ışık saçan gözlerinden… Her biri ümitle seslenirken sana, sen bir ebeveyn müşfikliği hissedeceksin içinde… İçindeki zerreleri dolduran ulvî duyguların şükrü içinde; “Allâh’ım, ilmimi ve anlayışımı artır. Beni sâlihlerle beraber kıl!” duâsı dökülsün dudaklarından…
Öğreten ol ki; insanı yücelten, “mükerrem insan” derecesine çıkaran, aklı ve ilmidir. Çünkü îman, akıl ile mümkündür. Âlim insan, toplumda ihtiram duyulan bir yere sahiptir, halk tarafından kendisine hürmet ve muhabbet gösterilir. Ama sen ilimde öyle derinleş ki; onun lezzetini almaktan başka ne makam-mevki olsun gözünde, ne de halkın ihtirâmı…
Hazret-i Ali’nin dediği gibi; “Ya öğrenen ol, ya öğreten, üçüncüsü olma!”
Belki İmâm Nevevî, İbn-i Hacerler gibi anneden doğdukları her gün için on beş sayfalık çalışma düşen adanmışlar olamasak da, samimî bir niyet ve öğrenme iştiyâkıyla biz de bu üçüncü zümreden olmaktan kurtulup dereceler katedebiliriz. Zira her bilenin üzerinde bir başka bilen vardır. Kudsiyetin sınırı olmadığı gibi, ilmin, hikmet, irfan ve kemâlin de hudûdu yoktur. Oradan insan, hep kendi kabınca doldurur.
DİPNOTLAR
[1] Bkz: Ebû Dâvud, İlim, 1.
[2] Ebû Dâvud, İlim, 1.
[3] Bkz: En-Nahl, 43; el-Enbiyâ, 7.
Kaynak: Büşra Küçüksucu, Şebnem Dergisi, Sayı: 156
http://www.islamveihsan.com/ucuncusu-olma.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder