Bütün fânî nîmetler bir kişide toplansa ve o, huzur ve saâdet içinde bin yıl yaşasa ne fayda!.. Sonunda gireceği yer, şu bastığımız kara toprağın altı değil midir?!
İnsan ibret almaz mı ki her fânî varlığın tâzelik ve zindeliği zaman değirmeninde dâimî bir sûrette öğütülmektedir. Âhiretten habersiz yaşanan bir dünyâda nefsânî hayâtı besleyen iltifatları kalıcı, dünyâ oyuncaklarını da sâhici zannetmek, ebedî istikbâl adına ne korkunç bir aldanıştır!..
İmâm Şâfiî Hazretleri’nin ifadesiyle:
“Kervanların, yolculuk esnâsında ev inşâ etmeleri akıl kârı mıdır?” 
Âhiret düşüncesinden mahrum bir vaziyette, sırf dünyâ rahatlığı elde edebilmek için son gününe kadar fânî lezzetler peşinde yorulanların hâli, ne hazin bir ömür isrâfı ve ne acı bir tükeniştir!.. Hiç ölmeyecekmiş gibi zamanlarını helâk
edenler, bir gün o ziyân ettikleri zamanlar için ne büyük bir nedâmet ve hasret duyacaklardır!.. Kendilerini nefsânî arzulara teslîm edenler, nefis planında ömürlerini devâm ettirmek için kabir ve onun ötesini düşünmekten sürekli kaçarlar. Bu bakımdan sînesine girecekleri ölüm, onlar için bir istikbâl endişesine dönüşür ve dehşetli bir kâbus kesilir. Çünkü her insan hayâl ettiği ve gönül verdiği dünyâda yaşamak ister. Akıllı bir insan, hiç kâşâneyi bırakıp da harâbeye gitmek isteyebilir mi? Halbuki bu dünyâyı îmâr edeyim derken âhiretini harâbe hâline getiren nice insan vardır.
Mevlânâ Hazretleri buyurur:
“Mala mülke fazla sarılma ki, vakti gelince kolayca bırakabilesin. Hem kolayca verip gidesin, hem de sevap kazanasın. Sen, seni sımsıkı tutana sarıl ki, evvel de Oʼdur, âhir de Oʼdur. Oʼnu bulmak istiyorsan, gönül gemini batıracak ne kadar nefsânî sıklet varsa, içinden çıkarıp at ki, sâhil-i selâmete vâsıl olasın.”
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Gönül Bahçesinden Öyle Bir Rahmet Ki, Erkam Yayınları

http://www.islamveihsan.com/ahiret-hayatini-heba-edenler.html