Zekât, İslâm toplumlarında sosyo-ekonomik şartların ıslahını hedef alan, ölçüleri ve harcama yerleri belirlenmiş bir malî ibadettir. Özellikle Ramazan ayında zekatı vermek ve sadakaları arttırmak daha faziletlidir. 
İbni Ömer radıyallahu anhümâ‘dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
İslâm dini beş esas üzerine kurulmuştur: Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın resulü olduğuna şehâdet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, hacca gitmek ve ramazan orucunu tutmak.”[1]
İSLAM’IN VAZGEÇİLMEZ ESASLARI
“İslâm; Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın resulü olduğuna şehâdet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, hacca gitmek ve ramazan orucunu tutmaktan oluşan beş temel üzerine kurulmuştur” diye tercüme etmek de mümkün görünen hadîs-i şerîf, zekâtın İslâm’ın beş temel esasından biri olduğunu ifade ettiği  için  burada zikredilmiştir.
“Bu İslâm’dır” veya “İslâm’ın esasıdır” denen her şey, hiç şüphesiz, İslâm dini açısından son derece önemlidir. İşte bu sebeple hadiste sayılan beş esastan her biri birer farz-ı ayn niteliğiyle, yani birilerinin yerine getirmesi ile diğerlerinin üzerinden asla düşmeyen, herkesin bizzat kendisinin işlemesi gereken ilkeler olmaları dolayısıyla Müslümanlığın yaşanması bakımından vazgeçilemez esaslardır. Zekât da bunlardan biridir.
ZENGİNİN MALINDA FAKİRİN HAKKI VAR
Zekât, kelime olarak temizlik, artma, lâyık olma,  bolluk ve bereket içinde yaşama anlamlarına gelir. Dinimizde ise, üzerinden bir sene geçmiş olan nisap miktarı malın yüzde iki buçuğunu veya kırkta birini bir fakire vermektir.
Böylesi bir malî ibadete “zekât” denilmesi, zekâtı verilen malın artmasından ve âhirette sevaba vesile olmasından ötürüdür. Bu artış, “Allah rızâsı için her ne harcarsanız, muhakkak Allah onun karşılığını verir” [Sebe’ sûresi (34), 39] âyetinin teminatı altındadır.
Zenginlerin mallarında isteyen fakirin de, iffetinden dolayı istemeyen fakirin de hakkı vardır [Zâriyât sûresi (51), 19]. Bu âyetle belirlenmiş olan  hakkını zenginden alan fakirlerin duyacağı gönül ferahlığının o malın artışında etkisi olacağı gibi, bu hakkı  teslim etmeyenlerin malının bereketsizliğinde hatta bir şekilde eriyip gitmesinde de aç gözlerin eritici tesiri olsa gerektir. Zekât, mevcut malın kırkta bir ölçüsünde  eksilmesi gibi görünse de,  başkalarının hakkından arındırılmış bir malın artacağına dair ilâhî garanti verilmiştir. Toplumda görülen gerçek de budur. Zekâtını verenlerin malları bir şekilde artmakta, cimrilik edip zekât vermeyenlerin servetleri ise, eninde sonunda eriyip gitmektedir.
MÜSLÜMANLARIN SOSYAL DAYANIŞMASI
Sosyal dayanışmayı hemen hemen her sistem kabul ve teşvik eder. İslâm dini ise, onu bir “hak” olarak kabul eden ve mutlaka yerine getirilmesi gerekli bir farz hükmüne yükselten yegâne dindir. Bu sebeple hadisimizde de görüldüğü gibi zekât, İslâm’ın beş temel esasından sayılmıştır.
İslâm’ın bütün esasları gibi zekât ilkesi de Kitap ve Sünnet ile sabit ve İslâm tarihinin başlangıcından, (hicretin ikinci yılından) beri ümmet-i Muhammed içinde yaşayagelmiş dinî bir emirdir.  Zekât’ın inkâr edilerek verilmemesi savaş sebebidir. Nitekim ilk halife Hz. Ebû Bekir’in, zekât ile namazın arasını ayıranlara yani namaz kılıp da zekât vermeyenlere savaş açtığı bilinmektedir.
Beş esasın hadisimizdeki sayımı, farz oluş sırasına göre bir sayım değildir. Bu beş ibadet niteliklerine göre bir sıralamaya tâbi tutulmuştur. Şöyle ki; ibadetler ya fiilî ya da terkî niteliklidir. Fiilî olan yani bir iş olarak ortaya konan ibadetler de kelime-i şehâdet gibi lisânî, namaz gibi bedenî, zekât gibi malî,hac gibi hem malî hem bedenîdir. Yeme-içme ve cinsî ilişkiden vaz geçme esasına dayalı olan terkî ibadet ise oruçtur. İşte hadisimizde bu beş ibadet bu noktadan ve bu sıra ile sıralanmıştır.
HADİSTEN ÖĞRENDİKLERİMİZ
1- İslâm’ın beş esasından biri olarak zekât, şartlarını taşıyanlar için farz-ı ayn bir ibadettir.
2- Zekâtı inkâr eden kâfir olur.
3- Zekât, İslâm toplumlarında sosyo-ekonomik şartların ıslahını hedef alan bir malî ibadettir.
4- Zekât, ölçüleri ve harcama yerleri belirlenmiş dînî bir vergidir. Onu laik düşünce ve ölçülerle belirlenen ve harcanan vergilerle karıştırmamalıdır.
[1] Buhârî, Îmân 1, 2; Tefsîru sûre (2), 30; Müslim, Îmân 19-22. Ayrıca bk. Tirmizî, Îmân 3; Nesâî, Îmân 13
Kaynak: Riyazüs Salihin, Hadis-i Şerif Tercümesi, Erkam Yayınları

http://www.islamveihsan.com/mal-ve-parayla-yapilan-ibadet.html