İslâm dîni cemiyet nizâmını mânevî ve maddî olmak üzere iki temel üzerine kurmuştur. Müslümanın namazı, evrâd ve ezkârı cemiyetin mânevî hayatını tanzim ederken, Müslüman olan zenginlerin verdikleri zekât ve malî ibadet de maddî nizamı tesis etmektedir.
Kur’ân-ı Kerîm’in 28 yerinde namaz kılmakla zekât vermek beraber zikredilmiş.
Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz ehemmiyetine binaen tebliğ ve talimlerinde bu ikisini biribirinden ayırmamıştır. Hatta o kadar ehemmiyetlidir ki kendilerine yapılan biâtlarda zekâtı, husûsiyle tasrih buyurmuşlardır.
Hulefâ-i Raşidin radıyallahu anhüm ecmaîn hazerâtı da bunu çok büyük bir titizlik içinde tatbik etmişlerdir. Hatta Ebû Bekir radıyallahu anh hazretleri zekât vermekten imtina edenlere karşı amansız bir mücadele açmış, bu hususta kararını şu kesin çizgilerle ifâde etmiştir.
“Vallahi Rasûlullah’a verdikleri (bir yıllık) oğlağı vermekten imtina edenlerle elim kılıç tuttukça mukatele ve muharebe ederim.”
ZEKAT, MALIN SİGORTASIDIR
Zekâta önceden verilen ve şimdi verilmesi gereken ehem­miyet bu kelimelerden daha güzel neyle ifâde edilebilir. Demek oluyor ki “ben Müslümanım” diyen ve zekâtla mükellef olan herkesin zekâtını mutlaka vermesi gerekmektedir. Zekât vermemenin vebâlini taşıyabilecek hiçbir Müslüman yoktur. Zekât aynı zamanda malın sigortasıdır.
Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz:
– “Kim malını korumak istiyor ise zekâtını versin” buyurmuşlardır.
Zekât’ın Hikmetleri:
Zekât insanı aşırı ihtiraslardan kurtarır. İyilik yapmaya alıştırır. Şefkat hislerini kamçılar, yükseltir ve kemâle erdirir.
ZEKAT, MALIN ARTMASINA VESİLE OLUR
Zekât, Cenâb-ı Hakk’a karşı malî bir şükür olmakla, malın artmasına vesîle olur. Ve insanı (Şekûr) olan Allah’a yaklaştırır.
Zekât, fakir ile zengin arasında bir ahenk tesis eder. Fakirdeki kıskançlık duygularını yok eder. Dolayısıyla fakirle zengin, dost olmuş olur.
Zekât, içtimâi dengeyi sağlar, malın faydasız şekilde elde tutulmasını önler. Cemiyet fertlerini birliğe sevk eder ve cemiyeti temizler.
Bu sayılan fâidelerinin bir kısmı ferdî, bir kısmı ictimaîdir. Bunları da şu cümlede hülasa etmek mümkündür.
ZEKAT, İÇTEKİ HASTALIKLARIN DEVASIDIR
İnsan yaradılışı itibariyle dünyaya meyyaldir. Dünya malı ise çekicidir. Ona kapılanlar doymak bilmezler. Mal yığıldıkça insanın hırsı artar, muhteris olur. Gözünü madde ve mal hırsı bürümüş olan insanda merhamet ve şefkat hissi azalır. İyilik etmek ona zor gelir. Böyle insan ruhen hasta, bedenen ızdırabdadır. Zekât içteki bu gibi hastalıkların devâsıdır.
Hatasını bilip istiğfar edeceği yerde, kalbinin kararması dolayısıyla (Ben çalıştım kazandım) kanâatıyle fakirleri hor görür. Dar görüşü sebebiyle, çok bilgili, çalışkan insanların dünyevî nasipleri kısır olduğu için fazla servete malik olamadıklarını düşünemez.
Namazını kılıp orucunu tutan hatta nafile ibâdetlerle meşgul olan Müslüman kardeşlerimizin yekünlü bir kısmı Cenâb-ı Hakk’ın bu emrini yerine getirmekte gevşeklik göstermektedirler. Hâlbuki zekât vermek hakkına sâhip olan her Müslüman, her sene başında malının hesabını yapıp o sene içinde geciktirmeden, malının zekât vermesi icâb eden kısmının kırkta birini verecektir. (Arabî ay hesabı ile)
Hayvan besleyenler hayvanlarının zekâtını, ziraatle meş­gul olanlar da mahsullerinin öşrünü vermelidirler ki, bu Ce­nâb-ı Hakk’ın emridir. İnce düşünülürse, ihmalinde fakirlerin hakkı verilmediği için bu emri yerine getiremeyenler zâlimlerden olmuş olabilirler. Bu hususta geniş malûmat isteyenler, Hamdi Döndüren Bey’in İslâm İlmihâlinden istifade edebilirler.
Sâdık Dânâ, Altınoluk Sohbetleri-4. s. 135-146
Kaynak: Sâdık Dânâ, Altınoluk Dergisi, Sayı: 387

http://www.islamveihsan.com/malin-ve-servetin-sukru.html