Allah’ın muhabbetine ancak, O’nun Resulü’ne itaat, teslimiyet ve bilhassa muhabbet yolundan ulaşabiliriz. Bu yolda en ufak bir ihmâl, tereddüt veya şüphesi olana, ilâhî muhabbet kapısı kapalı kalır.
Peygamber Efendimiz’e muhabbetin, Allah’a muhabbet; O’na itaatin, Allah’a itaat; O’na isyanın da Allah’a isyan mâhiyetinde olduğu, âyet-i kerîmelerle sâbittir.
NASİPSİZLİĞİN NEDENİ
İmâm-ı Rabbânî Hazretleri buyurur:
“(Allah’ın râzı olacağı güzel bir kulluğa) muvaffak olmamızda gayretlerimizin payı ne ki! Ne varsa hepsi Allah’ın lûtfudur. Ama buna mutlakâ bir sebep gösterilmesi gerekirse derim ki, bütün lûtufların sebebi; gelmiş ve gelecek bütün insanlığın efendisi olan Efendimiz’e bağlanıp Oʼnun mübârek izinden git­mektir…
İnsana bir şeyin azı veya tamamı nasip olmamışsa bunun tek sebebi, Peygamber Efendimiz’e tam olarak uyma hususunda bir kusurunun olmasıdır. Bir defasında gaflete düşerek abdesthâneye sağ ayağımla girdim. (Sünnet’e uymayan bu davranışım sebebiyle) o gün birçok mânevî hâlden mahrum kaldım.”
“KİM RESÛL’E İTAAT EDERSE ALLAH’A İTAAT ETMİŞ OLUR”
Kulu Rabbine yaklaştıran feyiz ve rûhâniyete ancak, Efendimiz’e tam bir teslîmiyetle itaat ederek erişilebilir. Zira âyet-i kerîmelerde Rabbimiz şöyle buyurur:
“Kim Resûl’e itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur…” (en-Nisâ, 80)
“(Resûlüm!) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın…” (Âl-i İmrân, 31)
Yani Allah Teâlâ’nın muhabbetine ancak, O’nun Habîbi’ne itaat, teslîmiyet ve bilhassa muhabbet yolundan ulaşabiliriz. Bu yolda en ufak bir ihmâl, tereddüt veya şüphesi olana, ilâhî muhabbet kapısı kapalı kalır. Zira Hazret-i Peygamber’e muhabbetin, Allah’a muhabbet; O’na itaatin, Allah’a itaat; O’na isyanın da Allah’a isyan mâhiyetinde olduğu, âyet-i kerîmelerle sâbittir.
Bu yüzden mü’min, büyük-küçük her hareketinde, Kur’ân’ın fiilî bir tefsîri demek olan Habîbullah Efendimiz’in hayat tarzına, yani Sünnet-i Seniyye’ye tam bir riâyet hassâsiyetiyle dolu olmak mecburiyetindedir.
Zira şu bir hakîkattir ki, Efendimiz’in sünnetlerine lâyıkıyla sarılan mü’minlerin -ekseriyetle- farzları yaşamakta da herhangi bir tâvizi, noksanı, ihmâli olmamaktadır. Fakat sünnetleri ihmâl edenlerin, farzlarda da büyük fireler vermeye açık oldukları, bilinen bir gerçektir.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, İmam-ı Rabbani, Erkam Yayınları