ALLAH BİZİ
BİRBİRİMİZLE TAMAMLADI
Yıllar
önce bir gazetenin internet sayfasından kopyalamıştım.
**
Bayram
ziyaretlerini tamamlayıp evinize çekildiyseniz toparlanın, Duisburg'a
gideceğiz. Sizi öyle bir çiftle tanıştıracağım ki bazı kelimelerin anlamını
yeniden düşüneceksiniz. Mesela sevgiyi, sabrı, sebebi ve sonucu.
Mesela
mucizeyi, metaneti, mazlumiyeti ve mücadeleyi. Mesela inancı, emeği ve
vefayı...
Kapıyı
evin beyi açacak, 'hoş geldiniz' diyecek. Eşi ayaklarıyla değil, gözleriyle
ayağa kalkacak. Genç kadın koltuğunda, etrafı yastıklarla desteklenmiş, bir
bebek masumiyetiyle ellerini uzatacak. Tanıştıracağım, "Bu Gülseren
Mirici. 33 yaşında. Bu da Reşat Mirici. 37 yaşında. 7 yıl oldu evleneli. Reşat,
Gülseren'in eli ayağı, Gülseren, Reşat'ın beyni kalbidir."
Hikaye
lafı benim ağzımdan alacak, kendi kendisini anlatacak: Gülseren'in hastalığı
dokuz aylıkken fark edilmiş: Spinal kas atrofisi. Spinal omurilikten gelen
demek. Atrofi ise gerilemek anlamına geliyor. "Gitgide eriyecek kasları.
En fazla 10 yaşına kadar yaşar." denmiş. Ondan önce ablası aynı hastalıktan
ölmüş, ama o yaşadı. Doktorlar yaşamasını mucize olarak değerlendirdiler. O ise
"Mucizenin sahibi Allah." dedi.
Hiçbir
zaman yürüyemedi, ama normal sandalyede dik oturabildiği, ip atlayan
arkadaşlarına ipi çevirdiği günler oldu. Liseyi bitirdi, on yıl santralcı
olarak çalıştı. Hastalığı ilerledi, kamburlaştı, desteksiz dik duramaz hale
geldi. Vücudu yamulduğu için iç organları yer değiştirdi. Ses teli felci
geçirdi. Malulen emekli oldu.
Hastalık
kişiliğini olumsuz yönde etkilemedi. Bunu "Her şeyin Allah'tan geldiğine,
bunun benim için bir imtihan olduğuna inanmasam belki zorlanırdım." diye
açıkladı.
Hiç isyan
etmedi mi? Hayır, sadece "Keşke vücudum biraz düz durabilseydi de
istediğim giysiyi alabilseydim" dediği oldu. Bir de üniversitede psikoloji
okumak isterdi. Çünkü insanların ruh haliyle ilgilenmeyi, sorunlarına çözümler
üretmeyi hep sevdi.
Reşat
Almanya'ya bir aylıkken geldi ama üç yaşında Türkiye'ye gönderildi, 24 yaşında
yeniden Almanya'ya döndü. Üniversiteyi kazandı; ama okuyamadı. Değişik
şirketlerde çalıştı, sonunda 'İş ve İşçi Bulma Kurumu'nda memur oldu. Alkol
alışkanlığının dağıttığı Tarsuslu çok varlıklı bir ailenin çocuğuydu. Baba,
dede ve amcaları alkolden öldü, bütün mal varlıkları yok oldu. Reşat 25 yıl
alkolden tiksindi. 25'inden 30'una alkolle dost oldu. Kendini batağa saplanmış
hissederken Gülseren'le tanıştı. İçindeki bütün boşlukları Gülseren'in
doldurduğunu hayretle gördü. Olacak iş değildi, özürlü bir kadın, yavaş yavaş
bütün taşlarını yerli yerine oturtuyordu. Kendi dik duramazken, tatlı diliyle
onu hayata kaldırıyordu.
Reşat
annesini 15 yaşındayken tanımıştı. Babası annesiyle ayrılınca Reşat'ı
Türkiye'de anneannesi büyütmüştü. Çocukken babasıyla jandarma ve polis zoruyla
görüşmesi, öldü zannederken annesini karşısında bulması, 37 defa ameliyat olmuş
bir kanser hastası olduğunu öğrenmesi, çilesine hürmet ederken onu terk etmesini
asla affetmemesi, Cizre'deki askerlik dönemi vs. travma üstüne travmaydı.
Reşat
fastfood restoranda çalışırken, Gülseren müşterisiydi. Onun özürlülüğüne rağmen
verdiği mücadeleyi görünce, gözlerinin arkasındaki dünyayı keşfetmek istedi.
"O bu haliyle mücadele ediyorsa ben sağlıklı olarak niye etmeyeyim?"
dedi. Arkadaş oldular, dertleştiler, birbirlerinde yeniden doğdular. Gülseren'e
göre Reşat sıcakkanlıydı, çabuk öfkeleniyordu. Anne sevgisi almamasına bağladı
bunu. Ama fedakardı. "Ben fedakarlık yapıyorum" havasına girmiyordu.
Kendini hep verme durumunda hissediyor, almayı bilmiyor, alırken rahatsız
oluyordu. Gülseren onun sorunlarına çözümler üretebildiğini, düştüğü kuyudan
çekip çıkarttığını açıkça gördü.
Reşat'a
göre de Gülseren ona anne, baba, kardeş, arkadaş, sırdaş oldu. Diyalogları öyle
gelişti ki, sevgiden öteye geçtiler, çok derin bağlarla birbirlerine
bağlandılar. 'Acaba Reşat başka kadınlarda o derinliği bulamamış mıydı?'
sorusunu, "O yönde bir arzum yoktu zaten. Sorunlu bir kişiydim kadınlara
karşı. Boyum kısa diye kompleksim vardı. Gülseren'le maneviyatımı doldurdum.
Evleneceğimizi hiç düşünmüyordum. Tanıştıktan iki yıl sonra Gülseren bir yere
gideceği zaman, kıskançlık duyguları başladı bende. Bu ilişki yeşerdi yeşerdi,
en sonunda evliliğe karar verdik." diye cevapladı.
Reşat
ilan-ı aşk etti. Gülseren de onu seviyordu, ama duygularını bastırıyordu.
Durumu farklı olduğu için bir gün aşık olurum düşüncesi olmamıştı. Evlilik
deyince aklına iki sağlıklı insan geliyordu. Türk aile yapısında kadının
erkeğine hizmet etmesi gerekiyordu. Fiziği buna izin vermezdi. Normal bir
evliliği sürdüremezdi. Sevdiği insan acaba ona sevgi değil de merhamet mi
duyuyordu? Çünkü bakımı çok ağırdı. Geceli gündüzlü ona hizmet edilmesi
gerekiyordu. Ona bakan bir kişi kendinden çok şey feda etmeliydi. Bunu yapacak
insan onu gerçekten seviyor demekti.
İki yıl
düşündüler, acaba bu evliliği kaldırabilecekler miydi? En büyük görev Reşat'a
düşüyordu. Yarı yolda bırakıp vebal altına girmek istemedi. Ama baktı ki, Gülseren'in
beyni ve kalbi kendisini ayakta tutuyor, ona sonuna kadar el ve ayak olmaya
karar verdi.
Fakat
ailesi karşı çıktı özürlü bir kadın almasına. Sülalenin tek erkeğiydi, torun
bekliyordu herkes ondan. Dinlemedi kimseyi. Gülseren'in ailesi de onun duygusal
açıdan bir şeyler yaşayabileceğini hiç düşünmemişti. Caydırmaya çalıştılar,
'yürümez bu iş' dediler. Şöyle söyledi onlara:
"Şu
an ben mutlu olacağımı düşünüyorum. Normal insanlar da mutlu olacaklarını
düşündükleri için evlenirler. Bu sonradan değişebilir. Ben o değişimi de
kabullenirim. O zaman buraya kadarmış diyebilirim." Böyle düşünerek
"evet" dedi Reşat'a. Kaçtılar, gizlice nikah kıydılar. 7 yıldır hiç
pişman olmadılar.
Soruldu:
"Gülseren acaba ara sıra Reşat beni aldatır mı, benden bıkar mı diye
düşündüğün oluyor mu?" Dedi ki: "Olmuyor. Çünkü ben sonradan özürlü
olmuş değilim. Beni zaten baştan böyle tanıdı. Öyle bir yapıya sahip bir insan
olsaydı evlenmeyi düşünmezdi. Zaman zaman tabii ki yorulduğu, gerildiği oluyor.
Bunları benim normal karşılamam, fazla hassas davranmamam gerekiyor.
Yorgunluğunu onunla paylaşmalıyım ki üzerinde birikmesin.
Rahatlayabilsin."
Gülseren
evlenmeden bir yıl önce başını örtmeye karar verdi. Bu Reşat'ın kararı değildi,
ama sevdiğine engel olmadı. Gülseren o süreci şöyle anlattı:
"Ben
çok okuyan bir insanım. Tercihim psikolojik ve dinî kitaplar. Reşat manevi
boşlukta olduğu için ben ona bazı kitaplar veriyordum. Allah'a sığınmasını, çok
dua etmesini söylüyordum. Ona o kitapları verirken ben de onların içine dalıyordum.
Kapanma kararını bu yoğunlukta aldım. Reşat'a bildirmeden önce o bana sordu:
Kapanmayı mı düşünüyorsun artık?" Reşat "Hissettim bu kararı
verdiğini. His kanallarımız derindi. Frekansı iyi ayarlamıştık yani." dedi
buna. Hissi kablel vuku derlerdi ya eskiler, işte böyle bir şeydi...
Gülseren
kendisine bahşedilen bu mutluluğa, muhtaçlara yardım faaliyetlerini organize
ederek karşılık veriyor. Bir hanımlar grubu var ve onlarla birlikte üç boyutlu
resimler yapıyor, kermesler düzenliyor, öğrenciler için burslar ayarlıyor.
Mağduriyetine rağmen her sene Ramazan'da Duisburg'da bursla okuyan talebelere
evinde iftar yemeği veriyor. Eşiyle birlikte Etiyopya'da bir çocuk okutuyor.
Zaman zaman "Reşat'a bir şey olsa n'aparım?" diye soruyor. İçinden
bir ses "Allah kimseye taşıyamayacağı yükü vermez." diye fısıldıyor.
Onu rahatlatıyor. "İkimiz de bu yükü taşıyabilecektik ki Allah evlenmemize
izin verdi." diye düşünüyor.
Gözlerindeki
sevinçle korku karışımı ışığa iyi bakmak ve "Siz ikiniz birer
mucizesiniz." demek lazım şimdi onlara. O zaman Gülseren
"Haklısınız" diyecek, "Doktorlara göre benim çoktan ölmem
lazımdı. Küçükken hep soruyordum. Ablam aynı hastalıktan öldü de, ben neden
ölmedim? Acaba ben neden hayattayım? O çocuk olarak cennete gitti. Ama ben bir
sürü imtihanlardan geçiyorum. Tabii çevremdeki insanlar için de ben bir
imtihanım. Zaman zaman soruyorum bu soruyu. Yaşamamın bir sebebi vardır
diyorum. Bazen evliliğimize yoruyorum o sebebi. Söylediğim gibi eşim geçmişte
çok büyük sorunlar yaşadı. O yüzden bazen zor bir insan olabiliyor. O zaman ona
yardımcı olmak gerçekten gerekiyor. Bazen acaba sebebi bu mu diyorum. Onun
hayatına girmem, onun Almanya'ya gelme sebebi ben miydim? Herkesin harcı değil
bana bakmak. Şu an ben evde olsaydım annem bana bakamazdı. Beni taşıyamazdı.
Kardeşlerime kalacaktım. Onların da kendi aileleri var. Çok zor olacaktı her
şey. Çok açık. Allah bizi birbirimizle tamamladı."
Ben sizden
önce gittim evlerine. Keşke daha samimi bir fotoğraf çekilebilseydi, dedim.
"Hay hay." dediler. Reşat "En büyük korkum, ben yokken bayılması
veya düşmesi. O anda kendisine yardım çağıramadan, saatlerce öyle kalma
ihtimali beni çok üzüyor. Çabuk paniğe kapılıyor çünkü. Panik halinde de kalp
bir anda 150'ye vurabiliyor." derken Gülseren'in dudakları titredi. Ellerini
tuttum, çok güzeldi, porselen gibiydi, bebeksiydi. Alnından öptüm. 'Allah bütün
korkularını gidersin' dedim. Onu ağlatmak istemedim.
Mücadelesi etkiledi
Reşat
fastfood restoranda çalışırken, Gülseren müşterisiydi. Onun özürlülüğüne rağmen
verdiği mücadeleyi görünce, gözleri-nin arkasındaki dünyayı keşfetmek istedi.
"O bu haliyle mücadele ediyorsa ben sağlıklı olarak niye etmeyeyim?"
dedi. Arkadaş oldular, birbirlerinde yeniden doğdular.
Gülseren'e el ayak oldu
İki yıl
düş ündüler, acaba bu evliliği kaldırabilecekler miydi? En büyük görev Reşat'a
düşüyordu. Yarı yolda bırakıp vebal altına girmek istemedi. Ama baktı ki,
Gülseren'in beyni ve kalbi kendisini ayakta tutuyor, ona sonuna kadar el ve
ayak olmaya karar verdi.
Gizlice evlendiler
Aileleri
evliliklerine karşı çıktı. Caydırmaya çalıştılar "Bu iş yürümez"
dediler. Mutlu olacaklarına inanan çift kaçıp gizlice nikah kıydı ve 7 yıldır
hiç pişman olmadılar. Gülseren ve Reşat Mirici çifti " Çok açık, Allah
bizi birbirimizle tamamladı." diyorlar.
***
Bu yazı
2006 yılındaydı, sonra boşanmışlar.
Almanya'nın
Duisburg kentinde bedensel engelli olmasına rağmen Güldeste Derneğini kurarak
pekçok hayırlı işlere imza atan, üç kitap yazan Gülseren Gümüş 2013’de Almanya’da
vefat etti ve memleketi Trabzon’da toprağa verildi. Allah rahmet eylesin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder