Şeyh Sâdî buyurur: “Ey Âdemoğlu! Bazen nîmet içinde mağrur ve gâfil; bazen yoksulluk içinde ümitsiz ve mahzunsun… İşte neşeli ve kederli zamanındaki hâlin budur. Bilmem ki Rabbine (hamd, şükür ve rızâ hâlinde) kulluğu ne zaman edeceksin?!..”
Nîmetleri ihsân eden Cenâb-ı Hak’tır. Kula düşen ise, kendisine lûtfedilen nîmetlerin şükrünü îfâya gayret gösterip, nâil olduğu bu ihsan ve ikrâmı, Cenâb-ı Hakk’ın kullarına cömertçe tevzî edebilmektir. Zira nâil olduğu nîmet karşısında tevâzû içerisinde şükredip, karşılaştığı bütün sıkıntı ve musîbetler karşısında büyük bir metânetle sabredebilmek, murâkabe şuuruna ermiş bir kalbin sanatıdır. Cenâb-ı Hakk’ın rızâsını kazandıran bu şuurdan mahrum bir gönül, darlık ve bolluk, felâket ve saâdet, hastalık ve sıhhat gibi farklı hâllerde dâimâ farklı davranacaktır. Bu hakikat, âyet-i kerîmede şöyle ifâde buyrulmaktadır:
“İnsan var ya, Rabbi kendisini imtihan edip de ikramda bulunduğunda ve bol nîmet verdiğinde; «Rabbim bana ikram etti.» der. Onu imtihan edip rızkını daralttığında ise; «Rabbim beni önemsemedi.» der.” (el-Fecr, 15-16)
SEVİNÇLER VE KEDERLER GEÇİCİ
Bir imtihan yurdu olmasından dolayı dünya hayatı, dâimâ sevinç veya keder hâli üzere devam etmez. Bu sebeple, sevinç vesîlesi bir durumla karşılaşınca şımarmak, keder sebebi bir iptilâya uğradığında da ölçüsüz şekilde üzülmek, kişiyi büyük yanlışlara sürükleyebilir. İşte bu tehlikeli durumdan mü’min, ancak nîmete kavuşunca şükretmek, sıkıntıya düşünce sabır göstermekle kurtulabilir.
Hazret-i Mevlânâ ne güzel buyurmuştur:
“Senin iç dünyan bir misâfirhâne gibidir. Sevinçler de, kederler de gelip geçicidir. Ne sevinçlere aldan, ne de gamları kendine dert edin! Gamlar sürûruna mânî olursa üzülme; çünkü o gamlar, sabredersen senin için sevinç ve neşe hazırlamaktadır.”
BÜTÜN HAYATI HAYIR ÜZERE GEÇİREBİLMENİN YOLU
Dolayısıyla denilebilir ki, şükür ve sabır, bütün hayatı hayır üzere geçirebilmenin yegâne yoludur. Bunu da Allah Teâlâ yalnız mü’minlere ihsan buyurmuştur. Nitekim Ebû Yahyâ Suheyb İbni Sinân radıyallâhu anh-’tan rivâyet edildiğine göre Rasûlullah –sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Mü’minin durumu gıpta ve hayranlığa değer. Çünkü her hâli kendisi için bir hayır sebebidir. Bu özellik, sadece mü’minde vardır:
Sevinecek olsa şükreder; bu onun için hayır olur. Başına bir belâ gelecek olsa sabreder; bu da onun için hayır olur.” (Müslim, Zühd, 64)
Unutulmamalıdır ki şükür, şımarıklığa, aşırılığa, dolayısıyla da nîmetin zevâline engel olma irâdesidir. Nitekim Cenâb-ı Hakk’ın şükür hakkındaki vaadi, âyet-i kerîmede şöyle bildirilmiştir:
“…Şükrederseniz (elbette size olan) nîmetimi artırırım…” (İbrahim, 7)
Bu hakikati, Şeyh Sâdî-i Şîrâzî Hazretleri de şöyle ifâde eder:
“İyilik bilen insanlar, nâil oldukları nîmeti, şükür çivisiyle mıhlarlar.” Yani Allâhʼa şükretmek sûretiyle o nîmetin elden gitmesine mânî olma firâsetini gösterirler.
Ayrıca Hazret-i Mevlânâ’nın buyurduğu gibi:
“Nîmete şükretmek, nîmetten daha hoştur. Şükrü seven kimse, şükrü bırakır da nîmet tarafına gider mi? Şükretmek, nîmetin canıdır. Nîmet ise deri gibidir, kabuk gibidir. Çünkü seni Dostʼun kapısına ancak şükür götürür. Nîmet insana uyanıklığın zıddına gaflet de verebilir. Şükretmek ise, dâimâ uyanıklık getirir. Sen aklını başına al da şükür nîmeti ile gerçek nîmeti avla!”
ŞÜKÜR ÎMÂNIN YARISIDIR
Allah Rasûlü –sallâllâhu aleyhi ve sellem– Efendimiz, “Şükür, îmânın yarısıdır…” (Süyûtî, I, 107) buyurmuşlar ve kendilerinde bulunan herhangi bir nîmetin başkalarında olmadığını gördüğünde de, hemen Allâh’a şükretmişlerdir. Nitekim bir defasında kötürüm bir hastanın yanına uğrayıp onun hâlini gördüğünde, hemen hayvanından inerek şükür secdesine kapanmıştır. (Heysemî, II, 289)
Bu sebeple Şeyh Sâdî-i Şîrâzî de bizleri şöyle îkâz etmektedir:
“Yolu üzerindeki kuyuyu fark etmekten âciz bir kör gördüğün zaman (sana verdiği görme nîmeti için) Allâh’a şükret. Şükretmezsen, sen de kör sayılırsın.”
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Şebnem Dergisi, Sayı: 79

http://www.islamveihsan.com/butun-hayati-hayir-uzerine-gecirebilmenin-yolu.html