“Nefsi tezkiye, kalbi tasfiye” gönlü arındırma sanatıdır. Gönlü arındırma sanatından kasıt nefsin tezkiyesi (temizlenmesi) ve kalp tasfiyesidir (arıtılmasıdır). Gönül arındırma sanatından bizlere en güzel örmek Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellemdir.
Bu sanatta bizlere nümûne-i imtisal, en güzel örnek de Rasûlullah –sallâllâhu aleyhi ve sellem– Efendimiz’dir. Gayemiz O’na benzeyebilmektir. Yani duygularımızın O’nun duygularına benzeyebilmesi için bir ömür gayret etmemiz zarûrîdir. O’nun rûhânî dokusundan hissiyat almamız zarûrîdir. Çünkü sevilenin hâli sevende sirâyet hâlindedir.
SAHABÎ EFENDİLERİMİZDEN ÖRNEKLER
Ashâb-ı kiram; duygularını, Efendimiz’in hislerine benzetebilmenin derdindeydi… İç dünyalarını; O’nun gönül âleminden, rûhânî dokusundan hisselerle tezyîn edebilmek, onların yegâne arzusuydu. Çünkü, onlara bu hedefi, Fahr-i Kâinât Efendimiz;
“Kişi sevdiği ile beraberdir.”(Buhârî, Edeb, 96) buyurarak göstermişti.
Ashâb-ı kirâmın bütün derdi, o kalbî beraberliği takviye ederek; mahşerde ve cennette de sürdürebilmek iştiyâkı oldu.
Zira; Muhabbet iki kalp arasındaki bir cereyan hattıdır.
TEZKİYE VE TASFİYENİN BİRİNCİ EVRESİ
Muhabbetteki çekim ve akışı iki cihetten ele almak îcâb eder:
Birincisi sâlikten mürşide, ümmetten Rasûlullâh’a, kuldan Cenâb-ı Hakk’a; yani aşağıdan yukarıya doğrudur.
Bu cihetteki muhabbet hayranlıktır. Aslen sevende, sevilenin; cemal, kemal, hikmet, kudret gibi müstesnâ husûsiyetlerine karşı güçlü bir hayranlık duygusunun husûle gelmesidir. Âşık vuslat arzular. Fakat, mahbubu, onu sevmedikçe bu mümkün değildir. Seven, sevilenin muhabbetine nâil ve civârına vâsıl olmak ister. Ayrılıktan ızdırap duyar. Benliğinden de geçer. Çünkü benliği, ayrılık sebebidir. Benliğe ait duygular, onu sevdiğinden uzak tutmaktadır. «Ben»i yok eder, «O» olur. Hayranlık içinde «O»na benzemeye, «O»nda fânî olmaya çalışır.
Bir Hak dostu buyurur: Sen çıkınca aradan, kalır seni Yaradan..
TEZKİYE VE TASFİYENİN İKİNCİ EVRESİ
Muhabbet cereyanının ikinci yönü ise, mürşidden sâlike, Rasûlullah’tan ümmete, Mevlâ Teâlâ’dan kula doğru, yani yukarıdan aşağıya doğrudur. Bu muhabbet, vasıf ile tecellî eder. Seven, sevdiğinde kendi vasıflarını görürse muhabbet tecellî eder.
Herkes evlâdını sever. Fakat Hazret-i Yakub, 12 evlâdı içinde, babası ve dedesi gibi kendisine de lutfetilen nebevî ve mânevî rûhâniyeti; sadece oğlu Yûsuf’ta görmüş, bu sebeple ona ayrı bir muhabbet duymuştur.
Cenâb-ı Hak, en çok Habîbullah –sallâllâhu aleyhi ve sellem– Efendimiz’i sever. Çünkü O, Allah Teâlâ’nın cemâlî sıfatlarının en müstesnâ tecellîgâhı olmuştur. Esmâ-i hüsnâdaki Raûf ve Rahîm sıfatları Kur’ân-ı Kerim’de Efendimiz için de serdedilmiştir.
Anlaşılmaktadır ki;
Allah Teâlâ’yı seven ve esmâ-i hüsnâsına hayran olan kullar; Allâh’ın da kendilerini sevmesi için, cemâlî vasıflarla mücehhez olmaya çalışmalıdır. Çünkü Allah, kendi ahlâkıyla ahlâklanabilen, bu gayretle çırpınan kullarını sever.
Allah Rasûlü’nü seven, O’nun üstün ahlâkına, mükerrem vasıflarına hayran olan bizler; O’nun da bizi sevmesi için, kendimizde O’nun ahlâkını vücuda getirme gayreti içinde olmamız îcâb eder.
Cenâb-ı Hakk’ın sevgisine nâil olmanın yolu, âyet-i kerîmede Efendimiz’e ittibâ olarak gösterilmiştir:
“Kim Rasûl’e itaat ederse Allâh’a itaat etmiş olur. Yüz çevirene gelince, Sen’i onların başına bekçi göndermedik!”(en-Nisâ, 80)

http://www.islamveihsan.com/nefs-tezkiyesi-kalp-tasfiyesi.html