28 Ağustos 2018 Salı

ALLAH’IN RAHMETİNİ ÜMİT ETMEK

 
ALLAH’IN RAHMETİNİ ÜMİT ETMEK
 
Âyetler
1. “De ki: Ey nefislerine karşı haksızlık yapmakta aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Allah bütün günahları bağışlar. Çünkü O, yarlığayıcı ve bağışlayıcıdır.”
Zümer sûresi (39), 53
Âyet-i kerîmede geçen israf kelimesi, insanın yaptığı herhangi bir işde haddini aşması demektir. Burada günahta aşırı giderek kendi öz nefislerine haksızlık edenlere hitâbedilmektedir.
Kul kusursuz olmaz. Bazılarının kusuru ise gerçekten büyük, çok büyük olabilir. Ama bir de Allah’ın rahmeti vardır. Her dinde  söz konusu edilen Allah’ın rahmeti, gerçek ifadesini dinimizde bulmuştur. Dünyada hiçbir din, bu âyetin verdiği teselli ve ümidi veremez. Çünkü âyet, Allah’ın engin rahmeti karşısında, işlenen bütün kusur ve günahların önemini kaybedeceğini ve her insanın o ilâhî rahmetten istifade edebileceğini ifade buyurmaktadır. Bu sebeple Hz. Ali ve Abdullah İbni Ömer gibi bazı sahâbîler, Kur’an’da en  ümit verici  âyetin bu âyet olduğu görüşün-dedirler.
Ayrıca âyette, Allah’ın mağfiretinden değil de rahmetinden ümidinizi kesmeyin, buyurulmuş olması, çok daha büyük ümit kaynağıdır. Çünkü rahmetle muamele, bağışlamaktan sonraki lutuf ve ikramları da içine alır. Nitekim ümit kesmemenin gerekçesi olarak âyette “Allah’ın bütün günahları bağışlayacağı” zikredilmektedir.
Hiç şüphesiz bu âyette  ilâhî rahmetin enginliğinin hatırlatılması, günah işlemeye teşvik için değil, en günahkâr insanların bile bir an önce tövbe etmelerini sağlamak içindir. Âyet-i kerîmenin nüzûl sebebi kâfirlerin müslüman olması ise de hükmün, âsîlerin tövbesini kapsadığında  da şüphe yoktur. Çünkü Allah Teâlâ, tövbe edilmemesi halinde sadece şirki affetmeyeceğini, bunun dışında dilediği kimselerin bütün günahlarını bağışlayacağını bildirmiştir [bk. Nisa sûresi (4), 48 ].
 
2. “Biz nankörlük edenden başkasını cezâlandırır mıyız?”
Sebe’ sûresi (34), 17
Kur’ân-ı Kerîm, Sebe’lilerin sahip kılındıkları nimetleri hatırlattıktan sonra, onların şükür yerine nankörlük ettiklerini ve bu yüzden  de uğratıldıkları sel felâketini anlatmaktadır. Bu felâket sonrası o güzelim ülkenin aldığı içler acısı hal gözler önüne serildikten sonra, Allah Teâlâ, onların nankörlük ettikleri için böylesine bir cezaya çarptırıldıklarını bildirmekte ve sonra da “Biz nankörlükte ve küfürde diretenden başkasını cezalandırır mıyız? buyurmaktadır. Bir başka okuyuşa göre âyetin anlamı, “Nankörlük edenden başkası cezalandırılır mı?” olmaktadır.
Her iki okuyuşa göre de âyet-i kerîmeden anlaşılan, müminlerin böylesi bir cezalandırmaya tâbi tutulmayacakları müjdesidir. Çünkü iman için dâima mağfiret ve bağışlanma varolagelmiştir.
 
3. “Gerçekten bize vahyolundu ki azap, yalanlayan ve yüz çevirenleredir.”  
Tâhâ sûresi (20), 48
Yeryüzünde tanrılık iddia ederek haddini aşmış ve İsrailoğullarına büyük zulüm yapmış olan Firavn’a gidip onu imana davet edecek olan Hz. Mûsâ ve kardeşi Hz. Hârûn, daha önceden Allah Teâlâ tarafından ona neler söyleyecekleri konusunda bilgilendirilmişlerdi. İşte bu âyet de, Firavn’a söylemeleri için kendilerine  verilen ilâhî tâlimat arasında yer almakta ve ilâhî bir kanunu (sünnetullah) dile getirmektedir: “Azap, peygamberleri yalanlayan ve Hak’tan yüz çevirenler üzerine iner!”
Yine bu âyette  iman edenlerin selâmette olduklarına işaret bulunmaktadır. Bu sebeple müminlerin -işledikleri günahlara rağmen- Allah’ın rahmetinden ümitli olmaları gerekmektedir. Nitekim Allah Teâlâ bir büyük müjdeyi daha şöyle vermektedir:
 
4. “Rahmetim, her şeyi kuşatmıştır.
A’râf sûresi (7), 156
Bu ilâhî müjdenin içinde yer aldığı A’râf sûresinin 156. âyetinin meâli şöyledir:  “Bize bu dünyada da iyilik yaz âhirette de. Çünkü biz  (tövbe ederek)sana döndük. Allah buyurdu: “Kimi dilersem onu azâbıma uğratırım; rahmetim ise, her şeyi kuşatmıştır. Onu kötülükten sakınanlara, zekâtı verenlere ve âyetlerimize inananlara yazacağım.”
Bu âyetin üst kısmında belirtildiği üzere Mûsâ aleyhisselâm, İsrailoğullarından 70 kişi seçip tövbe için Tûr-i Sînâ’ya götürmüştü. Orada cereyân eden olaylar sonucu şiddetli bir deprem (recfe) ile bu kişiler bayılmışlardı. Bunun üzerine Hz. Mûsâ, Allah Teâlâ’ya tazarru’ ve niyâzda bulunarak, bağışlanmalarını dilemiş ve niyâzını “Bize bu dünyada da iyilik yaz âhirette de. Çünkü biz tövbe ederek sana döndük” diye bitirmişti.
Allah Teâlâ kendisine “Kimi dilersem onu azâbıma uğratırım. Rahmetim ise, her şeyi kuşatmıştır...” diye cevap vermiştir. Burada rahmetin her şeyi kuşattığı, geçmiş zaman kipiyle, azâbın ise gelecek zaman siğasıyla beyan edilmiş olması, dünyada “şey” denilen her nesnenin başlangıç (mebde’) itibariyle Allah’ın rahmetine mazhar kılındığını göstermektedir. Azâbın ise, ortam veya sonuç itibariyle söz konusu olacağı anlaşılmaktadır. Bu demektir ki, önceden rahmet sahasına girmiş olanlardan daha sonra azâb çekecek olanlar bulunabilecektir. Tabiî, bağışlanıp rahmet sahasında kalacaklar da bulunacaktır. Dünyada rahmetle muamele görmüş olmak, âhirette de aynı muameleyi görme garantisi değilse de  ümididir.
Rahmeti ve rahmetin sonucu olan dünya ve âhiret iyiliğini Allah Teâlâ, “Kötülükten sakınanlara, zekâtı verenlere ve âyetlerimize inananlara yazacağım”  buyurarak hem Muhammed ümmetinin bazı vasıflarına işaret etmiş hem de insanları bu vasıfları kazanmaya davet etmiştir.
Bu engin rahmet-i ilâhîden yararlanma ümit ve gayreti içinde olmak, en büyük kurtuluş ümididir.
Hadis:
 Ubâde İbni’s-Sâmit radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kim, Allah’dan başka ilâh yoktur, yalnız Allah vardır, şeriki yoktur; Muhammed, Allah’ın kulu ve resûlüdür. İsâ da Allah’ın kulu ve elçisi, Meryem’e bıraktığı kelimesi ve Allah tarafından (hayat verilen) bir ruhtur. Cennet, haktır ve gerçektir, cehennem de haktır ve gerçektir” diye şehâdet ederse, Allah o kimseyi, ameli ne olursa olsun, cennete koyar”.
Buhârî, Enbiyâ 47; Müslim, Îmân 46
Müslim’in bir başka rivâyetinde (Îmân 47);
“Allah’tan başka ilâh yoktur ve Muhammed Allah’ın resûlüdür” diye şehâdet eden kimseye Allah cehennemi haram kılar” buyurulmaktadır.
Açıklamalar
Allah’ın rahmetini ümit etme konusunda en büyük güvencelerden birini kendisinde bulduğumuz bu hadîs–i şerîf, imanı esas alan en kapsamlı hadislerdendir. Peygamber Efendimiz, bu hadislerinde, Ehl-i kitaptan farklı olarak İslâm’ın inanç çerçevesini belirlemiştir. Zira hadiste  Allah’dan başka, kendisine kulluk yapılmaya lâyık herhangi bir  ilâh olmadığı, yalnızca Allah’ın var olduğu, eşi-ortağı bulunmadığı; Muhammed’in Allah’ın kulu ve resûlü olduğu ısrarla ifade edilmektedir.
 Ayrıca Hz. Îsâ’yı (teslis akidesi gereği) Allah veya Allah’ın oğlu tanıyan hıristiyanlar ile, Hz. Îsâ’nın peygamberliğini inkar ederek annesi Meryem’e zinâ suçlamasında bulunan yahudilerden farklı olarak Îsâ’nın da Allah’ın kulu ve resûlü olduğu belirtilmiştir. Nitekim, Nisâ sûresi’nin 171 ve 172. âyetlerinde, “Allah’ın (tekvini bir emirle) Meryem’(in rahmin)e bıraktığı bir kelimesi ve Allah’dan (sadır olan “ol” emriyle vücud bulmuş) bir ruh” olduğu ifade edilmektedir.
Hadiste yer alan  Hz. Îsâ hakkındaki bu kayıt, cennete girebilmek için, İslâm’ın  belirlediği çerçevede sağlam bir tevhid inancına sahip olmak gerektiğini ortaya koymaktadır. Dolayısıyla, hıristiyanların ve yahudilerin artık özellikle Hz. Îsâ  hakkındaki inançlarını düzeltmeleri gerektiği, kendi inançları üzere kaldıkları sürece, tevhide inanmış olamayacakları ve tabiî sonuç olarak da  cennete giremiyecekleri anlatılmaktadır. Nitekim peygamberler içinden  sadece Hz. Îsâ’nın burada zikredilmesi de, Ehl-i kitabın  onun hakkında yanlış inanışlara sahip olmaları sebebiyledir.
Müslim’deki rivayette “Sekiz cennet kapısından hangisini isterse ondan cennete koyar” ifadesi bulunmaktadır. Buhârî’deki “ameli ne olursa olsun..” beyanı, ümit vermek bakımından daha güçlü gözüküyorsa da iyice düşünüldüğü zaman, her iki ifadenin hemen hemen aynı seviyede ümit verici olduğu anlaşılacaktır. Zira  “sekiz cennet kapısından herhangi birini tercih hakkı”, “amelinin ne olduğuna bakılmadığını” gösterir. Âlimlerimiz, mü’min olanın cennete girme bahtiyarlığını mutlaka tadacağını, bunun ise ya doğrudan veya işlediği günahların cezâsını cehennemde çektikten sonra gerçekleşeceğini bildirmektedirler. Ancak Sahîh-i Müslim’deki “Allah’tan başka ilah yoktur ve Muhammed Allah’ın resûlüdür, diye şehâdet eden kimseye Allah cehennemi haram kılar” hadisi, -her ne kadar “Cehennemde temelli kalmayı haram kılar” şeklinde yorumlanmışsa da-  Allah’ın ve Resûlü’nün bildirdiği şekil ve muhtevada inanç  sahibi olanların cehennem azâbından emin olacaklarını tesbit etmekte, başkaca bir şart  koşmadığı için de önceki rivayetten daha büyük bir ümit telkin etmektedir. Ümit konusuna, böylesine mutlu bir sonucu belirleyen hadis ile giriş yapmak ümit kapılarını sonuna kadar açmış olmak bakımından pek münâsip düşmüştür.
İmâm Müslim’in rivâyet ettiği bu hadisin, bir de güzel mâcerâsı vardır. Hadisin râvilerinden Sunâbihî  diyor ki:  Kendisi ölüm döşeğinde iken Ubâde İbni’s-Sâmit’i ziyârete gittim. Durumunu görünce üzüntümden ağlamaya başladım. Bunun üzerine bana:
- Ağır ol, neden ağlıyorsun bakayım? Allaha yemin ederim ki, benden şâhitlik yapmam istenirse senin lehinde şehâdet ederim. Bana şefaat yetkisi verilirse, sana şefaat ederim. Gücüm yeterse mutlaka sana yardımcı olmaya çalışırım, dedi sonra şunları ilâve etti: Allah’a yemin ederim ki, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den  işittiğim, içinde sizin için müjde ( hayr ) bulunan her hadisi -biri hâriç- mutlaka size rivayet ettim. O bir tek hadisi de, son demlerimi yaşadığım bu gün (şu anda) söyleyeceğim. Ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i:
“Allah’tan başka ilâh yoktur ve Muhammed Allah’ın resûlüdür diye şehâdet eden kimseye Allah cehennemi haram kılar” buyururken işittim.
Bu olay açıkça gösteriyor ki, Ubâde İbni’s-Sâmit hazretleri son demlerini yaşarken, gerçekten  büyük bir ümit içinde bulunuyor ve büyük bir ihtimalle Allah’ın huzuruna çıkacağını düşünerek ağlamaya başlayan Sunâbihî’yi de Resûlullah’dan öğrendiği ilâhî bir müjde ile teselli ediyordu.
Müjde dozu yüksek olan ve helâl-haram gibi fıkhî bir hükümle ilgili bulunmayan hadisleri, tenbellik etmesinler diye son ana kadar rivayet etmemek ashâb-ı kirâm’ın yapageldiği bir uygulamadır. Onlar bir gerçeği, bir emâneti gizlemiş olmanın vebâlinden çekinerek son anda böylesi hadisleri  rivayet etmişlerdir.
Hadisten Öğrendiklerimiz
1. İman, ümitli olmak için yeterlidir.
2. Tevhide sahip çıkmak, Allah’ın rahmetine kavuşmak için yegâne şarttır.
3. Ehl-i kitabın özellikle Hz. İsâ hakkındaki inançları hatalıdır. Bu konuda İslâm’ın belirlediği esaslar geçerlidir.
4. Cennet mü’minler içindir.
5. Yaşarken korkunun, ölüm öncesinde ümidin fazla olması uygundur. Diğer bir söyleyişle ölürken ümitli olabilmek için korku yoğun bir yaşayışa sahip olmaya bakmak gerekir.
 
KAYNAK:
 (Riyâzü’s-sâlihîn.(Hadis Kitabı)  İmam-ı Nevevi)
 
 
 
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder