Muhabbet, gönlün hissettiği kemâl sebebiyle bir şeye meyletmesidir. Yani kendini sevdiğine yaklaştıracak şeye daha fazla önem vermesidir. Bu itibarla insan, hakiki kemâlin Allah’a mahsus olduğunu bildiği müddetçe, muhabbeti ancak Allah’a olur.
Cenâb-ı Hak neleri sevdiğini ve sevmediğini yahut da hangi sebep ve vâsıtalarla kullarını seveceğini pek çok âyet-i kerîmede beyân ediyor.[1] Bunlardan birinde, Âl-i İmrân sûresinde şöyle buyruluyor: “(Rasûlüm) de ki; Eğer Allah’ı seviyorsanız bana tabi olunuz ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.”[2]
Rivâyet edildiğine göre bu âyet-i kerîme, Rasûlullah (s.a.v.)’in Kâ’b ibn-i Eşref ile adamlarını îmana çağırması ve onların da “Biz Allah’ın oğulları ve dostlarıyız.”[3] demeleri üzerine nâzil olmuştur. Buna göre âyeti kerîme; Allah’ı seven, Allah’ın da kendilerinden hoşnut ve razı olarak günahlarını bağışladığı kullardan olmak için takip edilecek yolu işaret ediyor ki, o da Rasûlullah (s.a.v.) tabi olmaktır. Çünkü hakikaten Allah’ı sevenler, her hâlde Rasûlullah (s.a.v.)’a tabi olurlar. Bunun tabiî neticesi olarak Allah onları sever. Bunun dışındakiler için Allah sevgisi de Allah tarafından sevilmeleri de kuru bir iddiadan öteye geçmez.
MUHABBETİN MÂNÂSI
Rûhul-Beyân’da belirtildiğine göre muhabbet, gönlün hissettiği kemâl sebebiyle bir şeye meyletmesidir. Yani kendini sevdiğine yaklaştıracak şeye daha fazla önem vermesidir. Bu itibarla insan, hakiki kemâlin Allah’a mahsus olduğunu bildiği müddetçe, muhabbeti ancak Allah’a olur. Sâirlerine sevgisi sadece Allah için olur. Tabiatıyla bu da Allah’a itaati ve O’na yaklaştıracak şeyi istemeyi gerektirir. Nitekim muhabbetin mânâsı “itaati istemek” şeklinde açıklanmıştır ve konumuzu teşkîl eden âyet-i kerîmede Allah’a itaat, Rasûlü’ne tabi olma şartına bağlanmıştır.”[4]
Mâide sûresindeki bir âyet-i kerîme de konumuza ışık tutması bakımından önemlidir. Buyruluyor ki; “Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse (bilsin ki) Allah, sevdiği ve kendisini seven, müminlere karşı alçak gönüllü (şefkatli), kâfirlere karşı onurlu ve zorlu bir toplum getirecektir. (Bunlar) Allah yolunda cihâd ederler ve hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar (hiçbir kimsenin kınamasına aldırmazlar). Bu, Allah’ın, dilediğine verdiği lütfudur. Allah’ın lütfu ve ilmi geniştir.”[5]
Bu âyette Allah’ın dînine arkasını dönenlerin yerlerine getirilecek olanların vasıfları beyân ediliyor ki, bu aynı zamanda kendilerinin Allah tarafından sevilmesine sebep olan hususiyetlerdir. Âyette bildirildiğine göre Allah’ın sevdiği kullar, mü’minlere karşı mütevazı, kâfirlere karşı onurlu ve izzetli davranırlar. Allah yolunda cihâd ederler ve bu konuda ayıplayanların ayıplamasından çekinmezler. Buna göre yukarıda meâlini arz ettiğimiz birinci âyette çizilen çerçeveyi gözeterek ikinci âyetteki hususiyetleri hâiz olanlar, Allah’ın sevdikleri zümresine dâhil olmuş olurlar. Her kimde bunlar mevcut değilse veya eksik ise onun yapması gereken, tez elden noksanlarını telafi etmek olmalıdır.
ALLAH’IN SEVDİĞİ KULA MÜJDESİ
Efendimiz (s.a.v.) Ebû Hureyre (r.a.)’den rivâyet edilen bir hadîs-i şerîfte “Yüce Mevlâ’nın dostlarına düşmanlık edenlere harp ilan edeceğini” beyân ettikten sonra “farzlar ve nafileler vesilesiyle yüce zâtına manevî yakınlık kesb eden kullarına muhabbet edeceğini ve bu sevginin “âdetâ kulun gören gözü, işiten kulağı ve yürüyen ayağı oluncaya kadar devam edeceğini”[6] bildirmiştir. Yine Ebû Hureyre (r.a.)’den rivayet edilen başka bir hadîste ise Allah Teâlâ’nın sevdiği kulu gök ve yer ehline de sevdireceği müjdesi verilmiştir.[7]
Herhalde bu konuyu şöyle hülâsa edebiliriz: Her Müslüman âyet ve hadîslere bakarak Allah’ın nelerden râzı olduğunu ve kimleri sevdiğini öğrenebilir. Neleri ve kimleri sevmediğini pekâlâ anlayabilir. Bu konuda yazılmış eserlere bakabilir; nelerle mükellef olduğunu ilmihallerden öğrenebilir. Mühim olan, öğrendiklerini hayata tatbik etme şuurunun hep diri olmasıdır. Allah’ın râzı olduğu amellere rağbet etmektir. Sevmediklerinden titizlikle sakınmaktır. Üsve-i hasene yani “en güzel örnek” olan Rasûlullah (s.a.v.)’a tabi olmaktır. Herhangi bir konuda bir tercih söz konusu olduğunda öncelikle O’nun (s.a.v.) ne dediğine ve ne yaptığına bakmaktır.
NEFSİMİZE SORACAĞIMIZ SORULAR
Burada nefsimize soracağımız soruların bazıları şunlardır: İbadet hayatımız nasıl? Farzların edâsına titizlenerek ve nafilelere rağbet ederek yukarıdaki hadîste müjdelenen ilâhî muhabbete lâyık olma gayretimiz ne derecede?
Kendisine uymakla emr olunduğumuz Rasûlullah (s.a.v.)’ın merhamet, nezâket ve zarâfetinden nasibimize düşen nedir? Onun (s.a.v.) affediciliği, sehâveti bize ne derece rehberlik ediyor?
Mü’minlere karşı mütevazi, kâfirlere karşı onurlu davranmak şahsiyetimizde ne derece yer etmiş? Allah uğrunda zamanın en elzem mücâhedesini kuşanmak gündemimizde hangi yeri tutuyor?
Muhabbet-i Mevlâ’ya lâyık kul olma adına, burada sayılanlardan başka küçük dokunuşları, incelikleri ne kadar gözetiyoruz? Bu ve benzeri sorulara vereceğimiz cevaplarla kendimizi test edebiliriz.
Dipnotlar: 1)  Meselâ bkz; Bakara sûresi, 2/190, 195, 20, 222; Âl-i İmrân sûresi, 3/22, 57, 76; Mâide sûresi, 5/13, 42. vb. 2)  Bkz; 3/31. 3) Mâide sûresi, 5/18. 4) Rûhu’l-Beyân, Erkam Yayınları, Heyet, c. 3, s. 75. 5) Bkz; 5/54. 6) Buhârî, Rikak, 38. 7) Müslim, Birr, 157.
Kaynak: Cafer Durmuş, Altınoluk Dergisi, Sayı: 391

http://www.islamveihsan.com/allah-sevgisinin-alametleri.html