Bu âlemde her zerre; Hakkʼa yakın olan diri gönüllerle konuşur. Bütün varlıklar, hâl lisânıyla beyan durumundadır. Kâinatta Hâlık’ını tanıtmayan hiçbir zerre yoktur. Bütün mahlûkat, kendisini yoktan var eden Hâlık Teâlâ’nın kudret mührünü taşımaktadır.
Îmânın aşk, vecd ve lezzetine kavuşamadıkları için hayat ve kâinat muammâsını çözemeyen; güllerin, ağaçların, kurtların, kuşların hâl lisanından anlayamayan; rüzgârların, dağların, derelerin, bahçelerin sessiz ve sözsüz beyanlarını, alık ve abus bir çehreyle seyredip geçen ham ruhlara ne kadar yazık!
KÂİNATA HİKMET NAZARIYLA BAKMAK
Kur’ân-ı Kerim’de Allâh’ın nimetleri sayıldıktan sonra, insanlara defalarca (اُولى اْلاَبْصَارِ) yani “Ey bakış, görüş (idrâk)sahipleri!..” diye hitap edilmiş; onlardan kâinâta basîret gözüyle bakmaları istenmiştir. Bu istikamette benzer pek çok âyet-i kerimede de (اَفَلاَ يَتَدَبرَُّونَ ; اَفَلا يَعْقِلُونَ ◌َ اَفَلاَ يَتَفَكَّرُونَ) “Düşünmezler mi? Akletmezler mi? İdrâk etmezler mi?”buyurularak âdemoğlunun kâinâtı boş, kavrayışsız bir nazarla değil; hikmeti idrâk edecek bir dirâyetle müşâhede etmesi lâzım geldiği ifâde edilmiştir.
Böyle bir dirâyetle kâinâtı müşâhede edenler, onun yüce Yaratıcısına, o Yaratıcının akılları âciz bırakan san’atına beşer takati nisbetinde nüfûz ederler. Kâinât, ilâhî neşvenin kaynağıdır. İnsan denilen bu icad bedîası (sanat harikası) ilâhî neşvenin bir tecellîsidir. Gören gözler, duyan kalpler, yeryüzünde ilâhî neşveden başka bir şey duymaz ve görmezler.
İLÂHÎ SANATKÂRA BÎGÂNE KALMAK
İnsan, şafak vakti başını kaldırıp doğan güneşe doğru şöyle bir bakmalı ve ufukta çizilen rengârenk, çeşit çeşit tabloları görmelidir. Bir ressamın tablosu karşısında hayran kalan bizler, kâinâtın ilâhî sanatkârının her ân ve her şeyde ayrı ayrı çizdiği şaheser tablolar karşısında nasıl bîgâne ve vurdumduymaz kalabiliriz?
Bir laleye, bir menekşeye bakın! Bu renkleri acaba kara toprağın neresinden buldular? Ya o kırmızı dut? Güneşin ışığında oynaşan şu çiçeğin mavisi, pembesi… Ve saymakla bitmeyecek diğer güzellikler… Duygu derinliğine sahip bir kalp için, her yer harikalar sergisi… Bir çiçeğin işvesine, arı ve kelebeğin raksına, pervanenin yanışına, bülbülün feryâdına bir de dönüp kendinize bakın. Bütün hepsi, bütün güzellikler, güzeller güzeli Rabbimizin cemalinin hüsnünden sızan bir akis pırıltısından ibarettir.
SABAHIN BİZE HAL LİSÂNIYLA ANLATTIKLARI
Şafak sökerken, ilk ışıklarıyla eşyayı aydınlatan güneş, başlayan yeni günün selâmını getirerek, bize, âdetâ:
“–Uyan!” demekte ve şöyle bir muhâsebe iklimine sokmaktadır:
“–Bak, sana bu sabah da hayat defterinden yepyeni bir sayfa hediye edildi. Kıyâmette önüne konacak bu sayfayı nasıl dolduracaksın? «Oku kitabını, bugün sana hesap sorucu olarak nefsin kâfîdir!» deneceği o dehşetli gün için, bugün ne hazırlamayı düşünüyorsun?” 
Akşam olup, gökyüzü önce kızıla, sonra dalga dalga siyaha boyandığında ise, gece, hâl lisânıyla insana:
“–Bir günün daha geçti. Ölüme bir adım daha yaklaştın. Artık beyhûde âh u figân etmeye gerek yok. Ne kadar gayret edersen et, geçen günü geriye getiremezsin. Şimdi sen de ölümün kardeşi olan uykunun kollarına kendini teslim edeceksin. Ne yaptın? Ne yapmalıydın? Yaptıklarını ve yapmadıklarını önüne koy ve düşün!.. Belki bir daha sabahın ışıklarını göremeyeceksin!..” demektedir.
ALLAH’A DOST OLMAK NASIL MÜMKÜN OLUR?
Kâinâta bu şekilde tefekkür ve tahassüsle yönelen ruhlar, neticede hakîkî bir ma’şuk ve dost olarak Allâh’ı bulurlar. İnsanın, bu ibret ve hikmet dolu yönelişinde en büyük yardımcısı, beşerî tefekkür ve tahassüse yön veren vahye râm olması ve Hakk’a dost olmuş sâlihlerle arkadaşlık, yani gönül beraberliği te’sîs etmesidir. Böyle sâlih arkadaşlara “dost” denilmesi mecâzîdir. Hakîki dostluk, Allâh’a muhabbetle teveccüh ise de ona vâsıl olmadan önce; Allâh’a yakın kimselerle ünsiyet elde etmek, mutlak aşk ve dostluğu mecâzen ve bir ilk safha olarak gerçekleştirmek, beşerî acziyetin bir zarûretidir. Çünkü mânevî irtifâ ânî olarak değil, tedrîcen gerçekleşebilir. Bu sebepledir ki, Allâh’a dostluk gerekli olan beşerî dostluklar, bu yolculukta zarûrî olan bir ilk lâzımedir.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Mesnevî Deryasından Âb-ı Hayat Katreleri, Erkam Yayınları

http://www.islamveihsan.com/kainatta-var-olan-seyler-bize-ne-anlatiyor.html