Rahmet ve bereket iklimi olan, günahların affolunduğu Ramazan ayında kazananlardan olmak ver iken kaybedenlerden olmayalım. Kazanma mevsiminde kaybetmeyelim.
Asr-ı saâdette iki kadın oruç tutuyorlardı. Öğle üzeri bir kişi;
“–Yâ Rasûlâllah! Şurada iki kadın var, oruç tutuyorlar. Neredeyse susuzluktan ölecekler. (Müsaade buyurursanız oruçlarını bozsunlar.)” dedi. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ondan yüz çevirdi, cevap vermedi. Gelen kişi ısrarcıydı:
“–Yâ Nebiyyallah! Vallâhi neredeyse ölecekler…”
Efendimiz;
“–Çağır onları!” buyurdu. Kadınlar geldiler. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir kap istedi. Kadınlardan birine vererek;
“–İçindekileri çıkar!” dedi.
Kadın kabın yarısını dolduracak şekilde kan, cerâhat ve et kustu. Diğerine de aynı şekilde emir buyurunca o da kabı dolduruncaya kadar kan ve taze et çıkardı.
Bunun üzerine Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:
“–Bunlar Allâh’ın helâl kıldığı şeylerden kendilerini tuttular, onlara karşı oruçlu oldular, haram kıldığı şeylerle de oruçlarını açtılar. Biri diğerinin yanına oturup insanların etlerini yemeye (gıybet etmeye) başladılar.” (Ahmed, V, 431; Heysemî, III, 171)
Elhamdülillâh, Ramazân-ı şerîfin mübârek gölgesi üzerimizde… Her yıl teşrif eden bu mübârek mevsimde; inşâallah yine oruçlar tutacağız, ibâdetler edeceğiz, bu kıymetli zamanı en güzel şekilde idrâk etmeye gayret edeceğiz.
Lâkin, asr-ı saâdetten naklettiğimiz bu kıssada bir misâli verilen gaflet ve hatalara düşersek; oruçlardan geriye bize -maâzallah- açlıktan başka bir şey kalmaz. Ramazân-ı şeriften af ve mağfiret beklerken, belki de ancak vebal ve hüsran kalır.
Mevlânâ Hazretleri; Ramazân-ı şerifte kazanılan ecir ve sevapları boşa çıkarmamak, oruç mevsiminde elde edilen mükâfatları vebâle dönüştürmemek için yaşayışı bozabilecek şeytânî ve nefsânî tehlikelere dikkat çekerek şöyle buyurur:
“Her gün azar azar da olsa; candan ve sevgi ile yapılan ibâdetlerden, iyiliklerden hâsıl olan iç rahatlığı ve huzur, neden gönlümüzde hissedilmiyor?”
“Biz, şu dünya ambarında buğday topluyoruz. Fakat topladığımız buğdayları kaybediyoruz. Bir gün aklımızı başımıza alıp da; buğdayın böyle azalmasının, kaybolmasının, ambara giren fareden ve onun hilesinden ileri geldiğini anlayamıyoruz. Hâlbuki fare; ambarımızı delmiş, ambarımız onun hilesinden harâb olmuştur.”
“Eğer ambarımızda hırsız bir fare bulunmasaydı, kırk yıllık ibâdet buğdayı nereye giderdi?”
“Ey Hak talibi can; önce ambara giren fareden kurtulma çaresini ara, ondan sonra buğday toplamaya çalış!” (Mesnevî)
Ramazân-ı şerif; kullukta derece kazandıran ve bu mânevî kayıplara mâni olmayı öğreten bir takvâ mektebidir. Bu mektebin; oruç, infak, terâvih vb. programlarıyla verdiği tâlimler vardır.
Bunları hakkıyla gerçekleştirebilmeyi, Rabbimiz cümlemize âsân eylesin!..
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Yüzakı Dergisi, Yıl: 2019 Ay: Mayıs, Sayı: 171