Ahmed Şahin
a.sahin@zaman.com.tr
AİLE-SAĞLIK Yazarlar Ahmed Şahin
Hepimiz en başta başarılı olmayı hedefler, gece gündüz başarı hayalleri kurarız değil mi? Ama başarının sonunda baş döndüren bir imtihanın bulunduğunu da pek düşünmeyiz.
Düşünmediğimiz için de başarımızın sonunda bizim de başımız döner, meğer ben neymişim de haberim yokmuş, demeye bile getirir, kimseyi dinlemez hale bile gelebiliriz. Tecrübe sahibi büyükler bu hale, başarının baş döndürme imtihanı!. diyerek dikkat çekip düşündürmek isterler başarılı kimseleri!
Nitekim Horasanlı bir hacının hac yolunda kazandığı küçük bir başarısı dahi, sonunda ne kadar başını döndürdüğüne ait verilen şu örnek de tüm başarı sahiplerini düşündürmek için verilmiş olmalıdır.
Horasan’ın en yoksul adamı Hasan Müzeyyin, gece gündüz Kâbe’yi ziyaret duygusuyla yanıp tutuşmaya başlar. Ancak Horasan’dan kalkıp çölleri aşarak gidebileceği ne bir bineği var, ne de beş kuruş parası. Bütün bu yoklara mukabil bir şeyi var. O da Rabb’imizin kendisine ilham ettiği aşkı, şevki ve azmi..
İşte bu sebeple bunca imkânsızlığına rağmen aç, susuz çöllere düşmüş, vahaları geçmiş, dağları tepeleri aşmış... nihayet mihnet, meşakkatlerle sürdürdüğü uzun çöl yolculuğunun sonunda Mekke’ye ulaşmış...
Hayret ve hasretle Harem-i Şerif’e girmiş, gözyaşları içinde Kâbe’yi tavaf etmiş, yanındaki zemzemden de kana kana içmiş, sonra da Kâbe’nin karşısında müsait bir yere oturarak şöyle bir nefes almak istemişti.
İşte bu sırada yolculukta karşılaştığı bunca zorluk ve sıkıntıları düşünmeye başlamış:
-Neydi çölde geçen haftalar, günler; zorluk ve yokluklar... Açlık ve susuzluklar?..
Bunları hayal ederken Kâbe’ye karşı duyduğu hayranlığını bu defa değiştirmiş, kendi nefsine karşı duymaya başlamış:
-Bravo Hasan Müzeyyin demiş, sen ne kadar da kuvvetli, kudretli, başarılı adammışsın. Bunca yokluğa, bunca zorluğa rağmen yılmadan Horasan’dan buraya çölleri aşmış, vahaları geçmiş, nihayet Kâbe’ye ulaşmışsın. Yoktur bu hacıların içinde senin gibi başarılı biri!
Gördünüz mü başarının, en sonunda insana verdiği baş döndürücü benlik duyusunu, büyüklük iddiasını?
Haksız da değildir aslında. Bunca çölleri, vahaları o aşmış, bunca zorlukları o yenmiş…
Ne var ki başarının sonunda kendisini bekleyen bu tehlikeli benlik imtihanından haberi yoktur. Sonunda başarının bakışını bulandırma imtihanına maruz kalabileceğini hiç hayal etmemiş.
İşte kendinin herkesten başarılı bir büyük adam olduğuna karar vermek üzere olduğu sırada bir uyarı sesi gelir kulağına. Ses diyor ki:
-Hasan Müzeyyin!. Kendine gel, kendine! Bunca yolları, vahaları, çölleri sen aşmadın, zorlukları sen yenmedin. Rabb’in sana bu aşkı, şevki, azmi ve gayreti verdi de onlarla aştın çölleri. Rabb’in sana böyle azim ve aşk lütfetmeseydi kendinde bunları başaracak güç kuvveti bulamaz, bunca zorlukları yenme gayretine giremezdin. Unutma, senin bu başarıda hissen, sadece ‘niyet edip teşebbüse geçmenden ibarettir!’ Niyet ve teşebbüsten sonraki gelişmelerin tümü de Rabb’inin sana ikramı, ihsanıdır. Sakın başarıyı kendi nefsine mal edip de “ben-ben” demeye kalkma, kazanırken kaybetme!
Beyninde yankılanan bu sesten sonra başını kaldırıp bakar ki, karşısında maneviyat büyüğü meşhur ‘Ebu Bekir Kettani’ hitap emektedir kendisine. Büyük veli uyarısını şöyle tamamlar.
- Dikkat et der, Rabb’imiz Nisa Sûresi ayet 79’da buyurur ki:
“Sana verilen tüm iyilik ve hayırlar Allah’tandır. Bunları nefsine mal ederek gasp etme. Kazandığın tüm kötülük ve günahlar da nefsindendir, onları da başkalarının üzerine atma!.”
Şimdi irşat kitaplarında verilen bu baş döndüren örnekten sonra düşünme sırası bize geliyor:
-Ne dersiniz, Rabb’imizin yardımıyla başardığımız hayırlı amel ve hizmetlerimizi biz de kendi nefsimize mal ederek kimseyi dinlemez hale mi geliyoruz acaba? Bu yüzden de aczimizi zaafımızı hatırlatan ikazlara mı uğruyoruz? Bu önemli konuyu kendilerini başarılı bulan herkes düşünmeli mi? Düşünmeli de ‘ben ben’ yerine ‘biz biz’ mi demeli?
Başarının baş döndürme imtihanı üzerine...
Hepimiz en başta başarılı olmayı hedefler, gece gündüz başarı hayalleri kurarız değil mi? Ama başarının sonunda baş döndüren bir imtihanın bulunduğunu da pek düşünmeyiz.
Düşünmediğimiz için de başarımızın sonunda bizim de başımız döner, meğer ben neymişim de haberim yokmuş, demeye bile getirir, kimseyi dinlemez hale bile gelebiliriz. Tecrübe sahibi büyükler bu hale, başarının baş döndürme imtihanı!. diyerek dikkat çekip düşündürmek isterler başarılı kimseleri!
Nitekim Horasanlı bir hacının hac yolunda kazandığı küçük bir başarısı dahi, sonunda ne kadar başını döndürdüğüne ait verilen şu örnek de tüm başarı sahiplerini düşündürmek için verilmiş olmalıdır.
Horasan’ın en yoksul adamı Hasan Müzeyyin, gece gündüz Kâbe’yi ziyaret duygusuyla yanıp tutuşmaya başlar. Ancak Horasan’dan kalkıp çölleri aşarak gidebileceği ne bir bineği var, ne de beş kuruş parası. Bütün bu yoklara mukabil bir şeyi var. O da Rabb’imizin kendisine ilham ettiği aşkı, şevki ve azmi..
İşte bu sebeple bunca imkânsızlığına rağmen aç, susuz çöllere düşmüş, vahaları geçmiş, dağları tepeleri aşmış... nihayet mihnet, meşakkatlerle sürdürdüğü uzun çöl yolculuğunun sonunda Mekke’ye ulaşmış...
Hayret ve hasretle Harem-i Şerif’e girmiş, gözyaşları içinde Kâbe’yi tavaf etmiş, yanındaki zemzemden de kana kana içmiş, sonra da Kâbe’nin karşısında müsait bir yere oturarak şöyle bir nefes almak istemişti.
İşte bu sırada yolculukta karşılaştığı bunca zorluk ve sıkıntıları düşünmeye başlamış:
-Neydi çölde geçen haftalar, günler; zorluk ve yokluklar... Açlık ve susuzluklar?..
Bunları hayal ederken Kâbe’ye karşı duyduğu hayranlığını bu defa değiştirmiş, kendi nefsine karşı duymaya başlamış:
-Bravo Hasan Müzeyyin demiş, sen ne kadar da kuvvetli, kudretli, başarılı adammışsın. Bunca yokluğa, bunca zorluğa rağmen yılmadan Horasan’dan buraya çölleri aşmış, vahaları geçmiş, nihayet Kâbe’ye ulaşmışsın. Yoktur bu hacıların içinde senin gibi başarılı biri!
Gördünüz mü başarının, en sonunda insana verdiği baş döndürücü benlik duyusunu, büyüklük iddiasını?
Haksız da değildir aslında. Bunca çölleri, vahaları o aşmış, bunca zorlukları o yenmiş…
Ne var ki başarının sonunda kendisini bekleyen bu tehlikeli benlik imtihanından haberi yoktur. Sonunda başarının bakışını bulandırma imtihanına maruz kalabileceğini hiç hayal etmemiş.
İşte kendinin herkesten başarılı bir büyük adam olduğuna karar vermek üzere olduğu sırada bir uyarı sesi gelir kulağına. Ses diyor ki:
-Hasan Müzeyyin!. Kendine gel, kendine! Bunca yolları, vahaları, çölleri sen aşmadın, zorlukları sen yenmedin. Rabb’in sana bu aşkı, şevki, azmi ve gayreti verdi de onlarla aştın çölleri. Rabb’in sana böyle azim ve aşk lütfetmeseydi kendinde bunları başaracak güç kuvveti bulamaz, bunca zorlukları yenme gayretine giremezdin. Unutma, senin bu başarıda hissen, sadece ‘niyet edip teşebbüse geçmenden ibarettir!’ Niyet ve teşebbüsten sonraki gelişmelerin tümü de Rabb’inin sana ikramı, ihsanıdır. Sakın başarıyı kendi nefsine mal edip de “ben-ben” demeye kalkma, kazanırken kaybetme!
Beyninde yankılanan bu sesten sonra başını kaldırıp bakar ki, karşısında maneviyat büyüğü meşhur ‘Ebu Bekir Kettani’ hitap emektedir kendisine. Büyük veli uyarısını şöyle tamamlar.
- Dikkat et der, Rabb’imiz Nisa Sûresi ayet 79’da buyurur ki:
“Sana verilen tüm iyilik ve hayırlar Allah’tandır. Bunları nefsine mal ederek gasp etme. Kazandığın tüm kötülük ve günahlar da nefsindendir, onları da başkalarının üzerine atma!.”
Şimdi irşat kitaplarında verilen bu baş döndüren örnekten sonra düşünme sırası bize geliyor:
-Ne dersiniz, Rabb’imizin yardımıyla başardığımız hayırlı amel ve hizmetlerimizi biz de kendi nefsimize mal ederek kimseyi dinlemez hale mi geliyoruz acaba? Bu yüzden de aczimizi zaafımızı hatırlatan ikazlara mı uğruyoruz? Bu önemli konuyu kendilerini başarılı bulan herkes düşünmeli mi? Düşünmeli de ‘ben ben’ yerine ‘biz biz’ mi demeli?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder