Bizim yüzümüzden mi inanmıyorlar?
Acaba buradaki “fitne”den kasıt nedir?
Bir Müslüman, hangi hâl ve davranışıyla kâfirler için “fitne” olur?
Sadece hâl ve davranışlarımızla değil, hangi ihmal ve tembelliğimizle inanmayanlar için bir “imtihan vesilesi” oluruz?
Yüce Rabbimiz, Kur’an lisânıyla böyle bir duâyı bize öğrettiğine göre, bu husus çok önemlidir. Bunu çok iyi anlayıp, hem lisan-ı kalimizle (dilimizle) hem de lisan-ı hâlimizle (hal ve fiil diliyle) duâ etmemiz gerekir. Yani hem bu duâyı dilimizle sık sık okuyup Rabbimize yalvarmalıyız, hem de “fitne” olmamak için hâlimiz ve eylemlerimizle çırpınmalıyız. Bu âyetin bir nebze uzunca meâli de şöyledir:
“Ey Rabbimiz, bizi kâfirler için bir imtihan vesilesi yapma; bizi onlara mağlûp düşürme ki, bizim zayıflığımıza bakarak inkârlarını haklı bulmasınlar. Ey Rabbimiz, bizi bağışla. Şüphesiz ki, Senin kudretin her şeye galiptir ve Senin her işin hikmet iledir.”
Demek ki, buradaki “fitne,” “imtihan vesilesi” olarak açıklanmıştır.
“Yâ Rab! Bizi mağlup etme”
Elmalılı Hamdi Yazır, bu âyeti şu şekilde tefsir eder:
“Yâ Rabbenâ! Bizi o küfredenler için bir fitne kılma. Yani onlara mağlûp etme, ellerine düşürüp mihnet ve azaba sokma, el-dil uzatmalarına meydan verme de, bizim mihnetimiz yüzünden îmanı tahkir ile küfre meftuniyetlerini arttırma. Zira mü’minlerin mihnet içinde gösterecekleri temizlik ve yükseklikten de îmanın ulviyyeti anlaşılabilirse de, bu pek zor ve pek tehlikeli olduğu gibi, kâfirlerin ‘İman iyi olsaydı, bunlar mağlûp edilmez, esir olmazlardı’ diyerek, dünya hayatıyla mağrur olarak küfre meftun olmalarına sebep de olur.”
Burada geçen cihad ve esareti geniş mânâsıyla ele aldığımızda, bugünkü Müslümanların bu duâya ve kabul edilmesine ne kadar muhtaç olduğunu daha iyi anlarız.
Yıllara göre değişse de, dünyanın pek çok ülkesindeki Müslümanların durumu bellidir. Türkiye’deki hâlimiz de herkesin gözleri önünde.
Bugün İslâm dünyası âdeta yangın yeri gibidir. Kan ve gözyaşı sel gibi akmaktadır. İntihar saldırıları, farklı terör olayları, doğal afetler, fakirlik ve cehalet, ihtilâf ve kardeş kavgası Müslümanları perişan etmiştir.
Kendimizi unutmayalım!
Gözümüzü farklı ülkelerde mağlup olan Müslümanlara çevirirken kendimizi unutmamalıyız. Hiç şüphesiz bu âyetler sadece mağlûp ve mazlum Müslümanlar için nâzil olmadı. Kendi çevremize, âilemize, nefsimize bakmak ve hâlimizle “fitne” olup olmadığımızı sorgulamak gerekiyor.
Acaba hakkıyla mümin olabiliyor muyuz? İmanın, ibadetin, duanın, ahlâkın, hizmetin, takvanın, iyi bir model olmanın hakkını verebiliyor muyuz?
Bizi görenler “Bu ne biçim Müslüman mı?” diyor, yoksa “İşte Müslüman böyle olur” diyerek takdir mi ediyor?
İnanan ve inandığı doğruları yaşayan bir öğrenciyseniz, çalışkan, başarılı ve güzel ahlâklı olmak zorundasınız.
Bir işadamı, bir esnaf, bir tüccarsanız doğru ve dürüst olmak mecburiyetindesiniz.
Bir öğretmen, bir memur, bir öncü iseniz, bilginizle, görgünüzle, ahlâk ve ibadetinizle örnek olmalısınız. Aksi takdirde, “Bunlar ne biçim Müslüman” dedirtir, başkalarının hataya düşmelerine sebep olursunuz.
Kısacası nerede olursak olalım, hangi iş ve mesleği yaparsak yapalım, İslâmı hakkıyla temsil etmeye çırpınmak gibi bir görev ve sorumluluğumuz var.
Bir Müslüman, hangi hâl ve davranışıyla kâfirler için “fitne” olur?
Sadece hâl ve davranışlarımızla değil, hangi ihmal ve tembelliğimizle inanmayanlar için bir “imtihan vesilesi” oluruz?
Yüce Rabbimiz, Kur’an lisânıyla böyle bir duâyı bize öğrettiğine göre, bu husus çok önemlidir. Bunu çok iyi anlayıp, hem lisan-ı kalimizle (dilimizle) hem de lisan-ı hâlimizle (hal ve fiil diliyle) duâ etmemiz gerekir. Yani hem bu duâyı dilimizle sık sık okuyup Rabbimize yalvarmalıyız, hem de “fitne” olmamak için hâlimiz ve eylemlerimizle çırpınmalıyız. Bu âyetin bir nebze uzunca meâli de şöyledir:
“Ey Rabbimiz, bizi kâfirler için bir imtihan vesilesi yapma; bizi onlara mağlûp düşürme ki, bizim zayıflığımıza bakarak inkârlarını haklı bulmasınlar. Ey Rabbimiz, bizi bağışla. Şüphesiz ki, Senin kudretin her şeye galiptir ve Senin her işin hikmet iledir.”
Demek ki, buradaki “fitne,” “imtihan vesilesi” olarak açıklanmıştır.
“Yâ Rab! Bizi mağlup etme”
Elmalılı Hamdi Yazır, bu âyeti şu şekilde tefsir eder:
“Yâ Rabbenâ! Bizi o küfredenler için bir fitne kılma. Yani onlara mağlûp etme, ellerine düşürüp mihnet ve azaba sokma, el-dil uzatmalarına meydan verme de, bizim mihnetimiz yüzünden îmanı tahkir ile küfre meftuniyetlerini arttırma. Zira mü’minlerin mihnet içinde gösterecekleri temizlik ve yükseklikten de îmanın ulviyyeti anlaşılabilirse de, bu pek zor ve pek tehlikeli olduğu gibi, kâfirlerin ‘İman iyi olsaydı, bunlar mağlûp edilmez, esir olmazlardı’ diyerek, dünya hayatıyla mağrur olarak küfre meftun olmalarına sebep de olur.”
Burada geçen cihad ve esareti geniş mânâsıyla ele aldığımızda, bugünkü Müslümanların bu duâya ve kabul edilmesine ne kadar muhtaç olduğunu daha iyi anlarız.
Yıllara göre değişse de, dünyanın pek çok ülkesindeki Müslümanların durumu bellidir. Türkiye’deki hâlimiz de herkesin gözleri önünde.
Bugün İslâm dünyası âdeta yangın yeri gibidir. Kan ve gözyaşı sel gibi akmaktadır. İntihar saldırıları, farklı terör olayları, doğal afetler, fakirlik ve cehalet, ihtilâf ve kardeş kavgası Müslümanları perişan etmiştir.
Kendimizi unutmayalım!
Gözümüzü farklı ülkelerde mağlup olan Müslümanlara çevirirken kendimizi unutmamalıyız. Hiç şüphesiz bu âyetler sadece mağlûp ve mazlum Müslümanlar için nâzil olmadı. Kendi çevremize, âilemize, nefsimize bakmak ve hâlimizle “fitne” olup olmadığımızı sorgulamak gerekiyor.
Acaba hakkıyla mümin olabiliyor muyuz? İmanın, ibadetin, duanın, ahlâkın, hizmetin, takvanın, iyi bir model olmanın hakkını verebiliyor muyuz?
Bizi görenler “Bu ne biçim Müslüman mı?” diyor, yoksa “İşte Müslüman böyle olur” diyerek takdir mi ediyor?
İnanan ve inandığı doğruları yaşayan bir öğrenciyseniz, çalışkan, başarılı ve güzel ahlâklı olmak zorundasınız.
Bir işadamı, bir esnaf, bir tüccarsanız doğru ve dürüst olmak mecburiyetindesiniz.
Bir öğretmen, bir memur, bir öncü iseniz, bilginizle, görgünüzle, ahlâk ve ibadetinizle örnek olmalısınız. Aksi takdirde, “Bunlar ne biçim Müslüman” dedirtir, başkalarının hataya düşmelerine sebep olursunuz.
Kısacası nerede olursak olalım, hangi iş ve mesleği yaparsak yapalım, İslâmı hakkıyla temsil etmeye çırpınmak gibi bir görev ve sorumluluğumuz var.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder