17 Nisan 2017 Pazartesi

MÜŞAVERE

MÜŞAVERE

‘Müşavere’, bir şeyin hayır ve faydalı noktasına yönelmek için güvenilir, itimat edilir kişilerin görüşünü almak, istişare etmek demektir.

Allah Teâlâ Kur’an-ı Ker'im’de: “İş hususunda onlarla müşavere et!” [1] buyuruyor. Başka bir ayette de Müslümanların işlerinin danışma yani istişare ile olacağını söylüyor:

“Rablerine icabet edenler namazı dosdoğru kılanlar işleri kendi aralarında şura ile olanlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak edenler.”  [2]

Peygamber Efendimiz de ümmetine öğretmek için müşavere etmişlerdir. Öyle bir peygamber işlerinde müşavere ettikten sonra bizim gibi acizlerin ne kadar müşavereye muhtaç olduğumuzu düşünmeliyiz. “Akıllılarla müşavere eden (işlerini danışan) toplulukta az hata olur.” anlamında hadis-i şerif vardır.

Akıl sahipleri: ‘Akıldan büyük mal, bilgisizlikten büyük fakirlik, meşveretten büyük arka (destek ve kuvvet) yoktur. Ve layık olanlara danıştıktan sonra yapılan hata böyle hareket etmeden yapılan isabetten hayırlıdır.’ dediler. Görüşlerinde sürekli olarak isabet edenlerin istişareye rağbet göstermeleri, görüşlerini yoklamak, zekâ ve anlayışlarını denemek ve kuvvetlendirmek için olup faydadan uzak değildir.

Bu konuda danışmayı ayrı ayrı birkaç kişi ile mi yoksa birkaç zatı bir araya toplayıp fikirlerini sormak mı uygun olur? Bu hususta Arapların, Acemlerin ve eski Yunanlı düşünürlerin arasında görüş ayrılığı belirtilmiştir.

Arap ve İranlı düşünürler birkaç kişinin toplanıp görüşleri sorulduğu zaman her biri fikirlerini söyler, birbirlerinin görüşlerini inceledikten sonra en isabetli görüşte karar kılacaklarından bu yolun hayırlı olacağını savundular.

Yunan düşünürleri ise görüşleri sorulacakların toplanması halinde bazılarının kendilerince daha münasip görüşleri varken diğerlerinin görüşünü silmemek ve saygı için sessiz kalacakları beklenebileceğinden görüşlerinin ayrı ayrı sorulması tarafında bulundular. Bize kalırsa iş ve yerine göre her ikisi de olur.

Kendisine danışılacak olan kişi de, ‘dirayet, zekâ, azim, güvenirlilik, doğruluk, dünya üzerinde olayları takip edebilmek ve insanların ruhsal cephelerini tahlîl edebilmek, gibi değerler aranmalıdır. O işi bilmeyen, danışılacak işe dair bilgisi olmayan tecrübesiz kişilere danışmak bazen isabetli sonuç doğursa bile uygun düşmez.

Halife Memun oğluna nasihat ederken şöyle demişti:

‘Şüphen olan işlerde tecrübe sahibi, gayretli ve şefkatli yaşlıların görüşlerine başvur! Çünkü onlar çok şey görüp geçirmişler, zamanın inişli-çıkışlı, ikballi- hezimetli olaylarına şahit olmuşlardır. Onların sözü acı da olsa kabul ve tahammül et! Danışma kuruluna korkak, hırslı, kendini beğenmiş yalancı ve inatçı kişileri alma!’

Büyüklerden biri danışma esnasındaki konuşma edebini şu sözüyle özetlemiştir:

‘Danışma toplantısında herkesten önce ve meşveret sona ermeye yaklaşmadan görüşünü belirtmemeli, konuşmada acele davranmamalı, başkalarının görüşünü hafife alıp kendi görüşünde ısrar etmemeli, doğruyu söylemekten çekinmemeli!’ Bir toplulukta müşavere olunurken dışardan gelen bir adamın kendi kendine görüş ileriye sürmesi hatadır. Ancak kendisinin de fikri sorulursa o zaman söylemesinde bir hata yoktur.

Bir kişiye bir iş hakkında fikir sorulup da ona göre yapıldığında sonucu iyi çıkmazsa o kişiyi azarlamaya kalkışmamalı. Zira bu dünyada herkesin, kendi görüş ve tedbirinin münasip olduğunu zannetmesi normaldir. İnsan bu görüşünün hatasıyla kınanır ve azarlanırsa kendisine ümitsizlik ve bıkkınlık gelir de bir daha herhangi bir şeyi danışılınca doğru olan görünüşünü gizler ve belki hata yapma korkusu ile o konuda ağzını açmaktan bile kaçınır!

Eflatun şöyle der: ‘Eğer düşmanın da kendi işinde seninle istişare ederse hayırlı sonuç verecek olan görüşünü esirgeme! Yani “bu benim düşmanındır. Varsın belasını bulsun” diye kötü yola sürükleme! Zira düşmanın senden kendi işlerine görüş ve tedbir istemekle düşmanlığı terk ettiğini anlatmak istiyor. Artık bu durumda layık olan; onu iyiliğini istemektir.’ Fakat ağız aramak ve alacağı görüş ve çareyi aleyhinde kullanmak gibi bir hile sezilirse o zaman sessizlik silahına başvurmak gerekir.



[1] Al-i İmran sûresi, 2/159.
[2] Şûra sûresi, 42/38.


BU YAZI AŞAĞIDAKİ SİTEDEN ALINMIŞTIR:
http://www.islamahlaki.com/default.asp?kat_no=673
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder