NEFİS TERBİYESİ
Müslüman kişinin doğuştan sahip olduğu iyi ve kötü yeteneklerini kendi iradesi ile kontrol etmesine; iyi yeteneklerini işletmek suretiyle geliştirirken kötü yeteneklerini dizginlemek suretiyle kendisini eğitmesine nefis terbiyesi denir.
Kuran- Kerim’de Allah Teâlâ:
“Nefse ve ona iyilik ve kötülükleri ilham ederek onu tezkiye edene yemin ederim ki, nefsini kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiş; onu kötülüklere bulayan ise ziyan etmiştir.” [1] buyururken Peygamberimiz (s.a.v.) de:
“Doğruluğu elden bırakmayınız. Doğruluk iyiliğe; iyilik cennete götürür. Yalandan da kaçınınız. Yalan kötülüğe; kötülük ise cehenneme götürür.” [2] buyurmaktadır.
Bu eğitimin terim anlamı, arıtma demek olan “tasfiye” demek olup madenlerin tasfiyesine çok benzer.
Bilindiği gibi hemen hiçbir maden saf halde bulunmaz. Her maden, yatağında taş ve toprak ile yabancı maddeler ve cüruf ile karışık haldedir.
Böyle karışık haldeki maden cevherinden saf maden ve örnek olarak altın, demir veya benzin elde etmek için; katı madenler, yüksek fırınlarda eritilir, çeşitli kimyasal işlemlerden geçirilirler. Ham petrol de rafineri de arıtılarak kullanılır hale gelir.
Daha değerli madenler, daha yüksek ısıda erirken, daha değerli petrol ürünleri de, örneğin uçak benzini de daha yüksek kulede arıtılır.
Daha yüksek ruhlar da, daha büyük irade gerektiren daha büyük sınavlarla tasfiye edilirler.
Peygamberimiz (s.a.v.)’in:
“İnsanlar içinde, en ağır bela ve musibetlere, öncelikle peygamberler, sonra veliler ve derece derece müminler uğrar.” [3]anlamındaki hadisleri, bunu anlatır. Atalarımız da bunu:
“Kâfirin başı bile ağrımaz.” ve “Dağına göre kar” sözleri ile anlatmışlar.
İnsanlardaki ‘iyilik’ yapma ve ‘kötülük’ işleme yetenekleri, doğuştan bir arada ve deyim yerinde ise, tıpkı madenlerdeki taş toprak ve katran gibi, karışık haldedir.
İnsan, bu dünyada gerek kendisine yüklenen ödevleri yerine getirmek, gerek başına gelen sıkıntıları sabırla göğüslemek, gerek eline geçen nimetlere şükretmek, gerekse canının çektiği gayri meşru ve yasak şeylerden kaçınmak suretiyle kendisini arıtacak ve Rabbine, nefsini terbiye ve tasfiye ettiği halde kavuşmaya çalışacaktır.
Nefs terbiyesi demek, kişinin iç dünyasını eğitmesi demektir. İnsanın iç dünyası çeşitli durumlar gösterir.
Öyle insan vardır ki, onun iç dünyası her an kötü şeylere; yalana, dolana, harama, haksızlık yapmaya eğilimlidir. Sürekli böyle kötü şeyler arzu eder. İçinden duyduğu bütün dürtüler bu yöndedir.
İç dünyası böyle olan kimse, işlediği hiçbir kötülükten pişmanlık duymaz. Aksine, benzer kötülükleri yine işleyebilmek için adeta fırsat kollar. Böyle bir kimse, bu iç dünyasını değiştirmedikçe, onun kötü yoldan dönmesi beklenemez.
İç dünyamızın bu durumuna, din dilinde; ‘Hep kötülük isteyen ve kötülük peşinde koşturan nefis’ anlamında olarak “nefs-i emmare” denir.
Nefsin böylesi Kötülüğü ve şerri şiddetle emreden nefistir.. Allah Teâlâ, Kur'an-ı Kerim'de Yusuf (a.s.)'ın dilinden, nefsin kötülükleri işlemeyi, heva ve hevesi doğrultusunda Allah (c.c.)'ın emirlerine muhalefet etmeyi arzuladığını ve sahibini buna yönelmek için zorladığını bildirmektedir:
“(Yusuf), nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefis aşırı bir şekilde kötülüğü emreder; Rabbim acıyıp korumuş başka. Şüphesiz Rabbim çok bağışlayan, pek esirgeyendir.” [4]
‘Nefs-i emmare’ sürekli kötülüğü emreder. Bu durum, iyi eğitim almamış her insan için söz konusudur. İnsan bu durumda kaldığı müddetçe, onun ömrü hep kötü fiillerle veya kötü fiillerin özlemi içinde geçer.
Öyle insanlar da vardır ki, zaman zaman kötülük eder. Fakat işlediği kötü fiillerden sonra içinden bir pişmanlık duyarak:
- Kötü olan bu işi ben niçin işledim? Yapmamalı idim, diyerek kendi kendisini kınar. Bir daha böyle şeyler yapmamalıyım diye de kendi kendine karar verir.
Fakat bir müddet sonra yine aynı veya benzer hatalara düşer; kötü işler yapar. Peşinden yine pişmanlık duyar. Bu durum böyle sürüp gider.
İşte böyle bir iç dünyaya, din dilinde, ‘kendi kendisini kınayan nefis’ anlamında olmak üzere, ‘nefs-i levvame’ denir. Nefs-i Levvame, kendisini kınayan, işlediklerinden dolayı pişmanlık duyan ve kendini hesaba çeken nefistir:
Bu durum nefsin bir üst mertebesini ifade eder ki, bir insanın kötü alışkanlıklarından kurtulabilmesi için en az bu mertebede bir iç dünyasına yükselmesi gerektir.
İnsan beşerdir; şaşar; hata, kusur ve hatta kötülük işleyebilir. Fakat hiç olmazsa, o kötülüğü işledikten sonra olsun kendine gelmeli ve ondan pişmanlık duymalıdır.
İşlediği kötülükten pişmanlık duymayan kimsenin kötü alışkanlıklarını terk ederek kötü yoldan iyi yola gelmesi beklenemez. Ama pişmanlık duyan kimsenin er-geç doğru yolu bulacağı umulur.
Bazı insanlar da vardır ki, onların iç dünyası, birinci mertebede açıkladığımız iç dünyasının tam tersine, iyi şeyler; doğruluğa, dürüstlüğe, helalî-haramı gözetmeye, iffete, namusa, edep ve hayaya eğilimlidir. İçinden gelen şeyler hep böyle iyi şeylerdir:
Uykusundan kalkar, temizlik ve ibadetini yapar. İşine gider; üstüne düşeni en güzel bir şekilde yapmaya özenir. Vakti gelince helâlinden yemeğini yer; ibadetini yapar. Konuştuğunda doğruyu söyler; söz verdiğinde yerine getirir.
Yardıma muhtaç birini gördüğünde elinden geldiği kadar yardım etmeye çalışır. Kimseyi incitmez. Kimseyi çekiştirmez. Herkesin hakkını kendi hakkı kadar, herkesin malını kendi malı kadar, herkesin ırz ve namusunu kendi namusu kadar korur ve ona dokunmaz, hatta kutsal sayar.
Yakınlarına ve fakirlere zekâtıyla, fitresiyle, sadakasıyla destek olur. Elinden geliyorsa ihtiyaç olan yerler cami, okul, hastane, yol, çeşme ve benzeri hayırlar yapar, yaptırır.
Kısaca iyilik ve hayrın birini bitirdikçe içinden bir diğerine başlamak gelir.
Bütün bunları yapmak elinden gelmez ve yapamazsa da bunları yapabilme heves ve arzusu içinde yaşar.
Böyle bir iç dünyaya da din dilinde ‘iyilik ilhamcısı nefis’ anlamında olarak “Nefs-i Mülhime” denir.
Bir ileri mertebedeki iç yapıda insan, sadece iyiliğe heves etmekle kalmaz. Ayın zamanda huzuru ancak o iyi davranışları gerçekleştirmede bulur. Yaptığı iyilikleri, onun iç dünyasının havası ve suyu gibidir.
Balığın su dışında yaşayamaması gibi o da iyiliklerden ayrı olarak yaşayamayacağı kanaatindedir.
Nefsin bu mertebesinde din dilinde ‘iyi davranışlardan ve iyiliklerden huzur bulan nefis’ anlamında olara ‘Nefs-i mutmainne’ denir.
Daha ileri dereceler ise “Radiye” ve “Mardiyye” mertebeleridir ki, bu mertebelerde insan, sadece huzur bulmakla kalmaz aynı zamanda iyilik ve hayır kavramlarının bilincine de vararak tam bir hoşnutluk içinde bulunur. Bu hoşnutluk ise, Yüce Yaratan’ın hoşnutluğuna erdirir.
“Artık Allah kulundan, kul Allah’tan razıdır.” [5]
Bu iç yapı mertebeleri hiçbir kimsenin değişmez kaderi değildir.
Aksine, her insan, bu mertebeleri aşma yeteneğinde yaratılmış olup aynı zamanda bununla yükümlü de tutulmuştur.
Bu olgunluk mertebeler insanın kendisini eğitmesi ile aşılır.
Dinler ve Peygamberler, insanlara bu hedefleri gösterdikleri gibi bu hedeflere ulaşmanın yollarını da göstermişlerdir.
Filozofların ve aklı eren herkesin gösterdiği ahlâkî ilkeler gözden geçirildiğinde, o ilkelerin de bu hedeflere yönelik olduğu görülür.
Bize düşen, önce bunları öğrenmek sonra da hedef olarak benimsemek ve bizi bu hedeflere ulaştıracak fiil ve davranışlara elimizden geldiği kadar içten gelen bir samimiyetle yönelmektir.
Namazı, orucu, haccı, zekâtı, kısaca ibadetleri, temizliği, doğruluğu, yardımı ve iyilik severliği kısaca iyi ahlâkı, farz bilip elimizden geldiğince bunları yapmaya çalışmak; yalanı, dolanı, hileyi, haramı yasak bilip bunlardan sakınmak; iç dünyamızı eğitecek ve geliştirecek başlıca çarelerdendir.
[1] Şems sûresi, 91/6-10.
[2] Buhari, Edeb, 69; Müslim, Birr, 105.
[3] Buhari Merda, 3; Tirmizi, Fiten, 575.
[4] Yusuf sûresi,12/53.
[5] Beyyine sûresi, 98/ 8.
http://www.islamahlaki.com/
--
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder