HİKAYE
BİR KÜÇÜK İYİLİK NELER YAPIYOR ?
Kış
günü, hava soğuk ve rüzgârlı... Yağmur bardaktan bosalırcasına yağıyor. Bir iş
için Altındağ (Ankara'da) semtine gidiyorum. Yolun karşı tarafinda,
sırılsıklam kenarda bekleyen bir insan dikkatimi çekiyor. Gelip geçen
taksilere, minibüslere el kaldırıyor, kimse aldırmıyor. Hareketlerinden alkollü
olduğu anlaşılıyor.
Altındağ'da işimi bitirip döndüm. Baktım bu zavallı insan soğukta hâlâ
bekliyor, üstü başı ıslak. Arabamla önünde durdum ;
--
“Kardeşim, buyur seni evine gotureyim”, dedim. Şöyle camdan yüzüme baktı, biraz
mahcup bir hâlde;
--
“Ağabey, senin arabana binmeyeyim, alkollüyüm” dedi. "Hayır bineceksin,
bilerek durdum buyur" dedim. "Arabana istifra ederim, kirletirim,
binmeyeyim" dedi. "Soğukta öleceksin" dedim ve zorla arabama
bindirdim. Yağmurda sırılsıklam ıslanmış ve tir tir titriyordu.
Bir
marketin önünden geçiyorken, “Küçük çocukların var mı?” dedim. “Var” dedi.
Arabadan inerek çocuklara çikolata, bisküvi alarak; "Eve varınca çocuklara
ikram edersin. Benim hediyem olsun" dedim.
--
"Ağabey, küçük çocuklarım var ama ben eve varınca hiç yanıma gelmezler,
kaçarlar" dedi. “Niçin kaçarlar?” dedim. "Çünkü her gün böyle içip
eve sarhoş giderim, bağırır, cağırır, döverim. Onun için benim eve geldiğimi
görünce hepsi odalarına çekilir, yataklarına saklanır, korkudan yanıma
yaklaşmazlar. "
Bunları duyunca çok üzüldüm ve kendisine şöyle dedim : “Bak evlâdım
herkes yanlış yapabilir, hata yapabilir. Önemli olan yanlışta ısrar etmemektir.
O yavrucaklar Allah'ın sana bir emaneti. Sen onların babasısın, nasıl öyle
davranabilirsin? Onların, senin şefkat ve merhametine, havadan ve sudan çok
ihtiyacı var. Sevgi, şefkat ve merhamet onları besleyen ve büyüten en büyük
gıdalarıdır. Bana söz vereceksin. Bu gün evine varınca yavrularını kucağına
alacak onları sevip okşayacak, bu çikolataları kendi ellerinle yedireceksin.
Tamam mı, söz mü?'” dedim.
--
“Tamam söz veriyorum, dediklerini yapacağım.”
dedi.
Nihayet onun tarifiyle mahallelerden, sokaklardan geçerek kenar semtteki
evine geldik. Hanımı çıkıp karşıladı, böyle bir davranış karşısında duygulandı,
teşekkür etti, ısrarla eve girip çay içmemi istedi. Benim işim olduğu icin
kartımı bırakıp müsaade istedim ve ayrıldım.
Zavallı adamcağız evine varıyor, yavrucaklar korkudan kaçacak delik
arıyorlar. Baba üstünü başını değiştirip, odaya geçip oturuyor. Küçük kızcağızı
kapıdan çıkarken ona sesleniyor :
--
“Kızım! Gel yavrum, otur yanıma.” Kızcağız saşırıp kaliyor, bu güne kadar hiç
duymadığı ton ve sıcaklıkta babasının sesi. Kapıda durup kalıyor ürkek bir
tavırla. Gitse mi, gitmese mi? Acaba yine bağırıp döver mi? Yatağına kaçsa mı?
Derken baba tekrar yumuşak bir sesle: “Haydi yavrum gelsene, bak sana neler
getirdim. Al bunları.” diyerek çikolataları gösteriyor. Çocuk yavaş yavaş,
korkarak babasına yaklaşıyor. Baba, yavrusunu dizine oturtuyor ve saçlarını
öperek, okşamaya başlıyor.
Kızcağızın ruh dunyası allak bullak oluyor.
Baba sevgisi, babanın okşaması ne güzel bir şeymiş. Babanın yavrusunu öpmesi,
onu yavrum diye sevmesi ne tatlı, ne sıcak şeymiş, bu şaşkınlığı yaşıyor. Kim
bilir ne zamandan beri böyle sıcak bir sevgiyi tatmamıştı. Hep onun hasretiyle
yanıp kavrulmuştu. Bak şimdi babası ona “yavrum” diyordu, saclarını okşuyordu,
bağrına basıyordu. Ne tatlı ne sıcak bir yermiş baba kucağı...
Bu
yakınlık ve sevgiden cesaret alan kızcağız, ayağa kalkıyor, kollarını makas
gibi açarak, bütün hasret ve heyecanıyla babasının boynuna sarılıyor. Bulduğumu
kaybeder miyim endişesiyle “Babammm...
babam... babacığımmmm. .. “ diyerek
hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlıyor. O çikolatayı çoktan unutmuş, her şeyden daha
tatlı babasını bulmuş, gözyaşları içerisinde ona sarılıyor, yılların açlığını
gidermeye calışıyordu.
Zavallı adam, hüngür hüngür ağlıyor, baba kız gözyaşı seline
boğuluyorlar. Bir tarafta da hıçkırıklara boğulan anne gözlerine inanamıyordu.
Allah'ım sana şükürler olsun diyordu.
Sonra
baba ayağa kalkıyor, evdeki tüm içki şişelerini bir daha içmeme azim ve
kararlılığıyla, kırıyor.
Bir gün mağazamda
otururken, tezgahtar: “Efendim ziyaretçileriniz var”, dedi. “Gelsinler” dedim.
Baktım o aile birlikte gelmişler. Kadıncağızın iki gözü iki ceşme.
"Ağabey! Sen melek misin, Hızır mısın, nesin? O gün seni Allah gönderdi.
Nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum. O yağmurlu günde sen beyimi sarhoş
haliyle yoldan alıp eve getirdin. O günden sonra dünyamız değişti. Kocam içkiyi
bıraktı, Allah'a yöneldi, yavrularım baba sevgisine kavuştu, evimiz bir cennet
köşesine döndü, korkularımız bitti. Buna vesile olduğunuz için Allah sizden
razı olsun" diyor, gözyaşlarına boğuluyordu.
Bir güzel davranış, bir yudum sefkat ve merhamet, samimiyetle uzanan bir el, samimi bir yardım, bazen en sihirli kilitleri açıyor, sihirli bir anahtar oluyor, bir insanin
hidayetine, bir dünyanın değismesine
vesile olabiliyor.
Kalbler Allah'ın elinde. Keşke her zaman çevremizdeki insanlara birer
şefkat meleği gibi davranabilsek, rahmet
yüklü bulutlar gibi olabilsek. Kim bilir aynı vaziyette uzanacak bir eli, bir yudum samimiyet ve sıcaklığı bekleyen, soğukta titreyen nice
gönüller vardır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder