Allah’ın cennetliklere vereceği en büyük nimet nedir?
Sayılı nefeslerden ibâret olan ömür sermâyesini ilâhî hakîkatler istikâmetinde değerlendirip, ebedî saâdete nâil olan bahtiyar kullara Cennet’te Allah Teâlâ’nın şân-ı ulûhiyyetine yaraşır şekilde müstesnâ ihsan ve ikramları olacaktır. Bu ilâhî lûtufların tâcı ise, “Allah Teâlâ’nın rızâ ve hoşnutluğu”dur.
Âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:
(Rasûlüm!) De ki: Size o istediklerinizden daha hayırlısını haber vereyim mi? Takvâ sahipleri için Rab’leri yanında altından nehirler akan, içinde ebedî kalacakları Cennetler ve tertemiz eşler vardır. Daha sonra da Allâh’ın kendilerinden râzı olması vardır. Allah kullarını çok iyi görür.” (Âl-i İmrân, 15)[1]
Hikmet ehli demişlerdir ki:
“Bu âyet-i kerîmede geçen «Cennetler» ifâdesi, içlerindeki nîmetlerle beraber «cismânî Cennet’e» işarettir. «Rıdvân» yani Allâh’ın rızâsı ise «rûhânî Cennet’e» işarettir ve makamların en yükseğidir…
Bu makamların ilkinde, kul Allah’tan râzı olur; sonuncusunda da Allah kulundan râzı olur. Nitekim Fecr Sûresi’ndeki; «Sen O’ndan râzı, O da senden râzı olarak Rabbine dön.»[2] beyânı, bu hakîkate işaret etmektedir.”[3]
Diğer bir âyet-i kerîmede ise şöyle buyrulmaktadır:
“Allah, mü’min erkeklere ve mü’min kadınlara, altından ırmaklar akan ve içinde ebedî kalacakları Cennetler ve Adn Cennetlerinde çok hoş meskenler vaad etti. Allâh’ın rızâsı(ndan azıcık bir şey bile) bunların hepsinden daha büyüktür. İşte büyük kurtuluş (asıl saâdet ve kazanç) da budur.” (et-Tevbe, 72)
Cenâb-ı Hakk’ın rızâsı, Allah katında Cennet ve içindeki nîmetlerden daha üstün ve değerlidir. Çünkü her hayrın ve mutluluğun, her şerefin ve yüceliğin dayanağı odur. Dolayısıyla dünya hayatındaki kulluk vazifelerinde ihlâslı olup sırf Allâh’ın rızâsını gâye edinmek; bir bakıma, erişilebilecek en büyük nîmet ve saâdeti talep etmek demektir.
RIZAYI İLAHİ
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Allah Teâlâ Cennet ehline:
«–Ey Cennet ehli!» diye seslenir.
Onlar da:
«–Buyur Rabbimiz! Emret! Huzur ve saâdetle Sana itaat ederiz!» derler.
Allah Teâlâ:
«–Râzı oldunuz mu?» diye sorar.
Onlar:
«–Nasıl râzı olmayalım ey Rabbimiz!? Sen bize, mahlûkâtından hiç kimseye vermediğin bunca nîmetler ihsân eyledin!» derler.
Allah Teâlâ:
«–Size bunlardan daha efdalini vereceğim!» buyurur.
Cennetlikler:
«–Bunlardan daha efdal ne olabilir, ey Rabbimiz?» derler.
Bunun üzerine Cenâb-ı Hak:
«–Üzerinize rızâmı indiriyorum; bundan sonra size hiç gazap etmeyeceğim!» buyurur.” (Buhârî, Rikāk 51, Tevhîd 38; Müslim, Cennet 9)[4]
Bu hadîs-i şerîften, Cenâb-ı Mevlâ’nın, kullarına duyduğu muhabbet ve merhametin ne kadar büyük olduğu ve kendilerine Cennet’i ihsân ettiği kullarının, orada tam bir gönül huzûru içinde yaşamalarını istediği anlaşılmaktadır. Onların Cennet’te sayısız nîmetler içinde yüzerken; “Acaba bir kusur ediyor muyuz, Rabbimiz’i gücendirecek bir davranışta bulunuyor muyuz?..” diye tedirgin olmalarını dahî arzu etmediği görülmektedir. Rabbimiz, hayal bile edemediğimiz emsâlsiz nîmetler içindeki Cennetlik kullarının hatırlarını sorup mutlu oldukları cevâbını aldıktan sonra, onların mutluluklarını taçlandırmak üzere; kendilerinden ebediyyen râzı olduğunu, artık onlara hiçbir zaman gazap etmeyeceğini müjdeleyecektir.
Kâinâtın yegâne hâlıkı ve mâliki olan Cenâb-ı Hakk’ın bütün bu nîmet ve iltifatlarına muhâtap olabilmek, sermâyesi hiçlik olan bir kul için ne büyük bir şeref ve bahtiyarlıktır!
İsmail Hakkı Bursevî Hazretleri, Cenâb-ı Hakk’ın sonsuz lûtuf ve ihsanlarına mukâbil, insanoğlunun dünya hayatındaki umûmî gafletine işaret ederek şu îkazda bulunmuştur:
“Bir kemik (parçası olan kulağa) işittiren;
Yağdan oluşan göz yuvarlağına gördüren;
Bir et parçası olan dili konuşturan;
Bitkileri meyve ve dâneleriyle, hayvanları etleri ve yağlarıyla, (diğer taraftan) yeryüzünü ağaçları ve nehirleriyle, gökyüzünü yıldızlarıyla ve onların ışıklarıyla donatan;
Geceyi insanların dinlenmesine tahsis eden;
Gündüzleri sayısız nîmetlerinden dilediği kadarını lûtfeden Allâh’ın şânı ne yücedir!
Sen O’na lâyıkıyla kulluk edemediğin hâlde, O sanki senden başka bir kulu yokmuş gibi, seni terbiye edip beslemekte (sana kıymet verip seni maddî ve mânevî rızıklandırmakta)dır. Sen ise kullukta sanki O’ndan başka bir Rabbin (sığınak, barınak ve dayanağın) daha varmış gibi davranmaktasın. (Bu ne dehşetli bir gaflet, nâdanlık ve kendini bilmezliktir!)”[5]
Dipnotlar:
[1] Ayrıca bkz. el-Mâide, 119.
[2] el-Fecr, 28.
[3] Bkz. Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb, [Âl-i İmrân, 15].
[4] Ayrıca bkz. Tirmizî, Cennet, 18.
[5] Bkz. Rûhu’l-Beyân, c. 1, s. 94-95, Erkam Yayınları, İst. 2011.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Ebediyet Yolculuğu, Erkam Yayınları