Bu dünyada insandan istenen şey, ibadet ve kulluktur. Nihâî hedef ise kalbî merhaleler katederek mârifetullâh’ı elde etmek, yani Cenâb-ı Hakk’ı kalben tanıyabilmektir. Kul, bunun gayreti içinde olmalıdır. Asıl kerâmet de, kulun Kitap ve Sünnet istikâmetinde mesâfe alarak mârifetullâh’a nâil olmasıdır.
Muhammed Mâsûm Hazretleri bu hususta şöyle buyurur:
“Mâlûmdur ki insanın yaratılışından maksat, Hak Teâlâ’nın mârifetini tahsildir… Bir mü’min mârifetullah yolunda mesâfeler almazsa, bu, büyük bir hazineyi elden kaçırmaktır. O kişi yaratılış maksadını yerine getirmemiş, bu hayatta kendisinden taleb edilen şeyi yapmamış, faydasız işlerle meşgul olmuş demektir. O, nefsânî arzularına ehemmiyet vermiş, kıymetli ömür sermâyesini ziyan etmiş, ömrünü mâlâyânî işlere sarf etmiştir. Kendisine lûtfedilen istîdâdı, maksadını elde etmek için kullanması mümkün iken âtıl bırakmıştır. Şu kısacık ömründe ebedî saâdete dâvet edildiği hâlde, onunla meşgul olmamıştır. O kişi, yarın bu dünyayı terk edip âhirete vardığında Cenâb-ı Hakk’ın huzûruna ne yüzle çıkacak!? Bu büyük gaflet ve ihmâli için nasıl bir özür ve bahâne bulacak!?
[Bu tür insanların kavurucu bir pişmanlık ateşiyle feryâd edecekleri, âyet-i kerîmede şöyle haber verilir:
“Onlar orada: «Rabbimiz! Bizi buradan çıkar da daha önce yapmakta olduğumuz amellerin yerine (Sen’in emrettiğin) sâlih amelleri işleyelim!» diye feryâd ederler. Size düşünecek kimsenin düşünebileceği kadar bir ömür vermedik mi? Hem size uyarıcı peygamber de geldi! (Niçin inanmadınız?) O hâlde tadın (azâbı)! Zâlimlerin yardımcısı yoktur.” (Fâtır, 37)]
Şunu iyi bilmek lâzım ki Cenâb-ı Hakk’a vuslat, cennet nîmetlerinden çok daha lezzetlidir. O’nun cemâl-i ilâhîsinden uzak ve mahrum kalmak da en büyük hüsrandır. [Zira iki Cennet vardır. Birincisi, kulluğun mükâfat mekânı olan Cennet, ikincisi ise Cemâlullah cennetidir.]
SON NEFESE KADAR İMTİHAN
Dünya, âhiretin imtihan mekânıdır. İnsan buraya bir sefere mahsus olmak üzere gelir. (Son nefese kadar imtihanı devam eder, sonra da ebedî bir hayat başlar.) Rabbimiz buyurur:
«Kim bu dünyada âmâ ise, o âhirette de âmâdır, hattâ daha da şaşkındır.» (el-İsrâ, 72)
Nakledildiğine göre İmâm Kuşeyrî Hazretleri, üstâdı Ebû Ali Dekkâk Hazretleri’ni vefâtından sonra rüyasında gördü. Üstâdı son derece mahzun olup gözyaşı döküyordu. İmâm Kuşeyrî Hazretleri:
«–Efendim, niçin muzdaripsiniz, yoksa tekrar dünyaya mı dönmek istiyorsunuz?» diye sordu.
Ebû Ali Dekkâk Hazretleri şu cevâbı verdi:
«–Evet! Tekrar dünyaya dönüp, her gün tek tek hâneleri dolaşarak kapılarını çalmak ve:
“–Ey insanlar! Sakın kerîm olan Rabbinizden gâfil kalmayın! Siz nasıl sonsuz bir kudretten gâfil kaldığınızın farkında mısınız?!” diye îkâz etmek istiyorum. Onlara, insanın, nereden gelip nereye gittiğini mutlakâ bilmesi gerektiğini iyice tembihlemeyi arzu ediyorum!»
O hâlde, bizim gibi gâfillere mutlakâ lâzım olan şey şudur ki, kıymetli ömrümüzü bu ulvî ve bediî mânâları kazanmak için sarf edelim. Şu fânî hayatta mârifetullâh’ı idrâk edebilmenin usullerini taleb edip sâlihlerden ve âriflerden bu muammânın îzâhını can kulağıyla dinleyelim. O feyzi nereden alırsak oraya koşalım. Her ne kadar bu kıymetli hazineyi lâyıkıyla elde edemesek de, hiç değilse ona vâsıl olma derdinden mahrum kalmayalım…
Hak yolcusuna lâzım olan, bu yoldaki gayretlerine hiç ara vermeden, daha ileri gitmek için dâimâ dertli ve gayretli olması, her an mes’ûliyet hissi içinde bulunmasıdır… Böyle olursa ümid edilir ki lûtuf ve ihsan denizi coşar ve âşık-ı sâdık bu dalgalardan kurtularak, mârifetten gönlünde bir pencere açılır ve Cenâb-ı Hakk’ı kalben tanımaya başlar…
Kıymetli dostlarımdan ricam şudur ki, bu uzak düşmüş âciz kardeşinizi duâlarınızdan mahrum bırakmayınız ve ilâhî mârifete nâil olması için niyazda bulununuz!”[1]
İLAHİ MARİFET
Yine Muhammed Mâsûm Hazretleri şöyle buyurur:
“İlâhî mârifet, keşif ve kerâmetlerden daha üstündür. Zira mârifet, ilâhî esrârı keşfetmektir; hârikulâde hâller ve kerâmetler ise yaratılmış varlıkların hâllerini keşfetmektir. O hâlde ilâhî mârifet ile kerâmetler arasındaki fark, Hâlık ile mahlûkun farkı gibidir. Sahih mârifet, îmânı kemâle erdirmeye ve terakkî ettirmeye yardımcı olur. Kerametler ise böyle değildir, insanın kemâle ermesi ona bağlı değildir… Keşif ve kerâmete tâlip olan kişi, küçük şeylere tâlip ve esir olmuştur.
O, Cenâb-ı Hakk’a yakınlıktan ve O’nu kalben tanıyabilmekten nasipsizdir… Kişi kerâmet göstermek sûretiyle kendisini diğer insanlardan farklı görmeye başlarsa, kibir ve ucba sürüklenerek ibadet ve seyr u sülûkün faydasından mahrum kalır ve mârifet yolunu kendisine kapatmış olur.”[2]
Hayatın gençlik devresi, bu ulvî gâyeye vâsıl olmanın en güzel zamanıdır. Hazret bu hususta da şöyle buyurur:
“Yavrum! Ömrün en kıymetli zamanı, gençlik günleridir. İnsanın güçlü-kuvvetli, âzâlarının sağlam olduğu bu günler geçer ve ömrün en zayıf vakti gelip çatar. Ne yazıktır ki insanlar, en şerefli kazanç olan mârifetullâh’ı, gelip gelmeyeceği belli olmayan ihtiyarlık vaktine havâle ederler. Ömrün en şerefli vakitlerini, en rezil şey olan hevâ ve hevese sarf ederler. Unutma ki; «Yarın yaparım diyenler helâk oldu!»”[3]
DİPNOTLAR
[1] Muhammed Ma‘sûm, a.g.e, I, 87, no: 102.
[2] Muhammed Ma‘sûm, a.g.e, I, 52, no: 50.
[3] Muhammed Ma‘sûm, a.g.e, I, 63, no: 65.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altın Silsile, Erkam Yayınları
http://www.islamveihsan.com/muslumanin-hedefi.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder