Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri’nin mânevî makâmı yükselip Cenâb-ı Hakk’a yakınlığı arttıkça tevâzuu da artmıştır. Kalbini dâimâ kontrol etmiş, gaflete düşüp de Cenâb-ı Hak’tan uzaklaşmamak için her an teyakkuz hâlinde bulunmuştur. Hiçbir zaman nefsinden râzı, hâllerinden emîn olmamıştır.
Yine hiçbir zaman Allâh’ın azâbından kendini selâmette görmemiş ve Rabbine kulluktan ayrılmamıştır.[1]
Bir kişi ondan, tarîkat ehli birini irşad kapısından tard etmesini istemişti. Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri, ona şu mektubu yazdı:
“Efendim! Bu fakir kul, fâsık bir mü’min gördüğümde mutlakâ onun benden daha iyi olduğuna inanırım. Çünkü onun îmânı sâbit, günahı ise benden gizlidir. Benim nefsimin kötülükleri ise bana âşikârdır. Son nefes(te kimin kurtulacağı) meçhuldür. Nice fâsık ve fâcir var ki, kâmil velîlerden olmuştur. Nice verâ sahibi sâlih kişiler de vardır ki, aşağıların en aşağısına düşmüşlerdir. Allah Teâlâ’dan kendime, sana ve bütün müslümanlara âfiyet dilerim. Hâsılı, benden daha fazîletli olduğuna inandığım hâlde bir kişiyi bu yoldan tard etmem mümkün değildir.”[2]
Hemen hemen her mektubunda, muhâtabından son nefeste îmân ile vefât edebilmek ve İslâm’ı hayatın her alanına en güzel şekilde yansıtabilmek için duâlar taleb etmiştir. Bunlardan birkaç misâl şöyledir:
“…Sizden ricam, hüsn-i hâtime ile (son nefesi îmân ile vererek) Rabbime kavuşabilmem ve Mahlûkâtın En Hayırlısı’nın -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Sünnet’ine tâbî olabilmem için duâlarınızda beni hatırlamanızdır.”[3]
“…Güzel ahlâkınızdan ve şerefli tabiatınızdan ricam; bu miskini Sünnet-i Seniyye’ye istikâmet üzere bağlı kalabilmem ve tertemiz İslâm dîni üzere ölebilmem için duâdan unutmamanızdır.”[4]
“…Mektupların cevaplarını yazmam için ısrar etme… İnsanların mektuplarıyla uğraştığımda, birçok hayırdan mahrum kalıyorum. Kim beni seviyorsa, hüsn-i hâtime ve Sünnet-i Seniyye’ye ittibâ hususunda muvaffak olmam için duâ etsin! Ben de aynı şekilde ona duâ ediyorum. Fazla mektuplaşmaya hâcet yok!”[5]
Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri, acziyetini ve kusurlarını hiç unutmaz, her an gözünün önünde tutardı. İnsanın, kulluk yolundaki hatâ ve kusurlarına mâzeret bulmaktan vazgeçmesi ve aczini îtirâf edip istiğfâra sarılması gerektiğini ifâde ederdi. Bunu şiirlerinde şöyle dile getirmiştir:
“Dün akıl beni tenkid ederek: «Ey günahkâr, yaptığın kötü işlerden dolayı iyice mahcup oldun!» dedi.”(Dîvân, beyt: 284)
“Benimle akıl arasındaki mücâdele sabaha kadar devam etti. O hep beni kınarken ben mâzeretler ileri sürüyordum.” (Dîvân, beyt: 286)
 “Sonunda yalvararak akla dedim ki: «Ey bütün incelikleri gören akıl! Mâdem özür beyânı geçerli değil, o hâlde ben ne yapmalıyım?
Dedi ki: «Ben kusurluyum, suçumu îtirâf ediyorum, mahcûbiyetimden dolayı güçsüz, utangaç ve şaşkınım…» demelisin!” (Dîvân, beyt: 291-292)
“Benden sâlih bir amel aslâ sâdır olmadı! Günahlarım ise o kadar çok ki sözle anlatılamaz!
Ben kötü amellerimden dolayı utanmaktayım. Ne ihlâsla yaptığım bir ibadetim var, ne de özür beyân edecek bir dilim!” (Dîvân, beyt: 1085-1086)
“Ömrüm lüzumsuz ve dağınık işlerde boşa geçti, yazık! Hiçbir vakit kıyâmet ve âhireti aklıma getirmiyorum, yazık!
Zavallı ben, her an nefsânî arzular üzerine binâ kuruyorum. Bu sebeple amel sarayımın temelleri çok zayıf olacak, yazık!” (Dîvân, beyt: 704-705)
O koskoca ilim ve irfan deryâsı, ilâhî azamet karşısında bütün varlığıyla hiçlik katresinin sonsuz ufuklarına dalmış, böylece Hak katında gittikçe artan bir mânevî zenginliğe ve erişilmez mertebelere nâil olmuştur.
DİPNOTLAR
[1] Es‘ad Sâhib, a.g.e, s. 120.
[2] Es‘ad Sâhib, a.g.e, s. 120-121, no: 16.
[3] Es‘ad Sâhib, a.g.e, s. 128, no: 18.
[4] Es‘ad Sâhib, a.g.e, s. 141, no: 29.
[5] Es‘ad Sâhib, a.g.e, s. 246, no: 85.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altın Silsile, Erkam Yayınları

http://www.islamveihsan.com/tevazuda-zirve.html