Mü’min önce kendisini mânen ihyâ edecek, ardından muhitini ve toplumunu irşâd edecek. İçtimâîleşmek; Allah için bir araya gelmek, iyilik ve takvâ üzere yardımlaşmak, hayırlara anahtar, şerlere kilit olmak ve toplum hâlinde Allâh’ın dâvetine icâbet etmek demektir.
Âyet-i kerîmede buyrulur:
“Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten men edersiniz…” (Âl-i İmrân, 110)
“Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten men edersiniz…” (Âl-i İmrân, 110)
YALNIZ KALMA!
Cenâb-ı Hak insanı Zâtına kulluk etsin diye yarattı. İnsan; Rabbini tanıyacak, sevecek, O’na kulluk edecek.
Rabbimiz bu imtihanda muvaffak olup, kendisiyle dost olabilenleri cennetine davet ediyor. Hedef büyük… Yol uzun… Mükâfat muazzam ve muhteşem… Elbette bu büyük imtihanın çeldiricileri, zorlaştırıcıları da var. İnsan bu mukaddes yolculukta iki ateş arasında: Nefis ve şeytan.
Hazret-i Mevlânâ; Hakk’ın davetine icâbet edip nurlanmak için, nefsi ve nefsânî duyguları bertarâf etmenin zarûrî olduğunu şöyle bildirir:
“Gündüz gibi ışık saçmak istiyorsan, geceye benzeyen nefsini yakmalısın.”
Bir nevi yol kesici eşkıyâ olan bu iki düşmana karşı insan ömür boyu cihâd etmek mecburiyetinde. Kalbinde îmânı üfleyerek söndürmeye çalışan, onu karanlığa mahkûm etmek isteyen kötü niyetli düşmanlarına karşı, son nefese dek mücadeleye mecbur.
İnsan bu mücadelede yalnız kalırsa güçlük çeker. Zira düşmanı tek değildir. Kendi nefsi ve şeytanı ile birlikte, şeytânî ve nefsânî vesvese ve iğvâlara kendini kaptırmış koca bir ordu ile karşı karşıyadır. Öyle ise, mü’min; kendisi ile aynı dâvâda, aynı gayede olan, yani Hakk’ın davetine icâbet ederek, O’na yaklaşmaya gayret eden kardeşleriyle beraber olmalıdır. Hazret-i Mevlânâ; bu beraberliği, eşkıyâlarla dolu bir yolculukta bir araya gelerek, güçlü bir kervan teşkil eden yolculara benzetir:
“(Îman kardeşin olan) insanlarla dost ol. Çünkü kervan ne kadar kalabalık ve halkı çok olursa, yol kesenlerin beli o kadar kırılır.”
İçtimâîleşmek; bir araya gelmek, iyilik ve takvâ üzere yardımlaşmak, emr-i bi’l-mâruf ve nehy-i ani’l-münker vazifelerini edâ etmek, toplum hâlinde Allâh’ın davetine icâbet etmek demektir.
Âyet-i kerîmede buyurulur:
“Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten meneder ve Allâh’a inanırsınız…” (Âl-i İmrân, 110)
Her mü’min İslâm’ı yaşamakla memur olduğu gibi, yaşatmakla da vazifelidir. Her mü’min hâdisâtın ve devrin akışından mes’uldür. İslâm ve müslümanların istikbâli hakkında bîgânelik, bir mü’mine yakışmaz. İslâm nûrunun tamamlanmasında, Allâh’ın dînine yardım etmekte her mü’min aşk ile gayret etmekle mükelleftir.
Âyette şöyle buyurulur:
“(İnsanları) Allâh’a davet eden, sâlih ameller işleyen ve; «Ben müslümanlardanım!» diyenden daha güzel sözlü kim olabilir?” (Fussilet, 33)
Rabbimiz bizden İslâm karakter ve şahsiyetini temsil etmemizi arzu ediyor.
“Biz, sizleri ılımlı bir ümmet olarak (hayırhah bir ümmet olarak, istîdâtlı bir ümmet olarak) halk ettik. Siz, yeryüzünde Allâh’ın şahitlerisiniz. Peygamber de kıyâmet günü size şahit olsun.” (el-Bakara, 143)
Hadîs-i şerifte buyurulur:
“Peygamberler, ümmetlere Allâh’ın şahididir (örnektir, üsve-i hasenedir. Allâh’ın dîninin temsilcisidir.) Benim ümmetim de diğer ümmetlere Allâh’ın temsilcisidir.” (Bkz. Ali el-Müttakî, Kenzü’l-Ummâl, XII, 171-172/34530)
Bunun yolu ise; Fahr-i Kâinat -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, sahâbe ve onları takip eden Hak dostlarının usûlü üzere, İslâm’ı en güzel şekilde temsildir. Fazîletli bir insan olup yaşayarak mârufu emretmek, münkeri nehyetmektir.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Yüzakı Dergisi, Ağustos – 126.Sayı – 2015
http://www.islamveihsan.com/iyiligi-emredip-kotuluge-engel-olmaliyiz.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder