Kainatın sırları nelerdir? İşte evrenin hayrete düşüren sırları…
Kur’ân-ı Kerîm, îzah edilenlerin hâricinde kâinâtın yaratılışı ile ilgili olarak, göklerin ve yerin başlangıçta birbirine bitişik olup sonra ayrıldıkları,[1] göklerin ve yerin yaratılışının altı gün (dönem, devir)de tamamlandığı,[2] göklerin, görülebilecek direkler olmaksızın, câzibe kanununa bağlı olarak yükseltildiği,[3] göklerin birbiriyle uyumlu yedi kat olduğu,[4] Ay, Güneş ve yıldızların kendilerine has yörüngelerde döndüğü,[5] yüksek yerlere doğru çıktıkça hava basıncının düşüp, oksijenin azaldığı[6] gibi pek çok husûsu haber vermekte ve bu mevzûlarla ilgili yapılan ilmî keşifler de bu bilgileri doğrulamaktadır.
TEFEKKÜR ET!
Cenâb-ı Hak kullarına sık sık:
“Düşün, akıl erdir, tefekkür et!” buyuruyor.
Bilinenlerden çok bilinmeyeni olan bir âlem içindeyiz. Meselâ bir atoma bakalım: Elektronlar ve çekirdek… Elektronlar çekirdeğin etrâfında sâniyede 2000 kilometre gibi muazzam bir hızla dönüyor, fakat hiçbir zaman çarpışma söz konusu değil. Farkında değiliz. Okuyup geçiyoruz. Her zerrede yaşanan bu mâcerâyı bilmekten âciziz. Fizik ilmiyle ancak Cenâb-ı Hakk’ın koyduğu kâideleri bir miktar öğrenebiliyoruz. Bu demektir ki mânevî ilimler ve irfân ile Cenâb-ı Hakk’a kalben yaklaşıp ezelî ve ebedî hikmeti görmek gerekir.
Bir atomu sonsuz kere büyüttüğümüzde karşımıza sonsuz bir gökyüzü çıkar. Trilyonlarca yıldız… Hepsi döner hâlde, hiçbiri diğerine çarpmıyor[7], semâdaki sayısız kütleler arasında bir trafik kazası olmuyor, hepsinin vazifesi ayrı…
Aynı şekilde gökyüzü âlemini küçült, bir atom meydana gelir. Cenâb-ı Hak bu ilâhî sanat hârikasıyla:
“Düşünmez misiniz, idrâk etmez misiniz, ey akıl sahipleri!..” diye akıllarımıza, vicdanlarımıza hitâb ediyor. Hikmetleriyle kalbimizi ve aklımızı irşâd ediyor. Kâinattaki küçücük zerrelerden muazzam kütlelere kadar her şey, bize hâl lisânıyla konuşuyor. Yeter ki kalbimiz bu kâinâtın sessiz hikmet lisânından anlayabilsin! Bunun için gafletten sıyrılmak lâzım. Zîrâ insan gaflete düşünce nefsâniyetin zebûnu oluyor ve sâdece ten plânında süflî bir hayat yaşıyor.
PROFESÖRÜ HAYRETE DÜŞÜREN AYET
“Nasa Uzay Araştırmaları Merkezi” başkanı Prof. Dr. Armes Thom, kendisine yöneltilen:
“–Atmosferde bir boşluk var mı?” sorusuna şöyle cevap verdi:
“–Hayır, atmosferde boşluk olması mümkün değildir. Şâyet böyle bir şey olsaydı, kâinâtın dengesi bozulur ve semâdaki bütün ayarlar alt-üst olurdu. Netice olarak fezâda birçok trafik kazası yaşanırdı.”
Bu sözleri üzerine ona şu âyet-i kerîme okundu:
“Üstlerindeki göğe bakmazlar mı ki, onu nasıl binâ etmiş ve nasıl donatmışız! (İyi bakın ve Yaratan’ın yüceliğini idrâk edin) onda hiçbir çatlak da yoktur!..” (Kâf, 6)
Gönül gözlerini açmak ve ibret almaya sevk etmek için indirilen bu âyet, profesörü hayrete düşürdü. Profesöre bir suâl daha tevcih edildi:
“–Kâinâtın son noktasına ulaşabildiniz mi?..”
Büyük bir gönül yorgunluğu ile cevapladı:
“–Uzun zamandır buna çalışıyoruz. Eldeki teleskoplarımız yetersiz kaldı. Sürekli önümüze sis tabakaları hâlinde çeşitli katmanlar çıkıyor. Bunun üzerine uzaktan kumandalı teleskoplar geliştirdik ve uzaya gönderdik. Netice, yine aynı… Ben, kâinâtın son noktasına varabileceğimizi sanmıyorum. Çünkü onun sonsuz olduğu kanaatindeyim…”
Bu durumun da Kur’ân’da bildirilmiş olduğu yine âyet-i kerîmelerle kendisine aktarıldı:
“…Gözünü çevir de (göklere) bir bak; bir bozukluk (ve bir son) görebiliyor musun?.. Sonra gözünü tekrar çevir bak; (her defâsında da göreceksin ki) göz, âciz ve bitkin bir hâlde sana dönecektir!..” (el-Mülk, 3-4)
Âyet-i kerîmeler okunduktan sonra, insaflı bir ilim erbâbı için en küçük îtirâza bile tâkat bırakmayan bu hakîkatler karşısında Prof. Dr. Armes Thom, hakkı teslîm etmek mecbûriyetinin takdîre şâyan bir hissiyâtı içinde şöyle dedi:
“–Ben başlangıçtan beri düşünüyorum. Kur’ân hakkında bir değerlendirme yapmak çok zor! Hakîkaten şaşkınım! Bu kadar yıl öncelere âit bir kitap, nasıl oluyor da en dikkat çekici astronomi bilgilerini mükemmel bir şekilde doğru olarak, hattâ acze düşürerek takdîm edebiliyor!.. 1400 sene öncesinin insanı neler yapabiliyordu, tam bir mâlumâtım yok, ama bunlar, kayda değer pek müstesnâ bilgilerdir.”
Bir müddet daha düşündükten sonra, bütün beşerî eserlerin tecrübe veya hayâlle yazıldığını ve mutlakâ noksan tarafları bulunduğunu bilen profesör, sözlerini şöyle tamamladı:
“–Bu aslâ bir beşer tecrübesinin ifâdesi değildir. Öyle anlaşılıyor ki, biz ilim ve dînin barıştığı yeni bir asra giriyoruz. Artık ilim ve dînin verdiği bilgilerin kucaklaştığı bir zamanda olduğumuzu hissediyorum…”
Tabiî ki bu ilim, gerçek olan ilim; dîn de, Allah tarafından geldiği husûsunda hiçbir şüphe bulunmayan İslâm’dır.
[1] el-Enbiyâ, 21/30.
[2] Hûd, 11/7.
[3] Bkz. er-Ra’d, 13/2; Lokman, 31/10; el-Hacc, 22/65.
[4] Bir kısım âyetler için bkz. el-Bakara, 2/29; el-İsrâ, 17/44; el-Mülk, 67/3.
[5] Yâsîn, 36/38-40.
[6] el-En’âm, 6/125.
[7] Kâinattaki bütün gök cisimleri, saat ibresinin tersi istikâmetinde hareket etmekte, hepsi de dönmektedir. Fakat her birinin farklı yörüngesi ve dönüş süresi olduğundan, birbirleriyle çarpışmazlar.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Rahmet Peygamberi, Erkam Yayınları