Hekimoğlu İsmail
AİLE-SAĞLIK
Kâinat nizamını kuran ve devam ettiren Allah, yarattığı her şeyin tedbirini görüp ihtiyacını yerleştirmiştir. Mesela hayvanların ağzına öyle bir laboratuvar kurmuş ki zehirli otla zehirsizi hemen ayırıyor, zehirsiz olanı yiyor. Böylece hayatı devam ediyor. Aynı şekilde bizim de ağzımızda benzer bir laboratuvar vardır; hoşumuza gitmeyen ya da bozulmuş bir şeyi ağzımıza alsak dil hemen kontrol eder ve tükürür.
Maddi hayatımızı bu şekilde güven altına alan Allah, manevi hayatımızı da güven altına almış. Nasıl ki hayvanlar zehirsiz otu yiyerek besleniyor, biz de her haramı zehir bilelim, helal dairede yaşayalım diye Allah Kur'an-ı Kerim'i göndermiş. ‘… Ey Kâfirler, Ey İnsanlar, Ey Müminler' hitaplarından anlıyoruz ki Kur'an bütün insanlara gönderilmiş: Bu kitaba uyun, kurtulun!
İnsanın vazifesi İslamiyet'i öğrenmek, anlamak, yaşamaktır. İslamiyet, Kur'an, hadisler ve insan beyninin toplamıdır. Birini çıkarınca İslamiyet ayağının biri kırılır.
‘Kur'an-ı Kerim'i okuyoruz; ama anlayamıyoruz' diyenler var; elma yiyoruz, armut yiyoruz. Bunlarda ne vitamin var biliyor muyuz? Yediğimiz nedir bilmiyoruz ama besleniyoruz. İşte Kur'an da böyledir. Kur'an-ı Kerim'i okuyoruz, biz anlamasak bile ruhumuz ondan pay alıyor, yine çok faydalıdır; Kur'an hayattır.
Biz yangından çıkmış bir nesiliz; Kur'an'ın yakıldığı, yasaklandığı, Kur'an-ı Kerim okuyanların hapse atıldığı dönemleri yaşadık; dalgalı bir denizde seyahat eden gemi gibi bugünlere geldik. Şimdi Kur'an okumak, öğrenmek, öğretmek serbest. Arapça öğrenmek, ibadet yapmak serbest. Ama problemler bitmedi. Evet, bugün bizi tevkif edecek jandarmalar yok ama Kur'an-ı Kerim'le aramıza giren “bahaneler” var.
Hâlbuki elimizdeki her türlü imkândan imtihana çekileceğiz. Düşünmek lazım; bu kadar fırsat, malzeme ve zaman varken Kur'an'a ne kadar vakit ayırıyoruz?
“Vakit yok, işimiz çok…” diyor. Kahvede oturan, kağıt ve zar oyunlarını öğrenmiş, demek ki vakti çoktu. Kumarı öğreneceğine Kur'an okumayı öğrenebilirdi. Ev hanımları, haklı olarak “İşimiz çok.” diyorlar; çocuğa bakan, evin işlerini yapan onlar, meşguliyetleri çok. Fakat tencereyi ocağa koyup yemek pişerken Kur'an-ı Kerim öğrenmeye çalışabilirler, çocuk beşiğinde uyurken Kur'an okuyabilirler. Kur'an okumasını bilenler bomboş insanlar mı?
Allah'ın beğendiği ev, içinde Kur'an-ı Kerim okunan evdir. Allah'ın verdiği akıl da Kur'an'ı anlamak içindir. Nasıl ki bir bakraç süte yoğurt katarsak bakraçtaki sütün bütünü yoğurt olur. Yani süt yoğurtla mayalanmazsa yoğurt yoktur. Aynen öyle de biz Kur'an'ı yaşamazsak, hayatımızı onunla mayalamazsak o zaman Kur'an yok demektir. Kur'an'ı yaşamak onu öğrenmek, anlamak ve hayata uygulamakla olur.
Ramazan, hem oruç hem de Kur'ân ayıdır. Kuran-ı Kerim Ramazan'ın içinde nüzul etmiştir. Üstad Bediüzzaman Hazretleri, orucun Ramazan'da farz kılınmasının hikmetini şöyle anlatır: Kur'ân'ın en mühim nüzul zamanı olan Ramazan'da, Kur'ân'ı yeni nâzil oluyormuş gibi dinlemeye hazır bir hale gelmek için yemek içmek gibi hayvanî iştahlardan sıyrılıp bir nevi melekleşerek o ayı en güzel bir şekilde ve en iyi bir ruh hali ile yaşamak ve böylelikle Kur'ân'dan en güzel bir şekilde istifade etmek için oruç emredilmiştir.
Mesela bir arkadaş dedi ki: “Ben Kur'an okumasını bilmiyorum. Bu yaştan sonra da öğrenmek zor.” “Kendi önüne engeli yine kendin koyuyorsun.” dedim. “Kur'an öğrenmek çok kolay. Allah okuyan göz vermiş, okunacak Kur'an'ı göndermiş. Liseyi bitirmişsin, fizik, kimya, İngilizce, matematik öğrenmişsin. Demek ki Kur'an'ı da öğrenebilirsin. Elhamdülillah, her mahallede cami var, camilerde imam var; gençler, emekliler, çalışanlar, öğrenciler kendilerine uygun gün ve saatlerde camiye gidip Kur'an-ı Kerim öğrenebiliyor.
Yani bu kadar imkâna rağmen Kur'an öğrenemedim, öğrenemiyorum dersen, mesulsün kardeşim!..”
Mesulsün kardeşim!
Kâinat nizamını kuran ve devam ettiren Allah, yarattığı her şeyin tedbirini görüp ihtiyacını yerleştirmiştir. Mesela hayvanların ağzına öyle bir laboratuvar kurmuş ki zehirli otla zehirsizi hemen ayırıyor, zehirsiz olanı yiyor. Böylece hayatı devam ediyor. Aynı şekilde bizim de ağzımızda benzer bir laboratuvar vardır; hoşumuza gitmeyen ya da bozulmuş bir şeyi ağzımıza alsak dil hemen kontrol eder ve tükürür.
Maddi hayatımızı bu şekilde güven altına alan Allah, manevi hayatımızı da güven altına almış. Nasıl ki hayvanlar zehirsiz otu yiyerek besleniyor, biz de her haramı zehir bilelim, helal dairede yaşayalım diye Allah Kur'an-ı Kerim'i göndermiş. ‘… Ey Kâfirler, Ey İnsanlar, Ey Müminler' hitaplarından anlıyoruz ki Kur'an bütün insanlara gönderilmiş: Bu kitaba uyun, kurtulun!
İnsanın vazifesi İslamiyet'i öğrenmek, anlamak, yaşamaktır. İslamiyet, Kur'an, hadisler ve insan beyninin toplamıdır. Birini çıkarınca İslamiyet ayağının biri kırılır.
‘Kur'an-ı Kerim'i okuyoruz; ama anlayamıyoruz' diyenler var; elma yiyoruz, armut yiyoruz. Bunlarda ne vitamin var biliyor muyuz? Yediğimiz nedir bilmiyoruz ama besleniyoruz. İşte Kur'an da böyledir. Kur'an-ı Kerim'i okuyoruz, biz anlamasak bile ruhumuz ondan pay alıyor, yine çok faydalıdır; Kur'an hayattır.
Biz yangından çıkmış bir nesiliz; Kur'an'ın yakıldığı, yasaklandığı, Kur'an-ı Kerim okuyanların hapse atıldığı dönemleri yaşadık; dalgalı bir denizde seyahat eden gemi gibi bugünlere geldik. Şimdi Kur'an okumak, öğrenmek, öğretmek serbest. Arapça öğrenmek, ibadet yapmak serbest. Ama problemler bitmedi. Evet, bugün bizi tevkif edecek jandarmalar yok ama Kur'an-ı Kerim'le aramıza giren “bahaneler” var.
Hâlbuki elimizdeki her türlü imkândan imtihana çekileceğiz. Düşünmek lazım; bu kadar fırsat, malzeme ve zaman varken Kur'an'a ne kadar vakit ayırıyoruz?
“Vakit yok, işimiz çok…” diyor. Kahvede oturan, kağıt ve zar oyunlarını öğrenmiş, demek ki vakti çoktu. Kumarı öğreneceğine Kur'an okumayı öğrenebilirdi. Ev hanımları, haklı olarak “İşimiz çok.” diyorlar; çocuğa bakan, evin işlerini yapan onlar, meşguliyetleri çok. Fakat tencereyi ocağa koyup yemek pişerken Kur'an-ı Kerim öğrenmeye çalışabilirler, çocuk beşiğinde uyurken Kur'an okuyabilirler. Kur'an okumasını bilenler bomboş insanlar mı?
Allah'ın beğendiği ev, içinde Kur'an-ı Kerim okunan evdir. Allah'ın verdiği akıl da Kur'an'ı anlamak içindir. Nasıl ki bir bakraç süte yoğurt katarsak bakraçtaki sütün bütünü yoğurt olur. Yani süt yoğurtla mayalanmazsa yoğurt yoktur. Aynen öyle de biz Kur'an'ı yaşamazsak, hayatımızı onunla mayalamazsak o zaman Kur'an yok demektir. Kur'an'ı yaşamak onu öğrenmek, anlamak ve hayata uygulamakla olur.
Ramazan, hem oruç hem de Kur'ân ayıdır. Kuran-ı Kerim Ramazan'ın içinde nüzul etmiştir. Üstad Bediüzzaman Hazretleri, orucun Ramazan'da farz kılınmasının hikmetini şöyle anlatır: Kur'ân'ın en mühim nüzul zamanı olan Ramazan'da, Kur'ân'ı yeni nâzil oluyormuş gibi dinlemeye hazır bir hale gelmek için yemek içmek gibi hayvanî iştahlardan sıyrılıp bir nevi melekleşerek o ayı en güzel bir şekilde ve en iyi bir ruh hali ile yaşamak ve böylelikle Kur'ân'dan en güzel bir şekilde istifade etmek için oruç emredilmiştir.
Mesela bir arkadaş dedi ki: “Ben Kur'an okumasını bilmiyorum. Bu yaştan sonra da öğrenmek zor.” “Kendi önüne engeli yine kendin koyuyorsun.” dedim. “Kur'an öğrenmek çok kolay. Allah okuyan göz vermiş, okunacak Kur'an'ı göndermiş. Liseyi bitirmişsin, fizik, kimya, İngilizce, matematik öğrenmişsin. Demek ki Kur'an'ı da öğrenebilirsin. Elhamdülillah, her mahallede cami var, camilerde imam var; gençler, emekliler, çalışanlar, öğrenciler kendilerine uygun gün ve saatlerde camiye gidip Kur'an-ı Kerim öğrenebiliyor.
Yani bu kadar imkâna rağmen Kur'an öğrenemedim, öğrenemiyorum dersen, mesulsün kardeşim!..”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder