Hekimoğlu İsmail
AİLE-SAĞLIK
Benim yegâne vazifem…
Allah, yarattığı her şeyin vazifesini de tayin etmiş; bitkileri yaratan, onlara tozlaşmayı emreden Allah, rüzgârları vazifelendirmiş. Yediğimiz her gıda topraktan yaratılmış ve ölü. Bu gıdalardan organlarımız yaratılmış, her organın vazifesi ayrı. Mesela beyin atlasına baktığımızda, görme, işitme, okuma, hafıza, zeka... Her bölgenin yapısı birbirinin aynı... Her bölgenin vazifesi ayrı ayrı...
İnsanı yaratan, ona din gönderen Allah, dinini yaşamak ve onu insanlığa anlatmakla görevli peygamberler göndermiş ki Kur'an, beşer planında yaşansın, İslamiyet anlaşılsın. Çünkü insanın en mühim vazifesi Kur'an'ı okumak, anlamak ve yaşamak.
Her şey bir nizam içindedir. Allah bazı kullarına bir kısım kabiliyetler vermiş ve buna bağlı olarak da İslam'a hizmetle vazifelendirmiş; peygamberler gitti sahabe geldi, sahabe gitti alimler geldi; işte böylece ilim adamlarıyla beraber Allah, dinini kıyamete kadar devam ettirecektir.
Zaten her İslâm âliminin vazifesi, İslâmiyet'le Müslüman'ın irtibatını ahenkli bir şekilde sağlamaktır. Meyve ile dal arasındaki irtibat gibi. Allah'ın insanlar için yarattığı vitamin ve mineraller nasıl ki şifa kaynağıdır; aynen öyle de vazifeli insanlar, Kur'an deryasından zemzem akıtan çeşmelere benzerler; sanki manevi birer eczanedirler.
Osmanlı'dan kalan eski bir binanın taşları arasında bitkilerin büyüdüğünü gördüm. Bu bitkiler, şartların olumsuzluğuna bakmadan ‘Benim vazifem kök salmak ve büyümektir. Gerisi ne olursa olsun.' demişler. İşte dava adamları böyledir. Bu mübarek insanlarda vehbî ilim vardır. Beyinleri yaratan Allah, onlara ilim vermiştir. Bu tür insanlar yeryüzü hastanesine baştabip olarak çıkarlar, hastalığı teşhis ederler, eserleri, sözleri, yaşayışları birer reçete gibidir. Bu sebepten İslam'a hizmetle vazifeli olanların hizmetleri durdurulamaz. Onlar mağlup olmazlar. Vazifeyi veren Allah, memurunu her şartta korur. Onlara yollar açılır, insanlara tesir ederler, öldürülemezler.
En çok kar dağların başına yağar. Aynen öyle de vazifeli insanlar en zor şartlarda yaşarlar. Gerçi o zorluk bize göre zorluktur. Onlara göre zevktir, şereftir. İmkânsızlıklar içinde de olsalar hizmetlerine ihlasla devam ederler. Nasıl ki mıknatıs demir tozlarını toplarsa, İslam'a hizmetle vazifeli olanlar da etrafına insanları öyle toplar. Mesela peygamberlerin hepsi çok büyük dertler çekmiştir, ağır musibetlerle dostluk imtihanından geçmişlerdir. Âlimler de öyle. Çileleri çok fazla olmuştur. Hiçbiri şikâyet etmemiştir, Allah'ın kendilerine verdiği vazifeyi ihmal etmemişlerdir. İşte gerçek imanın tezahürü budur.
Kur'an'ın toplatıldığı, Arapçanın yasak edildiği, modernizm felsefesinin hayata geçirildiği, Kur'an basmanın, satmanın, okumanın yasak olduğu devirlerde İslam'dan uzak bir nesil yetiştirmek için çalışanlara inat, Süleyman Efendi, Kur'an kursları açtı; dünyanın her tarafında Kur'an okuyan, öğreten insanlar yetişti. Aynı şekilde Said Nursi de dünyanın dört bucağında dershaneler açtı. Üstat, 80 yaşındayken, dağın tepesinde ağacın üstüne çıkmış, oturmuş, Risale-i Nurları okuyor, tashih ediyordu. Yani “İhtiyarladım, çalışamam.” demedi!
Ömer Nasuhi Bilmen hastalanmıştı, onu ziyarete gittim. Yere serili bir yatağın üzerinde yorganı sırtına almış oturuyor... “Nasılsınız?” diye sordum. Buyurdu ki, “Şu tefsiri bitirip ölmeyi diliyorum Allah'tan...” Gerçekten Allah onun duasını kabul etti. On ciltlik tefsirini tamamladı ve vefat etti. Görülüyor ki her insanın yapısı birbirinin aynı amma kabiliyetleri ölçüsünde vazifeleri ayrı ayrı.
Vazifeli insanlar, Allah'ın hâkimiyetinden bir saniye bile gaflete düşmeyen insanlardır…
Bediüzzaman, vazifeli olduğunu biliyordu, Üstad'ın bu konudaki kesin sözünü yazdım, odamın kapısına yapıştırdım, her gün okuyorum: “Benim yegâne vazifem, tahkiki imanı temin etmektir. Onun için ben yalnız iman üzerine mesaimi teksif etmiş bulunuyorum!”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder