AİLE-SAĞLIK
Bu konuda önce gönlümüzdeki sabit isteği ifade etmek isterim.
-Biz Alevi-Sünni dostluğunu gönülden arzuluyor, akrabalıklarla kaynaşıp birleşmeyi zaruret derecesinde gerekli ve faydalı buluyoruz. Birlikten, dostluktan, hoşgörü ve barıştan asla zarar gelmez, fayda ise tartışılmaz. Ancak, toplum hayatına böyle rahat baktığımız halde şahısların evlilik hayatına aynı rahatlıkla bakamıyoruz, önemli sosyal gerçekler çıkıyor karşımıza ve bunları kurulacak bir yuvanın huzuru, mutluluğu için baştan düşünmek zorunda olduğumuzu anlıyoruz. Aksi halde bu gerçekler baştan konuşulmadan karar verilirse yuvada huzur ve mutluluk hayal olabilir, birlik beraberlik yerine kısa zamanda ayrılık gayrılık gibi istenmeyen sonuçlar söz konusu hale gelebilir. Şöyle ki:
- Bir yuvada yaşayan aile bireylerinde karşılıklı fikir ve inanç ortaklığı olması halinde huzur ve mutluluk söz konusu olur. Şayet taraflarda böyle ortak bir inanç ve anlayış yoksa, zıt düşünce ve inanç sahiplerinin karşı karşıya olduğu bir yerde huzur ve mutluluğun var olacağını sanmak sebepsiz iyimserlik sayılır. Birbirinin inançlarını tartışarak inkâr eden eşlerin bir arada mutlu ve huzurlu yaşayacaklarını sanmak ne kadar gerçekçi olur, bunu baştan düşünmek zorundayız.
Bu itibarla Alevi ile Sünni gençlerin yuva kurmalarında baştan böyle birliğin var olup olmadığını mutlaka araştırıp tespit etmeleri gerekmektedir.
-Var mı temel İslami inançlarda birliktelik, ortaklık? Varsa mesele yoktur. Yoksa mesele var demektir. Var mı, yok mu?..- Onu ben de bilemem. Hatta siz de bilemezsiniz. Ancak taraflar bilirler. Çünkü onlar bir araya gelecek, konuşacak, anlaşacaklar. Bir adına İslam’ın olmazsa olmazları dediğimiz farzlarda ortaklık, yani inançta birliktelik mevcut mu, değil mi tespit edecekler? Geri dönülmez yola girildikten sonra farkına vardıkları ayrılık teşhis ve tespitleri, tarafların mutsuzluklarına, hatta kurdukları sıcak yuvanın yıkılmasına sebep olabilir. Böyle istenmeyen bir sonuca maruz kalmadan baştan ortak noktalarını tespit ve tescil etmeye ihtiyaç kesindir.
Bu tespit ve tescilde kolaylık olması için konuya şöyle bir yaklaşımla bakılabilir:
-Alevi demek Ali’yi seven demektir. Ali’yi seven ise İslam’ı Ali gibi anlar ve Ali gibi kabul eder. Baştan akla bu değerlendirmeler zaruri olarak gelmektedir.
Şayet bir genç Alevi olduğunu söyleyen bir kızla evlenirken soruyor, o da böyle bir açıklamada bulunuyor da:
- Ben bağlısı olduğum Ehl-i Beyt’in temsilcisi Hz. Ali ve Hz. Fatıma’nın anladığı manada İslam’ı anlıyor, onların inandıkları gibi inanıyorum, diyor, gerçekten de böyle kabul edip benimsiyorsa Sünni bir gencin bu inançta biriyle evlenmesinde mutluluk söz konusu olabilir. Çünkü Sünni genç de İslam’ı Hz. Ali ve Hz. Fatıma validemizin anladıkları gibi anlıyor ve inanıyor.
Böyle bir örnekleri yoksa, kimi örnek alacaklar aile hayatını yaşama konusunda? Örnekleri kim? Örneksiz aile hayatı yaşanmaz. Bu sebeple taraflar baştan açık ve anlaşılır şekilde konuşup ortak inançlarının ne ölçüde tamam olduğunu tespit etmeleri gerekmektedir.Yani taraflar Hz. Ali efendimizle Hz. Fatıma validemizi tartışılmaz örnek olarak kabul etmekteler mi, buna mutlaka bakmalılar. Diyanet’in yayımladığı siyer ve fıkıh kitapları da bu örneklerimizi açık seçik anlatıyor diye de tespitte bulunarak yanlış yorumlara itibar etmeyeceklerini de tespitlerine eklemeliler ki, sonunda bir yanlış yorum örneğiyle de ihtilafa düşmesinler.
Biz buna: “Ehl-i Beyt örnekliğinde kurulan mutlu bir İslamî hayat” da diyebiliriz.
Eğer bundan sonra da beklenmedik yanlış anlayışlar görülürse aile sorumluluğunu yüklenmiş olan beyin, bu yanlış anlayışları bilgi vererek düzeltmek mükellefiyetinde oluşunu da, kurtarıcı bir görev olarak görmek gerekir.
Bu yaklaşımın takdiri elbette size ait olacaktır.
a.sahin@zaman.com.tr
Alevi-Sünni evliliğinde Ehl-i Beyt örnekliği...
Cami yakınına bir de cemevi yapılarak birlik beraberliğimize katkı sağlama haberlerinden sonra sıklaşan sorulardan biri de, Alevi-Sünni evliliği üzerine yoğunlaşmaktadır.
Bu konuda önce gönlümüzdeki sabit isteği ifade etmek isterim.
-Biz Alevi-Sünni dostluğunu gönülden arzuluyor, akrabalıklarla kaynaşıp birleşmeyi zaruret derecesinde gerekli ve faydalı buluyoruz. Birlikten, dostluktan, hoşgörü ve barıştan asla zarar gelmez, fayda ise tartışılmaz. Ancak, toplum hayatına böyle rahat baktığımız halde şahısların evlilik hayatına aynı rahatlıkla bakamıyoruz, önemli sosyal gerçekler çıkıyor karşımıza ve bunları kurulacak bir yuvanın huzuru, mutluluğu için baştan düşünmek zorunda olduğumuzu anlıyoruz. Aksi halde bu gerçekler baştan konuşulmadan karar verilirse yuvada huzur ve mutluluk hayal olabilir, birlik beraberlik yerine kısa zamanda ayrılık gayrılık gibi istenmeyen sonuçlar söz konusu hale gelebilir. Şöyle ki:
- Bir yuvada yaşayan aile bireylerinde karşılıklı fikir ve inanç ortaklığı olması halinde huzur ve mutluluk söz konusu olur. Şayet taraflarda böyle ortak bir inanç ve anlayış yoksa, zıt düşünce ve inanç sahiplerinin karşı karşıya olduğu bir yerde huzur ve mutluluğun var olacağını sanmak sebepsiz iyimserlik sayılır. Birbirinin inançlarını tartışarak inkâr eden eşlerin bir arada mutlu ve huzurlu yaşayacaklarını sanmak ne kadar gerçekçi olur, bunu baştan düşünmek zorundayız.
Bu itibarla Alevi ile Sünni gençlerin yuva kurmalarında baştan böyle birliğin var olup olmadığını mutlaka araştırıp tespit etmeleri gerekmektedir.
-Var mı temel İslami inançlarda birliktelik, ortaklık? Varsa mesele yoktur. Yoksa mesele var demektir. Var mı, yok mu?..- Onu ben de bilemem. Hatta siz de bilemezsiniz. Ancak taraflar bilirler. Çünkü onlar bir araya gelecek, konuşacak, anlaşacaklar. Bir adına İslam’ın olmazsa olmazları dediğimiz farzlarda ortaklık, yani inançta birliktelik mevcut mu, değil mi tespit edecekler? Geri dönülmez yola girildikten sonra farkına vardıkları ayrılık teşhis ve tespitleri, tarafların mutsuzluklarına, hatta kurdukları sıcak yuvanın yıkılmasına sebep olabilir. Böyle istenmeyen bir sonuca maruz kalmadan baştan ortak noktalarını tespit ve tescil etmeye ihtiyaç kesindir.
Bu tespit ve tescilde kolaylık olması için konuya şöyle bir yaklaşımla bakılabilir:
-Alevi demek Ali’yi seven demektir. Ali’yi seven ise İslam’ı Ali gibi anlar ve Ali gibi kabul eder. Baştan akla bu değerlendirmeler zaruri olarak gelmektedir.
Şayet bir genç Alevi olduğunu söyleyen bir kızla evlenirken soruyor, o da böyle bir açıklamada bulunuyor da:
- Ben bağlısı olduğum Ehl-i Beyt’in temsilcisi Hz. Ali ve Hz. Fatıma’nın anladığı manada İslam’ı anlıyor, onların inandıkları gibi inanıyorum, diyor, gerçekten de böyle kabul edip benimsiyorsa Sünni bir gencin bu inançta biriyle evlenmesinde mutluluk söz konusu olabilir. Çünkü Sünni genç de İslam’ı Hz. Ali ve Hz. Fatıma validemizin anladıkları gibi anlıyor ve inanıyor.
Böyle bir örnekleri yoksa, kimi örnek alacaklar aile hayatını yaşama konusunda? Örnekleri kim? Örneksiz aile hayatı yaşanmaz. Bu sebeple taraflar baştan açık ve anlaşılır şekilde konuşup ortak inançlarının ne ölçüde tamam olduğunu tespit etmeleri gerekmektedir.Yani taraflar Hz. Ali efendimizle Hz. Fatıma validemizi tartışılmaz örnek olarak kabul etmekteler mi, buna mutlaka bakmalılar. Diyanet’in yayımladığı siyer ve fıkıh kitapları da bu örneklerimizi açık seçik anlatıyor diye de tespitte bulunarak yanlış yorumlara itibar etmeyeceklerini de tespitlerine eklemeliler ki, sonunda bir yanlış yorum örneğiyle de ihtilafa düşmesinler.
Biz buna: “Ehl-i Beyt örnekliğinde kurulan mutlu bir İslamî hayat” da diyebiliriz.
Eğer bundan sonra da beklenmedik yanlış anlayışlar görülürse aile sorumluluğunu yüklenmiş olan beyin, bu yanlış anlayışları bilgi vererek düzeltmek mükellefiyetinde oluşunu da, kurtarıcı bir görev olarak görmek gerekir.
Bu yaklaşımın takdiri elbette size ait olacaktır.
a.sahin@zaman.com.tr
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder