4 Eylül 2013 Çarşamba

Müslüman, hem anlaşan hem de anlaştıran insan demektir!


AİLE-SAĞLIK Yazarlar Ahmed Şahin

 

Müslüman, hem anlaşan hem de anlaştıran insan demektir!

 
 
Günlük hayatta bazen çevremizle anlaşamadığımız konular oluyor, tatsızlıklarla yüz yüze gelebiliyoruz.
 
 
Böylesine huzur kaçıran durumlarda belli bir davranış ahlakımız var mıdır? Çevremizle ters düştüğümüz durumlarda uyum göstermeli, anlayışlı olmalıyım, diyebiliyor muyuz? Yoksa, ne pahasına olursa olsun düşündüğümü kabul ettirmeli, istediğimi yaptırmalıyım, diye diretiyor muyuz?
Bence, böyle anlaşmazlıklara maruz kaldığımız yerlerde bir ölçümüz olmalı, uygulayacağımız bir anlayış ahlakımız bulunmalıdır.
 
 
Mümine mahsus bu ahlak ölçü ve anlayışını Peygamberimiz haber vermiş ve kâmil mümini şöyle tarif buyurmuştur:
 
- Mümin anlaşan, anlaştıran insandır!..
 
 
Evet, kâmil ve olgun mümin, anlaşmazlığa düştüğü yerlerde dayatmayı, uyuşmazlığı, inadı tercih ve temsil etmez. Fanatik ve iddiacı bir adam görüntüsü vermez. Ne pahasına olursa olsun kendi dediğini kabul ettirme dayatmasına yönelmez.
 
 
- Ya ne yapar? Fedakârlıklarla da olsa çevreyle anlaşmayı, anlaştırmayı, işi tatlıya bağlamayı, helalleşerek halletmeyi esas alır. Çünkü kendisi mümindir. Mümin ise Efendimiz’in tarifiyle:
 
- Anlaşan, başkalarını da anlaştıran adam, demektir.
 
Müminin yapıcı yanını böyle tarif eden Efendimiz, arkasından da eklemiş: ‘Anlaşmayan ve anlaştırmaya gayret etmeyen müminde hayır yoktur!’
 
Denebilir ki; ben anlaşmak istiyorum; ama muhatabım bir türlü anlaşmaya yanaşmıyor.
 
- Doğrudur. Böyle uyumsuz kimseler de vardır. Ancak kâmil müminin görevi, böyle anlaşmazlıklarda dahi kırıp dökmeden, bir tarafı yıkıp incitmeden çare bulmak ve helalleşmelerle konuyu barışa bağlamaktır. Efendimiz, mümini böyle tarif etmiştir.
 
- Mümin anlaşan, anlaştıran insan!..
 
Sözü daha fazla uzatmadan sizlere gürültüsü, Resulûllah’ın hanesinde duyulacak kadar heyecanlı bir anlaşmazlık olayını arz etmek istiyorum. Bakın kâmil müminler, böylesine bir anlaşmazlığı nasıl bir anlayışla helalleşerek anlaşmaya dönüştürmüşlerdir görelim.
 
 
Ka’b bin Malik ile İbni ebi Hadred, Mescid-i Saadet’e namaza gelmişlerdi. Ancak Ka’b’ın ötekinde alacağı vardı. Hazır yan yana gelmişken alacağı olan, parasını istedi. Borçlu da henüz az bir eksiği kaldığını, tamamlayamadığından hemen veremediğini ifade etti. Derken sesler yükseldi, gürültü Resulullah’ın (sas) hanesinden duyulduğundan, mescide bakan pencereden perdeyi kaldırarak boynunu uzatıp iki tarafa da bakan Efendimiz (sas), iki mümin arasında bir alacak verecek anlaşmazlığı olduğunu anladı. Müminler arasındaki anlaşmazlıklar müminlere mahsus şekilde sonuçlanmalıydı. Bu, kâmil müminin vasfıydı. Bunun için de gücü yeten tarafın birazcık fedakârlığı gerekirdi. Bu yüzden Efendimiz, alacaklı olan Ka’b bin Malik’e, sağ elinin şehadet parmağını yukarıya doğru dikerek ucundan kesme işareti yaptıktan sonra, ‘Alacağının birazını bağışla, durumun böyle bir fedakârlığa müsaittir.’ işaretinde bulundu. Ka’b, kâmil müminin vasfını bildiğinden anlaşmaz insan olmak istemiyordu. Hemen cevap verdi:
 
 
- Başım gözüm üstüne ya Resulallah. Alacağımın bir kısmını bağışlayarak anlaşan mümin olmayı tercih ediyorum.
 
Bu defa borçlu İbni ebi Hadred’e işaret eden Efendimiz,
 
- Kalk sen de kalan borcunu öde, senin de buna gücün yeter artık, buyurdu.
 
- Hemen ödüyorum ya Resulallah, bu kadarına elbette gücüm yeter artık, dedi. Böylece gürültülü bir anlaşmazlık, anında kucaklaşıp helalleşmeyle sona erdi.
 
Efendimiz, buyurdu ki:
 
- Mümin anlaşan, anlaştıran insandır. Arkasından da ekledi:
 
- Anlaşmayan, anlaştırmak için gayret göstermeyen müminde hayır yoktur!
 
Bu sebeple bizler de hem anlaşan hem de anlaştıran, birlik beraberlik talibi müminlerden olmaya talibiz. Anlaşmayı ve anlaştırmayı müminin vazgeçilmez vasfı olarak bilmekteyiz çünkü. Sizin de böyle düşündüğünüzü düşünmekteyiz. Siz de ayrılık gayrılığa değil, birlik beraberliğe talip, anlaşan ve anlaştıran müminler vasfına sahipsiniz çünkü.
 
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder