Râbiatü’l Adeviyye (ks)
Râbiatü’l Adeviyye, kendi zamanında, marifet içinde benzeri yok bir velî idi. Râbia dünyaya geldiğinde aile çok fakr u zaruret içindeymiş. Annesi, kocasına:
- Allah aşkına, git, komşulardan biraz yiyecek, çocuğu saracak bir bez parçası, bu ikisini bulamazsan bari yakacak bir çıra olsun bul getir, demiş.
Kocası çok takvâlı bir insanmış. Dışarı çıkıp bir müddet sonra geri gelmiş.
- Kapıyı açmıyorlar, demiş.
Meğerse Allah ile kendi arasında akit yapmış. “Allâh’ım! Senin kapından başka bir kapıyı çalmayacağım.” demiş.
Onun için komşusunun kapısına varmış amma kapıyı çalmamış. Böyle üzüntülü bir şekilde Peygamber’e (sav) salavât okuyarak karanlıkta uyumuşlar. Uyanmışlar ki nûrla dolmuş evin içi.
Kadın şöyle demiş:
- Rüyamda peygamberimiz (sav) teşrif etti. Selâmı var. “Hiç üzülmeyin, bu dünyaya gelen kız hürmetine Allah, binlerce insanı yarın mahşerde affedecek.” buyurdu.
“Kocan, Mansur padişaha gitsin benden selâm söylesin. Her gün yatmadan önce yüz salavât okurdu padişah, bu gece okumadı, ona kefaret olarak bin tane altın versin.”
Râbia’nın babası gidip durumu haber verince padişah hemen tahtından inip sevincinden yerlerde yuvarlanmaya başlamış. Demek ki okuduğum salavât kabul olunuyormuş da bir gün okumayınca hemen ikaz ettiler. Bana Fahr-i Kâinat Efendimiz’in (sav) selâmı geldi diye neşesinden üç bin altın vermiş.
İhtiyaçlarını gidermişler. Bir müddet böyle yaşadıktan sonra, Râbia genç kız iken düşman işgaline uğramışlar; annesi-babası ölmüş, kız kardeşleri de önceden evlenip ayrıldıklarından, Râbia yalnız kalınca, bir zalim onu tutup cariye diye bir başkasına satmış. Kendisini satın alan ailenin hizmetini yaparmış. Ve benim için para verdiler diye işlerini en güzel şekilde yaparmış.
Bir gün döşemeye ayağı takılıp düşünce kolu küt diye kırılmış.
Allah’u Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinin kullarının işaretini Peygamberimiz (sav) üç kelime ile ifâde buyuruyorlar:
Kıllet, zillet, illet.
Yani, ya rızkı dar olur, ya insanlar içinde değersiz olur, ya da bir hastalığa müptelâ olur. Allah indinde bu hanım çok kıymetli olduğu için başına bu bela gelmiştir. Öbür koluyla yine bütün hizmeti görür, geceleri de hep ibâdetle geçirirmiş. Evin sahibi bir gece uyanmış ki Râbia başını secdeye koymuş üzerinde zincirsiz bir kandil yanıyor ve kendisi de Allâh’a şöyle yalvarıyor:
“Ya Rabbi! Sana malumdur ki ben gönlümü sana verdim. Ancak ne yapayım ki beni bir mahlukuna köle ettin. Eğer elimde olsa idi, bir saat senin kulluğundan uzak kalmazdım.”
Sahibi bu durumu görünce dört yüz akçe verip onu serbest bırakmış. Râbia da kendisine bir ibâdethane yapıp orada Rabbine ibâdete başlamış.
Kardeşlerim!
Başınıza bir şey geldiği zaman, niye böyle oldu demeyin. O, Allâh’ın mükâfatıdır.
Bakın Rabbimiz hadîsi kudsisinde:
“Vücuduna hastalık veririm, yahut evladına hastalık veririm, yahut malına zarar veririm. Sabr-ı cemil ile karşılarsa, kıyamet gününde o kulumdan hayâ muamelesi buyururum. O kulum için mizan kurmam, hesaba da çekmem, Haydi, cennet-i âlâya derim.” (Hadis’i Kûdsi / Hakim, Deylemi )
Onun için kardeşlerim sabırlı olalım. Hadîs-i kudside geçen sabr-ı cemilin tasavvufta tarifi şöyledir:
“Evladı ölen bir babayı taziyeye gelenler tanıyamayacak. Görünüş olarak o da diğer insanlar gibi neşatlı olacak. Senden geldi kurban olduğum Allâh’ım diyerek razı olacak.”
Rabbimiz bizleri Rabiatü’l Adeviyye gibi sabr-ı cemil sahibi kullarından eylesin.
Hamdolsun âlemlerin Rabbi olan Allah’a.
Hacı Hasan Efendi (k.s)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder