Ahmed Şahin
a.sahin@zaman.com.tr
AİLE-SAĞLIK
Meşhur Arap şairi Cahız’dan kendini yetiştirme hatıraları
Basra’da 766’da doğmuş olan meşhur şair, edip, ilim adamı Cahız, yüz seneyi bulan ömrü boyunca durdurulmaz bir okuma aşkı içinde ilerleyerek sonunda aranan ilim adamı durumuna yükselmeyi başarmıştır.
Cahız’ın yüz yaşındaki ölümünün de evindeki üzerine devrilen kitap duvarının altında kalmasıyla gerçekleştiğini düşünürsek, nasıl bir kitap okuma azmi ve aşkıyla kendini yetiştirdiğini düşünebiliriz.
Basra’nın yoksul ailesinin bu çirkin görüntülü çalışkan gencini bir ara Abbasi Halifesi Mütevekkil, çocuklarına öğretmenlik yapması için sarayına davet etmiş, ancak kendini görünce, ‘ne kadar da çirkinmiş yahu’ diye mırıldanarak bir miktar ihsanda bulunup hemen geri göndermişti.
Cahız, gerçekten de yoksul bir ailenin çirkin yüzlü, patlak gözlü çocuğuydu. Asıl adı (Ebu Osman) olmasına rağmen Cahız diye isimlendirilmesinin sebebi de bu çirkinliğiydi. Cahız, patlak gözlü, çirkin yüzlü demekti.
Gariptir ki baştan kendisini Cahız diye aşağılayanlar daha sonraları ilmi ve edebi sohbetlerini dinlemekten kendilerini alamaz oldular. Önce bir iki dakikalık kulak misafiri olmayı düşünürler, sonra da Cahız hayranı olup çıkarlardı.
Cahız’ın kendini yetiştirme azminde olan gençlere örnek olan tarafı da, fakirliğinden ve çirkinliğinden asla komplekse girmemesi, kendini yetiştirme şevkini asla yitirmemesiydi. Bu durumunu şöyle yorumluyordu kendisi:
-İnsanın fiziki görüntüsü kendi eseri değildir ki, çirkinliğinden dolayı üzülsün, güzelliğinden dolayı da kendine haksız pay çıkarıp gururlansın. Kaldı ki Allah insanın dış görünüşüne değil iç oluşuna bakarak hüküm verir! Önemli olan da insanı Allah’ın beğenip takdir etmesidir..
Bu anlayışla Cahız, kendine ait olmayan fiziki görünüşüyle zihnen hiç meşgul olmamış, iradesi içinde olan kendini yetiştirme çalışmasına hız vererek tarihe geçen bir ilim adamı olmayı başarmıştır.
Cahız’ın fiziki mahrumiyeti sebebiyle başına gelenleri, bizzat kendisi açık seçik rahatça anlatmasından da anlaşılıyor ki, kendinden çok emin ve komplekssiz yaşamış öğrencilik hayatı boyunca.
Nitekim maruz kaldığı birçok aşağılayıcı olaylardan birini de yine kendisi tebessüm ederek şöyle anlatır:
Bir gün yolda giderken yaklaşan bir çocuk ‘amca ne olur birazcık benimle gelir misin?’ diyerek elinden tutup çekmeye başlar.
Cahız, çocuğu kırmadan birlikte birazcık yürüdükten sonra bir dükkan kapısında duran çocuk, içeri girip resim yapan adama seslenerek ‘işte bunun gibi! diyerek ortadan kaybolur.
Cahız bundan bir şey anlamaz da ressama sorar. Ressam da durumu şöyle açıklar:
-Bu çocuk biraz önce bana geldi, bir şeytan resmi yapmamı istedi, ben de görmediğim şeyin resmini nasıl yapayım, dedim. O sırada dışarıda sizi görünce koşarak yaklaşıp elinizden tutarak buraya getirdi, işte bunun gibi yap, diyerek çıkıp gitti!..
Ünlü şair ve ilim adamı sıkça karşılaştığı bu gibi aşağılayıcı misalleri anlatırken bile asla küçüklük duygusuna kapılmaz da değerlendirmesini hep şöyle yapardı:
-Ne yapayım, bu görüntüler benim eserim değil ki onunla kendimi aşağılayayım da küçüklük hissine gireyim. Ne gözlerimi ben oydum, ne de yüzlerimdeki çukurlar benim eserim. Ben bana ait olmayan yaratılışımla kendimi sorumlu tutmam! Kaldı ki, Allah yarattığı kulunun dış görünüşüne bakmaz, iç oluşuna, amel ve niyetine göre değerlendirir kulunu.. diyerek sürdürdüğü sözlerini şöyle bağlardı:
- Gençler kendilerine ait olan konulardan kendilerini sorumlu tutsunlar, kendilerine ait olmayan Allah’ın yarattığı fiziki görüntülerinden komplekse kapılıp da başarılı adam olma ümitlerini zayıflatmasınlar. Gençken sarayda benim yüzüme bakmaktan kaçınan sultanlar bile sonraları beni ısrarla saraya davet ederek ilmimden ve itibarımdan istifade etme ihtiyacı duydular. Kendini yetiştirmek isteyen gençler, hayatın baştan böyle çıkılacak imtihan basamakları bulunduğunu unutmasınlar!
Bilmem bu bakışa sizler nasıl bakarsınız?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder