25 Ekim 2013 Cuma

Cennete giriş kâğıdı


  • NİHAT HATİPOĞLU
  • Cennete giriş kâğıdı
  •  

    NİHAT HATİPOĞLU
    Cennete giriş kâğıdı
     
     
    Mahşer günü hakkında bazı hadislerde iç rahatlatan ayrıntılar vardır. Buna ihtiyacımız var.
     
    Çünkü her birimiz ahirete tek tek varacağız. Hakkımızda nasıl bir kararın verileceğini bilmiyoruz.
     
    Belki cennet ve belki de cehennem. Kim bilir ki...
     
    Bir kısmımızın namazı, orucu, zekâtı, umresi, haccı, Kuran hatmi, güzel duaları vardır.
     
    Ama kalp kırmışızdır, beddua almışızdır, hak yemişiz, yüz kızartmışız, dedikodu etmiş suizanda bulunmuşuzdur. Bir tarafımız cennetse diğer tarafımız ateş gibidir.
     
    Mahşerde her birimiz Yüce Rabbin huzurunda olacağız.
     
    Hesaba çekileceğiz. Hesap vereceğiz. Hayali bile hem heyecan verici ve hem de ürkütücüdür.
     
    Rabbe muhatap olmak elbette heyecan vericidir ama hatalarımızı düşündüğümüzde ürkütücüdür. Korkutucudur.
     
    İşte Allah'ın Peygamberi (s.a.v.) bu manzaralardan birini şöyle anlatıyor: "Yüce Allah ümmetimden bir adamı kıyamet günü insanların huzuruna alacak. O kişinin dünyadaki bütün amellerinin yazılı olduğu tam 99 (doksan dokuz) büyük defter önüne konacak. Her bir defterin büyüklüğü ve uzunluğu gözün alabileceği en uzak mesafe kadar olacaktır. Defterde her şey yazılı olacaktır.
     
    Yüce Allah kula soracak.
     
    Sen bu yazılanlardan herhangi bir şeyi inkâr ediyor musun?
     
    Meleklerin senin yapmadıklarını buraya yazarak sana zulmettiler mi?
     
    Kul diyecek ki. Hayır Allah'ım. Bana bir zulüm yapılmadı.
     
    Yüce Allah soracak: Senin bu kadar günahı işlerken bir mazeretin var mı?
     
    Kul diyecek ki: Hayır ey Allah'ım. Herhangi bir mazeretim yok.
     
    Allah şöyle buyuracak:
     
    Senin zannettiğin gibi değil.
     
    Senin bizim yanımızda önemli olan bir iyiliğin var. Bizim yanımızda hiç kimseye zulüm edilmez.
     
    Bugün sana da zulüm edilmeyecek.
     
    Bu kişi için bir kâğıt parçası -bir belge- çıkartılacak. O kâğıt parçasının üzerinde ise "Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedu enne Muhammeden abduhu ve Resuluhu": Şehadet ederim ki Allah'tan başka ilah yoktur.
     
    Ve yine şehadet ederim ki Hz. Muhammed (s.a.v.) Allah'ın kulu ve elçisidir" yazılıdır.
     
    Allah kula buyuracak.
     
    Teraziye çık. Teraziye yanaş.
     
    Kul diyecek ki: Allah'ım şu 99 büyük defterin karşısında bu küçük kâğıdın ağırlığı ne olacak ki.
     
    Yüce Rabbimiz buyuracak:
     
    Bugün sana zulmedilmeyecek.
     
    Olayı anlatan Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle devam ediyor: "99 (doksan dokuz) defter terazinin bir kefesine, kâğıt diğer kefesine konacak.
     
    Defterlerin konduğu kefe hafif gelecek Kelime-i Şehadet'in yazılı olduğu terazi kefesi ise ağır olacak. Çünkü Yüce Allah'ın isminin karşısında hiçbir şey ağır olamaz." (Tirmizi, 2127; İbn Mace, 3488)
    Hadis,
     
    "Kaf suresinin"
    21 ve 22. ayetlerinin tefsirinde geçer. Ayet herkesin bir şahit ve sevk ediciyle mahşere geleceğini anlatıyor. Enbiya suresinin 47. ayeti de bu manzarayı anlatır.
     
    Bu manzarayı yaşayacağız.
    O günün şahitleri, tanık ve sanıklarıyız. Hepimiz o gün 'sanık' sıfatıyla orada olacağız.
     
    Çaresi yok. Orada olacağız.
     
    Kaçamayacağız. Orada teraziye çıkacağız. Gelin o gün teraziyi lehimize çevirelim. Tam bir imanla.
     
    Bu hadisten şu anlam çıkmamalı.
     
    Ben her türlü günahı işleyeyim, nasılsa Allah beni affedecek.
     
     
    **
     
    Mahşerde Peygamberimizin şefaati nasıl olacak?

     
    O bir gün sahabeyle otururken şöyle buyurdu: "Ben kıyamet günü bütün peygamberlerin efendisiyim, bunun sebebini biliyor musunuz?
     
    Bu şöyle olur, Allah Teala kıyamet günü gelmiş geçmiş bütün mahlukatı düz bir meydanda toplar. Çağrıcı (melekler) herkese seslerini duyuracak şekilde nida ederler ve bakan her göz onları görür.
     
    Güneş iyice yaklaştırılır.
     
    İnsanlar başlarına gelen şiddet ve musibetlerden ötürü, tahammül edemeyecekleri bir keder ve üzüntü içine düşerler.
     
    Sonra birbirlerine, 'Şuna halimizi görmez misin?
     
    Rabbimizden bizim için şefaatçi olacak birini arayalım' derler. Ardından yine birbirlerine, 'Adem'e (a.s.) gidelim' derler ve Adem'in (a.s.) yanına varırlar. Ona 'Ey beşeriyetin babası Adem (a.s.)!
     
    Allah (c.c.) seni kudret eliyle yarattı, rahmetinden sana ruh üfledi ve meleklere sana secde etmelerini emretti.
     
    Rabbinin karında bizler için şefaatte bulun! Şu halimizi ve çektiklerimizi görmez misin?
     
    Diye ricada bulunurlar.
     
    Adem (a.s.), 'Rabbim bugün öyle kızgındır ki, bugüne kadar ne böyle kızdı ve ne de bundan sonra böyle kızacak. Rabbim beni o yasak ağaçtaki meyveden yememem hususunda uyarmış ve bana yasaklamıştı, ancak ben bu emri dinlemedim ve ondan yedim. Şimdi ben sadece kendimi düşünüyorum.
     
    Bir başka peygambere, Nuh'a gidin der.
     
    Herkes Nuh'un (a.s.) yanına varır. Ona, 'Ey Nuh (a.s.)! sen yeryüzünde, topluluk halindeki insanlara gönderilen elçilerin ilkisin. Sen Allah'ın şükreden kul olarak vasıflandırdığı birisin, Rabbinin katında bizler için şefaatçi ol, şu halimize baksana' derler.
     
    Nuh (a.s.) 'Rabbim bugüne kadar gazaplanmadığı ve bundan sonra da hiç böyle gazaplanmayacağı bir şekilde öfkelidir. Benim rabbim katında reddedilmeyecek bir duam vardı, onu da kavmim için kullandım.
     
    Şu anda kendi nefsimle meşgulüm. Bir başkasına, İbrahim Halifullah'a gidin' der. Herkes Hz. İbrahim'in yanına gider. O'na, 'Sen, Allah'ın elçisi, O'nun yeryüzündeki dostusun (Halilisin).
     
    Rabbinden bizler için şefaat dileğinde bulun. Yoksa şu halimizi görmüyor musun, derler.
     
    İbrahim (a.s.) 'Rabbim bugüne kadar gazaplanmadığı ve bundan sonra da hiç böyle gazaplanmayacağı şekilde öfkelidir. Ben üç yerde (bazı nedenlerle) yalan konuştum. (o sebeple sizlere şefaatçi olamam) der.
     
    Ardından onları anlatır ve 'Bir başkasına Musa'ya (a.s.) gidin, o size yardımcı olsun' der.
     
    Bunun üzerine herkes Musa'nın (a.s.) yanına varır.
     
    Ona, 'Ey Musa! Sen Allah'ın peygamberisin, O seni kendine elçi yaparak ve seninle konuşarak insanlara üstün kıldı. Rabbinin katında bizim için şefaatçi ol. Şu halimizi görmez misin? Derler. Musa (a.s.), 'Rabbim bugüne kadar gazaplanmadığı bundan sonra da hiç böyle gazaplanmayacağı şekilde öfkelidir. Ben Rabbimden emir almadığım halde birinin ölümüne sebep olmuştum. Bugün kendimden başkasını düşünemem.
     
    Bir başkasına, İsa'ya gidin' der.
     
    Onlar da İsa'ya (a.s.) giderler ve 'Ey İsa, sen Allah'ın peygamberi, Meryem'in rahmine attığı, rahmetinden ve kudretinden sana ruh bahşettiği birisin.
     
    Sen daha beşikteyken insanlara konuştun. Rabbinden bizim için şefaat dile yoksa şu halimizi görmez misin, derler. İsa (a.s.) 'Rabbim bugüne kadar gazaplanmadığı ve bundan sonra da hiç böyle gazaplanmayacağı şekilde öfkelidir. Ben sadece kendimle meşgul olabilirim siz Muhammed'e gidin' der.
     
    İsa (a.s.) şefaat edememesini herhangi bir hataya bağlamadı.
     
    Bu sefer herkes benim yanıma gelir ve 'Ey Muhammed!
     
    Sen Allah'ın peygamberi ve peygamberlerin en sonuncususun.
     
    Allah senin gelmiş geçmiş bütün günahlarını bağışladı. Bizim için Rabbinden şefaat dileğinde bulun! Yoksa şu halimizi görmez misin, derler.
     
    Ben hemen arşın altına varır ve Rabbime secdeye kapanırım.
     
    Allah (c.c.) bana, daha önce hiç kimseye göstermediği ve hiçbir kimseye açmadığı övgü ve hamd kapılarını açar, ben de Rabbimi en güzel sıfatlarıyla zikrederim, överim. Sonra bana, 'Ey Muhammed! Başını kaldır, ne istersen sana verilecek şefaat etin kabul edilecek' denir. Ben de, 'Yarabbi ümmetim, ya rabbi ümmetim!' derim. Sonra bana, 'Ey Muhammed! Kendisine sorgu sual olmayanları cennetin sağ kapılarından sok; bunların diğerleri gibi başka kapılardan girme hakları da vardır' denilir.
     
     
     
     

    Hiç yorum yok:

    Yorum Gönder