‘Cezbe’, çekme, çekiş, ruhi heyecan, ruhun coşkunlukla bedenden ayrılıyormuş gibi olması, kendinden geçme hali, Allah (c.c.)’ın kulunu kendine çekmesi, vecd hali, sürüklemek demektir.
Suyun eğimli bir yerde akarak kullanılacağı yere gelmesine ‘cazibe ile geliyor’ denilmektedir.
Tasavvufta ‘cezbe’, tasavvuf yolcusunun insani özelliklerden soyutlanması ile ilâhi tecellileri müşahede etmesi sonucu kendinden geçmesi anlamındadır.
Cezbe, bu anlamda genelde tasavvuf terimi olarak kullanılır.
Cezbe, Hakk’ın, kulunu kendisine çekmesinden hasıl olan istiğrak, derin şaşkınlık ve hayret sûretlerinde görünen manevi bir haldir.
Cezbe, kulun Hakk’a külfetsiz yaklaşması ve ilâhi inayetler ve lütuflar gereği hareket etmesidir. Aynı zamanda o, riyazet ve ibadete devam edilerek insani duyguların yok edilmesidir. Cezbe, Allah (c.c.)’ın kulunu kendisine çekmesi, kulun Allah (c.c.)’a kavuşmasıdır.
Cezbe iki türlü olur. Bunlar da:
1. Hafî (gizli) cezbe, (kulun Hakk’ı sevmesi)
2. Celî (açık) cezbe; (Hakk’ın kulu sevmesi)’dir.
Cezbe’ye tutulanlara ‘meczûb’ denilir. Meczûb; Cenab-ı Hakk’ın rızasını kazanan, O’nun tarafından yakınlığa layık görülen, her türlü heva ve heves lekesinden temizlenen ve bu sayede sulûk makam ve mertebelerine çalışmadan ve yorulmadan erişen ergin kimsedir. Bunlar, gayb sırlarına vakıf velîler olarak telakki edilir. Bundan dolayı meczup olanlardan çekinilir, gönülleri kırılmaktan sakınılır. ‘Şathiyat’ denilen ve normal insanların bilgilerine göre ‘akıl dışı görülen’ sözleri hakkında susmak yeğlenir.
Cezbe’de şart olan, istidat (yetenek)tır. Bu istidat, bir Allah (c.c.) vergisidir. Herkes kazanmakla bunu elde edemez. Tasavvuf yolcusunda, bunun için gerekli istidât ve kâbiliyet olmazsa, sadece riyâzet ile Hakk’a kavuşmak nasip olmaz. [1]
Cezbe’yi akıl hastalıklarından bir diye gösterirlerse de, cezbe hali cinnet (delilik) değildir. Meczûb da deli değildir. Çünkü cezbe, hali değişken bir kimsenin idrakinin normal insan idrakinden daha da yükselerek, fizikötesi gerçekleri görmeye doğru gitmesidir. Cinnet (delilik) ise, insan anlayışının anlamsız ve düzensiz bir şekilde aşağı seviyelere düşmesidir. Cezbe’de yükselme, yücelme söz konusu iken, cinnette alçalma vardır.[2]
Tasavvufçulara göre, manevi yolculuğa seyri- sulûkla çıkılır. Burası, fena (yok olma) mertebelerinin ‘Tevhidi-i Ef’al’ (fiillerin birleşmesi), Tevhid-i Sıfat (sıfatların birleşmesi) ve Tevhidi Zat (kişiliğin birleşmesi, yani kulun kişiliğinin Allah (c.c.)’ın kişiliğinde yok olup kaybolması derecesinin kazanılıp tadına varıldığı kısımdır. Cezbe ise, Bekâ makamlarının Cem’, Hazretü’l- Cem ve Cemü’l-Cem’in tadına varıldığı bölümdür. Sülûk (tasavvuf yolculuğunda ilerleme) mertebelerinde urûc (yükselme); cezbe makamlarında da tedelli (nüzul) müşahede edilir. Sülûk’un başlangıcı cezbenin sonudur.
Beka billah ismi verilen seyr-i fillah, Cezbe makamıdır. Burada, Hakk’ın sıfatları ve ahlâkıyla süslenip ufuku’l-a’la’ya ulaşılır.
Cezbeye tutulanlara Üveysi-meşrep de denilir. Şurasını ifade etmek gerekir ki, tasavvufçular, teklifi düşüren cezbe halini ve bir kimsenin bu anlamda cezbeye tutulmasını hoş karşılamazlar, hatta bu şekilde cezbeye tutulmuş olanları da kurtarmaya çalışırlar. Onlar cazip olmayı meczup olmaya tercih ederler. [3]
KAYNAK:BU YAZI AŞAĞIDAKİ WEB SİTEDEN ALINMIŞTIR.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder