19 Kasım 2013 Salı

Savaşan sahabeler barışır da bizler barışamaz mıyız?

 
AİLE-SAĞLIK Yazarlar Ahmed Şahin

 

Savaşan sahabeler barışır da bizler barışamaz mıyız?

 
 
Barışa ve kucaklaşmaya en çok ihtiyaç duyduğumuz günümüzde bu tarihi olayı hatırlamakta fayda vardır diye düşünmekteyim.
 
 
O gün fiilen savaşa katılanlar sonunda bir araya gelip konuşarak barışırlar da, bizler barışamaz mıyız diye sormaktayım kendi nefsime?    
 
 
Bu tarihi olayı Kütüb-ü Sitte’den özetleyerek arz ediyorum takdirlerinize.
 
 
******
 
 
Hz. Ali Efendimiz ile Hz. Muaviye arasında cereyan eden 657’deki Sıffin Savaşı’nın yaşandığı acı günlerin geride kaldığı devrelerdeydi. Mescide Hz. Hüseyin’in girdiği görüldü.
 
 
Amr bin As’ın oğlu Abdullah ise onu görünce yanındakilere eğilerek şöyle dedi:
 
 
-Şu zatı görüyorsunuz ya, melekler şu an yeryüzündeki insanların en hayırlısının bu olduğuna kanidirler. Ne yazık ki böyle en hayırlı insan benimle küs duruyor, konuşmuyor... Abdullah sözlerini şöyle bağlıyordu:
 
 
-Sahralar dolusu koyunum olsa benimle konuşması için müjde olarak verirdim doğrusu!..
 
 
Bu değerlendirmeyi dinleyen büyük sahabi Ebu Said el-Hudri:
 
 
-Madem Hüseyin’in şu anki yeryüzü halkının en hayırlısı olduğuna inanıyorsun, öyle ise ben sizi önce konuşturur, sonra barıştırırım.. diyerek araya girme sözü verdi. Ertesi günü Abdullah’la birlikte Hz. Hüseyin’in yanına gittiler. Kendisi önce girdi, Abdullah’ı da ısrardan sonra kabul ettirdi. Büyük bir saygı ile içeri girip kapıya yakın yere oturan Abdullah’a Hz. Hüseyin’den ilk acı soru şöyle geldi:
 
 
-Benim şu anki yeryüzü halkının en hayırlısı olduğumu söylemişsin, bu doğru mu?
 
 
Elbette doğru. Onda hiç şüphem yoktur.
 
 
Madem öyledir, Sıffin’de neden Muaviye tarafında yer alıp babama karşı savaştın? Halbuki babam benden de hayırlıydı?
 
 
Böyle acı ve ağır bir sorunun geleceğini bekleyen Abdullah, iki dizi üzerine gelerek:
 
 
Resulullah’ın (sas) aziz evladı, lütfen beni bir dinle, sonra vereceğin karara gönülden razıyım, onu da peşinen bil.. dedikten sonra savaşta karşı tarafta olmasının sebebini baştan sonuna kadar anlatmaya başladı.
 
 
-Babam Amr bin As, vaktiyle benim elimden tutarak senin şanı yüce deden Hz. Resulullah’ın huzuruna götürüp beni şikayet ederek demişti ki:
 
 
-Bu oğlum ibadette aşırı gidiyor, bütün gece namaz kılıyor, bütün gün de oruçlu bulunuyor. Bu kadar ileri gitme, diyorum bana itaat etmiyor, dinlemiyor…
 
 
Senin şanı yüce deden bana o gün ne dedi biliyor musun?
 
 
-Abdullah, ben de gece namaz kılarım, ama uyurum da, ben de oruç tutarım ama yerim de.
Sen de öyle yap, bu kadar aşırı gitme!..
 
 
Bundan sonra da hiç unutamadığım şu tembihte bulunmuştu bana:
 
 
-Abdullah, sakın babana itaatsizlik edip de sözünden çıkma!
 
 
İşte beni Sıffin’de size karşı getiren, aziz dedenin bu tembihidir. Ben babamla birçok savaşlarda birlikte oldum. Şam’ın, Filistin’in, Mısır’ın fethinde yanından ayrılmadım. Çok da faydalı oldum. Ama Sıffin’e gelince orada durdum, yanında yer almaktan kaçındım. Buradaki cephe, bundan öncekiler gibi yabancılardan oluşmuyordu. Bunun üzerine babam bana ısrar etti, babaya itaat etmem gerektiğini Resulullah’ın söylediğini hatırlattı. Ben de o tembihe karşı gelmiş olmamak için babamın yanında yer aldım, dolayısıyla Muaviye’nin yanında size karşı düşmüş oldum. Ancak şunu kesinlikle söyleyebilirim ki, asla ok atmadım, asla kırıcı bir söz söylemedim. Sadece babama itaatsizlik etmiş olmamak için yanında bulunmuş oldum. Hepsi o kadar!.
 
 
Abdullah, sözlerine şunu da ekler:
 
 
-Buna rağmen keşke ben katıldığım önceki savaşlardan birinde yirmi sene önce ölseydim de Sıffin’de sizin karşınızda yer almış duruma düşmeseydim. Gece gündüz bunun pişmanlığını duymakta, tövbe istiğfarını sürdürmekteyim..
 
 
Bu sözlerden sonra Hz. Hüseyin’in yüzünde tebessüm işaretleri görülür.
 
 
-Allah herkesin niyetini bizden iyi bilir.. der. Bu sırada Ebu Said el Hudri’nin teklifi duyulur:
 
 
-Kucaklaşma zamanı gelmedi mi?
 
 
  Abdullah, oturduğu yerden saygıyla kalkarak Hz. Hüseyin’e doğru yürür, muhabbetle kollar açılıp kalpler birleşerek kucaklaşırlar, küs duran Müslümanlara böyle örnek vermiş olurlar.
 
 
O gün savaşa fiilen katılanlar böyle kucaklaşırlar da, 1400 sene sonrasında savaşı hiç görmeyen bizler kucaklaşamaz mıyız? Hadis-i şerifler de bize kucaklaşmayı emretmiyor mu?
 
 
-Birlikte rahmet, ayrılıkta ise azap vardır!
 
-Allah’ın yardımı birlikte olanlar üzerinedir!
 
-Gerçek mümin barışan ve barıştıran kimsedir!
 
  Ne dersiniz?
 
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder