Ahmed Şahin
a.sahin@zaman.com.tr
AİLE-SAĞLIK
Mübarek Muharrem’de yaşanan tatlı ve acı olaylar...
Muharrem ayı, 12 ayın içerisinden seçilerek hicri senenin birinci ayı olmaya layık görülen özel ve güzel bir aydır. Nitekim tarih boyunca Peygamberlerle ilgili birçok kutsal kurtuluş mucizeleri, bu Muharrem ayının aşure gününde yaşanmıştır.
Bu sebeple de tüm dinlerde tanınıp saygı gören kutsal bir ay olarak hicri takvimimizin başına taç gibi konmuştur.
Tespitlere baktığımızda görüyoruz ki, Hz. Adem’in tövbesinin kabulünden başlayan birçok özel ve güzel kurtuluş mucizeleri, hep bu ayın aşure gününde imdada erişmiştir. Hz. Nuh’un gemisi de yine bu ayın onunda Cudi Dağı’nda karaya oturmuştur. Bu kurtuluşun şükrü olsun için geminin ambarında kalan tahılları çıkarıp özel bir tatlı yapan gemi sakinleri, böylece günümüze kadar gelen aşure tatlısını da başlatmış sayılmışlardır.
Bu tarihî olayı her yıl Muharrem’de bir daha hatırlamak niyetiyle benzeri tatlılar yapanlar, eş dost, konu komşu ile paylaşarak yeniden bir kaynaşma ve hediyeleşme vesilesi meydana getirmekteler. Böylece dinî bir mecburiyeti olmadığı halde aşure tatlısı bu faydalılığından dolayı tarih boyunca devam edip gelmiştir.
Aşure orucuna gelince: Efendimiz (sas) Hazretleri, Medine’yi teşriflerinde Yahudilere neden Muharrem’de oruç tuttuklarını sorması üzerine:
- Allah Teala aşure gününde Hz. Musa ile İsrailoğullarını Firavun’un zulmünden kurtardığı için şükür orucu tutmaktayız, cevabına karşılık Peygamberimiz de, ‘Ben Musa’ya sizden daha yakınım’ buyurarak O’nun tuttuğu Muharrem orucunu tutmuş, tutulmasını da emretmişti. Ancak ertesi sene Ramazan orucu farz kılınınca, insanları muhayyer bırakan Efendimiz, “İsteyen tutsun, isteyen de tutmasın, bize ait Ramazan orucumuz başladı...” buyurmuştur.
Bu sebeple deniyor ki: Aşure gününde oruç tutan sevap alır, tutmayan da günaha girmez. Ancak, aşure gününde oruç tutacak olanlar, önüne yahut da arkasına oruç ekleyerek tutsalar, Yahudilerin orucunu taklit değil de, kendi nafile oruçlarını tatbik etmiş sayılarak daha isabetlisini yapmış olurlar, denmiştir.
Ne var ki, tarih boyunca hep özel ve güzel olayların yaşandığı bu mübarek Muharrem ayı, daha sonraları Emevi Halifesi Yezid’in zamanında 61’deki aşure gününde can yakıp gönül sızlatan Kerbela faciasına da maruz kalmıştır.
Hazret-i Resulullah’ın aziz Ehl-i Beyt’inden 72 hane halkı, aşure günü Kerbela’da şehit edilerek mübarek gün, geçmişindeki kutsal olaylarıyla bağdaşmayan bir faciaya da maruz kalmıştır. Böylece bu son aşure günü, gönül yakıp, vicdan sızlatıcı ıstırap, günümüzdeki haline dönüştürülmüştür.
Biz Ehl-i Sünnet mensupları, Hz. Hüseyin’in şehit edildiği bu acılı günde karalar bağlayıp feryad ü figanlar ederek matem tutma işaretleri vermeyiz ama vicdan sızlatan zulmün acısını da vicdanımızın derinliklerinde olanca acılığıyla hep hisseder, derin acıyı sessizce yaşarız.
Bizim bu sessizliğimize bakanlar, faciaya duyarsız kaldığımızı sanır, suizanna girerler. Halbuki, acımızın feryad ü figanlarla dışarıya taşmamasının sebebi, duyarsızlığımız değil, İslam’da karalar bağlayıp feryad ü figanlar ederek sesli ağlamaya izin verilmediğine olan inancımızdır. Nitekim aleyhissalatü vesselam Efendimiz’in, biricik oğlu İbrahim’in vefatı üzerine sessiz gözyaşı dökerek ağladığını görenler, ‘Sizde mi ağlıyorsunuz, halbuki ölenin arkasından ağlamayı yasaklamıştınız?’ demeleri üzerine verdiği cevabında; ‘Benim yasakladığım ağlama, feryad ü figanlarla yapılan bağırıp çağırmalı ağlamalardır. Sessizce dökülen gözyaşı insandaki şefkatin önlenemez gereğidir. Bu gibi sessiz ağlamalarda mahzur söz konusu değildir.’ buyurmuş, bizlere de sessiz ağlayıp gözyaşı dökme örneği vermiştir.
Kaldı ki, bizler beş vakit namazlarımızın Tahiyyat’larında okuduğumuz salavatlarımızla Ehl-i Beyt’e hep dua ederiz. Ehl-i Sünnet’teki bu Ehl-i Beyt’e dua sevgisi, farz-sünnet tüm namazlarımızda ebedi görevimiz olarak sürer. Bu da bizim Ehl-i Beyt sevgisindeki ihmal edilmez ortaklığımızın tartışılmaz delilini teşkil eder. Yasaklanmış faydasız feryatlar yerine, emredilmiş faydalı dualarla ömür boyu hediye göndermiş oluruz Ehl-i Beyt’e.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder